Şuur/Bilinç Argümanı
Bu yazı http://pessimistfelsefe.blogspot.com/search?q=şuur sayfasından alınmıştır.
Birleşik Devletler Anayasa Mahkemesi Üyesi Potter Stewart, bir zamanlar, pornografiyi tarif etmenin zor olacağını söylemiş, “ama gördüğüm zaman tanırım” demişti(1) Benzer şekilde, şuur da tarifi tartışmalı mefhumlardan biridir. Yine de kendi şuurlu düşüncelerimiz,kendimize yeterince açıktır. Edinburgh Üniversitesinden J. R. Smythies’in de belirttiği gibi: "Başka insanların şuuru benim için soyut kalabilir, ancak kendi şuurum benim için gerçektir."(2)
Şuur nedir? basit bir tanım yapmak gerekirse, şuur kendi duygu ve düşüncelerimiz tahlil ettiğimizde farkına vardığımız şeydir. Kendi içinde neler olup bittiğine biraz dikkat et, işte şuur odur.
Farz edin ki bacağınızdan ameliyat oluyorsunuz ve birden sizin etrafınızda konuşan insanlann farkına varmaya başlıyorsunuz. Birisi şöyle diyor: ‘Herhalde kendine geliyor.’ Dizinizde bir ağrı hissetmeye başlıyorsunuz. Kendi kendinize, ‘Nerdeyim? Ne oluyor?’ diye düşünüyorsunuz. Sonra, ameliyatta olduğunuzu hatırlıyorsunuz. Bu içinde bulunduğunuz hale, şuuru geri kazanma diyoruz. Kısaca şuur, bizi canlı ve farkında kılan duyular, düşünceler, hisler, istekler inançlar ve serbest tercihlerden oluşur.
Ya dünyada şuur olmasaydı? size bir örnek vereyim Elmalar yine kırmızı olurdu, ama kimse kırmızının farkına varmaz ya da bunu hissetmezdi.Ya ruh? Ruh, benliktir, ‘ben’dir, ya da ‘kendi’dir ve bu şuurumuzu kapsar. Bedene can verir. İşte bu yüzden ruh, bedeni terk ettiğinde beden, cesetten ibaret kalır. Ruh, madde değildir ve bedenden ayndır.
Ruha inanmanın evrensel bir olgu olup olmadığını merak ediyordum. “Hıristiyanlığın ötesi hakkında ne diyeceksiniz?” diye sordum. “Bu olgu diğer kültürlerde de mevcut mu?”
Günümüz diliyle ifade edersek, ‘Kişiliğin düalizmi ya da benzer kavramlar, inanıyorum ki, bir çok kültürün ve dinî geleneğin 3 ortak paydasıdır.’ diyen maddeci Jaegvvon Kim’e katılıyorum.(3) Yine de, düalizmi inkar edip yalnızca maddi varlıklar, yani genetikçi Francis Crick’in dediği gibi, “geniş bir sinir hücreleri bütünü ve bunlann yardımcı moleküllerinin davranışlarından ibaret olan” varlıklar olduğumuzu düşünenler de mevcut.(4)
Ya Maddecilik Doğruysa?
bazı insanlar maddi olmayan bir ruhumuzun varlığını kesinlikle inkar ediyor. John Searle diyor ki, ‘Benim dünya görüşüme göre şuur, beyinde meydana gelen süreçlerle alakalıdır.’(5) Başka bir şekilde söylersek, şuurun tamamen biyolojinin ürünü olduğuna inanıyorlar. Beyin uzmanı Barry Beyerstein’ın dediği gibi, böbrekler nasıl ürin üretiyorsa, beyin de aynen öyle şuur üretiyor.”(6) Eğer maddecilik doğruysa, bunun mantıklı sonuçlan neler olacaktır?
Birçok önemli sonucu olurdu.öncelikle, eğer maddecilik doğruysa, şuur gerçekten var olamaz, çünkü kişinin kendi gözünden bakılması gereken şuurlu durumlar diye bir şeyden söz edemezdik.
Yani, eğer her şey madde olsaydı, tüm kâinatı bir grafikte ifade edebilirdin, her yıldızı, ayı, her dağı, beynini, böbreklerini ve diğer her şeyi yerli yerine oturtabilirdiniz. Çünkü eğer her şey maddiyse, o zaman her şeyi üçüncü şahsın bakış açısıyla ifade edebilirsiniz. Ama büiyoruz ki bizim, birinci şahıs, yani öznel bir bakışımız var. Demek ki maddecilik doğru olamaz.
