İslam Diniyle Çelişen Düşünce: Evrim Karşıtlığı

 


    Günümüzde, Türkiye’de yapılan evrim karşıtı görüşler, birtakım kişiler bilimsel olarak karşı çıktığını belirtse de, birçok kişi dini gerekçelerle karşı çıkmakta, bilimsel olarak karşı çıktığını ifade eden birçok kişi de aslında felsefi ve dini nedenleri gerekçe göstermektedirler. Anadolu’da İslam entelektüel kültüründe, özellikle de İslam’ın altın çağında el-Cahiz, İbn Miskeveyh, El-Biruni ve İbn Haldun gibi önemli filozof ve bilim insanlarının biyolojik organizmaların evrimine dair görüşleri vardır. 7. yy’da  Kur’an-ı Kerim’in indirilmesi ve Hz. Muhammed’in İslam’ı yaymasının ardından, İslam entelektüel kültüründe görülen bilgi birikimindeki artış ve bilimin ilerlemesi, her ne kadar Antik Yunan eserlerinin çevrilmesi ve şerhlerinin yapılmasının katkıları büyük olsa da, İslam’ın bilime, akla ve bilgiye verdiği önem yadsınamaz. Nitekim Allah, Ankebut Suresi 20. ayette yeryüzündeki canlılığın nasıl olduğunu yeryüzünde dolaşmayı emrederek keşfedilmesini ve araştırılmasını emreder.

 Bu nokta da karşımıza ilginç ve birçok evrim karşıtının göz ardı ettiği bir durum ortaya çıkmaktadır. Allah, yeryüzündeki canlılığın nasıl oluştuğunu ve başladığını öğrenmemiz için yeryüzünde dolaşmayı emretmektedir. Bu da ancak jeoloji, biyoloji ve paleontoloji bilimleriyle olacaktır. Eğer, Kur’an gerçekten Allah tarafından indirilmiş ve kusursuz bir kitap ise, ne Kur-‘an-ı Kerim’den ne de başka bir kutsal kitaptan canlılığın oluşumuna dair bir kesin bilgiye ulaşılabilir. Ancak bilim yapılarak canlılığın ve dolayısıyla insanın oluşumuna dair bilgiye ulaşılabilir. Aksi taktirde, birtakım evrim karşıtlarının iddia ettiği gibi insanlar veya tüm canlılar doğal süreçler dışında başka bir yolla yaratılmış olsaydı, Kur’an-ı Kerim kendisiyle çelişirdi. Çünkü, Kur’an canlılığın nasıl olduğu konusundaki bilgilere ancak bilimle ulaşılabileceğini söylemektedir. Günümüzde kabul gören evrim teorisinin canlılığın oluşumu hakkındaki en iyi açıklamayı yapan kuram olmasından ötürü, başka bir şekilde bilimsel olmayan yöntemlerle canlılığın oluşumunu açıklamaya çalışmak dinle de çelişecektir.

 Evrim karşıtlığının, ABD’de 20. yüzyılda devam muhafazakâr Hıristiyan kesim tarafından devam ettirilmesi ve daha sonra bu fikirlerin Türkiye’ye birtakım kitapların basılıp dağıtılmasıyla -özellikle de ortaöğretim müfredatlarından evrim dersinin kaldırmasıyla- başladığı söylenebilir. İslam dünyasında entelektüel bakış açısının kaybedilmesiyle, daha tutucu ve dogmatik bilgilere bağlı kalan ve birçok mezhep ve tarikatlara bölünen Müslümanlar, bilimsel, yenilikçi, kimden aldığına bakmazsınız yeni ve doğru yaklaşımları kabul eden ve öğrenen ve araştırmacı kimliğini kaybetti. Bu entelektüel kayıp, kutsal kitapların çağdışı yorumlarının gelenek olarak sürdürülmesine yol açtı.

