Fârâbî Düşüncesinde Tanrı Varlığı Nitelikleri





Giriş


Herhangi bir felsefi ekolün veya filozofun din ve dinden kay￾naklanan problemlere bakışını yani din felsefesini ortaya ko￾yabilmek için en kutsal, varlığın kaynağı olan ve diğer ilintili 

olduğu bütün kavramlara kaynaklık eden Tanrı kavramının belirlenmesi 

gerekir. Çünkü âlemin mahiyeti, varlık alanına çıkışı, insanın evrendeki 

yeri gibi konuların temelinde Tanrı kavramı vardır ve diğer bütün yorum￾lar bu kavram üzerine temellendirilmiştir.*

Felsefe tarihinin en önemli sistem filozofları Tanrı kavramı konusuna 

şu veya bu şekilde temas etmişlerdir. Zira Tanrı, felsefenin en temel konula￾rından biridir. Tanrı’nın varlığı problemi, felsefî düşüncenin başlangıcından 

itibaren, filozofların çözüme kavuşturmak zorunda oldukları problemlerden 

biridir. Coğrafyası, dini ve çağı ne olursa olsun dinin, bilimin ve felsefenin 

ilgi alanına giren her türlü çaba, varlığı anlamaya ve kavramaya yöneliktir.1

Fârâbî, İslam dinine göre düzenlenmiş bir kültür ortamında yaşamıştır. 

Hiç şüphesiz diğer İslam filozofları gibi Fârâbî de bu kültürün içerisinde 

doğup gelişen problemlerle uğraşmıştır. Hem filozof olarak hem de İslam 

kültürüne mensup bir düşünür olarak Fârâbî’yi meşgul eden ve ortaya koy￾duğu felsefenin merkezinde yer alan temel problem din ile alakalıdır. Fakat 

o bir filozoftur ve onun temel ilkesi de dinin Aristoteles’te son yetkinliğine 

ulaştığına inandığı felsefi perspektifin talepleri doğrultusunda yorumudur.2

Ancak Fârâbî’nin düşünce sisiteminden bahsederken ilk olarak şunun ifade 

edilmesinde yarar vardır. O da Fârâbî felsefesinin gerçekte ne Platon’un, 

ne Aristoteles’in, ne Plotinus’un olmadığı, Fârâbî’nin kendisinin öğretisi 

olduğu gerçeğidir.3

 Bununla birlikte Fârâbî’nin Tanrı ve sıfatları hakkında 

ortaya koyduğu tutum, onun İslam’ın Tanrı’sından felsefecilerin dili ve kavramlarıyla söz etmek şeklinde ortaya çıkar. Çünkü onun ulûhiyet öğretisi 

Tanrı-âlem ilişkisi dışta tutulmak şartıyla her ne kadar felsefi terimler ile 

ifade edilmiş olsa da Kur’an’a uygundur.4

Kısacası Fârâbî’nin Tanrı anlayışı felsefesinin temelini oluşturmaktadır. 

Fârâbî hem kendinden önceki Yunanlı filozofların görüşlerini hem de içinde 

yaşadığı dönemdeki İslam dininin görüşlerini bilen bir düşünürdür. Fârâbî, 

Müslüman bir filozof olarak özellikle Aristoteles ve Eflatun’un kitaplarını 

okuyup onlardaki fikirleri kendi düşünce düzenine uygun görmüş ve bun￾lardaki birçok hususu benimsemiştir. Bunlara ek olarak, Plotinus’un var oluş 

düşüncesi ve Tanrı telakkisini de kendi inancıyla yoğurarak kabul etmiştir. Bu 

durum çerçevesinde, Fârâbî’nin Tanrı’sı bir taraftan Aristoteles ve Plotinus’un 

hatta Eflatun’un Tanrı anlayışlarının özelliklerini taşırken diğer taraftan da 

Kur’anî nitelikleri çoğunlukla taşır.5

 Başka bir söyleyişle “onun Tanrı kavramı 

Yunan doğal teolojisinin birtakım farklı sonuçları ile İslam’ın dini öğretisinin 

rasyonel zeminde gerçekleştirilmiş bir karışımıdır.”6

Esasında Fârâbî, bütün felsefesi boyunca monist tevhid esasına göre dü￾zenlenmiş bir yapı ortaya koymaya çalışmıştır. Varlığı, her bir tezahüründe 

bir olarak, birlikli bir bütün olarak kavramaya önem vermiştir. Çokluğun 

arkasında yatan birliği keşfetmek ve bütün tezahürleri içerisinde varlı￾ğı Bir’e yani makul olana irca etmek, filozof olarak onun temel önceliğini 

oluşturmaktadır.

