Hassas Ayar Hakkında Bilim İnsanlarının Görüşleri

 


Hassas Ayar Hakkında Bilim İnsanlarının Görüşleri 


Yazar: Onur Kenan Aydoğdu


Malesef bazı insanlar , saplantılı ideolojilerinden dolayı bilimsel verileri keyfi bir şekilde inkar etmektedir. Hatta bu bilimsel gerçekleri inkara bazı bu düşünce şeklindeki (saplantılı ideoloji) bilim insanları da katılır. Doğru bilgiye ulaşmanın zor olduğu ve doğru bilgilerinin yerini malesef yalanların aldığı bu çağda elimden geldiğince her inançtan, her görüşten alanında uzman olan bilim adamlarından alıntı yaparak sizlere doğruları aktarmaya çalışacağım. 


Hassas Ayar bilimsel bir gerçektir ve bilim camiasında genel kabul görmüştür. Kabul etmeyen bir iki kişinin kabul etmeme sebepleri, halktan bazı kesimin kabul etmeme sebebi ile aynıdır. Kendilerine ters olduğu için gayet keyfi bir şekilde inkara başvurmaktadırlar.





Teorik Fizikçi ve Sicim Kuramcısı Brian Randolph Greene ;

''Şişme kozmolojisinin ufuk ve düzlük problemleriyle ilgili görüşleri müthiş bir ilerlemeyi temsil eder. Kozmolojik evrimin madde/enerji yoğunluğu bugün gözlediğimiz evreninkine yakın olan, türdeş bir evren ortaya çıkarabilmesi için, standart Büyük Patlama modeli, evrenin ilk dönemlerindeki koşullarda kesin, açıklanamayan, neredeyse esrarengiz bir hassas ayar olmasını gerektirir.'' (1)

''Eğer evren gerçekten büyük ölçeklerde düzgün, birörnek ve türdeş ise -bunlar, bütün astronomi çözümlemelerinin temelinde yer alan ve gözlemlerce desteklenen özelliklerdir- o zaman, daha küçük-ölçekli kümelenmeler nereden geliyor olabilir? Standart Büyük Patlama nın sadık taraftarları, bir kere daha, omuz silkerek topu evrenin ilk dönemlerindeki esrarengiz bir şekilde ayarlanmış, uygun koşullara atarlar.'' (2)


''Büyük Patlama nın, gözlemsel olarak motive edici olmakla birlikte kuramsal olarak açıklanamayan, çok iyi ayarlanmış birörnek başlangıç koşullarına bağlı olması fizikçilerin tüylerini diken diken eder.'' (3)

''Sadık bir inananın, düzlük problemine tepkisi, evrenin ilk dönemlerindeki -standart Büyük Patlama kuramının gözlemleri doğrulayan öngörülere yol açması için gerektirdiği- iyi ayarlanmış madde/enerji yoğunluğunu açıklanamayan bir veri olarak alıp, omuzlarını silkerek, kısa ve sertçe "O zamanlar öyleydi" şeklinde olur. Ama bu cevap çoğu fizikçiyi tiksindirir. Fizikçiler, eğer bir kuramın başarısı bazı özelliklerin açıklayamadığımız ayarlanma şekillerine son derece bağlı ise, o kuramın doğal olmadığını kabul ederler. Evrenin ilk dönemlerindeki madde/enerji yoğunluğunun niçin kabul edilebilir bir değere bu kadar hassas bir şekilde ayarlanmış olduğunun nedenini açıklamadığından, birçok fizikçi standart Büyük Patlama modelinin yüksek ölçüde kurmaca olduğunu düşündü. Bu nedenle, düzlük problemi, standart Büyük Patlama modelinin, üzerinde çok az bilgi sahibi olduğumuz, uzak geçmişteki koşullara olan olağanüstü hassasiyetine dikkat çekiyor; kuramın işlemesi için nasıl evreni olduğu gibi varsayması gerektiğini gösteriyor.''(4)





Nobel Fizik Ödüllü İngiliz matematiksel fizikçi, matematikçi ve bilim felsefecisi Sir Roger Penrose;

''Yaradan’ın ne kadar isabetle hedefini belirlediği görülüyor; yani, doğruluk oranı şöyledir: 10 üzeri 10 üzeri 123de bir. Bu olağanüstü bir rakamdır. Normal ondalık bildirimde yazmağa kalkışsak, tümünü yazmamız olanaksızlaşabilir: ‘1’i izleyen 10 üzeri 123 adet ‘0’ koymalıydık! Tüm evrendeki her bir bağımsız proton ve her bir bağımsız nötronu ‘0’ olarak yazsaydık ve iyi bir ölçümleme için öteki tanecikleri de bildirimimize katmamız gerekirdi, gerçekten böyle bir bildirimi yazmayı başaramazdık. Evrenin yaratılışı için gerekli bu duyarlılık, cisimlerin anlık davranışlarını bildiren üstün dinamik denklemlerin (Newton’un, Maxwell’in, Einstein’ın denklemlerinin) olağanüstü doğruluğundan hiç de aşağı kalmaz görünüyor.'' (5)