 İslam ile çeliştiği düşüncesiyle evrim karşıtlığının yanlış olduğunu gördük. Peki, bilimsel olarak veyahut bilimsel olarak yapıldığı iddia edilen evrim karşıtlığında ne gibi hatalar vardır?

1.       Tesadüf kavramı ve ontolojik hatalar: Evrim karşıtlarının en çok yaptıkları itirazlardan birisi evrimin tesadüfler üzerine olduğu iddiasıdır. Evrim karşıtları, Allah’ın yarattığı evrende hiçbir şeyin tesadüfen olamayacağını ve dolayısıyla tesadüfler üzerine kurulu bir kuram olan evrim teorisinin bu konuda yanıldığını savlamaktadırlar.

 Bu noktada, öncelikle tesadüf, rastgeleliğin ya da şansın Allah’ın varlığı ile çelişkili olduğu argümanı hatalıdır. Nitekim, birçok öngörülemeyen ve tahmin edilemeyen birçok olay her gün yaşanmaktadır. Evrende muazzam derecede kaotik olan olaylar olmaktadır. Ancak, Allah kendi yarattığı evrenle çelişemeyeceği için bu apaçık olayların Allah’ın varlığı ile çelişmemesi gerekir. Halihazırda, tesadüf kelimesi yanlış anlaşılmaktadır. Birçok öngörülemeyen hadisenin olması, bu hadiselerin doğa yasalarına aykırı ya da Allah’ın iradesi dışında olduğu anlamına gelmemektedir. Sözgelimi, bir zar atıldığında rastgele gelen 3 sayısı, o zarın atılış şekli, yerçekiminin etkisi ve çevresel faktörlerle öngörülemez bir olasılık ortaya koymaktadır. Halbuki, zarın atılışı etkileyen tüm faktörleri bir fiziksel formüle dökebilecek matematik olsaydı hangi rakam gelebileceğini öngörebilirdik. Bu rastgelelik, doğa yasalarına aykırı olmadığı gibi, evrende çeşitliliğin olması içinde -özellikle de canlılık için- bir gerekliliktir. Nitekim, birçok farklı olasılık ve ihtimal olmasaydı, tekdüze halde olan bir canlılık olurdu, bu da çeşitliliği ortadan kaldıracağı için anlamsız ve çelişkili bir evren anlayışı ortaya koyardı.

 Evrim teorisi ise, bazı karşıtların iddia ettiği gibi tesadüfler üzerine inşa edilmiş bir teori değildir. Doğal seçilim, cinsel seçilim ve coğrafi yalıtım gibi evrimin en temel mekanizmaları tamamen doğa yasalarına tabiidir. (İlginç olan husus ise, evrim karşıtlarının kullandığı anlamdaki tesadüf doğru olsaydı, çevrenin nasıl değişeceği öngörülemeyeceğinden dolayı doğal seçilim gibi mekanizmalarda rastgele olurdu.) Canlılığın çeşitliliğini etkileyen ve dolayısıyla evrimsel süreçlere etki yapan mutasyonlar, transpozonlar, genetik sürüklenme ve mayoz bölünmedeki homolog kromozomların ayrılması gibi mekanizmalar ise rastlantısal olarak gerçekleşir. Bu rastgele gerçekleşen durumlarda doğa yasalarını ihlal etmediği gibi, temel olasılıklar çerçevesinde gerçekleşir. Bu mekanizmalar tıpkı zar atmaya benzerler. Ne olacakları belirsizdir; ancak tüm nedensel olay dizileri ortaya konabilseydi, onlarında öngörülebilir olacağı anlaşılacaktır. Örneğin, biyoloji felsefesinde tartışılan konulardan biri olan pasif yönelimler böyle bir durumdur. Bu hususta, evrimleşen bir türün evrenin düalist yapısından ötürü, temel iki olasılık olarak, vücut büyüklüğü ya büyüyecektir ya da küçülecektir. Doğal seçilim baskısının yok sayıldığı bir durumda da vücut büyüklüğünün artacağı konusu, temel olasılık iddialarından beslenir. Bir memeli türü belli bir sınır boyuta kadar küçülmüş ise, daha fazla küçülecek ihtimal kalmadığından rastgele gerçekleşen iki olasılıktan küçülme olasılığı pasif hale gelecektir ve o tür bir seçilim baskısı olmamasına rağmen vücut büyüklüğü artacaktır. (Bu konu biyolog ve paleontologlar arasında büyük Kretase yok oluşunun ardından memeli vücut büyüklüğünün artışına dair olan tartışmadır.)

