Diğer Peygamberlerin Aksine Resûlullah’ın Kavmi Dinden Tamamen Habersizdi - Kâdî Abdülcebbâr
[9] Resûlullah, onlara kendisinden önceki peygamberlerin durumlarına benzer bir durumda gelmişti. Mûsâ (a.s.), İsrailoğullarından olan kavmine gelmişti. Onlar, peygamberlerin çocuklarıydı. Rubûbiyyete inanmışlardı ve ona giden yolu biliyorlardı. Nübüvvete inanmışlardı ve Mûsâ’dan önceki Âdem, Nûh, İbrâhîm, İshâk, Ya‘kûb ve Esbât [ İbrâhîm, İsmâîl, İshâk ve Ya‘kûb’un soyundan gelenler] gibi peygamberleri biliyorlardı. Onlar, Allah’a ibâdet etmeye alışkın idiler ve me‘âda [ölüm sonrası hayata] inanıyorlar ve bunu biliyorlardı. Mûsâ, onlara Kıptî ve Firavun zorbalarının ellerinde zillet, esâret ve perişanlık içinde oldukları bir zamanda geldi. Kıptîler ve Firavunlar, onların erkeklerini öldürüyorlar ve kadınlarını sağ bırakıyorlardı. Onların değerli sanatlar yapmalarına ve meslekler icra etmelerine mani oluyorlardı. Sadece süt sağmak, odun kesmek gibi zor ve meşakkatli işlerde çalıştırılıyorlardı. Mûsâ, onlara inandıkları rubûbiyyet ve nübüvveti getirdi. Onları zilletten izzete, bedbahtlıktan refah ve huzura, fakirlikten zenginliğe çıkardı.
[10] Mûsâ’dan sonra gelen peygamberler de, Mûsâ’nın getirdiği şeyi getirdiler. Sonunda peygamberlik görevi, Mesîh Îsâ b. Meryem’e (a.s.) ulaştı. Îsâ (a.s.), İsrailoğullarına Mûsâ’nın sünnetlerini ve Tevrât’ın şeriatini getirdi.
[11] Îsâ (a.s.) ve kendisinden önceki peygamberler hazır, alışılmış ve bilinen bir iş üzere geldiler. Muhammed (s.a.) ise, rubûbiyyeti bilmeyen, putlara tapan, ba‘s ve me‘âdı [âhireti] şiddetli bir şekilde inkâr eden, nübüvvet, tahâret, namaz, oruç ve zekât bilmeyen, son derece gururlu, kibirli, gaddar, katı yürekli, şefkatsiz, acıma hissi taşımayan, geçimini gaspçılıktan sağlayan, kan döken, utançtan kutulmak için zürriyetlerini öldüren bir kavme nebî olarak geldi.
[12] Resûlullah (s.a.), onları rubûbiyyete, nübüvvet, ba‘s ve kıyâmeti ikrâr etmeye davet etti. Onları doğruluk, ahde vefâ, emaneti edâ, hakka boyun eğmek, tahâret, namaz, oruç, i‘tikâf, zekât, sıla-i rahim [akrabalarıyla ilişkiyi kesmemek], hırsızlık yapanların elini kesmek, zinâ iftirasında bulunanlara, zinâ yapanlara ve içki içenlere celde cezası vermek, kan hususunda efendileri, fakirleri, yabancıları ve zayıfları eşitlemek ile sorumlu tuttu. Yine onları Allah’tan başka taptıkları ilâhlarından, babalarından ve dinlerinden uzaklaşmakla, onların sapkın olduklarını kabul etmekle, onlardan uzaklaşmayı kabul etmekle, kanlarını ve mallarını kendisine itaat yolunda harcamakla, kendisine itaat ederek diğer milletlerle savaşmakla, zorbalara ve krallara düşmanlık etmekle sorumlu tuttu. Kısacası onları bütün zorluklarla sorumlu tuttu. Onları rahatlıktan sıkıntıya ve barıştan düşmanlığa çıkardı. Onları, alışık olmadıkları ve âdet edinmedikleri şeyleri mecbur kıldı. Onları, her türlü külfet ve zahmete soktu. Fakat onlar, bu şartlarda ona icâbet ettiler. Resûlullah’ın gelişinin zikrettiğimiz şartlarda olması, onun nübüvvetinin âyetlerinden ve delillerindendir.
[13] Ashâbının ona itaat etmesini, kavminin onu tasdik etmesini, askerlere ve kalabalıklara sahip olmasını, onun nübüvvetinin delillerinden saymamızın sebebi, daha önceden bunların olacaklarını haber vermesinden dolayıdır. Nitekim bütün bunlar, açıkladığımız ve beyan ettiğimiz o şartlara rağmen onun haber verdiği ve söylediği şekilde olmuştur. Resûlullah, onları zâhiren tedbir, öngörü ve basîret gerektiren işlere ve şartlara davet etmişti. Bu yüzden onları Allah katından olmadığı sürece kendisine icâbet etmemeyi ve tabi olmamayı zorunlu kılmış ve Allah'ın vaadine güvenmelerini söylemiştir. Resûlullah’ın bu durumu, “Bu küçük karınca, şu teçhizatlı orduyu hezimete uğratacaktır.” veya “Bu ince cam parçası, şu büyük ve sert dağı parçalayıp toz haline getirecektir.” diyen adamın durumu gibidir. Zira o, insanların da bildiği üzere zayıf ve yalnız bir durumdaydı. Sonra onları, hoşlanmayacakları şeylere davet etmiş ve her türlü zorlukla sorumlu tutmuştu. (Kadı Abdülcebbar, Tesbitû Delailü'n-Nübüvve,s.52-54)