Akıllı Tasarım - Michael Behe

 


Akıllı Tasarım - Michael Behe 


         Bir odada ezilerek dümdüz edilmiş bir ceset düşünün. Bir düzine dedektif, ellerinde büyüteçlerle yerde emekleyerek suçlu hakkında ipucu elde etmeye çalışırlar. Odanın ortasında, cesedin yanında büyük gri bir fil durmaktadır. Dedektifler yerde emeklerken filin bacaklarına çarpmaktan, hatta bakmaktan bile kaçınmaktadırlar. Zaman geçtikçe ilerleme kaydedemeyen dedektifler sinirlenmeye başlar, ancak daha kararlı ve azimli bir biçimde yere daha yakından bakmaya başlarlar. Gördüğünüz gibi kitaplarda dedektiflere "suçlu kişiyi bulun" denir. Dedektifler de asla fil ile ilgilenmez.

  Yaşamın gelişmesini araştıran bilim adamlarıyla dolu bir odada bir fil vardır. Bu fil “akıllı tasarım" olarak nitelendirilmektedir. Araştırmasını akılsız sebeplerle kısıtlama zorunluluğu hissetmeyen birisinin ileride rastlayacağı sonuç, biyokimyasal sistemlerin büyük bölümünün tasarlanmış olduğudur. Onlar doga kanunları, tesadüf ya da gereksinimler sonucu tasarlanmış da değildir. Daha ziyade bir planlamadan bahsedilmelidir. Tasarımcı, iş bitiminde sistemin neye benzeyeceğini biliyordu ve neticeye ulaşmak için atması gereken adımları buna göre planladı . Yeryüzündeki yaşam en temel seviyede, en önemli bileşenlerle akıllı bir faaliyetin ürünüdür.

  Akıllı tasarımın var olduğu sonucuna -dini kitaplar ya da mezhebi inançlardan değil- bizzat veriden yola çıkarak ulaşabiliriz. Biyokimyasal sistemlerin, akıllı bir varlık tarafından tasarlandığı sonucuna ulaşmak, yeni bir mantik ya da bilim ilkesi gerektirmeyen monoton bir süreçtir. Biyokimyanın son kırk yılda yaptığı yoğun çalışmalar ve günlük hayatta her gün rastladığımız tasarım örneklerinin incelenmesi yeterlidir. Yine de biyokimyasal sistemlerin tasarım neticesi ortaya çıkmış olması pek çok kişiyi etkilemektedir. Bunun için heyecanı biraz azaltmaya çalışacağım.

   Tasarım nedir? Kısaca parçaların kullanışlı bir şekilde düzenlenmesidir. Bu geniş açıklama ile herhangi bir şeyin tasarlanmış olabileceğini görebiliriz. Güneşli bir sabah arabanızla işe gittiğinizi ve yol kenarında yanmakta olan bir araba gördüğünüzü varsayın. Ön tarafı ezilmiş ve etraf cam kırıklarıyla doludur. Arabadan yirmi fit uzakta hareketsiz bir biçimde yerde yatan birisi vardır. Hemen frene asılıp arabadan inerek kazazedenin yanına koşarsınız. Adamın bileklerini nabzını dinlemeye çalışırken, bir ağacın yanında tüm olan biteni mini bir kamera ile kaydeden genç birisini görürsünüz. Ambulans çağırması için ona seslenmenize rağmen o film çekmeye devam eder. Kazazedeye döndüğünüzde size gülümsediğini görürsünüz. Herhangi bir yara beresi olmayan aktör, size sosyal alanda çalışma yapan bir lisansüstü öğrencisi olduğunu ve sürücülerin tanımadıkları yaralılara yardım etme konusunda ne kadar istekli olduklarını araştırdığını söylemiştir. Şarlatan ayağa kalkıp yüzündeki sahte kanları temizlerken sırıtan yüzüne bakarsınız. Adamın yaptığı işte daha gerçekçi görünmesine yardım edip rahatladıktan sonra, kameraman ambulans çağırmak için koşarken siz de arabanıza geri dönersiniz.

   Bu kaza tasarlanmıştı . Gerçek bir kaza süsü vermek üzere bir dizi parça düzenlenmişti. Ayrıca daha az dikkat çekici olaylar da tasarlanabilir: Bir restoranın portmantosundaki ceketler iş yeri sahibi tarafından siz gelmeden önce tasarlanmış olabilir. Otoban kenarındaki çöp ve teneke kutular, anlaşılması zor bir görüntü oluşturmak isteyen bir sanatçı tarafından yerleştirilmiş olabilir. Görünüşe göre insanların karşılaşma ihtimali de büyük bir tasarımın sonucu olabilir (komplo teorilerine meraklı kişiler böyle tasarımlara bayılır). Çalıştığım üniversitenin kampusünde heykeller bulunmaktadır. Onları yol kenarında parçalanmış vaziyette görseydim, etrafa saçılmış metal parçalar olduklarını düşünürdüm; ancak heykellerin dizilişi de tasarlanmıştır.

   Bu sonuçtan, her şeyin aslında tasarlanmış olabileceği sonucuna varabiliriz. Burada karşımıza bilimle ilgili bir sorun çıkmaktadır: Tasarım emin bir biçimde nasıl tespit edebiliriz? İlk elden bilgi ya da görgü tanıklarının yokluğunda bir şeyin tasarlanmış olduğu sonucuna ulaşmak makul mudur? Ayrık fiziksel sistemlerde -eğer onları üretecek aşamalı bir yol mevcut değil ise- bir dizi parça birleşerek tek başına yaptıklarının ötesinde bir işlevi yerine getirmek üzere düzenlendiyse tasarım açıkça görülebilir.2 İşlevi yerine getirmek için etkileşen parçaların özellikleri arttıkça tasarımdan daha fazla emin oluruz.

