TANRI, TASARIM VE İNCE-AYAR - Prof.Dr.Robin Collins

 




TANRI, TASARIM VE İNCE-AYAR1

Robin Collins2

     

I. GİRİŞ

İnce-Ayar Kanıtı

Farzedin ki bir görevle Mars’a gittik ve içerisinde bütün her şeyin,

hayatın var olmasına elverişli bir tarzda düzenlenmiş olduğu bir kubbeli

yapı bulduk. Örneğin, sıcaklık 21 °C civarında, nem oranı ise %50’ye

ayarlanmış; ayrıca, bir oksijen geri-dönüşüm sistemi, bir enerji toplama

sistemi ve tam tekmil bir yiyecek üretim sistemi vardı. Daha basit bir

ifadeyle, kubbeli yapı, tümüyle işlevsel bir biyosfer gibi gözüküyordu.

Bu yapıyı bulmuş olmaktan nasıl bir sonuç çıkarırdık? Onun tesadüfen

oluştuğu sonucunu mu çıkarırdık? Kesinlikle hayır. Bunun yerine, biz

ittifakla, onun akıllı bir varlık (intelligent being) tarafından tasarlandığı

sonucuna varırdık. Neden böyle bir sonuç çıkarırdık? Çünkü bir

1 Bu makale [“God, Design and Fine-Tuning”], Michael Murray (ed.), Reason for the

Hope Within (Grand Rapids, MI: Eerdmans, 1999)’de yayınlanmış olan “The Finetuning

Design Argument” başlıklı bir makalenin uyarlanmış versiyonudur.

2 İnce-ayar argümanı ve ilişkili tasarım argümanının geniş çaplı bir incelemesi, şu anda

üzerinde çalıştığım The Well-Tempered Universe: God, Fine-tuning, and the Laws of

Nature başlıklı bir kitapta sunulacaktır.

akıllı tasarımcı, o yapının varlığı için tek makul açıklama olarak ortaya

çıkmaktadır. Yani, düşünebileceğimiz tek alternatif açıklama—o

yapı doğal bir süreç tarafından oluşturulmuştur açıklaması—oldukça

ihtimal-dışı gözükmektedir. Elbette mümkündür ki, örneğin, bir volkanik

patlama vasıtasıyla çeşitli metaller ve diğer bileşimler oluşmuş

olabilir ve daha sonra tam da bu “biyosfer”i üretecek bir tarzda ayrışmış

olabilir; fakat böyle bir senaryo bize fevkalade ihtimal-dışı gelir,

dolayısıyla bu, alternatif açıklamayı akıl almaz kılar.

Fizik alanındaki son dönem bulgulara göre, evren böyle bir

“biyosfer”e benzer. Evrenin temel yapısı hakkındaki hemen hemen

her şey —örneğin, fiziğin temel yasaları ve parametreleri ve madde

ve enerjinin başlangıçtaki dağılımı— hayatın oluşması için bıçak ağzı

gibi ince bir dengeye oturtulmuştur. Ünlü Princeton fizikçisi Freeman

Dyson’ın kaydettiği üzere, “Fizikte bir çok … şanslı tesadüfler

(accidents) bulunmaktadır. Böylesi tesadüfler olmaksızın, su sıvı halinde

var olamazdı, karbon atomları zinciri karmaşık organik moleküller

oluşturamazdı ve hidrojen atomları moleküller arasında kırılabilir

köprüler oluşturamazdı” (1979, s.251)—kısaca, bildiğimiz haliyle

hayat imkansız olurdu.

Bilim adamları ve diğerleri, hayat için evrenin temel fiziksel yapısındaki

bu fevkalade dengelemeyi, “kozmosun ince-ayarı” diye adlandırırlar.

Bu mesele, özellikle 1970lerin başından bu yana filozoflar,

teologlar ve bilim adamları tarafından tartışılagelmektedir; sonuçta,

konu üzerine birçok makale ve kitap yazılmış bulunmaktadır. Bugün

birçok kişi, bunun, Tanrı’nın varlığına dair son dönemlerin en ikna

edici argümanını sağladığını düşünmektedir. Mesela, teorik fizikçi ve

popüler bilim yazarı Paul Davies, evrenin temel yapısıyla ilgili olarak,

“tasarımın bıraktığı izlenim başdöndürücüdür ” (Davies, 1988, p.203)

şeklinde bir iddiada bulunmaktadır.3

Hayata dair ince-ayar, dört ayrı türe ayrılır, ki her birini aşağıda

kısaca tartışacağız:

(i) Fizik yasalarının ince-ayarı

(ii) Fizik sabitelerinin ince-ayarı

(iii) Evrenin başlangıçtaki hallerinin ince-ayarı

(iv) Evrenin daha üst düzey bazı özelliklerinin ince-ayarı, mesela

kimyasal elementlerin çeşitli nitelikleri

Fiziksel yasaların ince-ayar edildiğini söylemek şu demektir ki eğer

yasaların tam doğru kombinasyonları olmasaydı, kompleks, akıllı hayat

muhtemelen imkansız olurdu. Örneğin, günümüz fiziğine göre, tabiatta

dört kuvvet bulunmaktadır: yerçekimi-kuvveti, zayıf kuvvet, elektromanyetizma

ve bir atomun içerisindeki proton ve nötronları bir arada

tutan güçlü nükleer kuvvet. Bu güçlerin her birinin varlığı, karmaşık

hayat için zorunludur. Yerçekim-kuvveti olmasaydı; kütleler, yıldızları

veya gezegenleri oluşturacak şekilde kümelenmezlerdi ve dolayısıyla

kompleks, akıllı hayatın varlığı, imkansız kılınmasa bile, ciddi bir

şekilde engellenirdi. Eğer elektromanyetik kuvvet olmasaydı, kimya

diye bir şey olmazdı; eğer güçlü kuvvet olmasaydı, proton ve nötronlar

bir arada tutulmazlardı ve bu sebeple atom numarası hidrojenden

daha büyük olan hiçbir atom var olamazdı; ve eğer kuvvetli güç, çekirdek

(nucleus) içinde sadece protonlar ve nötronlar arasında iş gören

kısa-erimli kuvvet yerine (çekim ve elektromanyetizma gibi) uzun

erimli bir kuvvet olsaydı, bütün madde ya neredeyse nükleer füzyona

3 Fizikçiler ve astrofizikçiler tarafından yazılmış, ince-ayar kanıtını tartışan birçok makale

ve kitap mevcuttur. Bunlardan bazıları: Davies, 1982, Barrow ve Tipler, 1986,

Rees, 2000, ve Leslie, 1989.

maruz kalır ve patlardı veyahut da bir kara delik oluşturacak şekilde

hep beraberce soğurulurdu.4 Dolayısıyla buradan çıkan şudur ki eğer

bu kuvvet yasalarından biri var olmasaydı, kompleks, akıllı yaşam imkansız

olmasa bile, çok daha az muhtemel olurdu.

Benzer şekilde, diğer yasalar ve ilkeler kompleks yaşam için zorunludur:

fizikçi Freeman Dyson’un tesbit ettiği üzere (1979, s.251),

eğer hiçbir iki fermionun aynı kuantum durumunda bulunamayacağını

dikte eden Pauli-dışlama (Pauli-exclusion) ilkesi var olmasaydı,

bütün elektronlar en alt seviyedeki atomik yörüngeyi işgal ederdi ki

bu da kompleks kimyayı ortadan kaldırırdı; eğer parçacıkların, sadece

ayrık, izinli kuantum durumlarını işgal edebileceklerini öğreten kuantizasyon

ilkesi olmasaydı, hiçbir atomik yörünge var olmazdı ve dolayısıyla

kimya diye bir şey var olmazdı, zira bütün elektronlar atom

çekirdeğinin içine soğurulurdu.