''Geri çöken bir evrenin entropisinin mutlaka düşük olmasının gerekmediğini biliyoruz artık. Demek ki büyük patlamanın entropisinin ‘az olmasının’, yani bize ikinci yasayı sunan durumun tek nedeni, büyük patlama anında evrenin ‘küçük olması’ değildi! Büyük ezilişin resmini zamanda geri çevirsek, fevkalade yüksek entropiye sahip bir 'büyük patlama’ elde etmemiz gerekir ve bu durumda ikinci yasa var olamaz! Herhangi bir nedenle evren çok özel (düşük entropili) bir durumda, FRW modellerinin zorunlu kıldığı WEYL = 0 gibi bir şartı sağlayarak yaratıldı. Böyle bir şart olmasaydı, gerek başlangıç ve gerekse sonuç tekilliklerinin WEYL → ∞ türü yüksek entropiye sahip olmaları ‘çok daha büyük olasılığa’ sahip olacaktı. (Şekil 7.17). Böyle ‘olası’ bir evrende gerçekten termodinamiğin ikinci yasasına yer yoktur!''(6)


"Doğanın gerçek parçacıklarının kütleleri ve yükleri için sahip oldukları tuhaf değerleri çevreleyen önemli gizemler vardır. Örneğin, elektromanyetik etkileşimlerin gücünü yöneten açıklanamayan 'ince yapı sabiti' vardır." (7)




İngiliz kozmolog, teorik fizikçi ve matematikçi John David Barrow;

"Genişleyen bir evrende herhangi bir türden yaşamın mümkün olduğu yalnızca belirli zaman aralıkları vardır ve biz astronomiyi ancak kozmik tarihte yaşanabilir zaman aralığında uygulayabiliriz." (8)






Güney Afrika'daki Cape Town Üniversitesi Matematik ve Uygulamalı Matematik Bölümü'nde emeritus seçkin bir profesör George Francis Rayner Ellis;

"Bu karmaşıklığı mümkün kılan kanunlarda inanılmaz bir ince ayar vardır. Başarılan şeyin karmaşıklığının farkına varılması, kelimenin ontolojik statüsüne ilişkin bir tavır almadan 'mucizevi' kelimesini kullanmamayı çok zorlaştırıyor." (9)




  İngiliz teorik fizikçi, ilahiyatçı John Charlton Polkinghorne;

"Antropik ince ayar, sadece mutlu bir kaza olarak reddedilemeyecek kadar dikkat çekicidir." (10)




Nobel Fizik Ödüllü Amerikalı Fizikçi Arno Penzias;

“Astronomi bizi benzersiz bir olaya, yoktan yaratılan bir evrene, yaşamın var olması için gerekli bütün şartları sağlayacak çok hassas dengeye sahip bir evrene ve altında yatan bir plana ("doğaüstü" denilebilecek bir plana) sahip bir evrene götürüyor.” (11)





AM bir İngiliz fizikçi, yazar ve yayıncı. Arizona State Üniversitesi'nde profesör olarak BEYOND Direktörü Paul Charles William Davies;

"Evrenin, evrendeki yasaların ve kompleks yapıların ortaya çıkmasına ve gelişmesine olanak tanıdığı gerçeği, bence bütün bunların arkasında “bir şeylerin döndüğüne” dair sağlam bir kanıttır. Bu tasarımın insanın üzerinde bıraktığı etki gerçekten çok ama çok kuvvetli." (12)

"Evrenin patlama hızı inanılmayacak kadar hassas bir kesinlikle belirlenmiştir. Bu nedenle big bang herhangi bir patlama değil, her yönüyle çok iyi hesaplanmış ve düzenlenmiş bir oluşumdur." (13)

"Evrenin, evrendeki yasaların ve kompleks yapıların ortaya çıkmasına ve gelişmesine olanak tanıdığı gerçeği, bence bütün bunların arkasında “bir şeylerin döndüğüne” dair sağlam bir kanıttır. Bu tasarımın insanın üzerinde bıraktığı etki gerçekten çok ama çok kuvvetli." (14)




İngiliz kimyacı Leslie Eleazer Orgel;

''Son derece kompleks yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve DNA) aynı yerde ve aynı zamanda tesadüfi olarak teşekkülleri aşırı derecede ihtimal dışıdır. Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün değildir. Dolayısıyla insan,hayatın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadığı sonucuna varmaktadır.'' (15)