 İlginç olan ve evrim karşıtı yaratılışçıların kendileriyle çeliştikleri bir diğer husus ise, onların tesadüfe karşı çıkarken, hassas ayar argümanını ortaya koymalarıdır. Allah’ın varlığına delil olarak öne sürülen argümanlardan biri olan hassas ayar argümanına göre, evrende meydana gelen varlık ve yasalar hassas dengeler üzerine kurulmuştur. Bu doğa yasalarının bağlı olduğu hassas dengedeki en ufak değişimin evrenin oluşumuna engel olacağı ve 10 üzeri 100’lerce olasılıktan birinin olmasından dolayı evrenin olabildiğini savlarlar. Bu konunun tartışması bir kenara, evrimsel süreçlerde gerçekleşen düşük olasılıkla hadiselerin varlığına itiraz eden birtakım yaratılışçılar, Allah’ın yaratmasında çok düşük olasılıkla ihtimalleri kanıt olarak öne sürerler. Bu da benzer iki olay kendi ideolojilerini desteklemek adına çıkar uğruna kullanıldığını gösterir.

 Sonuç olarak evrim teorisi hiçbir şekilde tesadüfler üzerine temellendirilmediği gibi, tesadüflerin de evrende gerçekleşen temel iki karşıtlardan meydana gelen olasılıklar olduğu için, doğa yasalarına -dolayısıyla Allah’ın varlığına- aykırı bir durum söz konusu değildir. Allah, sıfatı gereği tüm olaylara hâkim olduğundan, insan için en öngörülemez bir durum bile onun açısından bilinebilen bir şey olacaktır.

2.       Bilim felsefesi açısından hatalar: Evrim karşıtlarının evrime karşı getirdikleri itirazların başında teori sözcüğü gelir. Halk arasında kullanımı ile bilimsel kullanımı arasında ayrım yapılmaması, bu terimin bilimsel kullanım tarzını çarpıtmaktadır. Bilimde teori, olguların varsayımların ve hipotezlerin bilimsel kanıtlarla desteklenmesiyle açıklanmasıdır. Hiçbir bilimsel teori (Kuantum Teorisi, Big-Bang Teorisi, Hücre Teorisi gibi teoriler) herhangi bir olguyu mutlak olarak hakikate ulaştırmaz. Ünlü bilim felsefecisi Karl Popper’ın ortaya koymuş olduğu yanlışlanabilirlik ilkesine göre, bilimde hiçbir teori mutlak gerçekliğe ulaşmaz. Olgular, teoriler ışığında okunur. Bu nedenle, evrendeki görüngülerin varlıklarına açılama getiren teoriler, ontolojik gerçeklikleri yansıtmazlar.

 

Halk arasındaki kullanımıyla karıştırılan teori sözcüğü, evrim teorisinin kanıtlanmamış bir teori olduğu, adı üstünde “teori” olarak adlandırılarak önemsiz gösterilmeye çalışılmaktadır. Az önce de bahsetmiş olduğum gibi, bilimsel teoriler, bilimsel açıdan defalarca kanıtlanmış, desteklenmiş ve bilim çevrelerince kabul görmüşler. Evrim karşıtlarının iddia ettiği gibi ispatlanmamış değildir. Bu konuda yapılan itirazların arkasında yatan neden ise bilim felsefesi konusunda bilgi sahibi olmamaktır. Bilim felsefesi konusunda temel bir birikimi olan kimse, varsayım, hipotez ve teori gibi terimleri kullanarak evrim teorisinin kanıtlanmamış olduğu göstermek gibi bir amacın yanlış ve felsefi açıdan hatalı olduğu bilecektir.