İnce-ayarın özellikle önemli başka bir kategorisi, fizik sabitleri kategorisidir.

5 Fizik sabitleri, fizik yasalarıyla irtibatlandırıldığında evrenin

temel yapısını belirleyen bir dizi temel sayılardır. Böylesi bir sabitin

örneği, Newton’ın çekim yasasının (F=GM1M2/r2) bir parçası olan

yerçekimsel sabit G’dir. Özü itibariyle G, iki kütle arasındaki çekimin

şiddetini belirlemektedir. Örneğin, eğer biri G’nin değerini ikiye katlayacak

olsaydı, o zaman iki kütle arasındaki çekim kuvveti ikiye katlanırdı.

Tabiattaki diğer kuvvetlerden her birinin, çekimsel sabit G’ye

benzer şekilde kendi şiddetini belirleyen sabiti vardır. Kuvvet şiddetlerinin

standart boyutsuz ölçümlerinden birini kullanırsak (Barrow

4 Bu tartışma boyunca biz, yaşamın, önemli, kendi kendini üreten kompleksliği, bilhassa

bizimkisine kıyaslanabilir akıllı yaşamı gerektirdiğini varsayıyoruz.

5 En güçlü olduğunu düşündüğüm altı örneğin titiz bir fiziksel analiziyle birlikte sabitlerin

ince-ayarına dair kanıtın güncel bir analizi için, bkz. Collins, 2003. Aşağıda

belirtilen sabitlerin ince-ayar örneklerinin daha detaylı bir incelemesi, literatüre daha

detaylı atıflar eşliğinde işaret edilen makalede sunulmaktadır.

and Tipler, 1986, ss.293-295), yerçekimi-kuvveti, kuvvetlerin en zayıfıdır,

ve güçlü nükleer kuvvet ise en güçlü olanıdır, yerçekimi-kuvvetinden

1040 daha güçlü bir faktördür —yani on bin milyar, milyar,

milyar, milyar kez daha güçlü.

Çeşitli hesaplamalar, tabiat kuvvetlerinden her birinin şiddetinin,

akıllı yaşamın var olması için gereken görece küçük bir aralıkta bulunması

gerektiğini göstermektedir. (Bkz: Collins, 2003). Örnek olarak,

yerçekimi-kuvvetini düşünün. Eğer, mesela, biz yeryüzündeki

yerçekimi-kuvvetinin şiddetini milyar katına çıkarsaydık, yerçekimikuvveti

o kadar büyük olurdu ki karada yaşayan ve insanların ebadına

yakın büyüklükteki herhangi bir organizma parçalanırdı. (Materyallerin

dayanıklılığı, yerçekimi-kuvvetindeki bir değişiklikten etkilenmeyecek

olan “ince-yapı sabiti” ( fine-structure constant) vasıtasıyla

elektromanyetik kuvvete bağımlıdır.) Astrofizikçi Martin Rees’in kaydettiği

üzere, “Hayali bir güçlü çekim dünyasında, böcekler bile kendilerine

destek olacak kalın bacaklara ihtiyaç duyarlardı ve hiçbir hayvan

daha fazla büyüyemezdi” (Rees, 2000, p.30). Şimdi, yukarıdaki

argüman, üzerinde hayatın oluştuğu gezegenin dünya büyüklüğünde

bir gezegen olacağını varsaymaktadır. Bizimkisiyle mukayese edilebilir

akıllı hayat formları, böylesine güçlü-yerçekimli evrende çok daha

küçük bir gezegen üzerinde ortaya çıkabilir miydi? Öyle gözüküyor

ki cevap ‘hayır’dır. Dünyanınkinden bin kez daha büyük bir çekim

kuvvetine sahip bir gezegen —ki bu, bizim büyüklüğümüze sahip organizmaların

varlığını ihtimal dışı kılacaktır— yaklaşık 40 feet yani

12 metrelik bir çapa sahip olurdu, ve tekrar edecek olursak, bu bizler

gibi organizmaların tekamül etmesi için gerekli olan geniş ölçekli

türden ekosistemi sürdürmeye yetecek kadar büyük değildir. Elbette

ki çekim-kuvvetinin şiddetindeki bir milyar-kat artış, mutlak anlamda

(mutlak verilere bakınca) çok büyüktür, fakat tabiattaki kuvvetlerin

toplam şiddet aralığıyla (ki yukarıda gördüğümüz gibi, 1040’lık bir

aralığı kapsar) karşılaştırıldığında, bu hâlâ, 1031’de bir parçanın inceayarı

anlamına gelmektedir. Doğrusu, diğer hesaplamalar göstermektedir

ki şayet çekim-kuvveti üç binlik bir katsayı daha fazla oranda

artırılsaydı, bizim güneşimizin on milyar yıllık ömrüyle mukayese

edilince bir milyar yıldan fazla ömürleri olan yıldızlar var olamazdı.6

Bu ise yaşam-kısıtlayıcı önemli sonuçlar doğururdu.

Ancak, tabiat kuvvetlerinin şiddetinin yanı sıra fizik sabitlerinin

ince-ayarına dair başka örnekler de mevcuttur. Fizikçiler ve kozmolojistler

—ve ezoterikler— arasında muhtemelen en yaygın biçimde

tartışılan şey, kozmolojik sabit diye bilinen sabitin ince-ayarıdır.7 Kozmolojik

sabit, Einstein’ın kendi çekim teorisinin —yani genel izafiyetinin—

merkezi denklemine dahil ettiği bir terimdir, ki günümüzde

bunun boş uzayın enerji yoğunluğuna tekabül ettiği düşünülmektedir.

Pozitif bir kozmolojik sabit, bizzat uzayın genişlemesine sebep olan bir

tür karşıt-çekim, bir itici kuvvet gibi davranmaktadır. Eğer kozmolojik

sabit, önemli derecede bir pozitif değere sahip olsaydı, uzay o kadar

hızla genişlerdi ki bütün madde çabucak etrafa saçılırdı, ve dolayısıyla

galaksiler, yıldızlar ve hatta küçük madde kümelenmeleri asla

oluşmazdı. Sonuç itibariyle, evrenimizde karmaşık hayatın mümkün

olabilmesi için, o değerin, kendisinin doğal değerler dizisine rölatif

olarak, sıfıra son derece yakın durması gerekmektedir.

Şimdi, parçacık fiziğinin temel teorileri, kozmolojik sabit için doğal

bir değerler alanı tespit etmektedirler. Ancak bu doğal değerler alanı,

hayatı mümkün kılan değerlerin en azından 1053 —yani 1’in yanında

53 adet sıfır— katıdır. Bu demektir ki eğer “0 ilâ L”, hayatı mümkün

6 Bkz. Collins, 2003.

7 Kozmolojik sabitin ince-ayarı, literatürde geniş bir şekilde tartışılmaktadır (mesela

bkz. Davies, 1982, 105 -109, Rees, ss. 95 - 102, 154-155). Erişilebilir güncel bir tartışma

için bkz. Collins, 2003.

kılan değerleri temsil ediyorsa, değerlerin teorik olarak mümkün alanı,

en azından 0 ilâ 1053L alanıdır. Bunun ne anlama geldiğini sezgisel

olarak anlamak için, bir hedef tahtası (dartboard) analojisini düşünün:

farzedin ki bütünüyle görülebilen galaksi boyunca uzanan bir hedef

tahtamız var ve bu tahtadaki hedef noktasının çapı da 2.5 cm’den küçük.

Kozmolojik sabitin ince-ayar miktarı, bu tahtaya gelişigüzel bir

ok atıp hedefe tam isabet ettirmeye mukayese edilebilir!