   Bu durum farklı sistemlerdeki örneklerde kolayca görülebilir. Siz ve eşinizin bir Pazar akşamı, başka bir çifti, Scrabble oynamak üzere eve davet ettiğinizi düşünün. Oyun bittiğinde biraz ara vermek için odadan dışarı çıkıyorsunuz. Döndüğünüzde ise kutudaki harflerin bazılarının açık bazılarının kapalı olduğunu görüyorsunuz. “CİMRİ BİZİ YEMEĞE GÖTÜR” yazısını fark edene kadar hiçbir şey düşünmezsiniz. O anda ise bunun bir tasarım ürünü olduğunu anlarsınız. Rüzgâr, deprem ya da ev, tesadüf eseri gerçekleşen bir olay değildir. Sonucun tasarım eseri olduğu sonucuna ulaşmanızın sebebi, bir dizi farkli bileşenin (harfler) hiçbirinin, kendi başına yapamayacağı bir işlevi (mesaj) yerine getirmeleri için düzenli bir şekilde biraraya getirilmiş olmalarıdır. Ayrica mesaj oldukça özeldir. Yani birkaç harfin ters çevrilmesi mesajı okunamaz hale getirebilir. Yine aynı sebepten bu mesajı oluşturacak aşamalı bir yol da mevcut değildir: Bir harf mesajın bir bölümü anlamına gelmez, birkaç harf de mesajın küçük bir kısmı anlamına gelmemektedir.


Kampüs civarında bulunan heykellerdeki tasarımı anlamam zor olsa da, başka sanat eserlerindeki tasarımı anlamak genellikle kolaydır. Örneğin, bahçıvanlar öğrenci merkezlerinin yakınındaki çiçekleri üniversitenin adını temsil edecek şekilde düzenlerler. Onları çalışırken görmemiş olsanız bile çiçeklerin bilinçli bir şekilde tasarlanmış olduğunu rahatlıkla söyleyebilirsiniz. Aynı sebepten ormanın da, bu derinliklerinde “LEHIGH” yazısını temsil eden çiçeklere rastladığınızşeklin akıllı tasarım ürünü olduğundan şüphe etmezsiniz.


Tasarımı en kolay akla getiren cisimler mekanik olanlardır. Bir hurdalıkta yürürken civata, vida, plastik ya da cam parçaları görürsünüz. Çoğu etrafa dağılmış, bazıları üst üste yığılmış, kimisi sıkıştırılmış durumdadır. Bakışlarınızın özellikle biraraya getirilmiş gibi görünen bir yığında sabitlendiğini varsayın. Yığından dışarıya uzanan bir çubuğu aldığınızda tüm yığını da beraberinde getirir. Çubuğu bastırdığınızda yavaşça öbür tarafa kayar ve kendisine eklenmiş bir zinciri çeker. Zincir de bir çubuğu döndüren üç dişliye bağlı başka bir dişliyi hareket ettirir. Bu yığının tesadüf eseri değil de tasarım ürünü (yani akıllı bir yol gösterici tarafından düzenli bir şekilde biraraya getirilmiş) olduğuna kanaat getirmek için yeterince sebebiniz vardır. Zira sistemin etkileşim halindeki bileşenleri bir iş gerçekleştirmek için son derece özelleşmişlerdir.


Tamamen doğal malzemeden yapılan sistemler de tasarım ürünü olabilir. Örneğin, ormanda arkadaşınızla beraber yürüdüğünüzü varsayalım. Bir anda arkadaşınız ağacın dalına bağlı bir sarmaşık tarafından ayağından asılı halde havada sallanmaya başlasın. Arkadaşınızı kurtardıktan sonra tuzağı yeniden kurmaya karar verdiniz. Sarmaşığın dal etrafına sarılarak gergin bir şekilde yere zaptedildiğini görürsünüz. Çatallı bir dal ile sağlam bir şekilde yere tutturulmuştur. Dal, yapraklarla gizlenmiş başka bir sarmaşığa bağlanmıştır. Eğer tetik işlevi gören bağ hareket ettirilirse, çatallı çubuk aşağı çekilecek, bu da yay görevi yapan sarmaşığı serbest bırakacaktır. Bu sarmaşığın sonucu ise, bir cismi yakalayıp yukarı çekmesi için ilmek şeklindedir. Tuzak tamamen doğal maddelerden yapılmış olsa da akıllı bir tasarım ürünü olduğu sonucuna varırsınız.


Çelikten bir çubuk gibi basit, yapay bir nesnenin tasarım ürünü olduğu sonucuna ulaşmak da genellikle önemlidir. Bu çubuğu bir çelik fabrikası civarında görürseniz tasarlanmış bir nesne olduğunu düşünürsünüz. Ancak bir uzay aracına binerek daha önce hiç keşfedilmemiş çorak bir gezegene gittiğinizi varsayın. Burada bir volkanın eteğinde düzinelerce metal silindirik çubuk görürseniz, bunun gezegen için doğal olan jeolojik proseslerin sonucu oluşup oluşmadığından emin olmak için daha fazla bilgiye ihtiyacınız vardır. Volkanın ete ğinde gördüğünüz şeyler eğer fare kapanıysa, tasarımcıyı görmek için endişeyle sağa sola bakınırsınız.