 

3.       Doğrudan gözlemlenemeyen olgular: Evrim teorisinin yeryüzündeki canlıların ortak bir atadan türemiş olduğu iddiası, evrim karşıtlarınca doğrudan gözlemlenemeyen bir iddia olmasından ötürü karşı çıkılmaktadır. Onlar, doğrudan gözlemi yapılamayan durumların kesin olarak bilinmeyeceğini savunarak, jeoloji ve büyük ölçüde astronomi bilimlerin de çöpe atmaktadırlar.

 

 Deney, gözlem ve akıl yürütmeye dayalı olarak üretilen bilimsel bilgiler, yalnızca doğrudan beş duyu organıyla algılanan gözlemlere dayanmaz. Geçmişe dair yapılan bilimsel çalışmalar, toplanan birçok verilerin nedensel ilişkiler çerçevesinde incelenerek, doğa yasalarına bel bağlayarak ve geçmişte gerçekleşmiş olayların birtakım deneylerle benzer olayların tekrar yaşatılmasıyla yapılır. Sözgelimi, Dünya’nın geçmiş zamanlarında milyonlarca yılda oluşmuş olan Büyük Kanyon’un nasıl oluştuğunu anlamak için, birçok toplanan jeolojik veriler, yapılan gözlemler ve kuramların öngördüğü olay dizilerinin varsayılması ve ardından kanıtlanmasının dışında, kanyonları oluşturan mekanizmaların benzerleri küçük çaplı deneylerle tekrarlanabilir ve jeologların Büyük Kanyon’un nasıl oluştuğuna dair fikir edinmesine yardımcı olabilir. Nitekim, Büyük Kanyon’un nasıl oluştuğuna dair yapılan bilimsel çalışmalar bu şekilde olmuştur.

 

 Evrim teorisinde de dini endişelerin önyargıları oluşturduğu ve en çok itiraz yapılan noktalardan birisi de insanın evrimidir. İnsanı diğer tüm canlılardan veyahut birçoğundan üstün gören bazı dini çevreler, insanın diğer hayvanlarla herhangi bir evrimsel bağlantı olmasının insanı aşağılayan bir hadise olarak görmektedirler ve itirazlarını da temel olarak bu noktadan yapmaktadırlar. Evrim karşıtı olan bazı kesimler, hayvanların evrimine karşı olmayıp, yalnızca insanın evrimleşmediğini savlamaktadırlar.

 

 İnsanın ayrıcalıkla bir konumu olduğunu düşünen kimseler, hayvanların nasıl oluştuğuna dair getirilen tamamen doğal açıklamalara ve teorilere karşı çıkmazken, neden insanı ayrıcalıklı bir konuma taşır ve insanın oluşumunun test edilemez ve doğa yasalarına aykırı bir yaratılış atfeder? Şahsen, bunun arkasında yatan temel nedenin felsefi düşüncenin noksanlığı olduğunu düşünüyorum. Tanrı’nın kendi koyduğu yasalarla tüm evreni yaratıp, insana gelince açıklanması bilimsel açıdan imkânsız olan yaratılış modellerinin getirilmesinde herhangi bir mantıki gerekçe göremiyorum. İslam dininin kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim’de, insanın diğer varlıklardan farklı olarak yaratıldığına dair herhangi bir ifadede de geçmemektedir. Aksine, tüm canlıların sudan/çamurdan yaratıldığı, bu yaratılış ifade edilirken herhangi bir istisna gösterilmediği ve daha öncede bahsedildiği gibi canlılığın nasıl oluştuğunun Kur’an-ı Kerim açısından da ancak bilimle anlaşılacağı açıkça görülmektedir.