Fiziğin temel sabitlerinin ince-ayarı için başka örnekler de verilebilir,

mesela nötron ve proton arasındaki kütle farkı. Örneğin, eğer

nötronun kütlesi, hafiften, söz gelimi yedi yüzde bir civarında artırılsaydı,

devamlı hidrojen yakan yıldızların varlığı biterdi. (Leslie, 1989,

ss.39-40, Collins, 2003.)

İnce-ayarın üçüncü türü, evrenin başlangıçtaki şartlarının ince-ayarı

ile ilgilidir ki bu, kütle-enerjinin başlangıçtaki dağılımının, (akıllı) yaşamın

meydana gelmesi için son derece sınırlı bir alanda bulunması

gerektiği gerçeğine işaret eder. Bu ince-ayarın bir yönü, evrenin başlangıcında,

kütle ve enerjinin olağanüstü derecede kesin bir düzenlemesini

gerektiren son derece düşük entropidir. Britanya’nın önde gelen

teorik fizikçilerinden biri olan Roger Penrose’un yorumladığı gibi:

“İçerisinde yaşadığımıza benzer bir evren meydana getirmek için,

Yaratıcı’nın, mümkün evrenlerin faz uzayının (phase space) saçmalık

derecesinde ufak bir hacmini hedeflemesi gerekecektir” (Penrose,

1989, s.343). Bu hacim ne kadar ufaktır? Penrose’a göre, x=10123 olduğunu

kabul edersek, faz uzayın hacmi, bütün faz uzayın 1/10x’i kadar

olacaktır (s.343). Bu dakiklik/hassaslık, görülebilen bütün evreni bir

hedef tahtası kabul ettiğimizde, oku bir tek protona isabet ettirmeyi gerektirecek

hassaslıktan çok, çok daha muazzamdır! Son olarak, biyokimyacı

Michael Denton, Nature’s Destiny adlı kitabında, doğal dünyanın

karbon, oksijen, su ve elektromanyetik spektrumun karmaşık

biyokimyasal sistemlerin varlığına imkan veren bir çok eşsiz nitelikleri

gibi çeşitli üst-düzey özelliklerini etraflıca tartışmaktadır. Denton’un

sunduğu birçok örnekten birini verirsek, hem atmosfer hem su, görülür

bölgede ince bir bantta yayılan elektromanyetik radyasyona karşı

geçirgendir; fakat radyo dalgalarına karşı geçirgen değildir. Eğer bunun

yerine onlardan herhangi biri, görülebilen bölgede elektromanyetik

radyasyonu emseydi, yeryüzündeki hayatın varlığı, imkansız kılınmasa

bile, ciddi bir şekilde engellenirdi (ss.56-57).

Yukarıdaki örneklerin işaret ettiği üzere, ince-ayar kanıtı kapsamlı

olup dört farklı ince-ayar türü içermektedir: tabiat yasaları, fizik sabitleri,

evrenin başlangıcındaki şartlar ve alemin çeşitli üst-düzey özellikleri

ile alakalı ince ayar. Filozof John Leslie’nin tesbit ettiği üzere,

“üst üste yığılı ipuçları, yığındaki her bir unsur hakkındaki şüphelere

rağmen, çok önemli kanıt oluşturabilir” (1988, s.300). Tahayyül edersek,

ince-ayarın yukarıda zikredilen her bir örneğini, radyo istasyonu

aramaya benzetebiliriz: bütün aramalar doğru frekansa ayarlanmadığı

sürece, kompleks akıllı yaşam imkansız olacaktır. Yahut, evrenin başlangıcındaki

şartların değerlerini ve fiziğin sabitlerini, bütün galaksiyi

dolduran bir hedef tahtası üzerindeki koordinatlar olarak; hayatın var

olması için gerekli şartları da oldukça küçük bir hedef olarak düşünebiliriz:

fırlatılan ok hedefe isabet etmedikçe, karmaşık hayat imkansız

olacaktır. Radyo dalga boylarının mükemmel bir şekilde ayarlanmış

olduğu veya okun hedefe isabet etmiş olduğu gerçeği, bir akıllı varlığın

o dalga boylarını ayarladığı veya oku hedefe nişanladığı fikrini

güçlü bir tarzda telkin etmektedir; zira böyle bir tesadüfün şans eseri

olmuş olabileceği, aşırı derecede ihtimal dışı gözükmektedir. Aşağıda,

bu tür analojilere dayanmak yerine, bu argümanı çok daha dikkatli

bir tarzda geliştireceğiz.

Başlarken Yapılacak Bir Ayrım

Birçok insan, yukarıdaki kanıtı, hedef tahtası analojisiyle birlikte,

ince-ayarın en iyi açıklamasının teizm olduğuna dair bir çıkarımda

bulunmak için yeter-sebep olarak görmektedir. Ancak, bu makalede

ben bu argümanı daha dakik ve ciddi hale getirmek istiyorum. İnceayar

argümanını daha dakik ve ciddi şekilde geliştirmek için, benim

ateistik tek-evren hipotezi ve çok-evrenler hipotezi diye adlandırdığım

hipotezler arasında ayrım yapmanın işe yaradığını göreceğiz.8 Ateistik

tek-evren hipotezine göre, sadece bir evren vardır; ve evrenin var

olduğu ve ince ayarlı olduğu ise nihai anlamda izahtan uzak (açıklanamaz),

“yalın/kaba” gerçektir. Ancak birçok ateist, başka bir hipotezi,

benim çok-evrenler hipotezi dediğim şeyi savunmaktadırlar. Bu

hipotezin en popüler versiyonuna göre, hayali olarak bir “evren üreteci”

(universe generator) şeklinde düşünülebilecek fiziksel bir süreç

vardır ve bu süreç çok sayıda veya sonsuz sayıda evren üretmektedir;

her bir evren gelişigüzel seçilmiş bir başlangıç şartları kümesine ve fizik

sabitlere ait değerlere sahiptir. Bu üreteç, o kadar çok evren ürettiği

için, akıllı yaşamın meydana gelmesi için ince-ayarlanmış bir evreni,

sırf şans eseri bir şekilde, eninde sonunda üretecektir.

Bu ayrımı göz önünde tutarak, ince-ayardan kaynaklanan argümanı

ateistik tek-evren hipotezine karşı dikkatli bir tarzda geliştirmeye

çalışacağız ve daha sonra buna getirilen dört ana itirazı ele alacağız.

Son olarak, IV. Bölümde, çok-evrenler hipotezini ve ona verilen teistik

cevapları ele alacağız.

8 Bu makalede ben ateizmi, basitçe geleneksel teizmin Tanrı’sının inkarından öte bir şey

olarak, aynı zamanda evrenin varlığının veya görünen tasarımının sorumlusu olarak

görülebilecek herhangi bir tür kapsayıcı aklın inkarını da içine alacak şekilde anlıyorum.

II. Ateistik Tek-Evren Hipotezine Karşı Argüman

Bu kısımda, ateistik tek-evren hipotezine karşı teizmin tercih edilmesi

lehindeki argümanı, yani benim ince-ayar argümanının çekirdek

versiyonu diye atıfta bulunduğum bir argümanı, dikkatli ve ciddi

bir şekilde geliştirmeye çalışacağız. Ancak vurgulanmalıdır ki inceayara

dayanarak dizayn (tasarım) için yapılan çıkarımın geçerliliği,

bu argümanın dakik ve ciddi hale getirilmesine hayati anlamda bağımlı

değildir. Bilimde birçok çıkarsamayı kabul ederiz, her ne kadar

filozoflar bu çıkarsamaların felsefi bakımdan dakik bir izahını henüz

üretmemiş olsalar da.9 Elbette şüpheci (skeptic) biri, bilimsel teorilerin

test edilebilir olduğu, halbuki ince-ayarın teistik izahının test edilebilir

olmadığı şeklinde itirazda bulunabilir. Ama test-edilebilirlik, neden

epistemik açıdan konuyla alakalı olsun ki? Ne de olsa test-edilebilirlik,

gelecekte bir teoriye karşı kanıt bulabilmekle alakalı bir şeydir. Ancak

bir hipotezin doğruluğunun (veya empirik yeterliliğinin) ihtimaliyeti

için önemli olan, şu anda onun lehine olan kanıttır, gelecekte onun

aleyhine kanıt bulmanın mümkün olup olmadığı değildir.