İkinci sonuç daözgür iradenizin olmayacağıdır. Çünkü madde tamamen tabiat kanunlarına bağlıdır. Herhangi bir maddi nesneye bak.Mesela bir bulut,bu sadece maddi bir nesnedir ve hareketi tamamen hava basıncı, rüzgârın hareketi ve benzer kanunlara bağlıdır. Demek ki, eğer ben maddi bir nesneysem, yaptığım her şey, çevrem, genetik yapım ve benzeri şeylerle sabit ve bellidir.
Bu demektir ki, ben aslında seçim yapmakta özgür değilim. Ne olacağı, çevre ve durum tarafından önceden belirlenmiş, öyleyse siz beni davranışlarımdan nasıl sorumlu tutarsınız, madem ki ben nasıl davranacağımı belirlemede özgür değüim? Vietnam savaşım kaybetmemizin bir nedeni de bu.
Bunun Vietnam’la ne alakası var?
Başkanın resmi bir danışmam, B. F. Skinner’ın davranışçı yaklaşımının Pentagon’un stratejisini etkilediğini söylüyordu. Skinner, bizim yalnızca maddi nesneler olduğumuza inanıyordu, öyleyse hayvanları laboratuarda nasıl elektrik şoklarıyla belli bir şeye şartlandırabiliyorsan, insanları da şartlandırabilirdin.
Şeyleri tekrar ederek, insanların davranışlarını değiştirebilirsin Vietnam’da bombaladık, geri döndük, bombaladık, geri döndük, bombaladık... Kuzey Vietnamlılar’a şok üzerine şok vererek, onların davranışlarının değişmesini bekliyorduk. Ne de olsa onlar sadece uyanlara tepki veren maddi nesnelerdi. Eninde sonunda vazgeçeceklerdi.
Ama olmadı. Doğru, yürümedi
Çünkü VietnamlIlar, etkilere tepki veren maddi nesnelerden ibaret değildi. Onların ruhları, istekleri, duyguları, inançları var ve özgür iradeleriyle, acı çekmek pahasına da olsa, geri çekilmemeyi ve bizim bombalarımızla onları şartlandırmaya çalışmamıza karşı koyabilirler.
Yani maddeciler doğruysa, özgür iradeye güle güle. Onların bakışında, biz tabiat kanunlarına ve programımıza göre hareket eden çok karmaşık bilgisayarlardan ibaretiz. Ama, Lee, hatalı oldukları gün gibi ortada. Bizim özgür irademiz var. Hepimiz kendi içimizde bunu biliyoruz. Biz, yalnızca maddi bir beyinden ibaret değiliz.
Üçüncüsü, eğer maddecilik doğruysa, cesetten ayn bir ara yaşam durumu söz konusu olamaz. Üç büyük dine göre, öldüğümüzde, ruhlanmız bedenlerimizi terk eder ve bedenlerin tekrar dirilmesini bekler. Yani öldüğümüzde varlığımız sona ermez. Ruhlanmız yaşamaya devam eder.
Bu ölüm ötesi tecrübelerinde de yaşamaya devam etme vardır. İnsanlar tıbben ölür, ama bazen yukanda bir yerden yataktaki bedenlerini seyrederler. Bazen, eğer sadece illüzyon görüyor olsalardı bilemeyecekleri şeyler öğrenirler. Bir kadın ölüyor ve hastanenin çatısında bir tenis ayakkabısı görüyor. Bunu nasıl bilebilir ki?
Eğer ben beyinden ibaretsem, bedenin dışında var olmam imkânsızdır. İnsanlar ölüm ötesi tecrübelerini dinlerken, hastanenin tavanında bir çift göz ve hâlâ çalışan bir beyin tahayyül etmezler, değil mi? İnsanlar böyle hikâyeler duyduklarında, o insana sezgisel olarak bedeni terk edebilecek bir ruh atfederler. Ve açıkçası, doğruluklarından şüphe etsek bile, bu hikâyelerin açık bir manası var. Eğer biz bedenlerimizden ibaret olsaydık, bu hikâyeler bize komik ve saçma gelirdi.