 

 Birçok paleontolojik ve genetik kanıtlar, insanın evrimine ışık tutmaktadır. Bazı kesimlerin iddia ettiği gibi insanın yaratılışına dair doğa yasalarına aykırı olsun olmasın, evrim dışında herhangi bir açıklama getirilememektedir. Nitekim, doğa yasalarının varlığı, evrim dışında herhangi bir açıklama getirilemeyeceğini gösterir. Şöyle ki, duyular dünyasında hiçbir şeyin sabit, değişmez olmaması bir tür evrimdir. Ayrıca, yalnızca canlıların evrimi değil, gezegenlerin, yıldızların ve galaksilerinde evrimleri vardır. Canlılardaki gerçekleşen evrim yasasını en iyi açıklayan da evrim teorisidir.

 

 Sonuç olarak, insanın evrimi birçok kez bilimsel kanıtlarla gösterilmiştir. Eksik olan noktaların varlığı ise, insanın evriminin olmadığını göstermez. Yalnızca henüz açıklanmadığını gösterir -ki zaten canlı türlerinde evrimi en iyi bilinen türlerinden birisi insandır (Homo sapiens). Birçok bilimsel gerçekliğin gösterilmesi ve defalarca kanıtlamasıyla hala evrim karşıtı olmak, özellikle de bu karşıtlık bilimsel olmayan bir yollaysa, benimsenmiş birtakım yanlış ideolojilerden sıyrılanamadığını gösterir. Eğer ki bilimsel gerçeklikler inanılan dinle çelişiyorsa ya o din yanlıştır ya da inanılan dine dair yapılan yorumlarda yanlışlıklar vardır. Din, bilimden apayrı bir alan olduğundan, bilimin yanlışlığı ancak bilimsel yöntemlerle gösterilebilir.

 

4.       Bilim dışından itirazlar yapılması: Önceki maddede kısmen bahsedildiği gibi, yapılan itirazlardaki en önemli hatalardan başında bilim dışı itirazlar gelmektedir. Yüzyıllardır yapılan bilimsel çalışmalar ve araştırmalar neticesinde gelinen bilgi birikimlerine yalnızca dini sebeplerle karşı çıkmaz, en başında bir yöntem hatasıdır. Bilimin kendi iç dinamiği gereği, bilimsel bilgiler daha evvelde bahsedildiği gibi ancak bilimsel yöntemlerle yanlışlanabilir. Sözgelimi, evrenin genişlediği olgusu, bir dini kitabın ayetiyle yanlışlanamaz ya da doğrulanamaz. O dinin kapsamı içerisinde bilimsel bilgiler örtüşebilir veya çelişebilir, ancak bir dini bilginin bir bilimsel bilgi ile çelişiyorsa, bilimsel açıdan o bilimsel olgu veya teori yanlışlanamaz. Ancak, o din tarafından yanlış kabul edilebilir (Halbuki, İslam dini açısından evrim teorisinin ya da herhangi bir başka bilimsel teorinin dinle çelişmesi bahsedilen gerekçelerden ötürü olanaksızdır).

 

Yaratılışçıların da evrim teorisine getirebildikleri tek itirazlar dini ya da ideolojik itirazlardır. Hiçbir iddiaları evrim teorisini çürütemez çünkü argümanları temel noktada bilim dışıdır. Bilimsel olarak yaptıkları nadir itirazlara da uygun yanıtlar gelmesine rağmen kabul etmemektedirler. Bu kabul etmeyişin arkasındaki temel nedende yine ideolojik ya da dinidir.

 