Yapay olmayan bir nesnenin (örneğin ormanda sarmaşık ve çubuklardan yapılmış bir tuzak) tasarım ürünü olduğu ya da bir dizi yapay nesneden yapılmış bir sistemin tasarlandığı sonucuna varmak için sistemin saptanabilir bir işlevi olmalıdır. Ancak işlevin tanımlanması dikkat gerektiren bir iştir. Gelişmiş bir bilgisayar, kâğıtların uçmasını engelleyen bir ağırlık olarak kullanılabilir mi? Onun işlevi bu mudur? Karmaşık bir otomobili su akışını engelleyecek bir set olarak düşünebilir miyiz? Hayır. Tasarımı ele alırken, sistemin iç kompleksliğinin azami miktarına gerek duyan işleve bakmalıyız. Ancak ondan sonra parçaların işleve uygunluğunu tartışabiliriz.


Bir sistemin işlevini belirleyen, sistemin iç mantığıdır: Tasarımcının sisteme uygulamak istediği amaç ile sistemin işlevinin aynı olması gerekmez. Bir fare kapanını ilk kez gören birisi, üreticinin onu fare yakalamak için yaptığını bilemeyebilir. Onu hırsızlara karşı ya da deprem uyarıcısı olarak (titreşimin kapanı çalıştırması kaydıyla) kullansa da gözlem yoluyla parçaların birbirleriyle nasıl etkileşim içinde olduklarını anlayabilir. Aynı şekilde bir çim biçme makinesi de vantilatör ya da tekne motoru olarak kullanılabilir.


Kim var orada?


Bir sistemin tasarım ürünü olduğu sonucuna ulaşmak için bir tasarımcının kim olduğunu bilmemiz şart değildir. Sistemin kendisini inceleyerek, tasarlandığına karar verebiliriz. Ayrıca tasarım konusundaki kanaatimiz tasarımcının kimliği hakkındaki düşüncelerimizden daha güçlüdür. Yukarıdaki birkaç örnekte tasarımcının kim olduğu belli değildir. Hurdalıktaki sistem ya da ormandaki sarmaşık tuzağını kimin yaptığı ya da niçin yapıldığı hakkında bir fikrimiz yoktur. Buna rağmen, bağımsız parçaların belirli bir amaca hizmet edecek şekilde biraraya getirilmesinden, hepsinin tasarlanmış olduğunu biliyoruz.


Tasarımcının çok uzak olduğu durumlarda bile, tasarımdan yüksek bir dereceyle emin olabiliriz. Kayıp bir şehirde kazı yapan arkeologlar, yerin metrelerce altına gömülü durumda bulunan ve üzerlerinde kedi, deve ve ejderha resimleri olan kare şeklindeki taşlara rastlayabilirler. Buldukları tek şey bu taşlar olmasına rağmen, tasarımdan şüphe etmeyeceklerdir. Ancak konuyu daha da ileriye götürebiliriz. 2001: A Space Odyssey filmini seyrettiğimde gençtim. Gerçeği söylemek gerekirse filme fazla dikkat etmedim. Filmden pek de bir şey anlamadım. Film, sopalarla kavga eden maymunlarla başladı; daha sonra konu, katil bir bilgisayar ve uçuş sahnesine geçti. En sonunda da içeceği döken bir adam ve henüz doğmamış bir çocuğun uzayda gezinmesi sahnesi ile sona erdi. Filmin derin anlamlar taşıdığına eminim, ancak bizim gibi bilimle uğraşan kimseler, sanat eserlerini kolay anlayamazlar.


Ancak sahnelerden birisini kolayca anlamıştım. fik uzay uçuşu ayın üzerinde sona ermişti ve bir astronot keşfe çıkmıştı. Etrafta gezinirken aydan gökyüzüne uzanan ve iyi şekillendirilmiş bir dikilitaşla karşılaşmıştı. Ben, astronot ve izleyicilerin tamamı hiçbir söze gerek kalmadan bu dikilitaşın tasarlanmış bir nesne olduğunu, onu akıllı bir varlığın aya giderek oluşturduğunu anlamıştık. Filmin daha sonraki sahnelerinde Jüpiter gezegenindeki yaratıklar gösteriliyordu, ancak dikilitaşla bir ilgileri olup olmadığı hakkında bir belirti yoktu. Nesnenin kendisinden öğrendiğimiz tek şey onun uzay yaratıkları, melekler, uçmayı başarabilen ve geçmişte ayı ziyaret etmiş insanlar (Ruslar ya da kayıp Atlantis medeniyetinin sakinleri) ya da başka bir astronot tarafından (şaka yapmak amacıyla diğer astronotun bulabileceği bir yere dikilerek) tasarlanmış olabileceğiydi. Olay yukarıda anlatılan senaryolardan birine uygun şekilde gerçekleşmiş olsaydı, seyirciler dikilitaşın ortaya çıkmasında bir çelişki görmeyecekti. Ancak filmde dikilitaşın tasarım ürünü olmadığında israr edilseydi, filmin sonuna kadar seyircilerin itirazı sürerdi.


Tasarımcının kimliği hakkında herhangi bir bilgi olmadan bir şeyin tasarlanmış olduğu sonucuna kolaylıkla varılabilir. Yöntem gereği, tasarımcı hakkinda sorulara başlamadan önce tasarım kavranmalıdır. Bir şeyin tasarım ürünü olduğu düşüncesi, tasarımcı hakkında hiçbir şey bilinmese de, bu dünyada olabilecek en açık şekliyle kavranabilir.