1965’te, psikolog John Beloff, The Hümanistte, ölüm ötesi tecrübelerinin, ‘zihnin veya ruhun, maddi dünyadan ayrı birer varlıkları olduğu düalist bir dünya anlayışına işaret ettiklerini’ yazmıştı. Ve bunun ‘hümanizme, Darwinizmin bir asır önce Hıristiyanlığa vurduğu darbe kadar güçlü bir tehdit oluşturduğunu’ söylüyordu.”(7)
Peki, şuurun ve benliğin, beynin fiziki birer işleminden ibaret olmadığına dair müspet deliller nelerdir?
öncelikle deneylerin verileri var elimizde.Mesela beyin cerrahı Wilder Penfield sara hastalarının beyinlerini elektrikle uyararak kollarını, bacaklarını hareket ettirebildiğini , başlarını ya da gözlerinin çevirebildiğini . konuşturabildiğini veya yutkundurabildiğini fark etti, Ama hastalar. ‘Bunu ben yapmadım. Sen yaptın.’ diye karşılık verdiler .(8) Penfield'e göre, ‘hastalar kendilerini ayrı bir mevcudiyetleri var gibi görüyorlar.(9) Penfield'ın beyin kabuğu hakkında ne kadar araştırma yaptığı önemli değil, ama diyelim ki. ‘Hiçbir yer yok ki. elektrik uyarılarıyla bir hastanın inanmasına ya da karar vermesine sebep olsun.(10) Çünkü bu Özellikler beyinde değil, şuurlu benlikte bulunur.”
"Sonraki birçök araştırma da bunu doğrular. Roger Sperry ve takımı. beynin sağ ve sol yarımkürelerinin farklarını araştırırken, zihnin beynin çalışmasından bağımsız bir etki gücü olduğunu keşfetti. Bu da Sperry'i maddeciliğin yanlış olduğu kanısına götürdü.(11)
Bir başka çalışma, elektrik şokunun deriye verilip beyin kabuğuna ulaşmasıyla, kişinin bunu kendi şuuruyla algılaması arasındaki zaman farkını gösteriyor.(12) Buna göre benlik, etkilere algıladığı anda tepki veren bir makineden ibaret değil. Hatta, birçok araştırma projesinin verileri o kadar çarpıcı ki. Laurence C. VVood şöyle diyor: ’Birçok beyin bilimcisi, maddi olmayan bir zihnin varlığını, ahirete inanmadıkları halde, kabul etmek zorunda kaldı.(13)
Ya laboratuardan ötesi?
Geçerli felsefi deliller de var. Şöyle ki, şuurun maddi bir olgu olmadığını biliyorum , çünkü şuurum için geçerli olan ama başka hiçbir maddi nesne için geçerli olmayan şeyler var.
Mesela bazı düşüncelerim doğruluk vasfına sahip. Ve ne yazık ki bazı düşüncelerim de yanlış.
"Ancak,beynimin hiçbir hali doğıu ya da yanlış değil. Hiçbir bilim adamı, beynime bakıp şuradaki doğru ama bu yanlış diyemez.
Demek ki, şuur durumunda doğru şeyler var ki, bunlar hiçbir beyin! durumunda doğru değil. Öyleyse aynı şey olamazlar.
Beynimdeki hiçbir şey, herhangi bir şeyle ilgili değil. Beynimi açıp da, şöyle diyemezsiniz: ‘Şu elektrik yolunu görüyor musun, J, P. Moreland’ın beyninin sol yarımküresindeki? Bu, Bears’le ilgili.’ Beyninizdeki olaylar hiçbir şeyle ilgili değil, ama benim zihnimdeki olaylar bir şeylerle ilgili. Yani bu ikisi farklı şeyler.