 Buradan hareketle İslam felsefesinde Tanrı’nın varlığı meselesinin akli olarak sistemleştirilmesinde Fârâbî’nin yeri tartışmasızdır denilebilir. Fârâbî, Tanrı’nın mahiyetini daha ziyade felsefi kavramlarla ifade et￾meye çalışmıştır. Onun, Tanrı hakkındaki kanıtları ve ispat şekli de Tanrı’nın 

evvel, ilk, bizatihi zorunlu varlık olması, Tanrı’nın salt zihinde zaruri olarak 

a-priori bir tarzda kavranması, zorunsuz olan diğer her türlü varlığın O’ndan 

çıkmış bulunması ve dolayısıyla âlemdeki oluş ve hareketin yegâne kaynağı￾nın Tanrı olması tarzında ortaya konan temel ilkeler olarak görülmektedir8

İslam Yeni-Platoncusu olarak kabul edilen Fârâbî’nin9

 en çok etkisinde 

kaldığı düşünür de haliyle Plotinus’tur. Bu nedenle Fârâbî’nin yaklaşımını 

anlamak için Plotinus’un Tanrı hakkındaki düşüncelerinden kısaca bahsetmekte yarar vardır. Plotinus, Yeni-Eflatunculuğun kurucusu ve en önemli temsilcisidir. 

Plotinus’un Tanrı anlayışı tarihsel dinlerin ve önceki filozofların Tanrı an￾layışından farklıdır. Ona göre Tanrı ne Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’daki 

hiçten yaratan Tanrı’dır, ne de Eflatun ve Aristo’daki sadece mevcut malze￾meye şekil veren mimar Tanrı’dır. Tanrı, her şeyin kendisinden sudur ettiği 

kaynaktır; var olan her şey Tanrı’dan sudur etmiştir.10

Plotinus’un felsefesinde Tanrı “Bir” diye isimlendirilmektedir. Ona göre 

Tanrı hakkında O’nun ne burada ne de başka bir yerde olduğu söylenemez. 

Buna göre Tanrı, her yerdeyse bölünemez yoksa O bizzat her yerde ola￾maz. Tanrı, parçalara da bölünemez. Çünkü parçalardan oluşan Tanrı’nın 

bir cisim olması gerekir. Şayet bütün bunlar imkânsızsa şu husus apaçık 

ortaya çıkmaktadır: İnsan için Tanrı’yı düşünmek, hem bütün olarak var 

olan, hem de her yerde bulunan bir varlığı düşünmektir.11 Plotinus’a göre 

Tanrısal mahiyet sonsuzdur ve sınırlı değildir. Tanrı asla eksik değildir ve 

her şeyde mevcuttur. Onda herhangi bir eksiklik olması Tanrısal mahiyeti￾nin eksik olduğu anlamına gelir. Bu ise onun hakkında mümkün değildir.12

Plotinus, varlıkların ilk nedeni olarak gördüğü Tanrı’yı anlatırken şun￾ları da söyler:

“Basit bir şey gerçekten Bir’dir; (önce) başka bir şey, ardından bir değildir. Hatta 

onun hakkında Bir demek bile yanlıştır. O, ne sözün ne de bilimin objesidir. 

O’nun özün ötesinde olduğu söylenir. Eğer basit bir araza ve terkibe yabancı 

ve gerçekten bir olan bir şey olmasaydı, ilke olmayacaktı; O, basit ve her şeyin 

ilki olduğu için kendi kendine yeter. Çünkü sonra gelen önce gelene muhtaçtır. 

Basit olmayan şeyler, kendilerinin bileşik olmaları için gerekli basit terimlere 

muhtaçtır. Böylece “Bir” biricik olmalıdır; çünkü onun bir benzeri olsaydı, iki 

şey tek bir şey olacaktı. Bir cisim basit bir varlık değildir; o türemiştir, ilke de￾ğildir. İlke türememiştir ve maddî olmayan; fakat gerçekten bir olduğu için o, 

bizim İlk olduğunu söylediğimiz şeydir.” 13

Plotinus, Bir’in özelliklerini anlatırken, O’nun her şey olduğunu ve ken￾di dışındaki şeylerden hiçbiri olmadığını söyler. O’nda hiçbir şey olmadığı 

için her şey O’ndan gelir. Varlığın var olması için “Bir” bizzat varlık değil￾dir; fakat varlığın türeticisidir. Ve varlık ondan ilk doğan şey gibidir. Bir, hiçbir şey aramadığı, hiçbir şeye sahip olmadığı ve hiçbir şeye ihtiyacı ol￾madığı için yetkin bir varlıktır. Yetkin olduğu için bolluk olur ve bolluk 

olma, ondan farklı bir şeyi meydana getirir.14

Plotinus’un Tanrı hakkındaki bu yaklaşımlarından sonra şimdi de 

Fârâbî’nin düşüncesinde Tanrı’nın nasıl anlaşıldığına bakılabilir.