Kenarda


Rushmore Dağı'nın tasarlanmış olduğu herhangi biri tarafından söylenebilir. Ancak Siyam kralının da sıkça söylediği gibi bu da geçicidir. Zaman geçtikçe, yağmurlar yağıp rüzgârlar estikçe Rushmore Dağı da şekil değiştirecektir. Bin yıl sonra dağın yakınından geçen insanlar kayalardaki yüzlerin basit ipuçlarından başka bir şey göremeyeceklerdir. Rushmore Dağı'nın tasarlanmış olduğu sonucuna varan birileri çıkabilir mi? Değişir. Tasarıma kanaat getirmek için bir amacı gerçekleştirmek üzere düzenlenmiş ayrı parçaların tanımlanması gerekir ve kanaatin ne kadar doğru olduğunu ölçmek kolay değildir. Aşınmış bir Rushmore Dağı'nın gelecekteki arkeologlara ipucu vermesi için her biri başka bir başkana ait bir kulak, burun, alt dudak, belki çenelere ait izlerin anlaşılabilir durumda olması gereklidir.


Aydaki bazı şekiller insan yüzüne benzeyebilir. Karanlık bölgelerin gözler ve ağzı oluşturduğu düşünülebilir. Bu şekil farazi olarak belki de uzaylılarca tasarlanmıştır; ancak parçaların sayı ve özellikleri, şekle atfedilen amacın gerçekten hedeflenip hedeflenmediğine karar vermek için yeterli değildir. İtalya bir çizmeye benzemesi amacıyla tasarlanmış olabilir, olmayabilir de. Kesin bir sonuca ulaşmak için yeterli veri yoktur/National Enquirer Mars yü vinde görülen insan yüzüne benzeyen şekil hakkında bir hikâye yayınlamıştı. Yine de benzerlik çok azdı. Diğer bütün durumlarda olduğu gibi böyle bir durumda şeklin tasarlanmış olabileceğini söyleyebiliriz. Ancak doğru olmayabilir de.


Sistemi oluşturmak üzere biraraya gelen parçalanil sayı ve kalitesi arttıkça tasarımdan daha fazla emin olabiliriz. Birkaç yıl önce Tennessee'de yaşayan bir bayanın buzdolabında Elvis'e benzeyen bir küf yığını oluştuğu haberleri çıkmıştı. Burada da hafif bir benzerlikten söz ediyoruz. Ancak bu sefer benzerliğin gerçekten yüksek olduğunu varsayalım. Görüntünün sadece siyah küften oluşmadığını düşünelim. Ayrıca kımızı tabakalar oluşturan bir bakteri olan Serratia marcescens de olsun. Parlak beyaz saccharomyces cerevisiae kolonileri de görüntüde yer alsın. Yeşil renk Pseudomonas aeruginosa, mor renk Chromobacterium violaceum ve sarı renk de Staphylococcus aureus tarafından sağlansın. Yeşil mikroorganizmaların Elvis'in pantolonunu, mor bakterilerin de gömleğini oluşturduğunu düşünelim. Çok küçük kırmızı ve beyaz bakteri noktalarının da ten rengini oluşturduğunu varsayalım.


Aslında buzdolabındaki bakteri ve küfün oluşturduğu şeklin çeşitli yerlerde gördüğümüz posterlerdeki Elvis görüntüsüne çok benzediğini düşünelim. Bu durumda tasarım olduğuna kanaat edebilir miyiz? Evet. Posterlerin tasarlandığına ne kadar emin isek, burada da o kadar emin olabiliriz.


Eğer aydaki adamın sakalı, kulakları, gözlüğü ve kaşları olsaydı tasarlandığından emin olabilirdik. İtalya'nın delik ve bağcıkları olsaydı ve Sicilya da, renkli şeritler ile logoya sahip bir top şeklinde olsaydı tasarlandıklarını düşünebilirdik. Etkileşimli bir sistemin parçalarının sayısı ya da kalitesi arttıkça, tasarım konusundaki kararımız da kesinlik kazanacaktır. Bu şeyleri ölçmek zordur. Ancak yukarıda bahsettiğimiz ayrıntılara sahip, bakterilerden oluşan bir Elvis'in tasarlanmış olduğunu söylemek kolaydır.


Biyokimyasal Tasarım


Elvis posterleri, fare kapanı ya da Scrabble oyununda tasarımı görmek kolaydır. Ancak biyokimyasal sistemler cansız nesneler değildir. Canlı organizmaları oluşturan parçalardır. Canlı bir biyokimyasal sistem, akıllı tasarımın ürünü olabilir mi? Kısa bir süre öncesine kadar canlıları oluşturan bileşenlerin cansizları oluşturan bileşenlerden farklı, özel bir madde olduğu düşünülüyordu. Freidrich Wöhler bu fikri çürütmüştür. Canlılardaki komplekslik, tesadüf mantığını bozguna uğratmıştır. Bununla birlikte son yıllarda biyokimya alanında kaydedilen ilerlemeler sonunda, bilim adamlarının canlı organizmalarda badeğişiklikler sit tasarlamaları mümkün olabilmiştir. Şimdi biyokimyasal tasarımla ilgili birkaç örneği inceleyelim.


1) - DCGKPQVEPKKC PGRVVGGCVAHPHSWPWQ


2) - DCGKPQVEPKKC - VGGCVAHPSWPWQ -TTKIKPRI


3) - DCGKPQVEPKKC - VGGCVAHPSWPWQ 


4) - DCGKPQVEPKKCTTKIKPRIVGGCVAHPSWPWQ


   Şekil 9-1 (1) Plazminojen geni yalıtılır. (Şekilde DNA değil amino asitlerin gen kodları gösterilmiştir.) (2) Aktivasyon sırasında yavaşça kesilen protein bölgesini kodlayan gen bölgesi çıkartılır. (3) Trombin tarafından hızlıca koparılan bir protein bölgesini kodlayan başka bir gen, plazminojen genine eklenir. (4) Şimdi elimizde tasarlanmış melez bir gen vardır. Bu gen hücreye yerleştirilirse trombin tarafından hızlıca aktifleştirilecek bir plazminojen üretilecektir.