Nobel Ödüllü İngiliz moleküler biyolog, fizikçi ve nörobilimci Francis Harry Compton Crick;


''Bugünkü mevcut bilgilerin ışığında dürüst bir adam ancak şunu söyleyebilir. Bir anlamda hayat mucizevi bir şekilde ortaya çıkmıştır.'' (16)





Ünlü Ateist Etolog, Evrimsel Biyolog ve Yazar Richard Dawkins ;

''Gece gökyüzüne baktığımızda yıldızları görmemiz ''raslantı''değildir çünkü yıldızların varlığı çoğu kimyasal elementin oluşumda ilk koşuldur ve kimyanın etkisi olmadan yaşam olmazdı.
Fizikçilerin hesabına göre eğer fizik kanunları ve değişmezleri bir parça bile farklı olsaydı, evren yaşamı imkansız kılacak şekilde gelişirdi.'' (17)




Amerikalı filozof ve fizikçi Robin Collins;

“Hayatın varlığını sürdürebilmesi için nasıl olması gerekiyorsa tam da o özellikleri olan bir evrenimiz var. Bu eşzamanlı/uyumlu oluşlar, tesadüflerin bir sonucu olamayacak kadar şaşırtıcı, Paul Davies’in deyimiyle tasarımın etkisi inanılmaz derecede şaşırtıcı.” (18)





Britanyalı kozmolog ve astrofizikçi Martin John Rees;


Bir helyum atomunun çekirdeği,, birleşip kendisini oluşturan iki proton ve iki nötronun toplam ağırlığının %99,3’ü kadar. Yani, çekirdeği oluşturan parçacıkların kütlesinin %0,7’si ›ısı olarak salınıyor. Helyum, yıldızların sıcak merkezinde muazzam sıcaklık ve basıncın tetiklediği termonükleer tepkimelerle birleşen hidrojen çekirdeklerince oluşturuluyor. Yani hidrojen atomlar› birleştiklerinde kütlelerinin 0,007’sini enerjiye dönüştürüyorlar. Bu sayı, ε bir atom çekirdeği içindeki parçacıklar› birbirine yapıştıran kuvvetin (şiddetli çekirdek kuvveti) gücünün bir türevi. 

Peki bu niye bu kadar önemli? Bu sayı birazcık daha küçük, örneğin 0,006 olsaydı, bir nötron, protona (hidrojen çekirdeği) bağlanamaz ve evren yalnızca hidrojenden oluşurdu. Anlamı: Ne kimya dediğimiz süreç, ne de yaşamın varlığı. Tersine 0,008 olsaydı, bu kez Büyük Patlama’da muazzam ölçülerde üretilen hidrojenden tek bir atom bile geriye kalmazdı. Yine sonuç: Ne Güneş Sistemi, ne de yaşam... 

Öteki sayılarsa şunlar: 10 üzeri 36. Bu say› da atomlar› bir arada tutan kuvvetlerin gücünün, aralarındaki kütleçekim kuvvetine bölünmesiyle elde ediliyor. Anlamı, kütleçekimin, atomlar arasındaki çekime kıyasla çok daha zayıf olduğu›. Say› bundan biraz daha küçük olsaydı, ancak çok kısa ömürlü, küçük bir evren ortaya çıkardı. 

Omega Ω : Evrende gökadalar, gaz, karanlık madde dahil tüm maddenin yoğunluğunu gösteren bir parametre. Genişleyen bir evrende kütleçekiminin göreli etkisini gösteriyor. Kütleçekimi biraz daha güçlü olsa evren kendi üstüne çöker; biraz daha zayıf olsa hiçbir yıldız ve gökada oluşamazdı. 

Lambda λ: 1998’de keşfedilen, evrenin genişlemesini yöneten kozmik bir itici güç. Neyse ki değeri oldukça küçük ve bir milyar ışık yılından daha küçük yapılar üzerinde gözlenebilen bir etkisi yok. Ama biraz daha güçlü olsaydı yıldızlar, gökadalar ve yaşam ortaya çıkamazdı.

 Q: Genişleyen evrende gezegenler ya da gökadalar gibi yapıların oluşmasını tetikleyen düzensizliklerin genliği. Oranı 1/100.000. Oran biraz daha küçük olsaydı evren, içinde yaşam olmayan bir gaz bulutundan başka bir şey olmazdı. Buna karşılık biraz daha büyük olsaydı, evrendeki maddenin büyük kısmı dev karadeliklere yem olurdu. 