Fârâbî Düşüncesinde Tanrı’nın Varlığı

Fârâbî’ye göre ilk mevcut olan Tanrı’nın, bilkuvve varlığa sahip olması 

mümkün olmadığı gibi herhangi bir biçimde var olmaması da mümkün 

değildir.15 Bu nedenle, varlığı zorunlu olan ve yokluğu düşünülemeyen ol￾duğu için aslında Tanrı’nın varlığı, Fârâbî’de tartışılan bir konu değildir. 

Ancak Fârâbî düşüncesinde Tanrı’nın nasıl bir varlığa sahip olduğunun be￾lirlenmesi yönüyle konunun irdelenmesinde fayda vardır.

Tanrı’nın varlığı probleminde Tanrı ve varlık olmak üzere karşımıza iki 

kavram çıkmaktadır. Öyleyse Tanrı’nın varlığı üzerinde durmadan önce varlık 

üzerinde durulması, onun araştırılması ve ortaya konulması gerekmektedir. 

Varlık kavramı, İslam felsefesinin ilk dönemlerinden itibaren Müslü￾man filozofların karşılaşmak zorunda kaldıkları en büyük metafizik prob￾lem idi. Bu problem ilk defa açık ve net bir şekilde Fârâbî tarafından ortaya 

konmuştur.16 Fârâbî’ye göre “varlık” sözü, anlatılamayacak, tanımlanama￾yacak derecede zihinde açık, seçik ve yerleşik, sabit bir anlam taşımaktadır. 

Onu açıklamak, ondan daha açık anlamlı bir söz ile mümkün olur. Hâlbuki 

ondan daha açık anlamlı ve geniş kavramlı bir söz yoktur. Varlık, kavram￾ların en basitidir.17

Fârâbî, varlıkları üç’e ayırır ve bunlar içerisinde var olmaması asla müm￾kün olmayan Tanrı’nın en mükemmel varlık olduğunu belirtir.

Fârâbî’ye göre ilk kısımlar üçtür:

a)Mevcut olmaması mümkün olmayanlar yani varlığı zorunlu olan,

b)Mevcut olması asla mümkün olmayanlar yani varlığı imkânsız olanlar,

c)Mevcut olması veya olmaması mümkün olanlar. Bunların ilk ikisi, iki 

uçtur. Üçüncüsü bunların arasında bir ortadır. O, bu iki uçla çelişen bir 

gruptur. Bütün varlıklar, bu üçten ikisine girer. Bunların en faziletlisşereflisi ve en mükemmeli, var olmaması asla mümkün olmayandır.18 Bura￾da nitelendirdiği Tanrı ile kelamcıların Tanrı anlayışı arasında fark görül￾memektedir.

Fârâbî; soyut varlıkların (mufarakat)19 çeşitli gerçeklik mertebelerine 

sahip olduklarını ve dört sınıfa ayrıldıklarını belirtir. İlk olarak nedensiz 

varlık olan Tanrı bulunur. Tanrı tektir ve mufarık varlıkların en üstündedir. 

Nedensiz varlık olarak nitelediği Tanrı’nın ispatı noktasında ise “mümkün 

varlıkların nedensiz bir varlığa ulaşmaları gerekir” delilini kullanır.20

Fârâbî’ye göre Tanrı’yı bilmek en önemli görevlerimizden biridir ve as￾lında felsefe öğrenmekten maksat da Tanrı’yı bilmek ve O’na benzemeye 

çalışmaktır. O şöyle der: “Felsefe öğrenmekteki amacın ne olduğu hususu￾na gelince; amaç yüce Yaratıcıyı bilmek, O’nun hareket etmeyen (değişik￾liğe uğramayan) “Bir” olduğunu, her şeyin etken sebebinin O olduğunu; 

