İslam'da Din ve Vicdan Özgürlüğüne Dair Bazı Örnekler

 


Bazıları savaş hükümleri bildiren öldürmekle ilgili ayetleri ısrarla İslam'ın gündelik yaşamla ilgili hükümleriymiş gibi çarpıtmaları iftirasına 1400 küsur yıldır ülkelerde Müslümanlarla birlikte Müslüman olmayanların da yaşadığı gerçeği yeterli bir cevaptır. Fakat Hitlerin Propaganda Bakanı Joseph Goebbels'in dediği gibi "Yeterince büyük bir yalan söylerseniz ve bu yalanı sürekli tekrar ederseniz, insanlar sonunda buna inanmaya başlayacaktır." (1) İşte İslam'ı inkar etmeyi dogma haline getirmiş tipler de bunu yapıyor ve ısrarla aynı yalanı söyleyerek inandırıcı olmasını sağlamaya çalışıyorlar.

İslam ülkesinde Hristiyanların, Yahudilerin ve Mecusilerin vatandaşlık konumu “zimmî” idi. Ülke sınırları genişledikçe Sabiîler, Maniheistler, Budistler ve Hindular da bu bu statüye dahil olmuştu. (2) Zımmîler “cizye” ödedikleri için askerlikten muaf oluyordu. (3) Dinlerini diledikleri gibi yaşıyor, can ve mal güvenlikleri sağlanıyordu. (4) “Öteki” addedilmiyor o topluluğun unsurlarından sayılıyordu.

Bir arada yaşama kültürü vardı ama bunun sınırları yok değildi. Örneğin “Engin hoşgörülerine rağmen Moğol döneminde Hindistan’daki Müslüman idareciler, hâkimiyetleri altında bulunan Hintlilere Sati uygulamasını yasakladılar. Sati, dinen, erkek öldüğünde hanımının canlı canlı onunla birlikte yakılmasıydı.” (5)

Başka bir örnek:

Bahreyn, Irak ve İran’ın fethedilmesi sonucunda İslam toplumunun bir parçası haline gelmiş olan Mecusiler’in dini inançlarına göre, kendi öz kızları, kız kardeşleri ve anneleri ile evlenmeleri caiz idi. Bu ilişki biçimi Müslümanlarca sadece gayridini değil gayriinsani olarak da mütalaa edilmiş olmasına rağmen, söz konusu zümrenin yaşam biçimlerine müdahale edilmemiştir. Nitekim bunu bir türlü kabullenemeyen Adiy, bir gün Hasan el-Basri’ye Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin döneminde Mecusilerin bu uygulamalarının neden yasaklanmadığını sormuştur. Hasan el-Basri, bunun nedenini belirtmemekle beraber, Hz. Peygamber ve Raşid halifeler döneminde Mecusilerin bu uygulamalarının bilindiğini, ancak buna rağmen hiçbir müdahalede bulunulmadığını doğrulamıştır. (6)

Bazıları cizyenin din ve vicdan özgürlüğüne aykırı olduğunu iddia edebiliyorlar. Oysaki cizye vergisi ödeyen Gayrımüslimler, ödedikleri bu vergiye karşılık Müslümanların ödemek zorunda olduğu zekât vergisinden muaf tutulmuşlardı. Gerçekte yalnızca adam başına 1 dinardan ibaret sabit bir vergi olan cizyeye naza­ran, yüzde hesabıyla miktarı değişken olduğu için zekat vergisi çok daha ağır bir vergiydi. (7)

İslam’da zimmîlere verilen haklar, modern demokrasilerde yurttaşların geneline verilmemiştir. Cizye, toplumsal ve kamusal yaşamın genel finansmanına dahil edilmesi için gayrimüslimin ödemesi gereken vergidir, spesifik bir cezalandırma değildir. Cizye günümüzde bir tür ‘bedelli askerlik’e karşılık düşmektedir ki yüz binlerce vatandaş ‘devletin zimmîsi’ olmaya can atmaktadır.