D: Evrenimizdeki uzay boyutlarının sayısı. Bildiğimiz gibi bunların sayısı 3. Eğer 2 ya da 4 olsaydı, Rees’e göre yaşam varolamazdı. (19)


''Rees, evrenimizi özellikle altı sayının yönettiğini ve bu değerlerden herhangi biri değiştirilse bile her şeyin olduğu gibi olamayacağını iddia ediyor. Örneğin, evrenin olduğu gibi var olması için, hidrojenin kesin ama nispeten görkemli bir şekilde -özellikle kütlesinin binde yedisini enerjiye dönüştürecek şekilde- helyuma dönüştürülmesi gerekir. Bu değeri çok az düşürün - örneğin yüzde 0,007'den yüzde 0,006'ya - ve hiçbir dönüşüm gerçekleşemez: evren hidrojenden oluşur ve başka hiçbir şeyden oluşmaz. Değeri çok az yükseltin - yüzde 0,008'e - ve bağlanma o kadar çılgınca üretken olur ki, hidrojen çoktan tükenmiş olur. Her iki durumda da, sayıların en ufak bir şekilde ayarlanmasıyla, bildiğimiz ve ihtiyaç duyduğumuz evren burada olmazdı.'' (20)




İngiliz Ateist fizikçi, evrenbilimci, astronom, teorisyen ve yazar Stephen Hawking ;


''Bilim yasaları şimdi bildiğimiz biçimiyle, elektronun elektrik yükünün niceliği ve proton ve elektronun kütlelerinin oranı gibi pek çok temel sayı içerir. Şaşılası gerçek ise bu sayıların değerlerinin yaşamın gelişimini olanıklı kılmak için çok ince ayar edilmiş gibi gözükmesidir.'' (21)

''Önümüzde olası evrenlerden oluşan uçsuz bucaksız bir manzara var. Yine de, bir sonraki bölümde göreceğimiz gibi, içinde bizimki gibi yaşam olan evrenler çok nadir. Biz yaşamın olası olduğu bir evrende yaşıyoruz, ama evren azıcık farklı olsaydı bizim gibi canlılar varolamazdı.'' (22)

''Gezegen hayatın gelişmesi için birkaç yüz milyon yıllık sabit yörünge gerektiği varsayılırsa uzay boyutlarının sayısı da bizim varlığımızla sabitlenmiştir. Çünkü yerçekimi yasasına göre ancak üç boyutta dengeli eliptik yörüngeler mümkün olabiliyor. Dairesel yörüngeler bir başka boyutta olanaklı, ancak bunlar Newton’un korktuğu gibi sabit değiller.Üç boyut dışındaki herhangi bir boyutta küçücük bir bozulma, örneğin diğer gezegenlerin çekiminde oluşan bir değişiklik , gezegeni dariesel yörüngesinden çıkarır, Güneş’e uzak veya yakın dönmesine neden olurdu, yani ya donar, ya da yanardık. Ayrıca üçten fazla boyutta iki cisim arasındaki çekim kuvveti, üç boyutta olduğundan çok daha hızlı bir şekilde azalırdı.Üç boyutta uzaklık iki katına çıktığında çekim kuvveti değerini ¼ oranında kaybeder.Sonuç olarak üçten fazla boyutta Güneş, içsel basıncının çekim gücünün çekimini dengelediği sabit bir konumda kalamaz. Ya parçalanır ya da çökerek bir kara deliğe dönüşür ki , öyle ya da böyle gününüz berbat olur. Atomik ölçekte elektrik kuvveti çekim kuvveti gibi davranır. Yani atomlardaki elektronlar ya kaçar ya da çekirdeğin içine düşer. Her iki durumda da bizim bildiğimiz anlamda atomların olması olası değildir.

Zeki gözlemcileri destekleme becerisine sahip karmaşık yapıların ortaya çıkışları çok kırılgandır. Doğanın yasalarının biçim verdiği bir sistem olağanüstü ince bir ayara sahiptir ve bildiğimiz hayatın gelişme olasılığını ortadan kaldırmadan yapabilecek değişiklik çok küçüktür. Fizik yasasının kesin ayrıntılarında bir dizi şaşırtıcı rastlantı olmasaydı, insanlar ve benzeri yaşam formları varlık kazanamazdı. En etkileyici ince-ayarlı rastlantı, Einstein’ın genel görelilik denklerindeki kozmolojik sabitini içerir. Daha önce de belirttiğimiz gibi 1915’te kuramını formüle ettiğinde Einstein evrenin durağan olduğuna inanıyordu, yani evren ne genişliyor ne de daralıyordu.