Kan pıhtılaşma sistemi yanlış çalışırsa, inatçı bir pıhtı kalpteki kan akışını durdurarak hayati tehlikeye atacaktır. Mevcut tedavi yöntemi, doğal yollardan oluşmuş bir proteinin enjekte edilerek, pıhtının çözülmesinde hastaya yardım edilmesini öngörmektedir. Ancak doğal proteinin de bazı handikapları vardır. Bu yüzden yenilikçi araştırmacılar daha iyi çalışan bir protein elde etmek için çalışmalar yapmaktadırlar.” İzlenen strateji Şekil 9-1'de özetlenmiştir. Kan pihtılaşma sistemindeki proteinlerin çoğu, başka faktörler aktif hale getirilir. Bu faktörler aktif olmayan proteinden bir parça kopararak onu aktifleştirir. Bununla birlikte aktifleştirici faktör sadece koparılan parçayı hedefler, başkasını değil. Kan pıhtısını çözen plazminin öncülü olan plazminojen, kan pıhtısı oluştuktan ve yara iyileşmeye başladıktan sonra, oldukça yavaş koparılan bir parçayı hedefler. Ancak kalp krizi geçiren bir hastaya yardım etmek için kan pıhtisının hızlıca çözülmesi gerekir ve pıhtının kan dolaşımını engellediği yerde acil olarak plazmin gerekmektedir.


Plazminin doğru yerde hemen oluşturulabilmesi için plazminojen geni araştırmacılar tarafından yalıtılmış ve değiştirilmiştir. Proteini aktifleştirmek için kesilen bölgeye ait kodu taşıyan gen parçası değiştirilmiştir. Onun yerine, kan pihtılaşma yolunun trombin tarafından hızlıca koparılan başka bir bileşenine (plazma tromboplastin önceli ya da PTA) ait bir gen parçası yerleştirilmiştir. Düşünce şudur: Trombin tarafından kesilecek parçayı taşıyan yapay plazminojen, pıhtının yakınlarında bir yerde çabucak kesilerek aktifleştirilecektir. Zira pıhtı bölgesinde trombin mevcuttur. Ancak hemen faaliyeti başlatan madde PTA değil plazmindir . Böyle bir proteinin kalp krizi geçiren bir hastaya hemen enjekte edilmesi durumunda en az zararla krizi adatması beklenmektedir.


Yeni protein, akıllı tasarım ürünüdür. Kan pıhtılaşma sisteminin nasıl çalıştığını bilen birisi, masa başında plazminin pıhtı çözücü özelliği ile trombin tarafından kesilen proteinlerin hızlı faaliyete geçme özelliğini biraraya getirerek, birleştiren bir protein oluşturacak bir yol haritası tasarlayabilir. Tasarımcı, çalışmanın sonunda ne elde edilmesi gerektiğini bilmektedir ve bu hedefe varmak için çalışmaktadır. Plan yapıldıktan sonra tasarıma (ya da öğrencisi) laboratuara giderek, planı hayata geçirecek adımlan gerçekleştirmeye başlar. Sonuçta, dünyada hiç kimsenin daha önce görmediği yeni bir protein ortaya çıkmıştır. Bu protein tasarımcının istediği şekilde davranacaktır. Biyokimyasal sistemler de aslında tasarlanabilir.


Günümüzde, biyokimyasal sistemlerin akıllı tasarımı oldukça sıradan bir olaydır. Diyabet hastalarına zor temin edilen insan insülinini sağlamak için, araştırmacılar on yıl kadar önce insandaki insülin genini izole etmişlerdir. Bu gen, bakteri hücresinde varlığını sürdürebilen bir parça DNA'ya yerleştirilmiştir. Bakterinin iç mekanizması izole edilmiş ve tedavi amacıyla kullanılabilecek insan insülini üretmeye başlamıştır. Bazı laboratuarlarda, daha gelişmiş organizmaların hücrelerine değiştirilmiş DNA enjekte edilerek, o organizmalar modifiye edilmektedir. Donma ya da zararlı böceklere karşı dayanıldı bitkiler bir süredir mevcuttur. Yapılan çalışmalarla ineklerin daha fazla protein içeren süt vermesi mümkün olabilmiştir.


Yukarıda söz edilen sistemler, biyokimyasal tasarım örneği olmasına rağmen, bu sistemlerde tasarımcının yaptığı şey doğada zaten mevcut olan parçaları yeniden düzenlemekten başka bir şey değildir. Ya da yeni bir sistemin sıfırdan oluşturulmadığı da söylenebilir. Bu doğrudur, ancak uzun süre doğru kalacak gibi görünmemektedir. Bilim adamları bugünlerde, proteinlerin kendi özel faaliyetlerini kazandıran şeyi keşfetmeye çalışmaktadırlar, ilerleme yavaş olsa da istikrarlıdır. Sıfırdan başlanılarak yeni amaçlar için özel proteinler üretilmesi çok uzun zaman almayacaktır. Yaşamın faaliyetlerini taklit edecek biyokimyasal sistemlerin, organik kimya üzerine çalışan bilim adamlarınca üretilmekte oluşu daha da etkileyicidir. Popüler basın bu konuyu “yapay yaşam" olarak gündeme getirmektedir. Bu ifade, dergi ve gazetelerin tirajını arttırmak için yapılan bir abarti olsa da, yapılan çalışmalar akıllı bir tasarımcının canlı sistemlerde var olduğu bilinen biyokimyasal maddele kullanmadan, biyokimyasal benzeri özellikler gösteren bir sistem tasarlayabildiğim ortaya koymuştur.