Azınlık hakları İslam'da çok önemlidir. İşte hadis örneği:
"Kim bir muahide /zımmiye zulmeder veya gücünün üstünde bir iş yükler ya da zorla ondan bir şey alırsa kıyamet günü ben onun hasmıyım." (8)

Başka bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bir zimmiyi haksız yere öldüren Cennet’in kokusunu duyamaz. Halbuki onun kokusunu kırk yıllık yoldan duyabilir." (9)

Hz. Ali (ra); "Her kim ki bizim zımmimizdir, onun kanı bizimki kadar kutsaldır, malları bizim mallarımız kadar tecavüzden masundur." dedi. Başka bir kaynakta, Hz. Ali'nin şöyle dediği naklediliyor: "Zımmi durumunu açıkça kabul edenlerin malları ve hayatları bizimki (yani Müslümanlarınki) gibi kutsaldır." (10)

Hz. Ali’nin kendi halifelik yıllarında bir zımmî ile Kadı Şureyh huzurunda davalaştığı şu hâdise de güzel bir örnektir: Hazret-i Ali (k.v.) Sıffîn'e giderken düşürmüş olduğu zırhını, geri döndüğünde bir Hıristiyan'ın elinde görüp onu Küfe kadısı Sureyh rahmetullahi aleyh Hazretleri'nin huzuruna götürür. "Bu zırh benimdir." diye dava eder. Hıristiyan inkar eder. Kadı Sureyh Hazretleri, şahid ister. Hazret-i Ali'nin (r.a.) şahidleri oğlu Hasan ile azadlısı Kanber'dir. Peygamber torununun yalan yere şahitlik etmeyeceği herkesin malumu olduğu halde evladın babası lehine şehadeti makbul olmadığından kadı Sureyh, Hazret-i Hasan'ın (r.a.) yerine başka şahid ister. Sureyh, davayı başka şahidi olmadığından Hazret-i Ali'nin (r.a.) aleyhine bitirir. Hazret-i Ali, bundan asla müteessir olmayıp gülüyordur. O kişi ise bu hale hayran olarak zırhı alıp biraz gittikten sonra durur, düşünür, geri döner: "Bu hükümler ancak peygamber hükümleridir." diyerek İslam ile müşerref olur ve zırhı Hazret-i Ali'nin Sıffîn'e giderken düşürmüş olduğunu söyleyerek geri verir. Lakin Hazret-i Ali (r.a.) zırhı ona bağışlar, bir de at ihsan eyler. (11)

Hz. Peygamber (s.a.v.), Hristiyan olan İbn Harris b. Ka'b ve dindaşlarına yazdırdığı anlaşma metninde: "Şarkta ve Garpta yaşayan tüm Hristiyanların dinleri, kiliseleri, canları, ırzları ve malları Allah'ın, Peygamber'in ve tüm müminlerin himayesindedir. Nasraniyet dini üzere yaşayanlardan hiç kimse kerhen İslam'a icbar edilmeyecektir. Hristiyanlardan birisi herhangi bir cinayete veya haksızlığa maruz kalırsa Müslümanlar ona yardım etmek zorundadırlar." maddelerini yazdırdıktan sonra: "Ehl-i Kitap ile ancak en güzel yöntemlerle mücadele edin..."(Ankebut, 29/46ayetini okudu. (12)


Medine Site Devleti Sözleşmesinin;

17. maddesi:"Yahudilerden bize tabi olanlara yardım edilip iyi davranılacaktır. Onlar hiçbir haksızlığa uğramayacak, düşmanlarına yardım edilmeyecektir."
25. madde: “Beni Avf Yahudileri müminlerle birlikte tek bir ümmettirler. Onlar kendi dinlerine, Müslümanlar da kendi dinlerine göre yaşayacaklardır." 
36. madde: "Müslümanlarla Yahudiler arasında yardımlaşma, nasihat ve iyilik olacaktır."
 (13)

Resulullah'ın ehl-i kitabın düğün yemeklerine katıldığına, cenazelerini taşıdığına, hastalarını ziyaret ettiğine ve onlara ikramda bulunduğuna dair rivayetler bulunmaktadır. İslam, Müslüman olmayan toplulukların, dinlerini istedikleri gibi yaşamalarına izin vermiş ve bunu engelleyenleri de cezalandırmıştır... (14)

Hz. Ömer Estik ismindeki kölesinin Müslüman olmasını istediğinde, onun kabul etmemesi üzerine; ''Dinde zorlama yoktur'' ayetini okumuş, onu zorlamamıştı. (15)

Hayberli bir Yahudi’nin çobanlık yapan zenci kölesi İslâmiyet’i kabul edip Hz. Peygamber'e gelmişti. Çoban gütmekte olduğu efendisine ait koyunları ne yapması gerektiğini sorduğunda, Hz. Peygamber ona sürüyü sahibinin bulunduğu kaleye doğru sürmesini ve serbest bırakmasını emretmiştir. Çoban da böyle yapmış ve sürü de gidip kaleye girmiştir. Hz. Peygamber burada sürüye el koymayı veya zarar vermeyi düşünmemiştir. 

