Resûlullah (s.a.), Bir Mecnûn Değildi - Kâdî Abdülcebbâr

 



[19] Birisi şöyle diyebilir: “Arkadaşınızın akıllı olduğunu kim kabul etti ki siz, muhâcirler ve ensârın akıllarını reddeden kimsenin, Resûlullah’ın (s.a.) aklını reddeden kimse gibi olduğunu söylüyorsunuz?”

[20] Ona şöyle cevap verilir: “Onun düşmanları bunu reddetmiyorlardı. Çünkü onlar, “O, fakir, yalnız, işçi ve başkasının yardımına muhtaç olduğu hâlde, muhâcirler ve ensârı bir araya getirmesi, zikrettiğimiz şartlar altında daha önce anlatılan şeylere davette bulunması, ancak tam bir akıl, büyük bir zekâ, ince tedbir, güzel bir şekilde tahammül ve sabır, işlerin âkıbetini bilme ve geniş sezgi sayesinde oldu” diyorlardı. Bunlar, düşmanlarının onun hakkındaki sözleridir. Dostları ise onun hakkında, “Bu, akıllı bir kimsenin aklı ile ulaşacağı bir şey değildir. Resûlullah, insanların en akıllısı, ilim ve zekâ bakımından en genişleri, mal bakımından en zenginleri olsaydı bile, bu şartlarda bu başarı ancak akılların sahibi ve kalpleri evirip çeviren Allah’ın (a.c.) tedbiri ve O’nun vahyi sayesinde olur.” diyorlardı.

[21] Eğer düşmanlar, onun aklı kıt, âciz ve dengesiz olmasına rağmen bunu başardığını iddia ederlerse, her türlü makulün dışına çıkmış ve her türlü temyîz ve neticeden uzaklaşmış olurlar; kendilerini komik duruma düşürürler, her türlü kötülüğe zemin hazırlarlar, hasımlarına istediklerinden fazlasını vermiş olurlar. Ayrıca onlar Allah’ın, bütün insanlar içinde nübüvvet ve hikmet iddia eden diğer kimselerden herhangi biri için yaptığından daha çok, onun için âdeti nakzettiğini söylemiş olurlar, (mûcize gösterdiğini kabul etmiş olurlar ). Zira onlar, akıl zayıflığına, idrâk azlığına, basîret ve zekâ yoksunluğuna ve uzun süren bir gaflete rağmen bu şartlarda başardığını iddia etmektedirler. Resûlullah’ın akıllı olduğu düşmanları tarafından ortaya konulduğuna göre, muhâcirlerin ve ensârın akıllarının da onun aklı gibi veya onun aklına yakın olduğu bilinmiş olur. Kureyş’in ve Arapların akılları da böyledir. Nitekim akıl ve hikmet sahipleri şöyle diyorlar: “Akıllı milletler şunlardır: Araplar, Farslar, Hintliler ve Rûmlar. Bu dört milletin içerisinde en akıllısı, Araplar ve Farslardır.” Sonra en akıllı, en hikmetli ve en sezgili Araplar mı, Farslar mı olduğu hususunda ihtilaf ettiler ve bu hususta derine daldılar. Her bir millet için vasiyet, hikmet, tedbir ve siyâset zikrettiler. Bu, tefekkür eden ve düşünen bir kimsenin reddetmeyeceği bir şeydir.



[22] Resûlullah’ın (s.a.) akıllı olduğu dostları ve düşmanları tarafından bilindiğine göre, böyle bir akla sahip olan kimse, zikrettiğimiz yalnızlık hâlinde bu milletlere karşı çıkmaz ve açıkladığımız bu kötülüklerle karşılaşmazdı. Ayrıca onu öldürmeyi şiddetle arzu etmelerine rağmen, “Beni öldüremeyeceksiniz!” diyordu. Yine, “Sizi davet ettiğim şeyde benim yardımcılarım olacaksınız.” diyordu. Söylediği şeye güvenmeden ve haber verdiği şeye mutmain olmadan bunları söyleyebilir mi? Sonra o, böyle demekle yetinmedi. Onu okunan bir kitap ve tilâvet edilen bir Kur’ân yaparak düşmanlarının önüne koydu. O, şöyle diyordu: Biz onlara, ufuklarda ve kendi nefislerinizde âyetlerimizi göstereceğiz ki onun ( Kur’ân’ın) hakk olduğu, onlara iyice belli olsun. (Fussilet, 41/53). [Kadı Abdülcebbar, Tesbitû Delailü'n-Nübüvve,s.58-60]