 Evrim karşıtlarının kanıt göremediklerini, istedikleri kanıtı alamadıklarını söylediklerinde en çok ara form, ara fosil ve ara tür gibi kanıtları görmek istediklerini belirtirler. Öncelikle ara tür kavramı biyoloji felsefesi açısından anlamsızdır. Evrim teorisine göre türler arası kopukluk ya da bir bağlantısızlık yoktur (Elbette günümüzde rahatça görebildiğimiz ya da geçmişte yaşamış birbirinden apayrı milyonlarca tür bulunur. Bu türler arası kopukluk, aralarında bir geçiş olmadığı göstermez. Yalnızca aralarındaki bağlantının çoğunlukla artık kalmadığı gösterir). A türü B türüne evrimleştiğinde, taksonomik olarak eğer A ve B’nin farklı tür oldukları belirlenmişse, aralarında da bir üçüncü bir tür olması gerektiği sonucu çıkmaz. Türler, coğrafi izolasyonla birlikte yavru türlere evrimleşirken, ayrı bir tür kategorisine yerleştirilebilecek seviye de evrimleştirildiklerinde ancak ayrı bir tür olarak tasnif edilebilir. Soyağacında A ve B türleri arasında kalan soylar, A ve B’den ayrı bir tür olacak kadar farklılaşmadıkları için ayrı bir tür olarak nitelendirilmez. Türler arasında kesintisizlik olması nedeniyle, birbiriyle evrimsel bir bağlantıya sahip iki tür arasında bir ara tür olma zorunluluğu yoktur.

 

 Kanıt olarak ara formların varlığının gösterilmesini isteyen evrim karşıtları, gösterilen ara formlar memnuniyet duymamaktadırlar. Metrelerce kalınlıktaki tortul kayaçların milyonlarca yıllık zaman dilimlerine tekabül etmesinden dolayı, o zaman dilimi içerisinde yaşamın tüm soyların fosillerinin barınması imkansızdır. Bu nedenle, sözgelimi insanın 45 milyon yıllık evrim ağacını ortaya koymak istediğimizde, 45 milyon yıl önce yaşamış ata tür ile şu an ki insan türü arasındaki milyonlarca, hatta milyarlarca sayıdaki tüm soyların belirlenmesi imkansızdır. Ancak günümüzde belli başlı türlerin birçok önemli fosilleri bulunmuş, farklı sınıflar arası – örneğin sürüngenlerinden memelilere ya da dinozorlardan kuşlara geçişlerin- önemli bir kısmı belirlenmiştir. Üst taksonomik düzeylerdeki geçişlerin büyük çoğunluğu ortaya konmuştur. Cins ya da tür düzeyindeki geçişlerin az önce belirttiğim ve diğer jeolojik nedenlerden ötürü paleontolojik olarak belgelenmesi mümkün değildir.

 

 Son olarak, üst taksonomik düzeylerde birçok geçişler ortaya konmuş, birçok türlerinde ata türler ile olan evrimsel bağlantıları bulunmuş ve diğer bilim dalları ile -jeokimya, jeofizik gibi- tamamen uyumlu bir şekilde birçok kanıtlar sunulmuştur. Evrim karşıtlarının iddia ettiği gibi ara formların varlıklarında bir eksiklik bulunmamaktadır. Her geçen gün yeni fosiller bulunmakta ve türler arası evrimsel süreçler çok daha iyi belgelenebilmektedir. Ancak, bazı evrim karşıtlarının farklı ve yeni düşüncelere zihinlerini kapatmalarından dolayı, tüm Dünya’nın var olmuş soyları eksiksiz bir şekilde ortaya konsa bile ideolojileri gereği kabul etmeyeceklerdir.

 

5.       Bilimsel bilgilerin çarpıtılması: Biyoloji ve jeolojide kuram içi tartışmaların belli amaca uygun şekilde çarpıtılıp, o kuramın aleyhine bir delil olarak kullanılması evrim karşıtlarının en çok başvurduğu yollardan birisidir.  Ara formların görülmemesiyle de alakalı olan kesintili denge kuramı, evrim karşıtlarının çok kullandığı bir kuramdır.

 

Uzun durağan zaman dilimlerinin ardından görülen görece hızlı türleşme, evrimsel biyoloji alanında en çok kafa karıştıran durumlardan birisiydi. Hatta bu ani sıçramaları yaratılışçılar evrimin olmadığına dair bir delil olarak görüyorlardı. Her ne kadar türler arası geçişlerin görüldüğü fosil kayıtları olsa da, yaratılışlar bunları görmezden gelir, ara formların görülmediği fosil kayıtlarına saldırırlardı. Nitekim, Darwin, “Türlerin Kökeninde” fosil kayıtlarındaki eksikliğinden yakındığı dile getirmiş ve teorisinin en eksik noktası olduğu belirtmişti. 