Hz. Ömer Câbiye’de bulunduğu sırada bir zimmî gelerek kendisine, üzüm bağlarını yağmalamakta Müslümanların adeta yarış içinde olduğunu bildirmiş, durumu tahkik eden Hz. Ömer de Müslümanların açlık sebebiyle zimmîlerin malından aldıklarını öğrenmiş ve bunun üzerine bağ sahibine üzümün kıymetinin ödenmesini emretmiştir. 

Ebû Hüreyre de gazaya çıkmak isteyen bir kişiye “sakın ekinleri çiğneyip (hasara uğratmayasın), kumandanın izni olmadan bir tepeye çıkmayasın. Sakın ben gaziyim diyerek ehl-i zimmetin malından bir veya iki torba ot almayasın” diye tavsiye etmiştir. Adam daha sonra İbn Abbas’a rast geldiğinde o da kendisine aynı şeyleri söylemiştir. (16)

Zimmet ehlinin haklarına o kadar riayet edilmiştir ki, bir Müslüman, zimmi bir kimsenin şarabına yahut domuzuna zarar verecek olursa, Müslüman bunun tazminatını öder. (17)

İlk dönem İslam tarihinden itibaren gayrimüslim yaşlı, düşkün ve kimsesizlerin bakımı, devletin bir sorunu olarak görülmüş; bunlara Müslümanlara yapılanın aynısı yapılmıştır… İbn Zenceveyh’in açıkça ifade ettiği gibi Hz. Ömer döneminden itibaren zekat ayetinde geçen ‘el- mesakin’ ifadesinden kastın gayrimüslim fakirler olduğu sonucuna varmış̧ olan ulema, bu kitleye de zekatın verilebileceğine hükmetmiştir. 

Bunun bir neticesi olarak Emeviler devrinde Daru’z-Zekat’ların tesis edilmesinden sonra bu kitleye düzenli olarak zekatlardan pay ödenmiştir... Zimmîler konusuna büyük hassasiyet gösteren Hz. Ömer, Suriye’de rastladığı âmâ bir Yahudi’nin dilendiğini görünce gençliğinde cizyesi alınan birinin ihtiyarladığında perişan durumda bırakılamayacağını söyleyerek kendisine beytülmâlin zekât gelirlerinden yardım edilmesini emretmiştir. (6)

Hz. Ömer’in başkumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh fethettiği her şehirde tellallar ile şu duyuruyu yaptırıyordu:

Hepiniz ticâretinizde, işinizde, ibâdetlerinizde serbestsiniz. Malınıza, canınıza, ırzınıza, kimse dokunmayacaktır. İslâmiyetin adâleti aynen size de tatbîk edilecek, her hakkınız gözetilecektir. Dışardan gelen düşmana karşı, müslümanları koruduğumuz gibi, sizi de koruyacağız. Bu hizmetimize karşılık, Müslümanlardan zekât aldığımız gibi, sizden de yılda bir kez cizye vermenizi istiyoruz.”

Zimmîleri koruma olanağı kalmadığında bu durum ilan ediliyordu. Ebû Ubeyde bin Cerrâh, Humus’ta halka şu ilanı yapmıştı:

“Ey Hıristiyanlar! Size hizmet etmeye, sizi korumaya söz vermiştim. Buna karşılık, sizden cizye almıştım. Şimdi ise, halifeden gelen emir üzerine, Herakliyus ile harb edecek kardeşlerime yardıma gidiyorum. Size verdiğim sözde duramayacağım. Bu nedenle hepiniz Beytü’l-mal’a gelip, cizyelerinizi geri alınız! İsimleriniz ve verdikleriniz defterimizde yazılıdır.” (18)