Hem de, şuurum batini ve bana özel. Basitçe kendi iç alemimi incelediğimde, benim ne olup bittiğini kendime özgü bir algılayış tarzım var ve bunu ne siz ne doktorum ne de bir nörobilimci çözebilir. Bir bilim adamı, beynimde neler olduğu hakkında benden çok şey bilebilir, ama zihnimden neler geçtiğini bilemez. Bunu bana sormak zorundadır.” Buna bir örnek vermesini istediğimde, Moreland şöyle dedi, “REM’i (rüya görürken insanın gözünü kırpıştırması) hiç duydunuz mu?Tamamen. Peki, bilim adamları, insanların rüya görürken gözlerini belli bir şeküde hareket ettirdiklerini nereden biliyorlar? İnsanlan uyandırıp sormak zorundaydılar. Bilim adamları gözün hareketlerini görüyorlardı, beyindeki fiziki aktiviteleri de gözlemliyorlardı, ve beyin durumlarıyla göz hareketlerini ilişkilendirebiliyorlardı. Ama zihinde neler olup bittiğinden habersizler. Niçin? Çünkü zihin batini ve kişiye özeldir, ama beyin böyle değildir
Ruhun Gerçekliği
Yüzyıllar boyunca insan ruhu, şairleri büyülemiş, teologları düşündürmüş, felsefecilere sorun olmuş, bilim adamlarına soru işaretleri bırakmıstır. On altıncı vüzvılda yasamış Avilalı Teresa gibi mistikler, ruhu şöyle beliğ bir şekilde tasvir ederler: “Ruhu tek bir elmastan yahut, en parlak bir kristalden yapılmış bir şato gibi düşünürüm. İçinde birçok oda banndıran bir şato, tıpkı cennetteki köşkler gibi...”(14)
Ruhun gerçek olduğunu düşünmenizin sebebi nedir?
öncelikle, biz kendi bedenimizden ve şuurumuzdan farklı olduğumuzun farkındayız. Biliyoruz ki, biz, şuuru ve bedeni olan varlıklarız, ama yalnızca şuurlu hayatımızdan ya da maddi hayatımızdan ibaret değiliz.
İnsanın kişisel hususiyetlerinden, hatıralanndan ve şuurundan ibaret olmadığını size bir örnekle açıklayayım. Birkaç sene önce, bir öğrencimin kız kardeşi, balayında korkunç bir kaza geçirmişti. Şuurunu ve hafızasını tamamen kaybetmiş ve kişiliğini de kısmen yitirmişti. Evlendiğine inanmıyordu. Kendine geldikçe, ikna etmek için kendisine düğün görüntülerini izlettiler. Sonunda, evlendiğine inandığı noktaya geldiğinde, kocasıyla yeniden evlendi.
Şimdi hepimiz biliyoruz ki, kazadan önce de sonra da, mevzuu bahis aynı kişiydi. Jamie’nin kız kardeşi. Farklı bir insan değildi, her ne kadar farklı davransa da. Ama tamamen değişik hatıraları vardı. Eski hatıralannı kaybetmişti ve aynı kişiliğe bile sahip değildi. Bu olayın kanıtladığı şey şu ki bir insan, hafızasını kaybedip yeni bir hafıza edinebilir ya da kişiliğinin önemli hususiyetlerini kaybedip kısmen yeni bir kişilik edinebilir, ama yine de aynı insandır.
Şimdi, eğer ben sadece şuurumdan ibaret olsaydım, şuurum değişikliğe uğradığında ben de değişik bir insan olurdum. Ama biliyoruz ki, şuurum değişse bile, ben aynı kişiyimdir. Öyleyse ben, şuurumla aynı şey değilim. Ben, ‘nefis’(the self) veya ruh olmalıyım ki bu, şuurumu da kapsayan bir varlıktır.
Bedenim mevzubahis olduğunda da durum aynı. Bedenimle ya da beynimle de aynı şey olamam. Televizyonda, girdiği bir ameliyatla beyninin yüzde elli üçü alınmış bir epilepsi hastasının hikâyesini izlemiştim. Ameliyattan çıktığında kimse onun için, ‘Burada bir kişinin yüzde kırk yedisi var.’ dememişti. Çünkü bir kişi parçalara bölünemez. Sen ya bir kişisindir, ya da değilsindir. Ama beynin ya da bedenin parçalanabilir. Bu da demektir ki ben bedenimle aynı şey değilim.