İnce-ayara dayalı tasarım çıkarsamasının kusurlu olduğunu göstermek

için, şüpheciler, onun bariz şekilde sorunlu bir akıl yürütme formuna

dayalı olduğunu göstermek zorundadırlar. Aslında, İskoç filozof

9 Bilimsel çıkarsamanın sistematik bir açıklamasını temin etmede filozofların geldikleri

en ileri nokta, Bayesçi açıklamadır. (Bkz. Howson and Urbach, 1989.) Önde gelen

bir bilim filozofu olarak John Earman, “tümevarım, tasdik ve bilimsel çıkarsamanın

kapsamlı ve birleşik bir değerlendirmesi için en çok umudu” Bayesçiliğin verdiğini

kaydetmektedir (Earman, 1992, p. xi.) Ama bu bilimsel çıkarsama izahının birkaç

sorunu vardır ve bu sebeple geniş çaplı kabul görmemiştir. Esaslı bir sorun, bilimsel

rasyonalitenin tam bir açıklaması olarak kabul edilen bu izahın, çok ciddi anlamda

subjektivist ihtimaliyet teorisine dayandığıdır. Bu, nihayetinde, insanın hakikate veya

bilimsel teorinin empirik yeterliğine olan inancını, rasyonalite sınırları dışında kalan

büyük ölçüde öznel bir kanaat meselesi haline sokmaktadır. Bu sebeple birçok filozofa

göre, Bayesçi izahın tamamen kabul edilmesi, büyük ölçüde, bilimin rasyonalitesinin

altını oymakla sonuçlanmaktadır.

David Hume’a geri dönecek olursak, tasarım argümanına getirilen tipik

bir itiraz, onu analoji temelli bir argüman kalıbına sokmak, ve sonra

bu bağlamda analoji temelli argümanların ölümcül derecede kusurlu

olduklarını ileri sürmektir. Ancak, aşağıda göstereceğimiz gibi, inceayar

argümanı, analoji temelli argümandan daha farklı bir biçime, çürütülmesi

zor olan bir biçime sokulabilir. Bunun, hem argümanı dakik

kılma yönünde hem de bazı şüphecilerin ince-ayar argümanının bariz

şekilde kusurlu bir akıl yürütme formuna dayandığı şeklindeki eleştirisini

cevaplama yönünde kat edeceği uzun bir mesafe var.

Ateistik tek-evren hipotezine karşı ince-ayar argümanı birkaç farklı

forma sokulabilirse de –mesela en iyi açıklama çıkarsaması— bana

göre argümanı formüle etmenin en dakik-ciddi yolu, benim “öncelikli

tasdik ilkesi-ÖTİ” (prime principle of confirmation-PPC) dediğim, Rudolph

Carnap’ın “kesinlikte artış” (increase in firmness) ilkesi diye adlandırdığı

ve diğerlerinin de basitçe “olabilirlik ilkesi” (likelihood principle)

dedikleri şeyden geçer.10 ÖTİ [PPC], bize bir gözlemin, hangi

durumlarda bir hipotez lehine kanıt sayılacağını söyleyen genel bir

akıl yürütme ilkesidir. Basitçe ifade etmek gerekirse, ilke şunu söylemektedir:

İki rakip hipotezi değerlendirmeye aldığımızda, bir gözlem,

hangi hipotez altında en yüksek ihtimaliyete sahip ise (veya en az ihtimal-

dışı ise), gözlem o hipotez lehine kanıt sayılır. (Yahut farklı bir

ifadeyle, bu ilke demektedir ki H1 ve H2 diye iki rakip hipotezi değerlendirmeye

aldığımız zaman, bir G gözlemi, eğer G, H1 altında iken

H2 altında olduğundan daha fazla muhtemel ise, bu gözlem H2 yerine

H1 için bir kanıt sayılır.)11 Ayrıca, kanıtın, hipotezlerden birinden zi-

10 Bkz. Carnap (1962). Tasdik (confirmation) teorisine ve öncelikli tasdik ilkesine dair

temel fakat biraz eski bir giriş için bkz. Swinburne, (1973). Bilhassa olabilirlik (likelihood)

ilkesini tartışan literatür için bkz. Edwards (1992) ve Elliot Sober (2002.)

11 Belli potansiyel karşıt örnekleri bertaraf etmek için, bu ilkenin, sadece içerisinde H1’in,

E kanıtından ayrı bağımsız bir olabilirliğe/makuliyete (independent plausibility) sahip

yade diğeri lehine geçerli olmasının derecesi, gözlemin o iki hipotezden

birinden ziyade diğerinin altında daha muhtemel olma derecesiyle

orantılıdır.12 Örneğin, ben burada ince-ayarın, ateistik tek-evren hipotezinden

ziyade teizm altında çok daha muhtemel olduğunu ve dolayısıyla

da bu ateistik hipotezden çok teizm için güçlü bir argüman sayılacağını

ileri süreceğim. Bir sonraki büyük alt-bölümde ince-ayar

argümanının daha formel ve ayrıntılı yorumunu öncelikli ilke açısından

sunacağız. Ancak, gelin önce bu ilkenin bir çift örnekli izahına

bakalım ve daha sonra onun lehine bir destek sunalım.

İlk örnekli izahımız için, farzedin ki ben dağda yürüyüşe çıktım

ve bir uçurumun alt kısmında, açık bir şekilde “Dağlara Hoş Geldiniz

Robin Collins” şeklinde bir oluşum teşkil edecek tarzda düzenlenmiş

bir grup kaya buldum. Bir hipotez şudur: şans eseri, kayalar o

şekilde düzenlenivermiş —nihai anlamda belki de evrenin ta başlangıçtaki

şartlarından ötürü. Varsayalım ki tek geçerli/makul alternatif

hipotez şu ki benden önce dağda bulunan kardeşim kayaları bu tarzda

düzenledi. Çoğumuz hemen kayaların düzenlenmesini, “şans” hipotezinden

çok “kardeş” hipotezi lehinde güçlü kanıt olarak göreceğizdir.

Niçin? Çünkü kayaların şans eseri o şekilde düzenlendiği fikri bize

son derece ihtimal-dışı gelir, fakat onları kardeşimin o şekle soktuğu

olduğu veya en azından sırf E’yi açıklamak amacıyla inşa edilmemiş olduğu durumlarda

geçerli olacak şekilde kısıtlanması gerekebilir. Teizmle ilgili durum kesinlikle

budur, zira ince-ayar kanıtının bilinmesinden çok önceleri teizme inanılıyordu. Ancak

olabilirlik (likelihood) ilkesi, genel olarak bu kısıtlamayla ifade edilmemektedir. Bu

meseleye dair kısa bir tartışma için bkz. Sober (2002) ve Collins (“Who Designed God

Objection,” yakında yayınlanacak).

12 İhtimaliyet hesaplamalarına aşina olanlar için, bir kanıtın bir hipotez yerine başka bir

hipotez lehine sayılma derecesine dair tam bir açıklama, Bayes Teoreminin ihtimallilik

oranının (odds) formu açısından verilebilir: yani, P(H1/E)/P(H2/E) = [P(H1)/P(H2)] x

[P(E/H1)/P(E/H2)], burada P( / ) bir önermenin başka bir önermenin doğruluk şartına

bağlı epistemik ihtimaliyetini temsil etmektedir. Ancak, burada ifade edilen ilkenin

genel versiyonu, Bayes teoreminin geçerli veya doğru olmasını gerektirmemektedir.

fikri hiç de ihtimal-dışı gelmez. Böylece, öncelikli tasdik ilkesi vasıtasıyla,

biz, kayaların düzeninin, şans hipotezinden çok “kardeş” hipotezini

güçlü şekilde desteklediği sonucuna varırız.