Gayrimüslim cemaatler, okul açabilme ve okullarının müfredatlarını serbestçe yapabilme yetkisine de sahip kılınmışlardır. (19)

Tarihi bir vesika olarak zikredildiğine göre Semerkant halkından bir gurup, Ömer b Abdülaziz' e ordu komutanı Kuteybe b. Müslim el-Bahili'yi harp kurallarına uymayarak şehre girdiğini belirterek şikayet ederler." Bunun üzerine Halife olayı inceletir. Doğru olduğunu öğrenince şehrin geri verilmesini emreder. Bu adaleti gören halk, Müslümanların şehirde kalmalarını uygun görürler. (20)

Bir oryantalistin bu konudaki itirafları şöyledir: "Arapların fetihlerini ve zafer sebeplerini araştırdığımızda okuyucu, Kur'an'ın yayılmasında güç kullanmanın rol oynamadığını görecektir. Arap fatihler mağlup olanları kendi dinlerini yaşama konusunda serbest bırakmışlardır. Eğer bazı Hıristiyan topluluklar İslam' a sarılmış ve Arapça'yı kendilerine dil olarak seçmişlerse, bu, kendi geçmişlerindeki yöneticilerinde görmedikleri ·bir adaleti, galip Araplarda gördüklerinden ve daha önce bilmedikleri bir müsamahaya İslam'ın sahip olmasından dolayıdır. Tarih, dinlerin güç kullanmakla yayılamayacağını ispat etmiştir. İslam kılıçla yayılmamış, bilakis davetle yayılmıştır. Türkler ve Moğollar gibi daha sonra Arapları yenen milletler de sadece davetle İslam'a girmişlerdir." (21)

Hz. Ömer döneminde fethedilen hiçbir ülkede bir mabedin yıkıldığı veya zarar gördüğü olmamıştır. Ebu Yusuf şunları kaydetmektedir: "Bu mabedler oldukları halde bırakılmış, yıkılmamış ve onlara el sürülmemiştir." (22)

Hıristiyan, Yahudi ve diğer azınlık din mensuplarına ait kendi kanun· ve hakimleriyle çalışan mahkemeler kurulur; aynı cemaate mensup kimseler davalarında buralara başvururlar. Bunun yanında gayr-i müslim vatandaşlar hür iradeleriyle kendi cemaat mahkemeleri yerine İslam mahkemelerini tercih ederlerse, bundan da mahrum bırakılmazlar. Tarafların aynı cemaate mensup oldukları tüm davalarda Hz.
Peygamber'in uygulaması, cinayet ve zina gibi ölüm cezalarını gerektiren davalardan bile kendi medeni kanunlarını uygulama şeklinde idi. Tarafların farklı cemaatlerden olduğu davalarda, mümkün olduğu ölçüde Müslüman hakimler atanır. (23)

Sultan Mehmet İstanbul'u fethedince kendisinden sonra gelecek asırlara tesir eden çok önemli bir şey yapıyor.

Dünyanın göz bebeği olan kentte değişik dinlere ve etnik kimliğe sahip halkın bundan sonra da güvenle yaşayabileceği ortamı hazırlıyor. Onları dini ve kültürel bakımdan özgür bırakıyor. Sonra da kendi özgün dokusunu bozmadan şehri yeniden tezyin ettiriyor.

Sultan Mehmet günümüzde karşı karşıya kaldığımız iki çok temel sorunu, 460 yıl önce bugüne de ışık tutması gereken şekilde çözüyor.

Günümüzden beş asır önce, kente insanların barındığı değil yaşadığı yer olarak bakıyor ve buna göre yeniden imar ediyor. İstanbul’un geçmişine saygı göstererek, onun dokusuna uyumlu olarak kendi damgasını vuruyor. Ve kültürel olarak da işgal değil fethediyor.

Sultan Mehmet’in, Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin kentte özgür bir şekilde hayat sürmesine müsaade etmesi iki kelimeyle anlatılacak bir mesele değildir. Bu tavır kendinden sonra gelecek 350 yılda Osmanlının hakim olduğu bütün topraklarda dini özgürlüğün kapılarını sonuna kadar açmıştır. Ve Osmanlının hakim olduğu topraklar bütün inançların varlığını sürdürdüğü bir habitat olmuştur.