O’nun kendi cömertliği ile bu âleme düzen veren olduğunu bilmektir.” 21

Fârâbî, sistemini ortaya koyarken dini kaygıları bir tarafa bırakır. Tanrı’yı 

varlık âleminin en üstüne koyar ve varlıkların kendisinden taştığı bir zorun￾lu varlık olarak görür. “Fârâbî’nin metafizik sisteminde Tanrı, çoğu zaman, 

bir sevgi, bir ümit veya dini duygunun kendisine yönelmiş olduğu bir ibadet 

objesi olarak değil, rasyonel düşünmenin konusu olan bir düşünülür obje, 

felsefi akıl yürütmeye imkân sağlayan bir en son-neden olarak yer alır.”22

Fârâbî tıpkı Aristoteles gibi Tanrı anlayışını ortaya koyarken O’nun var￾lığını ispatlamak için değil ancak sistemi gereği ve zorunlu olarak ortaya koymuştur. Zira “Aristoteles, Tanrı’yı âleme ilk hareket veren ilke olarak 

görüyordu. Fârâbî de her mertebedeki var olmayı açıklayabilmek için Zo￾runlu Varlık’a muhtaçtı.”23 Bu nedenle “Tanrı var mıdır, yok mudur” şek￾lindeki bir soru Fârâbî’yi fazla meşgul etmiş görünmemektedir. Ne var ki, 

var olanlar dünyasının rasyonel açıklamasını yapabilmek için bir ilk neden, 

ilk var olan olarak Tanrı’nın var olmasının zorunluluğunu çeşitli şekillerde 

kanıtlamaya çalışır.24

Fârâbî’nin Tanrı tasavvuru iki temel üzerine oturtulmuştur ki bunlar 

tevhit ve tenzih’tir. O, bu noktada zat ve sıfatı aynı olarak gören ve Allah’tan 

ilim, hayat, kudret ve irade gibi olumlu sıfatları nefyeden ve Allah’ı olum￾suz sıfatları ile niteleyen Mu’tezile âlimleriyle de birleşmektedir. Ancak 

Fârâbî’nin Mu’tezile ile görüş birliği tam değildir. Zira Mu’tezile bütün 

olumlu sıfatları nefyederken Fârâbî, tevhit ilkesine halel getirmeden bazı 

olumlu sıfatları da kabul etmektedir.25

Tanrı’nın varlığı konusunda Fârâbî’nin en temel yaklaşımı, Onun her 

bakımdan diğer varlıklardan farklı olduğu düşüncesine dayanmaktadır. 

Zira Tanrı, var olan her şeyin kendisinden varlığa geldiği şeydir. Ondan 

varlığa gelen şeyin varlığı, varlığını başka bir varlığa borçlu olan bir taşma￾nın neticesidir. Bu durumda İlk Olan’dan başka var olan herhangi bir şeyin 

varlığı, İlk olan’ın varlığından çıkar. O halde var olan her şeyin nedeni İlk 

Olan (Tanrı) olup, diğer varlıklar hiçbir şekilde Onun nedeni değillerdir.26

Fârâbî, her şeyin Tanrı’dan çıktığı, Tanrı’nın tözünden pay aldığı27 görüşü 

ile “Vahdet-i Vücud” anlayışına yaklaşmış ve Tanrı’nın varlığının zorunlu￾luğundan çok tanımlanamaz olduğunda ısrar ederek metafizik determiniz￾mi ortaya koymuştur.28 Yine Tanrı’nın varlığının isbatı konusunda İslam 

filozoflarının kullandığı isbat-ı vacib delillerinden ilk sebep veya ilk illet, 

hareket, gaye ve nizam veya inayet ve ihtira, imkân ve ekmel varlık delilleri￾nin hemen hemen tamamının Fârâbî’de görüldüğü kabul edilmektedir. 29 

Fârâbî Tanrı’yı mutlak ve aşkın bir varlık olarak görür ve bu anlayı￾şıyla Eflatun ve Aristoteles’ten ayrılır. “Fârâbî’nin tavsif ettiği Tanrı, ne Eflatun’un Timeus’undaki dünyayı yaratmak işine bakan sâni (Demiurge) 

ne de Aristo’nun gâi hedefi olan, hareketi hâsıl edecek ilk Muharrik’tir. 

Fârâbî’de Tanrı, mutlak ve mütealdir.”30 Plotinus’da olduğu gibi Fârâbî’de 

de Tanrı sadece var olan bir şey değildir, varlığın tamamı ve bütünüdür. 