Veyahut başka bir örnek düşünelim, sanığın parmak izlerinin cinayet

silahının üzerinde bulunması örneğini. Normalde biz böyle bir

bulguyu, sanığın suçlu olduğuna dair güçlü bir kanıt olarak görürüz.

Niçin? Çünkü biz, şayet sanık masum ise, bu parmak izlerinin cinayet

silahında bulunmasının ihtimal-dışı olduğuna, fakat şayet sanık

suçlu ise, ihtimal-dışı olmadığına hükmederiz. Yani, y ukarıdaki örnektekiyle

aynı türden akıl yürütme sürecinden geçeriz.

Son olarak, öncelikli onaylama ilkesi lehinde birkaç şey söylenebilir.

İlk olarak, birçok filozof, bu ilkenin, ihtimaliyeti yönettiği genel

olarak varsayılan matematiksel kurallar dizisi yani ihtimaliyet hesabı

(probability calculus) olarak bilinen şeyden çıkarılabileceğini düşünmektedirler.

İkinci olarak, bu ilkeyi ihlal eden tanınır biçimde iyi bir

akıl yürütme örneği görülmemektedir. Son olarak, bu ilke çok geniş

bir uygulama alanına sahip gözüküyor, yukarıdaki örneklerin de gösterdiği

gibi, bilimde ve günlük hayatta kullandığımız birçok akıl yürütmeyi

desteklemektedir. Hatta, aslına bakılırsa, kimileri, bu ilkenin

daha genel bir versiyonunun bütün bilimsel akıl yürütmeleri desteklediğini

ileri sürmüşlerdir (Bkz. Howson and Urbach, 1989 ve Earman,

1992).

Argümanın Daha İleri Aşamaları

İnce-ayar argümanının çekirdek versiyonunu daha da geliştirmek

için, iki öncülünü ve sonucunu açık bir şekilde listeleyerek argümanın

bir özetini vereceğiz:

Öncül 1. İnce-ayarın varlığı, teizm altında ihtimal-dışı değildir.

Öncül 2. İnce-ayarın varlığı, ateistik tek-evren hipotezi altında çok ihtimal-

dışıdır.13

Sonuç: Öncül (1) ve (2) ve öncelikli onaylama ilkesinden, ince-ayar verilerinin,

ateistik tek-evren hipotezinden çok tasarım hipotezi lehine güçlü kanıt

sağladığı sonucu çıkar.

Bu noktada durup argümanın iki özelliğini not etmeliyiz. Argüman,

ince-ayar kanıtının evrenin tasarlandığını ispat ettiğini veya evrenin

tasarlanmış olmasının muhtemel olduğunu bile söylemiyor. Gerçekten

de kendi içerisinde o, bizim ateistik tek-evren hipotezinden çok

teizme inanmada epistemik olarak güvence altında (warranted) olduğumuzu

bile göstermemektedir. Bu tür iddiaları doğrulamaya kalkarsak,

bizim bu makalede yapmadığımız bir şeye, yani tasarımın veya

teistik hipotezin hem lehine hem de aleyhine olan bütün kanıtlara bakmak

zorunda kalırız. Daha ziyade, argüman, ince-ayarın ateistik tekevren

hipotezi karşısında teizmi güçlü bir şekilde desteklediği sonucuna

varmaktadır.

Bu şekliyle ince-ayar kanıtı, bir silah üzerinde bulunan parmak

izlerine benzer daha çok: sanığın cinayeti işlediğine dair güçlü bir

kanıt sağlamasına rağmen, sadece bunlara dayanarak kimse sanığın

suçlu olduğu sonucuna varamaz, [böyle bir sonuç için] o kişi aynı zamanda

ortaya konan diğer bütün kanıtlara da bakmak zorundadır. Örneğin,

belki on tane güvenilir şahit, ateş etme anında sanığı bir partide

gördüklerini iddia edebilirler. Böyle bir durumda parmak izleri hâlâ

önemli bir suç kanıtı olarak sayılır; ama bu kanıt, şahitlerin tanıklığı

13 Kesin olarak söylemek gerekirse, ince-ayar, fizik sabitleri için yaşama izin veren değerler

aralığının, o değerler için “teorik olarak mümkün” aralığı R’ye kıyasla küçük olduğu

iddiası ile, değerlerin gerçekte yaşama izin veren aralık içinde yer aldığı iddiasının

birleşimine işaret etmektedir. Biz, işte bu sonraki olgunun ateistik tek-evren hipotezi

altında hayli ihtimal-dışı olduğunu ileri sürüyoruz.

tarafından karşıt yönde dengelenmiş olacaktır. Benzer şekilde inceayar

kanıtı, ateistik tek-evren hipotezi karşısında teizmi desteklemektedir,

fakat argümanın kendisi, her şey hesaba katıldığında, teizmin

evrenin en makul açıklaması olduğunu göstermemektedir.

Argümanın kaydetmemiz gereken ikinci özelliği, öncelikli tasdik

ilkesi göz önünde t utulunca, argümanın sonucunun öncüllerden çıktığıdır.

Özellikle, eğer argümanın öncülleri doğru ise, o zaman sonucun

doğru olduğu garantisine sahibiz: yani, argüman, filozofların geçerli

addettiği bir argümandır. Böylece, argümanın öncüllerinin doğru

olduğunu gösterdiğimiz sürece, sonucun da doğru olduğunu göstermiş

olacağız. Bu sebeple, bir sonraki vazifemiz, öncüllerin doğru olduğunu

veya en azından onlara inanmak için güçlü sebeplerimizin olduğunu

göstermeye çalışmaktır.

Öncüller için destek

Öncül (1) İçin Destek

Öncül (1)’i destekleyecek argüman basitçe şöyle ifade edilebilir:

Tanrı, her yönüyle iyi bir varlık olduğu, ve akıllı bilinçli varlıkların

var olmaları iyi olduğu için, Tanrı’nın akıllı yaşamı destekleyecek bir

dünya yaratması şaşırtıcı veya ihtimal dışı değildir. Dolayısıyla, inceayar,

öncül (1)’in iddia ettiği üzere, teizm altında ihtimal-dışı değildir.

Öncül (2) İçin Destek

Verilere bakınca, birçok insan, ince-ayarın ateistik tek-evren hipotezi

altında son derece ihtimal-dışı olduğunun ayan beyan olduğunu

düşünür. Bunun nedenini görmek kolaydır, özellikle de ince-ayarı

daha önce teklif edilen analojiler bakımından düşündüğümüz zaman.

Örneğin hedef tahtası analojisinde, evrenin başlangıcındaki şartlar ve

fiziğin temel sabitleri bütün galaksiyi kaplayan bir hedef tahtası olarak;

ve hayatın var olması için gereken şartlar da 30 cm genişliğinde

küçük bir hedef olarak düşünülmektedir. Bu doğrultuda, bu analojiden

bakınca, ince-ayarın ateistik tek-evren hipotezi altında meydana

gelmesinin —yani fırlatılan okun şans eseri hedefe isabet etmesinin—

hayli ihtimal-dışı olduğu bariz gözükmektedir.

Genellikle ince-ayar taraftarları, öncül (2)’nin veya buna benzer

bir şeyin doğrulamasını bu analojiye dayandırmakla yetinirler.