Bütün maddeler diğer maddeleri çektiğinden , evrenin kendi üzerinde çökme eğilimiyle savaşması için yeni bir karşı-çekim kuvvetini kuramına ekledi.Bu kuvvet, diğer kuvvetlerin tersine,herhangi bir kaynaktan gelmiyordu, uzay-zamanın kendi içinde oluşturulmuştu. Kozmolojik sabit bu kuvvetin gücünü tanımlar. Evrenin durağan olmadığı keşfedildiğinde Einstein kozmolojik sabiti kuramından çıkardı ve onu denklemlerine eklemeyi hayatının en büyük yanlışı saydı. Ancak 1998’de çok uzak süpernovaların gözlemleri, evrenin artan bir hızla genişlediğini ortaya çıkardı; bütün uzayda etkili olan bir tür itici kuvvet olmaksızın bunun olmaksızın bunun olanaksız olduğu anlaşıldı.Kozmolojik sabit böylece yeniden doğdu. Artık bu sabitin değerinin sıfır olmadığını biliyoruz, ama neden böyle bir değeri var sorusu geriye kalıyor.Fizikçiler,kuantum mekaniklerinin sonuçlarına göre nasıl ortaya çıktığını açıklamak üzere tartışmalar başlattı, ancak buldukları değer 120 basamaklıydı( birden sonra gelen 120 adet sıfır) ve bu, süpernova gözlemlerinde ulaştıkları gerçek değerden daha güçlüydü.Ya hesabın mantığı yanlıştı, ya da mucizevi bir şekilde hesaplanan sayının hayal bile edilemeyecek küçüklükteki kesri dışında kalan bölümünü geçersiz kılan başka bir etki vardı. Kesin olan tek şey , kozmolojik sabit sahip olduğu değerden çok daha büyük olsaydı evrenimiz galaksiler oluşmadan önce parçalanırdı- ve yine bildiğimiz hayat olmazdı.'' (23)




Kuzey İrlandalı bir matematikçi, biyoetikçi John Lennox;


"Bizler insan tasarımı aletlerin tespit edebileceğinden çok daha hassas bir alemde yaşıyoruz. Yine de kainat karşısında hala bizi bekleyen çarpıcı süprizler var. Eğer planck süresi içinde (evrenin başlangıcından sadece 10^-43 saniye sonra) genişleme ve çökme kuvvetlerinin oranında 10^55 'te bir kadar küçük bir farklılaşma olsaydı ya genişleme çok hızlı olacak ve evrende galaksiler oluşmayacaktı, ya da daha yavaş genişleme yüzünden sonunda çok hızlı bir çöküş vuku bulacaktı." (24)




Amerikalı bir teorik fizikçi John Archibald Wheeler;


"Evrenin temel yapı özellikleri ‘hayata imkân verecek şekilde’ ve mükemmel bir incelikle ayarlanmıştır. Evrenin yaratılışından itibaren bütün oluşumlar, insanı ortaya çıkaracak bir tarzda gerçekleştirilmiştir. İnsansız bir evren ne mâna ifade ederdi? Fiziğin ortaya koyduğu gerçekler, insanın evrende oldukça özel bir yeri olduğunu gösterir. İdrâk sahibi, zeki gözlemciler topluluğu bulunmadan evrenin bir anlam ve önem taşıması tasavvur dahi edilemez." (25)




Amerikalı bir fizikçi ve yaklaşık elli kitabın yazarı James Stanley Trefil;


James Trefil şunları anlatıyor: "Evren içinde yaşayan bizzler, doğanın temel değişmezlerinin son derecede 'ince ayarlı' olmasının nedenini, ancak canlıların oluşmasına, hatta akıllı varlıkların ortaya çıkmasına bağlamalıyız. Bu temel sabitlerin en küçük orandaki değişimi canlılığı imkansız kılardı. "

Fizikçi, aynı derginin 56. sayfasında sadece yerçekimi (kütle çekim) yasasını ele alarak bu konuyu evren boyutlarına taşıyor: "Eğer evrendeki çekim kuvveti şimdikinden farkli olsaydı neler olurdu? Eğer Newton'un çekim kuvveti, şimdiki değerinden daha az olsaydı, iki ihtimal ortaya çıkardı.

Birincisinde, evrenin genişleme sürecinde çekim kuvveti şimdikinden daha az olacağından, genişleme daha hızlı gerçekleşecek, sonuçta yıldızlar ve galaksiler arasındaki çekimin az olmasıyla gök-cisimleri birbirlerinden çok uzaklara kaçmış ve dağılmış olacaklardı.

ikincisinde, belki de daha da önemlisi, güneşler, gezegenler ve galaksilerin kendi iç çekim kuvvetleri şimdikinden daha az degerde olacağından, bu kez madde dağılacak ve kendi kendini çekmeyen tüm gök elemanları dağılıp uzayın derinliklerine savrulacaktı. Madalyonun öbür yanında, çekimin şimdikinden daha fazla olması durumu bulunur. Bu durumda da ilk evren maddesi daha genişlemeye fırsat bulamadan kendi içine kapanıp çökecekti."