O kadar ki, 1920-24 seneleri arasında Kudüs’teki İngiliz Sömürge Vali Yardımcılığı vazifesinde bulunan Harry Charles Luke, Nesnel Yayınları tarafından Türkçe yayınlanan “Musul ve Azınlıklar” kitabında o dönemin fotoğrafını şöyle çekiyor: “Devasa Musul Ovasını baştan başa gezerseniz aynı ırktan, aynı dili konuşan ve aynı Tanrı’ya inanan insanların oturduğu yan yana iki köy bulmamızın mümkün değildir.” (24)

O çağ ve sonrasındaki yüzyıllarda Avrupa’da Hristiyan olmayanlara karşı hunharca katliamlar yapılmaktaydı. İspanyollar Endülüs'te, İtalyanlar Sicilya ve diğer yerlerdeki Müslümanları ya katletmekte ya da yurtlarını terk etmeye zorlamaktaydılar. Kathar inancına sahip kişileri de hunharca katlediyorlardı. Yahudilerin de başına benzer şeyler geliyor onları ya din değiştirmeye ya da göçe zorluyorlardı. Sultan Mehmet’in İstanbul’da din ve vicdan özgürlüğünü teminat altına aldığı dönemde Avrupa’da Hristiyan olmayanlara yok olmaktan başka bir seçenek bırakılmıyordu.

Sultan Mehmet Müslüman olmayana da özgürlüklerin kapısını ardına kadar açmış, Rum Ortodoks ve Ermeni Patrikhanesi ile Yahudi Hahambaşının bulunmasına da izin vermişti. Hatta Rus tarihçi Ouspensky bile "Türkler 1453'te, Haçlıların 1204'te yaptıklarından çok daha insanca ve hoşgörüyle davrandılar" diyebilmektedir. (25)

Fatih Sultan Mehmet'i yad ederken gemilerini karadan yürüterek İstanbul'u zapt etmesine vurgu yaptığımız kadar farklı dinlerle nasıl uyumlu yaşamayı başardığına vurgu yapabilseydik bugün çok daha farklı bir ülkede yaşıyor olacaktık.

Fatih Sultan Mehmet'in askeri dehasına sürekli referans veren dindarlar onun estetik ve sanatının yüzüne neden bakmazlar ki?

İslami olan her şeyi inkarı dogma haline getirenler kadar, İslam'a aykırı hareket eden ama kendilerini tanıtırken İslami kimliklerini ön plana çıkaranlar da hatalı...

DİPNOT

(1) https://tr.wikipedia.org/wiki/B%C3%BCy%C3%BCk_Yalan_tekni%C4%9Fi

(2) https://islamansiklopedisi.org.tr/zimmi

(3) https://acikders.ankara.edu.tr/course/view.php?id=1676#section-12

(4) https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/389912

(5) Müslümanların, Gayrimüslimlerle Münasebetleri, Muhammed Hamîdullah https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/260601

(6) İlk Dönem İslam Toplumunda Gayrimüslimlerin Yeri: Haklar ve Hoşgörü, Mehmet Mahfuz Söylemez https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/10059

(7) İslam Peygamberi, M. Hamidullah 1/630 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/485503

(8) Ebu Davud, Harac, 33 https://sunnah.com/abudawud:3052

(9) Buhari, Cizye 5 https://sunnah.com/bukhari:3166

(10) Mustafa DEMİRCİ, İslam Zımmi Hukuku ve Dini Kimliklerin Korunması, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı Sempozyumu20-22 Nisan 2007 s. 377 http://isamveri.org/pdfdrg/D174142/2007/174142_DEMIRCIM.pdf

(11)Ahmet Cevdet Paşa, İlmin Kapısı Hazret-i Aliyyü'l Murtaza https://www.kirmizikedi.com/kitap/urun/266fa742c43e4a93b07108bf6a5c2d49

(12) Furat Akdemir, İMANIN DEĞERSEL ANLAMI VE İSLAM'DA İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜNÜN TEMELLERİ, Düzce Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 6, Sayı: 2 s.59 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/317402