Ancak birçok ateist ve teist bu tür bir analojinin meşruiyetini sorgularlar

ve bu sebeple argümanı ikna edici olmaktan uzak bulurlar.

Her ne kadar öncül (2)’nin tam ve titiz bir doğrulaması bu makalenin

sınırları dışında olsa da, böyle bir ilave doğrulamanın nasıl olabileceğinin

kısa taslağını aşağıda III. Kısımda İtiraz (5) başlığı altında

vereceğiz.

III. Çekirdek Versiyona Yöneltilen Bazı İtirazlar

Ateistik tek-evren hipotezine karşı teizm lehindeki ince-ayar argümanı

ne kadar güçlü olsa da argümana karşı hem ateistler hem de teistler

tarafından birkaç önemli itiraz dillendirilmiştir. Bu kısımda, bu

itirazları sırasıyla ele alacağız.

İtiraz 1: Daha Temel Yasa İtirazı

İnce-ayar argümanına yöneltilen bir eleştiri şudur: Bildiğimiz kadarıyla,

fizik sabitlerinin sahip oldukları değerlere sahip olmalarını

zorunlu kılacak daha temel bir yasa olabilirdi. Dolayısıyla, böylesi

bir yasa olunca, fiziğin bilinen sabitlerinin, yaşama izin veren değerler

aralığı içinde yer almaları ihtimal-dışı değildir.

Böyle bir yasayı postulatlamadaki problem, tamamen spekülatif

olmasının yanı sıra, ince-ayarın ihtimalsizliğini bir kademe yukarıya,

yani bizatihi postulatlanan fiziksel yasa seviyesine çıkarmasıdır. Astrofizikçiler

Bernard Carr ve Martin Rees’in kaydettikleri gibi, “görünürdeki

antropik tesadüflerin hepsi [kapsamlı bir birleşik teori vasıtasıyla]

açıklanabilir olsa bile, fiziksel teori tarafından dikte edilen

ilişkilerin hayat için elverişli olan ilişkiler olması hâlâ dikkate değerdir.”

(1979, s.612).

Benzer türden bir cevap, fizik sabitlerinin hayatı mümkün kılan

değerlere sahip olması mantıkan zorunlu olabileceğinden dolayı inceayar

ihtimal-dışı değildir şeklindeki iddiaya karşılık olarak verilebilir.

Yani, bu iddiaya göre, tıpkı 2+2’nin 4 etmesi gerektiği, veya Öklid

geometrisinde bir üçgenin iç-açılarının toplamının 180 derece olması

gerektiği gibi, fizik sabitleri de hayata izin veren değerlere sahip olmak

zorundadır. Ancak, yukarıdaki “daha temel yasa” önerisi gibi,

bu postulat da basitçe, ihtimalsizliği bir kademe yukarıya taşımaktadır:

zorunlu olabilecekleri tasavvur edilebilen bütün yasalar ve fizik

sabitleri içerisinde, hayata izin verenlerin böyle [yani mantıkan zorunlu]

olması son derece ihtimal-dışıdır.14

İtiraz 2: Diğer Hayat Formları İtirazı

İnsanların, ince-ayar argümanına karşı umumiyetle gündeme getirdikleri

başka bir itiraz şudur: Bilebildiğimiz kadarıyla, fizik sabitleri

14 İhtimaliyet teorisi konusunda eğitimli olanlar, şunu not etmek isteyeceklerdir: burada

başvurulan ihtimaliyet türü, filozofların epistemik ihtimaliyet dedikleri türdür, ki bu bir

önerme hakkında sahip olmamız gereken inancın rasyonel derecesinin bir ölçüsüdür.

(Bkz. aşağıda İtiraz (5)). Bizim zorunlu bir doğru hakkındaki inancımızın rasyonel değeri

1’den az olabileceği için, bir tabiat yasasının zorunlu olarak var olmasının ihtimal-dışı

oluşundan makul bir şekilde bahsedebiliriz. Örneğin–Goldbach’ın 6’dan büyük her bir

çift sayının, iki tek asal sayının toplamı olduğu şeklindeki varsayımı gibi—kanıtlanmamış

matematiksel hipotezlerin, güncel kanıtlara bakınca, muhtemelen doğru veya muhtemelen

yanlış olduklarından söz edebiliriz, her ne kadar bütün matematiksel hipotezler

ya zorunlu olarak doğru ya da zorunlu olarak yanlış olsalar da.

farklı olsaydı bile, başka hayat formları var olabilirdi. Dolayısıyla, iddiaya

göre, ince-ayar argümanı bütün akıllı yaşam formlarının tıpkı

bizimki gibi olması gerektiğini varsaymaktadır. Bu itiraza verilecek

bir karşılık, ince-ayarın birçok çeşidinin bu varsayımla yola çıkmadığıdır.

Mesela, kozmolojik sabiti alalım. Eğer kozmolojik sabit, olduğundan

daha büyük olsaydı, madde o kadar hızla etrafa saçılırdı ki

hiçbir gezegen ve doğrusu hiçbir yıldız var olamazdı. Ancak, yıldızlar

olmaksızın, herhangi bir tür karmaşık maddî sistemin gelişmesi için

gerekli hiçbir sabit enerji kaynağı var olamazdı. Bu sebeple, ince-ayarın

bu örnekte varsaydığı tek şey, bizimkisine mukayese edilebilir hayat

formlarının evriminin sürekli bir enerji kaynağını gerektirdiğidir.

Bu ise kesinlikle çok makul bir varsayımdır.

Elbette ki eğer tabiat yasaları ve sabitleri yeterince değiştirilseydi,

bedenli akıllı hayatın bizim tasavvur bile edemeyeceğimiz diğer formları

da var olabilirdi. Fakat bu, ince-ayar ile alakalı değildir, çünkü ateistik

tek-evren hipotezi altında ince-ayarın ihtimaliyetine dair hüküm

sadece şunu gerektirmektedir: Mevcut tabiat yasaları göz önünde tutulunca,

(çekim-kuvveti gibi) fizik sabitlerinin hayata izin veren değerlerinin

aralığı, hayata izin vermeyen değerlerin etrafı çevreleyen

aralığına kıyasla küçüktür. Bir hedef tahtası analojisi bu noktayı izah

etmemize yardım edebilir. Eğer bir okun, çok ama çok büyük bir boş

bölge tarafından çevrelenmiş çok küçük bir hedefe isabet ettiğini görseydik,

biz hâlâ o okun hedefe isabet etmesini, hedef tahtasının diğer

bölgelerinin hedeflerle dolu olup olmadığını bilmesek bile, okun hedefe

hedef alındığına dair bir kanıt olarak sayardık. Niçin? Çünkü eğer hedef

tahtasının diğer kısımlarında hedefler olmuş olsa bile, okun etraftaki

boş alandaki bir nokta yerine hedefe isabet etmesi, şans hipotezi

altında hâlâ çok şaşırtıcı olurdu, ama nişan alma hipotezi altında şaşırtıcı

olmazdı.15

İtiraz 3: Antropik İlke İtirazı

Antropik İlke diye adlandırılan ilkenin zayıf versiyonuna göre, eğer

tabiat yasaları ince-ayarlı olmasaydı, biz bu olguyu yorumlamak üzere

burada olmazdık. Bu sebeple bazıları, ince-ayarın ateizm altında gerçekten

ihtimal-dışı veya şaşırtıcı olmadığını, bilakis bu sonucun basitçe

bizim var olduğumuz gerçeğinden çıktığını ileri sürmüşlerdir.