Sonuç şudur: çekim yasası öylesine hassas bir dengededir ki, bu yaşamın sabit değeri olan G 'de görülebilecek en ufak bir farklılık, şimdiki evrenin oluşmasını mümkün kılmayacak ve neticede canlı hayat asla vücut bulmayacaktı. (26)




Kanadalı bir Astrofizikçi Hugh Norman Ross;

''Kendimizi kozmosun uçsuz bucaksızlığında önemsiz noktalar olarak görmek yerine, bu enginliği kendi değerimizin bir göstergesi olarak düşünebiliriz. Görünüşe göre Yaradan bizim için büyük bir yatırım yaptı - 50 milyar trilyon yıldızdan oluşan bir evren, artı yüz kat daha fazla madde, hepsi akıllara durgunluk veren bir hassasiyetle ince ayarlı. Bu görüşü destekleyen kanıtların gücü ve bolluğu olmasaydı, kibirin zirvesi gibi görünürdü. Alçakgönüllülük, bu kanıtlara daha derinden ve daha geniş bir şekilde bakmamızı gerektirir.'' (27)

''Güçlü nükleer kuvvet biraz daha zayıf olsaydı, çok protonlu çekirdekler bir arada duramazdı. Hidrojen evrendeki tek element olurdu.'' (28)


Sismik (Deprem) Hareketleri-Eğer daha fazla olsaydı: Canlılar için sürekli bir yıkım olurdu.

-Eğer daha az olsaydı: Okyanus zeminindeki besinler suya karışmaz, okyanus ve deniz yaşamı dolayısıyla bütün Dünya canlıları olumsuz etkilenirdi. (29)




İngiliz astronom Fred Hoyle;

"Eğer yıldız nükleosentezi (atom çekirdeği birleşimi) yoluyla karbon ya da oksijen üretmek isterseniz, ayarlamanız gereken iki ayrı düzey vardır. Ve yapmanız gereken ayar, tam da şu anda yıldızlarda var olan ayardır... Gerçeklerin akıl süzgecinden geçirilerek yorumlanışı ortaya koymaktadır ki, üstün bir Akıl, fiziğe, kimyaya ve biyolojiye müdahale etmiştir ve doğada varlığından söz etmeye değer bilinçsiz güçler yoktur. Gerçeklerin hesaplanmasıyla ortaya çıkan sayılar o kadar akıl almazdır ki, beni bu sonucu tartışmasız biçimde kabul etmeye götürmektedir." (30)





Astrofizikçi, teorik fizikçi, bilgisayar bilimcisi ve hesaplamalı biyolog William Henry Press;


"Evrende, akıllı yaşamın gelişmesini destekleyen büyük bir tasarım bulunmaktadır." (31)





Akıllı tasarımın İngiliz - Avustralyalı bir savunucusu biyokimyacı Michael Denton;


''İnsan kozmolojiyi araştırdıkça, inanılmazlık giderek daha belirgin hale gelir. Evrenin başlangıcı hakkındaki son bulgular, genişlemekte olan evrenin, hayranlık uyandırıcı bir hassasiyetle düzenlenmiş olduğunu ortaya koymaktadır.'' (32)


"Dünya'da insanların varlığı için gerekli olandan çok daha fazla düzen vardır. Evrende canlılığın olabilmesi için gereklilikler, hep çok küçük olasılıkların seçilmesi sayesinde olmuştur. Eğer böyle olmasaydı, bu olgulardan çıkarsanan tasarıma dair sonuç da bu kadar güçlü olmazdı. " (33)

''Eğer havanın yoğunluğu ya da durgunluğu biraz daha fazla olsaydı, hava direnci çok büyük oranlara çıkacaktı ve hava soluyan bir canlıya ihtiyaç duyduğu oksijen oranını sağlayacak bir solunum sistemi tasarlamak imkansız hale gelecekti... Muhtemel atmosfer basınçları ile muhtemel oksijen oranlarını karşılaştırarak "hayat için uygun" bir rakamsal değer aradığımızda, çok sınırlı bir aralıkla karşılaşırız. Hayat için gerekli olan çok fazla şartın hepsinin bu küçük aralıkta gerçekleşmesi—ve atmosferin de bu aralıkta olması—elbette ki çok olağanüstü bir uyumdur.'' (34)

"Hava soluyan canlıların var olabilmesi için, atmosferin genel karakteristik özellikleri—yoğunluğu, akışkanlığı, basıncı vs.—şu anda sahip oldukları değerlere çok çok benzer olmak zorundadır" (35)

''Atmosferimiz daha fazla oksijen içerebilir ve buna rağmen hayatı destekleyebilir miydi? Hayır! Oksijen çok reaktif bir elementtir. Şu anda atmosferde bulunan okijeninin oranı, yani yüzde 21, yaşamın güvenliği için aşılmaması gereken sınırların tam ideal noktasındadır. Yüzde 21'in üzerine artan her yüzde birlik oksijen oranı, bir yıldırımın orman yangını başlatma olasılığını % 70 artıracaktır.'' (36)