Ruhum ve şuurum görünmez, ama bedenim görülebiliyor. Bu da ayn bir farklılığı oluşturuyor zaten. Aslında, kızım beşinci sınıftayken, evde ailecek dua ettiğimiz hatırlıyorum. Şöyle demişti kızım: ‘Baba, Allah’ı görebilseydim, bu O’na inanmamı kolaylaştınrdı.’ Ben de şöyle cevap vermiştim: ‘Aslında camm, sorun Allah’ı hiç görmemiş olmanda değil. Sorun, anneni hiç görmemiş olmanda.’ Annesi de o sırada hemen yanında oturuyordu. Kızım ne söylemek istediğimi sordu, ben de şöyle dedim: ‘Farz et ki annenin camm hiç acıtmadan, onu hücre hücre bölüp içine nüfuz edebilsek. Hiçbir zaman, ‘Bak, annen bu akşam şunu yapmayı düşünüyormuş.’ ya da, ‘Hey, bak annemin duygulan bu hücredeymiş.' diyemeyiz. Annenin düşüncelerini, inançlarını, isteklerini, duygulanın bu bedeninin içinde kesinlikle bulamayız.
başka neyi bulamazdık? Annenin egosunu ya da özünü kesinlikle bulamazdık. ‘Sonunda, işte şu beyin hücresinde, annem orada. Egosu ya da özü işte burada.’ diyemezdik hiçbir zaman. Çünkü annen bir kişi ve kişiler görünmezdir. Annenin egosu ve şuurlu hayan görünmezdir. Annen, bir bedene sahip olmak için yeterince küçük; ama Allah bir bedene sahip olmak için çok büyük, öyleyse duaya devam edelim!
Ben bir ruhum ve benim bir bedenim var. İnsanları, bedenlerini inceleyerek tanıyanlayız. İnsanları tanımak için, ne hissettiklerini, ne düşündüklerini, neler istediklerini, dünya görüşlerinin ne olduğunu vs. araştınnz. Bedenlerine dikkat etmek, bize jimnastik yapıp yapmadıklarını gösterebilir, ama bu pek de bir işe yaramaz. İşte bu yüzden, insanlan tanımak için, onların ‘batınına’ nüfuz etmeye çalışınz.Yani, sonuç olarak şunu demeye çalışıyorum. Ben, şuurlu hayatımdan ve bedenimden ibaret değilim. Gerçek şu ki, ben bir ‘öz'üm ya da ‘ben’im, davranışlarımla ya da sözlerimle kendim ifade etmediğim sürece görünmez ve ulaşılmaz bir ‘öz’, özgür iradeye sahibim, çünkü ben bir öz ya da bir ruhum, maddi bir beyinden ibaret değilim.
Bilgisayarlara ve Yarasalara Dair
Bir kısım maddeciler, bir makine, insanlara eşit ya da onlardan daha yüksek bir beyin gücüne ulaşırsa, bu bilgisayann şuurlu olacağını söylüyorlar. Bir ateist demişti ki, bilgisayarlar insan davranışım taklit etme noktasına ulaştığında, sadece bir ırkçı onların 'Hsan haklarından yoksun bırakılmasına onay verecektir. Ama tabii ki, bu saçma bir şey. Nobel ödüllü John Eccles, ‘bilgisayarların bilinci ile ilgili öngörülerde bulunanların saflığına çok şaşırdığını’ söylüyordu. Ve ‘bilgisayarlann yeterli bir karmaşıklık seviyesinde şuurlu öze ulaşabileceklerini iddia etmek için hiçbir delil olmadığım’ ifade ediyordu.(15) bilgisayarların yapay zekâsı vardır, zekâsı ise yoktur; bunu unutmamalıyız. İkisi arasmda çok büyük bir fark var. Onlarda ‘bilgisayar olmak nasıl bir şey acaba’ diye bir merak söz konusu olamaz. Bir bilgisayann, iç dünyası, batını, bilinci, şahsi bakış açısı, problemler hakkında yorumu yoktur. Bilgisayar şöyle düşünmez, ‘Bi-liyor musun? Bu çarpma problemini şimdi anladım.’ Bir bilgisayar, davranışlara sahip olabilir, eğer kablolar doğru bağlandıysa; ama unutmamak gerekir ki şuur, davranışla aynı şey değildir. Şuur canlı olmaktır; gerçekten şuurlu varlıklarda bu, davranışın sebebidir. Ama bir bilgisayarda, davranışın sebebi, elektrik akımıdır.