Son yıllarda bilim adamları, varyasyon ilkelerini, mutasyon ve seleksiyonu kullanarak yeni biyokimyasal maddeler tasarlamaya da başlamışlardır." Düşünce basittir: Çok sayıda farklı DNA ya da RNA parçalarını kimyasal olarak oluştur, daha sonra vitamin ya da proteinle bağ yapma gibi tasarımcının istediği özelliklere sahip olanları ayır. Bu, vitamin ya da proteinin bağlı olduğu katı partikülleri, DNA ya da RNA parçacıkları içeren bir solüsyonla karıştırıp, daha sonra solüsyonun uzaklaştırılmasıyla gerçekleştirilir. Vitamin, ya da proteine bağlanan DNA ya da RNA parçalan katı maddeye bağlı kalmayı sürdürür. Bağli olmayan tüm parçalar ise uzaklaştırılır. Doğru parçaların seçilmesiyle deneyi yapan şahıs, bu parçaların kopyalarını yapmak için enzim kullanır. Bu alanda öncülerden olan Gerald Joyce, bu süreci seçimli üremeye benzetmektedir: “Eğer birisi daha kırmızı bir gül ya da tüyleri daha kabarık bir İran kedisi isterse, depo veya dükkândan istediği özellikleri en iyi temsil eden ürünü alacaktır. Buna göre, bir molekülün belirli bir kimyasal özelliğe sahip olması isteniyorsa moleküllerin içinden benzer bir seçim yapılacaktır”.? Söz konusu metot, seçimli üreme gibi avantajları kullanmakla beraber, bazı kısıtlamalar mevcuttur. Basit biyokimyasal faaliyetler gerçekleştirilse de bu kitapta anılan karmaşık sistemlerin üretilmesi söz konusu değildir.


Bu teknik, pek çok yönden 7. bölümde ele aldığımız antikorların klon seçim tekniğine benzemektedir. Aslında başka bilim adamları da hemen hemen bütün moleküllere karşı antikor üretmek için bağışıklık sisteminin sahip olduğu yeteneklerden faydalanmaktadır. Bilim adamları bir hayvana bir molekül (örneğin uyuşturucu) enjekte ederler ve vücudun ürettiği antikorları izole ederler. Böylece antikorlar klinik ya da ticari amaçlarla moleküllerin tespit edilmesinde belirteç olarak kullanılabilir. Bazı durumlarda basit enzimler gibi davranan antikorlar da (“abzim" olarak adlandırılır.) üretilebilir. Gerek DNA ve RNA, gerekse antikor alanındaki çalışmalar, gelecek yıllarda pek çok endüstriyel çalışmanın yapılacağını haber vermektedir.


Biyokimyasal sistemlerin akıllı tasarımcılar tarafından belirli amaçlar için tasarlanabileceği gerçeği, Richard Dawkins tarafından bile kabul edilmekte dir. Dawkins en son kitabında, ünlü bir bilim adamının saldırgan bir politika izleyen şeytani bir devlet tarafından kaçırılarak, biyolojik silahlar üzerinde çalışmaya zorlandığı bir öykü anlatır.' Bilim adamı, nezle virüsündeki DNA'ya, yardım istediğini anlatan mesajı kodlar. Kendisine bu değiştirilmiş virüsü bulaştırır ve kalabalık bir yerde hapşırır. Sonra sabırla virüsün tüm dünyaya yayılmasını bekler. Bilim adamlarının salgınla uğraşması esnasında gönderdiği şifreli mesajın da çözüleceğinden emindir. Dawkins, biyokimyasal sistemlerin tasarlanabileceğine ve tasarım hakkında hiçbir şey duymamış ya da görmemiş insanların bile onu tespit edebileceğine katılmaktadır. Biyokimyasal bir sistemdeki tasarım, eldeki kanıtlarla görülecek kadar açıktır.


Dikkate almamız gereken şeylerden birisi de doğanın kanunlarıdır. Doğa kanunları maddeyi organize edebilir. Akarsuların çamuru biriktirerek bir baraj oluşturması ve sonuçta akarsuyun yatak değiştirmesi buna örnek olarak verilebilir. Eğer biyolojik bir yapı, bu doğa kanunlarına göre açıklanabilirse onun yine farkli bir tasarım ürünü olduğu sonucuna varabiliriz. Ancak bu kitapta pek çok biyokimyasal sistemin neden mutasyona dayalı doğal seleksiyon ile açıklanamayacağını gösterdim: Bu eksiltilemez karmaşık sistemleri oluşturan doğrudan ve aşamalı bir yol yoktur, ayrıca kimyanın kanunları AMP gibi molekülleri üreten biyokimyasal sistemlerin bir denetim mekanizması olmadan oluşamayacağını göstermektedir. Aşamalı gelişim teorisine karşı geliştirilen birlikte yaşam ya da karmaşıklık gibi “akılsız teoriler de, yaşamın temel biyokimyasal makinelerini açıklayamamakta, hatta açıklamaya çalışmamaktadır. Yaşama özgü doğa kanunları biyolojik bir sistemi açıklayamıyorsa, tasarımla ilgili kriterler cansız nesnelerin değerlendirilmesinde kullanılan kriterlerle aynı olacaktır. Mantıklı bir düşünceyle Darwinciliği imkânsız hale getiren eksiltilemez karmaşıklıkta sihirli bir şey yoktur. Ancak, yapıların karmaşıklığı ve bileşenlerin birbirine bağımlılığı arttıkça, kademeli evrim düşüncesinin önündeki engeller de artmaktadır.