Amerikalı Fizikçi George Wetherill;


"Jüpiter'in bulunduğu yerde eğer bu büyüklükte bir gezegen var olmasaydı, Dünya, gezegenler arası boşlukta gezinen meteorlara ve kuyrukluyıldızlara yaklaşık bin kat daha fazla hedef olurdu... Eğer Jüpiter olduğu yerde olmasaydı, şu anda biz de Güneş Sistemi'nin kökenini araştırmak için var olamazdık." (37)


"Dünya; atmosferi ve okyanuslarıyla, kompleks biyosferiyle, uygun biçimde okside edilmiş kabuğuyla, zengin silisyum yataklarıyla, tortul veya katılaşım kayalarıyla, zengin buz yatakları, çölleri, ormanları, tundraları, otlak alanları, tatlı su gölleri, kömür ve petrol yatakları, yanardağları, hayvanları, bitkileri, manyetik alanı, okyanus dibi şekilleri ve hareketli mağmasıyla…hayranlık uyandıracak derecede kompleks bir sistemdir." (37)





Amerikalı jeologlar Frank Press ve Raymond Siever;


"(Yaptıkları araştırmalar sonucunda) Belirttiklerine göre "yaşam sadece çok sınırlı bir ısı aralığında mümkündür... ve bu ısı aralığı Güneş'in ısısı ile mutlak sıfır arasındaki muhtemel ısıların yaklaşık % 1'lik bir bölümünü oluşturmaktadır. Dünya'nın ısısı, tam bu dar aralıktadır." (38) 

''Dünya'nın çekirdeği ise çok büyük bir hassasiyetle dengelenmiş ve radyoaktivite tarafından beslenen bir ısı motorudur... Eğer bu motor daha yavaş çalışsaydı, kıtalar şu anki yapılarına ulaşamazlardı... Demir hiçbir zaman erimez ve merkezdeki sıvı çekirdeğe inmezdi ve böylece Dünya'nın manyetik alanı hiçbir zaman oluşmazdı... Eğer Dünya'nın daha fazla radyoaktif yakıtı olsaydı ve dolayısıyla daha hızlı bir ısı motoru bulunsaydı, volkanik bulutlar Güneş'i kapatacak kadar kalın olur, atmosfer aşırı derecede yoğun hale gelir ve Dünya yüzeyi de hemen her gün volkanik patlamalar ve depremlerle sarsılırdı.'' (38)



''Dünya'nın büyüklüğü tam olması gerektiği kadardır. Daha küçük olsa yerçekimi çok zayıflayacak ve atmosferi Dünya'nın etrafında tutamayacaktı, daha büyük olsaydı bu kez de yerçekimi çok artacak ve bazı zehirli gazları da tutarak atmosferi öldürücü hale getirecekti.'' (38)







Amerikalı kimyager ve biyolog Stanley Lloyd Miller ve Nobel Kimya Ödüllü Amerikalı kimyager Harold Clayton Urey;


''İlkel atmosferde oksijen olsaydı, oksitlenme nedeniyle kimyasallar imha olurdu. Eğer ilkel atmosferde oksijen olmasaydı, o zaman da kimyasalları morötesi güneş ışınlardan koruyacak olan ozon tabakası olmayacak ve hayat yine oluşmayacaktı.''(39)




Astrofizikçi ve Kozmolog Luke Barnes;


''İnce ayar, fiziğin ulaştığı en derin seviyede evrenin iyi bir şekilde bir araya getirildiğini gösteriyor. Tüm sistem iyi düşünülmüş görünüyor, birinin planladığı ve yarattığı bir şey.'' (40)





Amherst Koleji'nde Sidney Dillon Astronomi Onursal Profesörü George Greenstein;


''Eğer yıldızlar birbirlerine biraz daha yakın olsalar, astrofizik çok da farklı olmazdı. Yıldızlarda, nebulalarda ve diğer gök cisimlerinde süregiden temel fiziksel işlemlerde hiçbir değişim gerçekleşmezdi. Uzak bir noktadan bakıldığında, galaksimizin görünüşü de şimdikiyle aynı olurdu. Tek fark, gece çimler üzerine uzanıp da izlediğim gökyüzünde çok daha fazla sayıda yıldız bulunması olurdu. Ama pardon, evet; bir fark daha olurdu: Bu manzarayı seyredecek olan "ben" olmazdım... Uzaydaki bu devasa boşluk, bizim varlığımızın bir ön şartıdır.'' (41) 




"Atomları lazer ışığıyla soğutma ve hapsetme yöntemlerini geliştirdikleri için" Claude Cohen-Tannoudji ve Steven Chu ile birlikte 1997 Nobel Fizik Ödülü'nü kazanan fizikçi William Daniel Phillips;


