Şeriat Kurallarının Uygulanması Teokrasi midir?

 

Mevzuya girmeden önce şunu hatırlatmakta fayda var:  İslâm’ın kamu hukukuna ve bilhassa devlet yönetimine dair vaz ettiği hükümler temel bir kısım ilke ve prensiplerden öteye geçmemektedir. Hatta bilhassa hicri dördüncü ve beşinci asırlarda “hilafet” ve “imamet” kavramları etrafından ortaya konulan “İslam siyaset teorisi” de büyük oranda içtihatlara dayanmaktadır. O devrin sosyal ve siyasî şartlarının bu içtihatlar üzerindeki etkisi ise tartışılmaz bir gerçektir. Yine tarihteki İslâm devletleri incelendiğinde, bunların siyasî teşkilatlanmaları üzerinde diğer yabancı devlet ve kültürlerin önemli bir etkisinin olduğu da inkâr edilemez.

İşte tüm bunlar göz önüne alındığında İslâm’ın öngördüğü belirli bir siyasal model olduğu söylenemez. Her zaman için değişik siyasal modellerin İslâm’a uygun hâle getirilmesi mümkündür. Bu nedenle “İslâm’ın siyasal modeli ne değildir?” sorusuna yanıt vererek işe başlamak mevzunun doğru bir şekilde anlaşılmasına önemli katkı sunacaktır.

Örneğin totalitarizmin hiçbir türü İslâm’la uyuşamaz. Bir totaliter rejim türü olan teokrasinin de İslâm tarafından onaylanması mümkün değildir.

Yunanca bir sözcük olan teokrasi (theokratia) Tanrı manasına gelen “teo” sözcüğüyle hükmetme demek olan “kratos” sözcüklerinin birleşimidir. (1) Yani teokrasi, sözcüğün kökeninden de görüleceği gibi yönetimin meşruiyetini Tanrı’dan aldığı, güç ve iktidarın kaynağını Tanrı’ya dayandıran bir yönetim şeklidir. Bu yönüyle o, esasında demokrasi veya monarşi gibi bir yönetim şekli ortaya koymaktan ziyade, devlet otoritesinin nihai kaynağını tespit ve tayin eder.

İslâm’da hiçbir devlet yöneticisinin Allah namına hareket etmesi, kutsallık iddia etmesi ve sorumluluktan kaçması mümkün değildir. Hz. Ebu Bekir, kendisine “Allah’ın halifesi” denilmesine şiddetle itiraz etmiştir, Hz. Ömer ile Ömer b. Abdulaziz'in de aynı şekilde kendilerine "halifetüllah" denilmesine karşı çıktıkları kaydedilmektedir. (2) Şayet daha sonraki devirlerde bazı sultanlar bu ismi kullanmış ve bununla da her türlü icraatlarını meşru göstermeyi hedeflemişlerse, hiç şüphesiz bu İslâmî esaslardan bir sapmanın ifadesidir.

İslâm, din adamları ve idareciler de dahil hiç bireyi bir diğerinden üstün tutmamıştır. İslâm’da hiçbir bireyin, hiçbir grubun ayrıcalığı ve dokunulmazlığı yoktur. Bilakis bütün vatandaşlar kanun önünde eşit oldukları için herkes eylemlerinden ötürü sorgulanır, hesaba çekilir ve suçu tespit edildiğinde de cezalandırılır. İslâm tarihinde, devlet başkanlarının sıradan bir yurttaşla hâkim huzuruna çıktığı ve davayı kaybettiği birçok olayla karşılaşmak mümkündür.

İslâm’da Allah ve Resûlü (s.a.s) dışında hiçbir şahsa ve hiçbir zümreye karşı mutlak itaat yoktur. (3) İtaat, yalnızca meşru ve maruf olan şeylerdedir. (4) Çünkü İslâm’da devlet başkanı da dahil hiçbir yönetici mutlak masum değildir. Onlar da hata ve zulüm yapabilirler. Emirlerinde kendi çıkarlarını halkın faydasının önüne geçirebilirler. İşte bütün bu durumlarda onlar itaat haklarını da kaybederler.

İtaat etme bir tarafa idarecilerinin hak ve adaletten ayrıldığını gören halkın, buna sessiz kalmaması ve şartlara göre üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi tavsiye edilmiştir. Bu mesuliyet de bazen öğütle, bazen uyarıyla, bazen sivil itaatsizlikle, bazen muhalefet ve direnmeyle yerine getirilir. Zira yöneticiler de Kur’ân’da açıkça emredilen (5) emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker vazifesinin kendisine karşı yerine getirilmesi gereken kimseler arasındadır. Hatta Peygamberimiz, zalim sultanın yanında hakkın söylenmesini en büyük cihad saymıştır. (6)

İslâm’a göre yönetim, belirli bir soyun elinde dolaşan kutsal bir hak değildir. Aksine yöneticiler, seçim, şura ve bey’at esaslarına göre belirlenir. Bu yüzden devlet başkanı meşruiyetini Tanrı’dan değil, halktan alır. (7) Tanrı adına değil halk adına, halktan aldığı yetkiyle yönetir. Liyakatini yitirdiği ve hukukun dışına çıktığı durumlarda da halkın ileri gelenlerinden oluşan ehlü’l-hal ve’l-akd heyeti tarafından görevden alınır.