Biyokimyasal karmaşıklığı açıklayabilecek henüz, keşfedilmemiş doğal bir proses olabilir mi? Bu ihtimali reddetmek aptallık olacaktır. Yine de böyle bir proses varsa bile, onun nasıl çalıştığı hakkında kimsede bir ip ucu yoktur. Ayrıca böyle bir iddia, bir bilgisayarın doğal yollarla ortaya çıkabileceğini öne sürmek gibi tüm insanlık tecrübesini karşısına alacaktır. Böyle bir prosesin olmadığı sonucuna varmak, kulağa bilimsel açıdan zihinsel telepatinin olmadığı ya da Göl Canavarinin mevcut olmadığı sonucuna varmak gibi gelebilir. Biyokimyasal tasarım için ortaya koyduğumuz güçlü deliller karşısında bir hayaletin hatırına bu kanıtlan yok saymak bir dedektifin kocaman bir fili görmemesi anlamına gelmektedir.


Bu öncü sorularla yolumuzu açtıktan sonra, 3. bölümden 6. bölüme kadar ele aldığımız biyokimyasal sistemlerin akıllı bir tasarımcının ürünü olduğu sonucuna varabiliriz. Bir fare kapanı, Rushmore Dağı ya da Elvis posterlerinin tasarlandığına ne kadar eminsek, bu sistemlerin de tasarlanmış olduğuna o kadar emin olabiliriz. Bu sistemlerdeki tasarım, aydaki insan yüzü ya da Italya yarımadası gibi şüphe uyandırıcı da değildir. Siller ya da hücre içi taşıma gibi sistemlerin tasarımından emin olmamız için gerekli şartlar, başka herhangi bir şeyin tasarımından emin olmamız için gereken şartlar ile aynıdır: Tanımlanabilir bir işlevi gerçekleştirmek için düzenlenmiş bağımsız parçalar ve aynı zamanda işlevin bu parçalara son derece bağımlı olması.


Silin işlevi, motor gücüyle çatışan bir pervanenin görevini yerine getirmektir. Mikrotüpler, neksin bağları ve motor proteinlerin hepsi bu işlevin yerine getirilmesi için özel bir şekilde düzenlenerek biraraya getirilmelidir. Her biri diğerlerini tanımalı ve onlarla etkileşim içinde olmalıdır. Bileşenlerden biri olmazsa sistem çalışmayacaktır. Ayrıca sistemin düzgün çalışması için adı geçen bileşenlerden başka pek çok faktör gereklidir: Sil doğru yerde konumlanmış olmalıdır, doğru yönlendirilmelidir ve hücrenin ihtiyacına göre çalışıp durabilmelidir.


Kanin pıhtılaşma sistemi güçlü, ancak geçici bir engel oluşturmaktır. Sistemin bileşenleri buna göre düzenlenmiştir. Fibrinojen, plazminojen, trombin, protein C, Christmas faktörü ve diğer bileşenler tek başlarına yapamayacakları bir görevi yerine getirmek üzere biraraya gelmişlerdir. K vitamini ya da antihemofilik faktör olmazsa, tıpkı bir bileşeni eksik Rube Goldberg makinesi gibi, sistem çalışmayacaktır. Her bir bileşen bir diğerinden özel bir parça koparmaktadır. Özel bir görevi gerçekleştirmek üzere özel bir yapı oluşturmuşlardır.


Hücre içi taşıma sistemi bir yerden bir yere kargo taşır. Bunun için paketler etiketlenmeli, güzergâh bilinmeli ve araçlar uygun şekilde donatılmalıdır. Kapalı bir bölmeden yine kapalı başka bir bölmeye taşıma yapan mekanizmalar yerinde olmalıdır. Sistemin çalışmaması durumunda bir bölmede fazlalık, diğerinde ise kıtlık yaşanacaktır. Bir enzim bir bölgede çok gerekli iken başka bir bölgede çok zararlı olabilir.


Burada ele aldığım diğer biyokimyasal sistemlerin işlevleri kolaylıkla tanimlanabilir ve parçalan da sayılabilir. İşlev, parçaların karmaşık etkileşimine sıkı sıkıya bağlı olduğu için sistemlerin, fare kapanında olduğu gibi, tasarlandığı sonucuna varabiliriz.


Şu anda dünyanın çeşitli yerlerindeki laboratuarlarda yapılan tasarım çalışmaları -trombin tarafından koparılan yeni bir plazminojen, sütündeki hormon miktarı yüksek bir inek ya da insan insülini salgılayan bir bakteri planlamak için gerekli faaliyetler- kanın pıhtılaşma sisteminin öncelini tasarlamaya benzemektedir. Lisansüstü öğrencilerinin laboratuar ortamında yeni bir şey yapmak için gen parçalarını titizlikle biraraya getirme çalışmaları, ilk Sillerin üretilmesine neden olan çalışmalara benzemektedir.


(...)


Yabancılar ve Zaman Gezginleri


Evrenin Big Bang ile oluştuğunu söylemek ile yaşamın akıl ile tasarlandiğını söylemek başka şeylerdir. Big Bang ibaresi, varlığı gerekli bir şahıstan değil, bir patlamadan bahseder. Akıllı tasarım ibaresi, akla hemen tasarımcının kim olabileceği sorusunu getirmektedir. Doğaüstüne karşı felsefi bir tavır almış insanlar bu teori ile köşeye sıkışmış mı olacaktır? Hayır. İnsanın hayal gücü gerçekten çok güçlüdür.