''Tanrı'ya inanıyorum. Aslında, yaratılışta hareket eden ve onunla etkileşime giren kişisel bir Tanrı'ya inanıyorum. Fiziksel evrenin düzenine ilişkin gözlemlerin ve yaşamın gelişimi için evrenin koşullarının görünüşte olağanüstü ince ayarının, akıllı bir Yaratıcının sorumlu olduğunu gösterdiğine inanıyorum.” (42)






Referanslar;

(1)  Evrenin Dokusu , Brian Greene , Sayfa 357
(2) Evrenin Dokusu , Brian Greene , Sayfa 370
(3) Evrenin Dokusu , Brian Greene , Sayfa 385
(4) Evrenin Dokusu , Brian Greene , Sayfa 355
(5) Kralın Yeni Usu, Roger Penrose, sayfa 599
(6) Kralın Yeni Usu, Roger Penrose, sayfa 589
(7) Roger Penrose (2016). “The Road To Reality: A Complete Guide to the Laws of the Universe”, p.870, Random House
(8) John D. Barrow (2011). “Evrenler Kitabı”, s.99, Random House
(9) "The Anthropic Principle: Laws and Environments". Article in "The Anthropic Principle: Proceedings of the Second Venice Conference on Cosmology and Philosophy", book edited by F. Bertola and U. Curi, Cambridge University Press, p. 30, 1988.
(10) Polkinghorne, John (1998) Science and Theology: An Introduction p. 75
(11) Henry Margenau ve Roy Abraham Varghese (ed.), Cosmos, Bios, and Theos (LaSalle,İll.: Open Court, 1992), s.83.
(12) Paul Davies, The Cosmic Blueprint, Simon and Schuster, New York 1988, s.203.
(13) Paul Davies, Superforce: The Search For a Grand Unified Theory Of Nature, 1984, s. 184
(14) Paul Davies, The Cosmic Blueprint, Simon and Schuster, New York 1988, s. 203.
(15) Leslie E.Orgel, ''The Origin of Life on Earth'', Scientific American, vol. 271, October 1994, p.78
(16) Francis Crick, Life Itself: It's Origin and Nature, New York, Simon & Schuster, 1981, s.88
(17) Richard Dawkins, Tanrı Yanılgısı, s.135
(18) The Cosmic Blueprint: New Discoveries in Nature’s Creative Ability to Order the Universe
(19) Bilim ve Teknik (Ağustos, 2002) s.46
(20) Bill Bryson, A Short History of Nearly Everything, 16
(21) Stephan Hawking, A Brıef Hıstory of Tıme, s.125
(22) Stephan Hawking, Büyük Tasarım, ss.121
(23) Stephan Hawking, Büyük Tasarım, sayfa 133-134
(24) John Lennox, Aramızda Kalsın Tanrı Var ss.97
(25) İrfan Yılmaz-İ.Hakkı İhsanoğlu, İlim ve Din
(26)  Taşkın Tuna, Muhteşem Tasarım, ss.157-158
(27) Hugh Ross (2010). “Why the Universe Is the Way It Is”, p.41, Baker Books
(28) Hugh Ross (1989). “The Fingerprint of God: Recent Scientific Discoveries Reveal the Unmistakable Identity of the Creat”, p.82, BookBaby
(29) Hugh Ross, The Fingerprint of God: Recent Scientific Discoveries Reval the Unmistakable Identity of the Creator, Oranga, California, Promise Publishing, 1991, s. 129-132
(30) Paul Davies. The Accidental Universe, Cambridge: Cambirdge University Press, 1982, s. 118
(31) W. Press, "A Place for Teleology?", Nature, vol. 320, 1986, s. 315
(32) Michael Denton, Nature’s Destiny: How The Laws of Biology Reveal Purpose in The Universe, The New York: The Free Press,1998, s.12-13
(33) Michael Denton, Nature Destinity s.15
(34) Michael Denton, Nature's Destiny, s. 128
(35) Michael Denton, Nature's Destiny, s. 127
(36) Michael Denton, Nature's Destiny, s. 121
(37) G. W. Wetherill, "How Special is Jupiter?", Nature, vol. 373, 1995, s. 470
(38) F. Press, R. Siever, Earth, New York: W. H. Freeman, 1986, s. 4
(39) R.L.Wysong, Creation-Evolution controversy, Midland, mich, ınquiry Pres, 1976, s.212
(40) Lewis ve Barnes, Şanslı Bir Evren , 323, 320
(41) George Greenstein, The Symbiotic Universe, s. 21
(42) Tihomir Dimitrov, 50 Nobel Laureates And Other Great Scientists Who Believe In God, s. 19 (Derleyici T. Dimitrov'a bir mektup. 19 Mayıs William D. Phillips'in izniyle yeniden basılmıştır.)