Buna bir örnek vereyim. Farz edin ki bilgisayarlaştırılmış bir yarasamız var. Fiziksel anlamda hakkında her şeyi biliyoruz. İçindeki kablolar, bağlantılar hakkında kapsamlı bir bilgimiz olduğu için, çevreye bırakıldığında yapacağı her şeyi önceden söyleyebiliriz.Bunu gerçek bir yarasayla karşılaştırın. Yarasayla ilgili her şeyibildiğimizi düşünün. İçindeki tüm organları, kan dolaşımım, sinir sistemini, beynini, kalbini, akciğerlerini... Ve farz edin ki bu yarasayı çevreye bıraktığımızda yapacağı her şeyi önceden bilebiliyoruz. Yine de hiçbir zaman anlayamayacağımız bir şey vardır: Yarasa olmak nasıl bir şey? Duymak, hissetmek, sesi ve renkleri algılamak nasıl bir şey. Tüm bunlar, yarasanın batınıyla ilgilidir, kendi bakış açısıyla. İşte şuurlu, bilinçli bir yarasayla bilgisayar-yarasa arasındaki fark budur.
Öyleyse genel olarak, bilgisayarlar zekâyı taklit edebilir, ama hiçbir zaman şuur sahibi olamaz. Davranışı; canlı, hareketli ve bilinçli olmakla kanştırmamalıyız. İleride çok yüksek zekâlı bir bilgisayar şuur sahibi olduğunu söyleyecek, hatta şuurluymuş gibi davranacak şekilde programlanabilir. Ama hiçbir zaman gerçekten şuurlu olamaz, çünkü şuur beyinden bağımsız, tamamen gayr-ı maddi bir mevcuttur.’ Moreland’in verdiği örnekte yarasayı kullanması, New York Üniversitesinden filozof Thomas Nagel’in, 1974 tarihli, meşhur “What İs It Like to Be a Bat?”(16) (Yarasa Olmak Nasıl Bir Şeydir?) adlı makalesine dolaylı bir göndermeydi. Bir yarasanın bakış açısından hayatı düşünürken bu bana şuurun başka bir boyutunu hatırlattı. Peki, ya hayvanlar, onların ruhları ya da şuurlan var mı?
Kesinlikle. Kitab-ı Mukaddes’te hayvanlardan bahsedilen birçok yerde “ruh” kelimesi de kullanılıyor.(17) Hayvanlar sadece birer makine değildirler. Onların da şuurlan ve kendi şahsi bakış açılan var. Ancak hayvanın ruhu, insan ruhundan çok daha basit. Mesela insan, serbest ahlaki davranış kapasitesine sahiptir, ama kanımca hayvan ruhu bu konuda serbest değildir. Aynca, bazılan hayvanların düşünceleri olduğunu, ancak bu düşünceler hakkında düşünmediklerim söylüyor. Ve bizim inançlarımız hakkında inançlarımız olmasına rağmen hayvanlann yok.
Görüyorsunuz, insan ruhu çok daha kapsandı ve karmaşık. Biz benliğini idrak etme ve benliğini düşünme yetilerine sahibiyiz. Ve insan ruhu bedenin ölümüne rağmen hayata devam eder, ama zannetmiyorum ki hayvan ruhu devam etsin. Yaıulıyor olabilirim ama bence hayvan ruhu bedeninin ölümüyle ölüyor.
Yarasa için, sanırım kötü bir haber...
Şuur ve Evrim
Bu Darvrinistler için nasıl bir sorun oluşturur?
Filozof Geoffrey Medell’in dediği gibi, 'Şuurun ortaya çıkması, şu halde, maddeciliğin cevap veremediği bir gizem.’ Ateist Colin McGinn de bu görüşü paylaşıyor ve şu soruyu yöneltiyor: 'Yalnızca madde, nasıl şuurun kaynağı olabilir? Evrim, biyolojik doku suyunu, nasıl şuur şarabına dönüştürdü? Şuur, kainatta Büyük Patlama’nın sonuçlan arasında öngörüle-memiş, kökten bir yenilik gibi duruyor, öyleyse, şuur varlığa nasıl ve ne zaman dahil oldu?
Sorun şurada ki, yokluktan bir şey var olamaz.İşte bu kadar basit. Eğer Allah yoksa, tüm kâinatın tarihi, canlı mahluklar ortaya çıkana kadar, şuursuz ve cansız maddenin tarihi olacaktır. Hiçbir düşünce, inanç, duyu, his, serbest fiil, seçim, amaç yoktur. Basitçe; fizik ve kimya yasalarına göre oluşan, bir maddi olayı takip eden başka bir maddi olay olacaktır.” Moreland bir an, çizdiği portreyi tam olarak kavradığımdan emin olmak için duraksadı. Ardından öne eğildi ve sordu: “öyleyse nasıl, maddeden, tamamen değişik bir şey şuurlu, canlı, düşünen, hisseden, inanan mahluklar ortaya çıkıyor? Bu, yokluktan bir şeyin var olmasıdır. Ve ana sorun da burada.