Bu itiraza verilecek cevap, basitçe, argümanı bizim varlığımız açısından

yeniden ifade etmektir: Bedenli, akıllı varlıklar olarak bizim var

oluşumuz, ateistik tek-evren hipotezi altında son derece ihtimal-dışıdır

(zira bizim var oluşumuz ince-ayarı gerektirmektedir), fakat teizm

altında ihtimal-dışı değildir. O zaman, bizim varlığımızın, ateistik tekevren

hipotezinden çok teizmi güçlü bir şekilde tasdik ettiği sonucuna

varmak için biz sadece öncelikli tasdik ilkesini uygularız.

Bu cevabı biraz daha örnekle izah etmek için, “idam mangası” (firing

squad) analojisini düşünün. John Leslie’nin (1988, s.304) tesbit

ettiği üzere, eğer elli keskin nişancının hepsi de beni ıskalarsa, buna

verilecek “eğer onlar beni ıskalamamış olsalardı, ben bu olguyu düşünmek

üzere burada olmazdım” cevabı yeterli değildir. Bunun yerine

ben bundan, tabii olarak, tamamının beni ıskalamasının –onlar

gerçekten beni öldürmek niyetinde değildiler gibi— bir sebebi olduğu

sonucunu çıkarırdım. Neden böyle bir sonuç çıkarırdım? Çünkü benim

varlığımın devam etmesi, onların beni şans eseri ıskaladıkları hipotezi

altında ihtimal-dışı olacaktır, fakat beni ıskalamalarının bir nedeni

olduğu hipotezi altında ihtimal-dışı değildir. Dolayısıyla, öncelikli

15 Bu itiraz, benzer bir türden analoji öneren John Leslie tarafından da ele alınmıştır

(1989, ss.17-18).

tasdik ilkesiyle bakınca, benim varlığımın devam etmesi, sonraki hipotezi

güçlü bir şekilde tasdik etmektedir.

İtiraz 4: “Tanrı’yı Kim Tasarladı?” İtirazı

Ateistlerin, tasarım argümanına –ki ince-ayar argümanı bunun bir

çeşididir— yönelttikleri muhtemelen en yaygın itiraz şudur: Tanrı’nın

varlığını postulatlamak, tasarım problemini çözmemekte, fakat sadece

onu bir kademe yukarıya taşımaktadır. Örneğin, ateist George Smith

şu iddiada bulunmaktadır:

Eğer evren harika bir tarzda tasarlanmışsa, elbette ki Tanrı daha harika bir

tarzda tasarlanmıştır. Bu sebeple, O’nun, Kendisinden daha harika olan bir

tasarımcısının olması gerekir. Eğer Tanrı, bir tasarımcıyı gerektirmediyse,

o zaman evren gibi görece daha az harika bir şeyin bir tasarımcıya muhtaç

olmasının da bir sebebi yoktur. (1980, s.56)

Veya filozof J.J.C. Smart bu itirazı şöyle dillendirir:

Eğer biz yaratılmış evrene ilaveten Tanrı’yı bir postulat olarak koyarsak,

hipotezimizin karmaşıklığını artırmış oluruz. Bizzat evrenin bütün karmaşıklığı

önümüzde duruyor ve buna ilave olarak, Tanrı’nın en azından

eşit karmaşıklığı da söz konusu. (Bir sanat eserinin tasarımcısı, en az tasarlanan

sanat eseri kadar karmaşık olmalıdır) … . Eğer teist, bir ateiste,

Tanrı’yı postulat olarak koymanın, insanın dünya görüşünün karmaşıklığını

fiilen azalttığını gösterebilirse, o zaman ateistin, teist olması gerekir.

(pp.275-276; italikler bana ait)

Yukarıdaki ateist itiraza ilk cevap, bir sanat eserinin tasarımcısının,

tasarlanan eser kadar karmaşık olması gerektiği şeklindeki ateist

iddianın kesinlikle apaçık olmadığını tesbit etmektir. Fakat inancım

odur ki onların iddiasının makul bir tarafı da vardır: Örneğin,

tecrübe ettiğimiz dünyada, organize komplekslik, sadece, insan beyni/

zihni veya bir fabrika veya bir organizmanın biyolojik ebeveyni vb.

gibi halihazırda o karmaşıklığa sahip olan sistemler tarafından üretiliyor

gözükmektedir.

İkinci ve daha iyi cevap, ateist itirazın, en iyi ihtimalle, sadece

tasarım argümanının, bütün organize kompleksliğin bir açıklamaya

muhtaç olduğu ve Tanrı’nın da dünyada bulunan organize kompleksliğin

en iyi açıklaması olduğu iddiasını taşıyan versiyonuna karşı işe

yaradığını ortaya koymaktır. Ancak, argümanın benim ateistik tekevren

hipotezi aleyhine sunduğum versiyonu sadece, ince-ayarın ateistik

tek-evren hipotezinden ziyade teizm altında daha muhtemel olmasını

gerektiriyor. Fakat eğer Tanrı, özünde, evrenin karmaşıklığını

fazlasıyla aşan muazzam bir karmaşıklık sergilese bile, bu şart hâlâ

karşılanmaktadır. Dolayısıyla, bir sanat eserinin tasarımcısının sanat

eseri kadar karmaşık olması gerektiği şeklindeki ateist varsayımı kabul

etsek bile, ince-ayar hâlâ ateistik tek-evren hipotezinden çok teizmi

tercih etmemiz için bize güçlü sebepler sunacaktır.

Bunu örnekle anlatmak için, bu bölümün başında sunulan Mars’taki

“biyosfer” örneğini ele alalım. Değinildiği üzere, biyosferin varlığı, akıllı

yaşamın bir kez Mars’a uğradığı hipotezinde, şans hipotezi altında olduğundan

çok daha fazla muhtemel olacaktır. Dolayısıyla, öncelikli

tasdik ilkesince, böyle bir “biyosfer”in varlığı, bir zamanlar Mars’ta

akıllı dünya-dışı hayatın bulunduğuna dair güçlü bir kanıt teşkil edecektir,

her ne kadar bu uzaylı hayat, en yüksek ihtimalle, “biyosfer”in

kendisinden çok daha karmaşık olmak zorunda olsa da.

Teistin bu itiraza verebileceği son ve bence en iyi cevap, Tanrı’nınki

gibi bir “üst-zihin”in (supermind), evreni yaratmak için, yüksek

dereceli izah-dışı organize bir kompleksliğe gerek duymayacağını

göstermektir. Ben bu cevabı başka bir yerde (Collins, “Tanrı’yı Kim

Tasarladı İtirazı,” yakında yayınlanacak) sunmuştum, ama onu burada

sunmak bu makalenin kapsamı dışındadır. Burada sadece şunu kaydedeyim

ki tasarım argümanından tamamen bağımsız sebeplerden ötürü,

Tanrı’nın, varsa bile, çok az içsel karmaşıklığa sahip olduğu düşünülmüştür.

Gerçekten de Ortaçağ filozofları ve teologları, ilahi basitlik

öğretisini bile savunmuşlardır ki bu öğretiye göre Tanrı’nın, hiçbir içsel

karmaşıklığa sahip olmaksızın, mutlak anlamda basit olduğu iddia

edilmektedir. Dolayısıyla bunun tutmasını sağlamak için, bu itirazı

ortaya koyan ateistlerin yapacağı bayağı çok tartışma var daha.

İtiraz 5: İhtimalsizlik İtirazı

Bazı filozoflar, ince-ayarın ateistik tek-evren hipotezi altında son

derece ihtimal-dışı olduğu iddiasına (yani yukarıdaki öncül (2)), sadece

tek bir evrenimiz olduğu için, evrenin ince-ayarının muhtemel

veya gayr-i muhtemel olması nosyonunun anlamsız olduğunu ileri

sürerek itiraz ederler. Ayrıca, eğer anlamlı olsaydı bile, ateistik tekevren

hipotezi

altında ince-ayarın ihtimal-dışı olduğunu yeterli bir şekilde doğrulamanın,

sezgiye başvurmanın dışında bir yolu olmadığını öne sürerler.