 

 Ancak daha sonraki paleontolojik çalışmalarla birçok eksik fosillerde bulundu. Ama hala “bazı” türler arası boşluklar doldurulamıyordu. Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge adlı iki lisansüstü öğrencisi bu boşluklara dair bir açıklama getirmişlerdi. Onlar, Ernst Mayr ve Theodosius Dobzhansky adlı iki biyoloğun coğrafi izolasyon teorisine dayanarak evrim süreçlerine dair bir hipotez geliştirdiler. Bu hipoteze punctuated equilibrium (kesintili denge) adını verdiler.

 

 Gould ve Eldredge, jeolojik kayıtlarda sıkça görülen bir türün uzun bir durağanlık sürecinden sonra jeolojik açıdan hızlı türleşmesinin bir istisna değil, bir kural olduğunu sundular. Bir ekosistemde belli bir dengeye ulaşan bir tür, seçilim baskına uğramasına rağmen büyük bir değişlik gerçeklemediği için türleşmiyordu. Bu süreçte genelde milyonlarca yıl sürüyordu. Ancak, bir coğrafi felaket ve yok oluş gerçekleştiğinde, farklı çevresel koşullara yerleşen türler ya da belli bir popülasyon içerisinde yeni çevresel koşullara adapte olabilen türler, farklı bir türe evrimleşiyordu. Bu açıklama da Mayr ve Dobzhansky’nin coğrafi izolasyon modeliyle tamamen uyuşuyordu. Bir popülasyon içerisinde gerçekleşen gen akışı, ortama uyum sağlamış türün türleşmesini engelliyordu. Ta ki bir yok oluş ya da çevresel değişim sonrasında izole olan bir grup, yeni ortamlara adapte olduğunda farklı türlere evrimleşiyordu. Bu yeni tür, diğer türlerle birtakım ilişki içerisinde bulunduğundan diğer türlerinde evrimine etki ediyordu. Sözün özü, bir yenilik ortaya çıkması için dengelerin bozulması gerekiyordu. Ne zaman bir denge bozulsa, yeni türler evrimleşiyordu.

 

 Bilim insanları arasında yeni modellerin mekanizmalarına dair tartışmalar sürmüş ve sürüyor olsa da, hiçbir ciddi biyolog ya da jeolog, evrimin olmadığına dair bir iddiada bulunmamıştır.

 

 Genetik bilimiyle de oldukça uyumla olan kesintili denge ve coğrafi izolasyon teorileri, evrimsel süreçlerin nasıl işlediğine dair olan bilgi birikimlerimizi arttırmış, yeni bilimsel çalışmalarında önünü açmıştır. Darwin’in ortaya koyduğu evrim teorisiyle oldukça uyumlu olan teorileri, evrimsel biyoloji alanına da daha fazla güç katmıştır.

 

 Sözünü ettiğim evrime dair olan hipotezler, yaratılışçılar tarafından çarpıtılarak evrimin aleyhine kullanılmıştır. Ancak yukarı da sözünü ettiğim hiçbir biyolog evrim karşıtı olmadığı gibi, yaptıkları katkılarla evrimsel süreçlerin daha iyi anlaşılmasına büyük katkı sağlamışlardır. Yaptıkları açıklamalar evrimsel biyoloji alanı içerisinde kalmış, herhangi bir ideolojik fikir katmamışlardır. Türler arası boşluklar olduğuna dair ifadeleri ise, türlerin nasıl evrimleştiğinin ve evrimleştikten sonra adapte olmalarıyla beraber ekosistem dengesinde sahip oldukları nişlerinin açıklamalarıdır. Yukarıda bahsi geçen hiçbir biyolog, türler arası bağlantısız sıçramalar olduğunu iddia etmemiştir.