Fiziki bir maddeyi fiziki bir işlemden geçirirseniz, fiziki maddelerin değişik bir düzenlemesini elde edersiniz. Mesela, bir tas suyu, ısıtma işlemine tabi tutarsanız, yeni bir ürün -buhar- elde edersiniz ki bu da suyun değişik bir formudur, ama hâlâ fizikidir. Ve dünyanın geçmişinde yalnızca fiziki maddelere uygulanan fiziki işlemler varsa, sonunda elinizde yine çok daha karmaşık da olsa fiziki maddeler kalır. Ama, kesinlikle tamamen gayn fiziki bir şey elde etmezsiniz. Bu tamamen değişik bir türe sıçramak olur.
Eninde sonunda, Phillip Johnson’un dediği gibi, ya ‘başlangıçta parçacıklar vardı’ ya da 'başlangıçta Logos -ilah akıl- vardı’ dersiniz. Eğer parçacıklarla başlarsanız, kainatın tarihi parçacıkların değişik şekillenmeleriyle ilgili bir hikâye olur ve sonunda parçacıkların karmaşık bir düzenlemesiyle karşılarsınız, ama sadece parçacıklar. Akıl ya da şuur değil. Halbuki ki bu çok önemlidir eğer sonsuz bir akılla başlarsanız, sonlu zihinlerin nasıl var olduklannı açıklayabilirsiniz. Bu mantıklıdır. Mantıklı olmayan, ve bir çok ateist evrimcinin doğru kabul ettiği cansız, şuursuz maddeden oluşan varlığa, bir zihnin aniden yerleşmesidir.”
Zihnin Ortaya Çıkması
bir kısım bilim adamlan, şuurun beynimizin karmaşıklığının bir yan ürününden ibaret olduğunu savunuyorlar. Evrim bize yeterli beyin kapasitesini verdikten sonra, şuurun, kaçınılmaz bir biyolojik işlem olarak ortaya çıktığına inanıyorlar.
Size bu iddianın dört sorununu anlatayım.Öncelikle, bunu söyleyen birisi, maddeye ateistlerin ve natüralistlerin baktığı gibi bakmıyordur, yani onu, tamamen fizik ve kimya kanunlarıyla anlaşılabilecek kaba bir şey olarak görmüyordun Aksine onlar maddeye, hayali, ruhi yahut zihnî bir potansiyel atfediyorlardır.Söyledikleri şu ki, bu karmaşıklık düzeyinden önce de madde, zihni ortaya çıkaracak potansiyele sahipti. Ve uygun anda, tahmin et ne oldu? Bu potansiyel harekete geçti ve şuur birden ortaya çıktı.
Peki, bu teoride bir sorun var mı?
Panpsişizm,Bu, maddenin yalnızca fiziki bir şey olmadığını, aynı zamanda, içinde zihin-öncesi durumlar da barındırdığım ileri süren görüş. Birden, net bir madde görüşünü reddedip ateizmden ziyade teizme daha yakın bir görüşü benimsediler. Şimdi, dünyanın başlangıcında yalnız madde olmadığını, ama aynı anda hem fiziki hem zihnî bir şeylerin olduğunu söylüyorlar. Yine de, ortaya çıkmadan önce de var olan bu zihnî özelliklerin ilk olarak nereden geldiğine bir açıklama getirmiyorlar. Ve bu, onların Tanrı'nın var olması gerekliliği fikrine karşı gelmelerini zorlaştırıyor.
Ama ateistler için bu durum yine de bir problem. Ve ikinci bir problem daha var: Hâlâ determinizme saplanmış dürümdalar. Çünkü eğer şuur beynin bir işleviyse, ben kendi beynimden ibaretim demektir ve beynim fizik ve kimya yasalanna göre işler. Onlara göre, şuurla beyin, dumanla ateş gibidir. Ateş dumana sebep olur, ama duman bir şeye sebep olmaz. Duman yalnızca bir yan üründür. Yani, determinizmin içinde hapsolurlar.