İslâm’da Hıristiyanlıkta olduğu gibi imtiyazlı bir kısım haklara sahip olan ve manevî otoritenin yanında maddi otorite üzerinde de hak iddia eden ne kilise ne de ruhban sınıfı yoktur. Âlimler, sivil insanlardır. Yönetime müdahale edemezler. Diğer yurttaşlar gibi devlette kamusal bir vazife aldıklarında da hak ve sorumlulukları sadece üstlendikleri vazifeyle sınırlı kalır. Onların içtihat yetkisi vardır. Fakat içtihat, sadece müçtehidin kendisini bağlar. Başkalarının bu içtihada göre amel etme mecburiyeti yoktur. (8)

Teokratik rejim, bir tür dikta rejimidir. Dolayısıyla teokrasinin olduğu bir yerde özgürlüklerden söz edilemez. Oysaki peygamberlerin gönderiliş gayelerinden en önemlilerinden biri de insanları hür ve bağımsız hale getirebilmek; insanın insana köle olmasının önüne geçmektir. Çünkü bireylerin özgür kişiler olarak rahatça irade ve tercihlerini kullanamadığı bir yerde hakiki bir dindarlıktan da söz edilemez. Birey, her çeşit zorbanın esaretinden kurtulmalıdır ki Allah’a hakkıyla kul olabilsin. İslâm’a göre bireyin boyun eğeceği tek varlık Allah’tır.

Bir kısım kimselerce şeriatın uygulanmasının özgürlükleri kısıtlayacağı, bazı hak ihlallerine neden olacağı ve dolayısıyla teokrasi doğuracağı ileri sürülmektedir. Ne var ki bu doğru değildir. Çünkü en başta ifade ettiğimiz üzere İslâm’ın kamu hukukuyla ilgili ortaya koyduğu hükümler oldukça sınırlıdır ve bunlar da genel itibarıyla evrensel ve insanî prensiplerdir. Bu konudaki detay hükümler ise içtihada bırakılmıştır. Yine ceza hukukuyla ilgili İslam'ın ortaya koyduğu ilkeler de evrensel ve insanî prensiplerdir. (9)

Ayrıca şeriat kuralları sadece Müslümanlara uygulanır. Gayrimüslim vatandaşlar kendi inanç ve hukuklarına göre yaşar ve bunlara göre yargılanırlar. Aynı şekilde İslâm devletlerinde azınlıklara din ve vicdan hürriyeti tanındığı da tarihî bir gerçektir. (10) Müslümanlara şeriat kurallarının uygulanmasının sebebi de devletin ve yöneticilerin bu yöndeki talep veya baskıları değil, bilakis Müslümanların inandıkları dine göre yaşama istikametindeki talep ve istekleridir. Müslüman olmak ise tamamen bireylerin hür tercihlerine bırakılmıştır. (11) Dine girme mevzusunda kilisenin yaptığı gibi bir zorlama asla söz konusu olamaz. Çünkü istemediği halde dine girmeye zorlanan bir kimse Müslüman değil münafık olur.

Sonuç olarak teokrasi, hiçbir şekilde şeriat ile uyumlu bir rejim değildir. Din, bir baskı aracına dönüştüğü takdirde, bundan öncelikle ve en fazla zarar görecek yine dinin kendisi olacaktır. Buradan hareketle ele geçirdikleri devlet aygıtıyla halkı tepeden inme dindarlaştırmayı hedefleyen siyasal İslamcıların da nasıl bir yanlış içinde oldukları görülebilir. Şeriat iddiasında olan bir takım ülkeler, yönetim şekilleri itibarıyla ne kadar teokrasiye yaklaşırlarsa, o kadar İslâm’dan uzaklaşmış olacaklardır.

DİPNOT:

(1) Selim KARAKAŞ, Orhun Abideleri’nde Teokrasi Problemi ve Yabancı Dinlerin Türk Bozkır İdari Anlayışına Etkileri, Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi, Yıl 1, Sayı 1 Güz 2016 s. 162 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/265182
(2) Dr. Hüseyin ÇELİKER, İSLÂM HUKUKU’NDA DEVLET BAŞKANLIĞI s. 253-254 https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/188488
(3) Hikmet ADEM, YENİ FİKİR DERGİSİ YIL: 7 SAYI: 17 s. 79 https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1721388
(4) Buharî, Ahkâm 4 https://sunnah.com/bukhari:7145
(6) Tirmizi, Fiten 13 https://sunnah.com/tirmidhi:2174
(7) İmâmeti hem cismanî hem ruhanî yetkiler bakımından nübüvvetin devamı gibi gören ve imamın günahsız (mâsum) olması gerektiğini savunan -Zeydiyye dışındaki- Şîa’ya göre ise devlet başkanı meşruiyetini ilâhî iradeyle (nas) belirlenmiş olmasından alır (bk. BİATDEVLETHİLÂFETİMÂMETİTAAT). https://islamansiklopedisi.org.tr/mesru
(11) Faruk ERMEMİŞ, Kur'an-ı Kerim'in Düşünce ve İnanç Özgürlüğüne Yönelik Emirleri ve Hz. Muhammed'in Uygulamaları, DÜZCE ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Cilt: II, Sayı: 1, 2018 s. 24 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/460842