 

 Elbette evrim teorisine yöneltilen itirazlar bu beş maddeden ibaret değildir. Çeşitli şekillerde yapılan itirazlar, genelde bu beş madde çerçevesi içerisinde ve ilişkili olarak yöneltilen itirazlardır.

 Mevcut olarak evrim teorisini çürütebilecek herhangi bir karşıt hipotez bulunmadığı gibi, evrim teorisini çürüttüğünü iddia eden açıklamalarda bilim dışıdır. Özellikle, İslam dini açısından getirilen itirazlar evrim teorisine alternatif değildir. Çünkü yapılan itirazların hiçbirisi bilimsel değildir. Herhangi bir teoriye bilimin yöntemleri dışında getirilen argümanlar, başta metodolojik açıdan hatalıdır.

 Evrim teorisinin sunduğu itirazları kabul etmeyen kesimlerin, bunlar teori, hipotez, varsayım, ihtimal, olasılık, yorum vs. gibi terimlerle henüz kanıtlanmadığını iddia etmeleri, temel olarak bilim felsefesi açısından hatalıdır. Bu tür yapılan itirazlar eğer ki haklı olduklarını ısrar ediyorlarsa, iddia ettikleri yanlışları bilim felsefesine yöneltmeliler ve bilim metotlarını gözden geçirmelilerdir. Çünkü, hedef evrim teorisi olsa da, yapılan itirazlar bilinçsizde olsa bilimin metotlarınadır. Ancak, bu kişilerin itirazlarını doğru kabul ettiğimiz takdirde, jeoloji, astronomi gibi alanların tamamı; biyoloji, fizik, kimya gibi alanlarında bir kısmının çöpe atılması gerekir. Sözgelimi, dünyanın geçmişini araştıran jeologlar, buldukları kanıtları doğrudan beş duyu organlarıyla algılayamadıkları için geçersiz olacaktır. Çünkü, yaratılışçılar evrim teorisinin %100 kanıtlanmamış olduklarını savlamaktadırlar, bir yorumdan ibaret olduğunu düşünmektedirler.

 Evrim teorisinin de dahil olduğu tüm bilimsel teoriler, bilimin temel ilkeleri gereği hiçbir zaman %100 olarak kanıtlanmazlar. Çünkü teoriler, olguların nasıl oldukları, fenomenlerin nasıl daha iyi anlaşılacakları ve ne olduklarını anlamamıza yardım olan açıklamalardır. Asla %100 doğrulanmazlar, ancak yanlışlanabilirler.

 Evrim teorisine yöneltilen bilim dışı itirazlar ve karşı çıkmaların başta da belirtildiği gibi İslam diniyle hiç uyuşmamaktadır. Kur’an insanı düşünmeye, daha doğru bilgiye ulaşmaya, sorgulamaya ve araştırmaya yöneltmesine karşın, evrim karşıtları çağlar önceki zamanın dinlerle iç içe geçmiş bilim ve felsefe bilgilerini muhafaza etme tutumu sergilemektedirler. Bu da sürekli sorgulamaya teşvik eden İslam diniyle çelişen bir bakış açısıdır. Nitekim tekrar vurgulamakta fayda vardır ki, Ankebut Suresi 20. ayette canlılığın nasıl olduğu bilim yoluyla bulmamızı emreden Allah, Kur’an’da başka bir ayette canlılığın nasıl oluştuğunu açıklamış olsaydı, kitap kendisiyle çelişirdi. Bu da, sonsuz kudrette ve her şeyin nedeni olan Tanrı’nın varlığı ile çelişirdi. Allah tarafından indirilen bir kitabın kendi içerisinde çelişmesi mümkün olmadığından, Kur’an’ı Kerim açısından da canlılığın nasıl oluştuğu -dolayısıyla insanı da ihtiva eden canlılık- ancak bilimsel bilgiler ile ulaşılabileceği anlaşılmaktadır.