Üçüncü olarak, eğer zihin, beyinden üstün bir Aklın yönlendirmesiyle ortaya çıkmadıysa, zihinden gelen herhangi bir şeyin makul ya da doğru olduğuna niçin güvenelim, özellikle de teorik düşünce alanında?
Diyelim ki sizin bir bilgisayarınız var. Bu alet, rastgele güçler tarafından ya da aklî olmayan kanunlar tarafından, arkasında bir zihin olmaksızın programlanmış. Bu bilgisayardan alacağınız bir çıktıya güvenir misiniz? Tabü ki hayır. Aynı şekilde zihin de böyledir ve bu, Darwinistler için önemli bir sorun. Bu arada, evrimi zihnin güvenilirliğine dair bir açıklama getirmek için kullanamazsınız, çünkü teorik düşünce, hayatta kalma kabiliyetine bağlı değildir.
İngiliz evrimci J. B. S. Haldane “Eğer zihinsel işlemlerim tamamen beynimdeki atomların hareketleriyle belirleniyorsa, inançlarımın doğruluğunu iddia etmek için hiçbir gerekçem yok... ve bundan dolayı beynimin atomlardan oluştuğunu iddia etmek için de hiçbir gerekçem yok.”(18)
Ve dördüncü sorun,eğer zihnim beynimin bir işlevinden ibaretse, bütünleşmiş bir zat (unified self) de yoktur. Hatırlayın, beynin işlevleri beyinde dağümış durumdadır, öyleyse eğer beyni ikiye bölersek, beyninin yüzde elli üçünü kaybeden kız gibi, işlevlerin bir kısmı kaybolur. Yani elimizde bir kişinin yüzde kırk yedisi kalır. Oysaki hiç kimse buna inanmaz. Hepimiz biliyoruz ki, o tam bir şahıstır, çünkü biliyoruz ki şuur ve ruh beyinden ayn varlıklardır.
Bunun bir diğer yönü daha var, ‘bağlantılandırma problemi’. Odada etrafına baktığınızda, aynı anda birçok şey görüyorsunuz.” dedi, görebildiğimiz değişik nesneleri göstererek. “Bir masa, bir divan, bir duvar, çerçeveli bir resim... Her bir şeyin üzerinden yansıyan ışık dalgalan var ve bunlar gözünde ayrı ayrı yerlere denk geliyorlar ve beyinde ayrı bölgelerde elektriksel hareketlenmeye sebep oluyorlar. Sonuç olarak, eğer ben denilen varlık, fiziki beynimden ibaretse, iç içe girmiş birçok parçadan oluşurdum. Her bir parça, görüş alanımdaki değişik bir şeyi fark ediyor olurdu.
Ama böyle olmuyor. Ben bütünleşmiş bir ‘ben’im ve tüm bu şeyleri aynı anda tecrübe ediyorum. Tüm bu olaylan toplayan ve onlan tek kişinin -benin- deneyiminde birleştiren bir şey var. Beyinde bundan sorumlu bir bölüm olmasa bile. Çünkü ‘şuur’um ve ‘zat’ım beyinden ayn olarak mevcutlardır.
Şüphesiz ki, ibadet ederken, bir gül koklarken veya bir şey hakkında düşünürken, beynim hâlâ var. Ben şuurlu hayatımı sürdürürken, ibadet de buna dahil, beynim kaybolmuyor. Ve bilim adamlan, ben dua ederken, affedicilik hissederken ya da öğlen yemeğini düşünürken, beynimde neler olup bittiğini ölçseler çok da mutlu olurdum. Ama unutmayın: İki şey arasında karşılıklı bir ilişki olması, aynı şey olduklan anlamına gelmez. Ateşle duman arasında bir ilişki olması, dumanın ateşle aynı şey olduğu anlamına gelmez.
Şimdi, bazen beyninizin hali şuur halinizi etkileyebilir. Mesela Alzheimer hastalığından dolayı beyninizin işlevlerini yitirirseniz, ya da kafanızı bir yere vurursanız şuurlu hayatınız bundan etkilenebilir. Ama bunun tersinin de olduğuna dair deliller var. Veriler şuurlu hayatınızın, beyninizin yeniden şekillendirebileceğini gösteriyor.