O, bütün var olanların kaynağı ve ilkesidir. Her şey kendisinden çıkmış ya 

da her şey kendisinin bir görüntüsü veya değişik bir biçimidir. Bütün bu 

anlamlarda Tanrı asıl, gerçek ve tek var olandır.31 Fârâbî, Tanrı’yı İlimlerin 

Sayımı adlı eserinde ilahiyat ilmi içerisinde şöyle tanıtır: Tanrı, kendinden 

daha mükemmeli olmayan, her hangi bir varlığın O’nun mertebesinde ol￾ması mümkün olmayan, benzeri ve zıttı olmayan kendinden başka bütün 

varlıklara varlığını vermiş olan ilk varlıktır. O, kendinden başka her şeye 

birliği veren ilk Bir’dir. O, kendinden başka gerçeklik sahibi her şeye ger￾çekliği (hakikat) veren gerçek (hak) tir. O’nda hangi bakımdan olursa olsun 

çokluğun (kesret) bulunması mümkün değildir. Hakkında bir’dir, vardır ve 

gerçektir denilen şeylerden daha çok bu nitelemelere layık olan O’dur. İşte 

bu sıfatları taşıyan aziz ve yüce, adları mukaddes olan Allah’tır.32

İslâm düşüncesinde Tanrı’nın varlığı ile ilgili olarak tartışılan önemli 

konulardan biri de felsefe tarihinde ilk defa Fârâbî’de rastladığımız varlık 

ve mahiyet ayırımıdır.33 Fârâbî düşüncesinde varlık, en açık ve seçik, en 

geniş anlamlı bir sözcüktür. Buna göre varlık bir nesnenin mahiyetini ifa￾de etmez ve mahiyeti meydana getiren unsurlardan biri de olamaz. Dola￾yısıyla Fârâbî’ye göre varlık, mahiyetin dışarıda, zihin dışındaki dünyada 

Gerçekleşmesi için zorunlu olan bir niteliktir.34 Ancak Allah, mahiyeti var￾lığından ayrılmayan tek varlık olup, Allah’ın mahiyetinin olması varlığı için 

yeterlidir. 

Atay, Fârâbî’nin mahiyet ve varlık münasebetini kısaca şöyle özetler:

1) Varlık mahiyete katılan bir nesne değildir. Yani mahiyet meydana gel￾dikten sonra var olan bir şeyin ona gerekli kılınması imkânsızdır. Yoksa bir 

şey kendinden önce var olmuş olur.

2) Mahiyet varlığı gerektirmez. Mahiyet sebep, varlık netice olsa bile 

mahiyet var olmadıkça varlığı gerektirmez. O zaman mahiyetin, varlığı gerektirmeden önce var olması gerekir. Bu imkânsızdır.

 Özet

Bu çalışmada kültür havzamızın önemli filozoflarından biri olan Fârâbî’nin, 

Tanrı’nın varlığı ve nitelikleri konusundaki fikirlerini araştırmayı ve yeniden yo￾rumlamayı amaç edindik. İslam felsefesinde Tanrı’nın varlığının rasyonel bir yolla 

sistemleştirilmesinde Fârâbî’nin rolü son derece önemlidir. Fârâbî’nin Tanrı konu￾sundaki fikirlerini önemli kılan en temel unsur ise hem dini referansları bilmesi 

hem de felsefi birikime sahip olmasıdır. 

Fârâbî felsefesinin temelinde Tanrı yer almaktadır. Fârâbî, Tanrı anlayışını ortaya 

koyarken kendine özgü bir öğreti geliştirmiş ve İslam kültürü içerisinde, Tanrı’dan, 

felsefenin diliyle bahsetmiştir. Tanrı’yı zorunlu varlık olarak gören Fârâbî, Tanrı’da 

varlık ve mahiyet ayırımı olmadığını belirleyen ilk filozoftur. En güzel isimlerle 

Tanrı’yı tanıtmaya çalışan Fârâbî’ye göre Tanrı’nın tanımı ise yapılamaz. Zira her 

tanımlamada bir sınırlama söz konusudur. Fârâbî düşüncesinde Tanrı’ya verilecek 

en uygun isim Tanrı’nın her bakımdan “en mükemmel” varlık olduğudur. 

Kaynakça: 

Kilis 7 Aralık Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi | 2017/1 | CİLT: 3 | SAYI: 6 | s. 109-134



MEHMET KARAKUŞ

YRD. DOÇ. DR., KİLİS 7ARALIK Ü. İLAHİYAT F., FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ BÖLÜMÜ