(13) https://islamansiklopedisi.org.tr/medine-vesikasi

(14) İbrahim MURAT, Mevlana'nın Yedi Sırrı https://books.google.com.tr/books?id=-Y42EAAAQBAJ&pg=PT154&lpg=PT154&dq=Resulullah%27%C4%B1n+ehl-i+kitab%C4%B1n+d%C3%BC%C4%9F%C3%BCn+yemeklerine+kat%C4%B1ld%C4%B1%C4%9F%C4%B1na,+cenazelerini+ta%C5%9F%C4%B1d%C4%B1%C4%9F%C4%B1na,+hastalar%C4%B1n%C4%B1+ziyaret+etti%C4%9Fine+ve+onlara+ikramda+bulundu%C4%9Funa+dair+rivayetler+bulunmaktad%C4%B1r&source=bl&ots=BSAfgkLROn&sig=ACfU3U02IcDiD9WoUQIAiMH-6nbYjTugig&hl=tr&sa=X&ved=2ahUKEwj73tf5rrryAhVsgv0HHQifCQcQ6AF6BAgCEAM#v=onepage&q=Resulullah'%C4%B1n%20ehl-i%20kitab%C4%B1n%20d%C3%BC%C4%9F%C3%BCn%20yemeklerine%20kat%C4%B1ld%C4%B1%C4%9F%C4%B1na%2C%20cenazelerini%20ta%C5%9F%C4%B1d%C4%B1%C4%9F%C4%B1na%2C%20hastalar%C4%B1n%C4%B1%20ziyaret%20etti%C4%9Fine%20ve%20onlara%20ikramda%20bulundu%C4%9Funa%20dair%20rivayetler%20bulunmaktad%C4%B1r&f=false

(15) Prof. Dr. Abdülaziz HATİP, KUR' AN ve SÜNNETTE AZINLIK HAKLARI, s. 196 http://isamveri.org/pdfdrg/D233546/2014/2014_HATIPA.pdf

(16) Yunus MACİT, SAVAŞ KURALLARI AÇISINDAN HZ. PEYGAMBER’İN SÜNNETİNDE DOĞAL VE FİZİKÎ YAPININ MASUNİYETİ, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı: 4 s. 99-100 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/52518

(17) Prof. Dr. Abdülaziz HATİP, KUR' AN ve SÜNNETTE AZINLIK HAKLARI, s. 194 http://isamveri.org/pdfdrg/D233546/2014/2014_HATIPA.pdf

(18) Şibli Numani, El-İntikad, s. 180 https://dinisualler.com/islamiyet/islamiyet-kaba-kuvvet-ile-mi-yayildi/

(19) Konya Şer iye Sicillerine Göre XVIII Yüzyıldaki Cizye Uygulamalarında Gayrimüslimler https://www.erbakan.edu.tr/personel/333/mustafa-sami-baybal/kitaplar

(20) Prof. Dr. Abdülaziz HATİP, KUR' AN ve SÜNNETTE AZINLIK HAKLARI, s. 193-194 http://isamveri.org/pdfdrg/D233546/2014/2014_HATIPA.pdf

(21) Prof. Dr. Abdülaziz HATİP, KUR' AN ve SÜNNETTE AZINLIK HAKLARI, s. 196-197 http://isamveri.org/pdfdrg/D233546/2014/2014_HATIPA.pdf

(22) Prof. Dr. Abdülaziz HATİP, KUR' AN ve SÜNNETTE AZINLIK HAKLARI, s. 198 http://isamveri.org/pdfdrg/D233546/2014/2014_HATIPA.pdf

(23) Prof. Dr. Abdülaziz HATİP, KUR' AN ve SÜNNETTE AZINLIK HAKLARI, s. 202-203 http://isamveri.org/pdfdrg/D233546/2014/2014_HATIPA.pdf

(24) https://books.google.com.tr/books?id=OmhvBwAAQBAJ&pg=PT6&lpg=PT6&dq=Musul+ve+Az%C4%B1nl%C4%B1klar+Harry+Charles+Luke&source=bl&ots=RxxIsrntmn&sig=ACfU3U1Dy5kxPJ3guxlT_dbIJPshBhZTmA&hl=tr&sa=X&ved=2ahUKEwjzvaqcm-r0AhWvR_EDHRxZCbsQ6AF6BAgREAM#v=onepage&q=%C4%B1rktan&f=false

(25) https://osmanli.org.tr/fetih-ile-ilgili-iddialara-cevaplar/