Sir Francis H. C. Crick her açıdan zeki bir adamdır. Yaklaşık kırk yıl önce Cambridge Universitesi'nde bir lisansüstü öğrencisiyken Crick ve James Watson, DNA'nın çift sarmal yapısını belirlemek için x ışını kristalografik verisini kullandılar. Daha sonra bu başarılarından dolayı Nobel Ödülü almışlardır. Crick genetik kodun açıklanmasına katkıda bulunmaya ve beynin fonksiyonu hakkında kışkırtıcı ve kavramsal sorular sormaya devam etti. Şu anda yetmişinde olmasına rağmen bilime olan katkıları devam etmektedir.


Francis Crick ayrıca, yeryüzündeki yaşamın başka bir gezegenden gelen yaratıkların dünyaya “ekilmek” üzere üreme elementleri (sporlar) taşıyan bir roket göndermesiyle başladığını düşünmektedir. Bu boş bir düşünce değildir. Crick bu iddiayı ilk olarak, kimyager Leslie Orgel ile 1973'te yazdığı ve Icarus adlı mesleki bir bilim dergisinde yayınlanan “Directed Panspermia” başlıklı makalede dile getirmiştir. On yıl sonra Crick, Life Itself adlı bir kitap yazarak teoriyi tekrarlamıştır. Kitabın yayınlanmasından hemen önce Scientific American'ın 1992'de kendisiyle yaptığı röportajda, teorinin mantıklı olduğu düşüncesini tekrar etmiştir.


Crick'in bu alışılmadık görüşü benimsemesinin başlıca sebebi, yaşamın kontrolsüz bir şekilde ortaya çıkmasının neredeyse karşı konulmaz bir engel olduğunu düşünmesi ancak doğabilimsel bir açıklama yapmak istemesidir. Bizim açımızdan önemli olan Crick'in uzaylılara biçtiği roldür. Ona göre uzaylılar yeryüzüne bakteriler göndermiştir. Ancak uzaylıların buraya gönderdikleri yaşamın eksiltilemez karmaşıklıktaki biyokimyasal sistemlerini ve daha sonra gelişen eksiltilemez karmaşık sistemleri tasarladıklarını söyleseydi daha açık olabilirdi. Aradaki fark, yabancıların yaşamı tesis etmelerini öne sürmek ile Crick'in sadece yaşamı buraya gönderdiklerini söylemesidir. Yine de uzaylıların başka gezegenlere roket gönderebildiğini söylemek ile yaşamı tasarlayabildiklerini söylemek arasında -özellikle söz konusu medeniyet gözlenmemişse- çok büyük bir fark yoktur. Yaşamı tasarlamak için uzaylıların şart olmadığı, daha ziyade çok fazla zekâ gerektirdiği anlaşılmalıdır. Dünyadaki bir laboratuarda bir lisansüstü öğrencisi oksijenle bağ yapabilen yapay bir protein tasarlayıp üretebiliyorsa, gelişmiş bir medeniyetin başka gezegende sıfırdan hücre üretebileceğini hayal etmek için mantıksal bir engel yoktur.

Bu senaryo, tasarımı kimin tasarladığı sorusunu cevapsız bırakır; yaşamın kökeninin kökeni nedir? Felsefi bir natüralist tuzağa mı düşmüştür? Hayır. Tasarımcının tasarlanması sorusu birkaç yoldan atlatılabilir. Görülmeyen varlıklara atif yapılarak savuşturulabilir: Belki de başlangıçtaki yaşam bizimkinden tamamen farklıydı, dalgalanan elektrik alanları ya da gazlardan oluşuyordu, belki de devam etmek için eksiltilemez karmaşıklıktaki yapılara ihtiyacı yoktu. Başka bir olasılık da zamanda yolculuktur ki son yıllarda profesyonel fizikçiler tarafından gündeme getirilmiştir. 'Scientific American' dergisi, 1994 yılı Mart sayısında okurlarına şu bilgiyi verdi:


Birisinin geçmişe yolculuk yapmasının teorik olasılığının temel fizik ilkeleri açısından kaçınılmaz bir sonuç olması mantığa ters düşmemektedir.


Buna göre belki de gelecekte yaşayan biyokimyacılar, bugün gözlediğimiz eksiltilemez karmaşıklıktaki yapılara ait bilgiyi içeren hücreleri geçmişe göndereceklerdir. Bu senaryoda yabancılar kendi gelişmiş medeniyetlerini oluşturmuş insanlardır. Zamanda yolculuk düşüncesi tabii ki açık paradokslar içerir (torunların henüz çocukları olmamış büyükbabalarını vurmaları gibi), ancak en azından bazı fizikçiler onu kabul etmeye hazırdır. Benim gibi pek çok insan bu senaryoları doyurucu olmaktan tamamen uzak bulur, ancak hoşolmavan teolojik düşünelerden kaçınmak isteyenler için bu teoriler uygundur.


Richard Dawkins The Blind Watcmaker adlı kitabında okuyucularına, bakire Meryem heykelinin kendilerine el sallaması durumunda bile bunu bir mucize olarak, görmemeleri gerektiğini söyler.10 Belki de heykelin kolundaki tüm atomlar bir kereliğine aynı yöne hareket etmiştir; bu çok düşük bir ihtimal olsa da imkânsız değildir. Bir heykelin canlandığını gören pek çok insan Dawkins'e Cennette ve dünyada onun felsefesindeki hayallerden daha fazla şey olduğunu söyleyecektir, ancak onun İngiliz Kilisesi'ne dâhil olmasını sağlayamayacaklardır.


(...)


Recep Alpyağıl, Din felsefesine dair okumalar-I- s.417-430