Genellikle bu itirazın ilk kısmının arkasındaki iddia şudur: İhtimaliyet,

sadece, bir referans sınıf içerisindeki görece sıklık/tekerrür bakımından

bir anlam ifade eder. Dolayısıyla, örneğin, rastgele seçilmiş bir

erkek sigara içicisinin akciğer kanserinden ölme ihtimali %30’dur iddiası,

erkek sigara içiciler sınıfının üyelerinin %30’unun akciğer kanserinden

öldüğü anlamına gelir. Fakat eğer sadece bir tek evren varsa,

bunu kendisiyle kıyaslamak için referans olacak bir evrenler sınıfı yoktur

ve bu sebeple, ince-ayarın bu bağlamdaki ihtimal ve ihtimal-dışılığıyla

ilgili iddialar bir anlam ifade etmemektedir.

Bu argümandaki problem, diğer göze çarpan ihtimaliyet anlayışlarını

tamamen göz ardı etmesidir. Bunlardan biri, epistemik ihtimaliyet

nosyonudur. Epistemik ihtimaliyet, iddialara, ifadelere ve hipotezlere

—yani, filozofların önerme dedikleri şeylere— uygulanan yaygın

şekilde kabul gören bir ihtimaliyet türüdür.16 Kabaca, bir önermenin

epistemik ihtimali, bizim o önerme hakkında rasyonel anlamda sahip

olmamız gereken kabul edilebilirlik (credence) derecesi —yani, güven

ve inanç derecesi— olarak düşünülebilir. Farklı bir ifadeyle, epistemik

ihtimaliyet, bir önermenin doğru mu yanlış mı olduğuna dair bilgisizlik

durumunda sahip olduğumuz inancımızın rasyonel derecesinin

bir ölçüsüdür. Örneğin, birisi evrenin muhtemelen on beş milyar yıldan

daha yaşlı olduğunu söylediği zaman, o kişi bir epistemik ihtimaliyeti

ifade ediyor demektir. Sonuçta evren ya gerçekten on beş milyar

yıldan daha yaşlıdır ya da değildir. Fakat hangisi olduğunu kesin

olarak bilmiyoruz, dolayısıyla onun on beş milyar yıldan daha yaşlı

olduğuna, daha genç olmasından daha fazla itimad etmemiz gerektiğini

göstermek için “muhtemelen” kelimesini kullanıyoruz.

Yalın haliyle epistemik ihtimaliyetin yanı sıra, filozoflar bir önermenin,

başka bir önermenin [doğruluk] şartına bağlı epistemik ihtimaliyeti

diye bilinen şeyden de bahsederler. (Bir önerme, alem hakkındaki

herhangi bir iddia, beyan, ifade veya hipotezdir.) Bir R önermesinin

başka bir S önermesine dayalı şartlı epistemik ihtimaliyeti —P(R/S)

diye yazılır— bizzat S önermesinin kendisinin, rasyonel olarak bizim

R’nin doğru olduğu beklentisi içine girmemize yol açtığı derece diye

tanımlanabilir. Bu sebeple, epistemik ihtimaliyet anlayışı gereğince,

kozmosun ince-ayarı, ateistik tek-evren hipotezi altında pek ihtimaldışıdır

ifadesi bir anlam taşımaktadır: Bu ifade, ateistik t ek-evren

16 Epistemik ihtimaliyet hakkında derinlikli bir tartışma için bkz. Swinburne (1973),

Hacking, (1975), ve Plantinga (1993), 8. ve 9. Bölümler.

hipotezinin, kendiliğinden, bizi rasyonel olarak kozmik bir ince-ayar

beklentisine sevkedeceği veya sevketmesi gerektiği dereceye dair bir

beyanda bulunmak şeklinde anlaşılmalıdır. Bu sebeple, bir olgusal durumun

epistemik olarak ihtimal-dışı olduğu iddiası, onun beklenmedik

veya şaşırtıcı olduğu iddiasıyla eşdeğer olarak düşünülebilir. Böylece,

örneğin, bizim ana argümanımız 2. öncülü, ince-ayarın ateistik tekevren

hipotezi altında çok şaşırtıcı olduğunu söyleyecek şekilde yeniden

ifadelendirilebilir. 1. ve 2. öncülleri ve öncelikli tasdik ilkesini şaşırtıcılık

dereceleri açısından yeniden ifadelendirmek, ihtimaliyeti esasen

bir tür görece oluş sıklığı/tekerrür ile ilişkilendiren bilimciler için

özellikle faydalı olabilir. Fizik sabitlerinin ince-ayarının ateistik tekevren

hipotezi altında oldukça ihtimal-dışı olduğunu gördükten sonra,

şimdi, böyle bir ifadenin nasıl doğrulanabileceğini kısaca özetlemenin

zamanıdır. Burada kayıtsızlık ilkesi (principle of indifference) diye bilinen

ilkeyi uygulamamız gerekir diye düşünüyorum. Eldeki meseleye

uygulandığında, kayıtsızlık ilkesi kabaca şöyle ifade edilebilir: Bir parametrenin

herhangi bir değerini bir diğerine tercih etmemiz için hiçbir

sebebimiz yok ise, söz konusu parametrenin doğrudan doğal bir

parametreye tekabül ettiği göz önünde tutulunca, o parametrenin eşit

aralıklarına eşit ihtimaliyetler tayin etmeliyiz.17 Hassaten, eğer böyle

bir parametrenin “teorik olarak mümkün” aralığı (yani, ilgili arkaplan

teorilerinin izin verdiği aralık) R ve hayata izin veren aralık da r

17 Doğal bir parametre, fiziksel bir büyüklüğe doğrudan tekabül eden bir parametredir.

Alternatif olarak, eğer bir kimse, içerisinde bir parametrenin geçtiği bir fiziksel teori

hakkında anti-realist ise, doğal bir parametre, ilgili fizik teorilerinin fizik çevrelerindeki

standard ifadelerinde geçen bir parametre olarak tanımlanabilir. Örnek olarak, bir

m kütlesini ve bunun karşısında başka bir “u” parametresi düşünün; bu parametre o

kütlenin küpünü belirtsin (u=m3). Bu kütlenin fiziksel bir büyüklüğe doğrudan karşılık

geldiğini varsayarsak, m doğal bir parametre olarak düşünülmelidir. Diğer taraftan,

u doğal görülmemelidir, zira o ne doğrudan fiziksel bir büyüklüğe karşılık gelmektedir,

ne de kütleye işaret eden o teorilerin en basit ifadesinin bir parçasıdır.

ise, o zaman ihtimaliyet, r/R’dir. Örneğin, farzedelim ki çekim-gücü

şiddeti için söz konusu olan değerlerin “teorik olarak mümkün” aralığı,

R, sıfır ilâ kuvvetli nükleer gücün şiddeti aralığındadır —yani,

0-1040G0 (Burada G0 çekim-gücünün en son değerini temsil etmektedir).

Yukarıda gördüğümüz üzere, çekim-gücü şiddeti için hayata izin

veren aralık r, en fazla 0 ilâ 109G0’dır. Şimdi, ateistik tek-evren hipotezi

kendi özü itibariyle (ve özellikle de bizim var olduğumuz bilgisinden

ayrı olarak) bize, çekim-gücü şiddetinin, teorik olarak mümkün

bölgenin başka herhangi bir kısmı yerine, hayata izin veren bölgede

yer alacağını düşünmemiz için hiçbir sebep sunmamaktadır. Dolayısıyla,

güçlerin şiddetinin doğal bir değişken oluşturduğunu varsayarsak,

kayıtsızlık ilkesi şunu ifade edecektir: Bu gücün eşit aralıklarına,

eşit epistemik ihtimaliyetler tanınmalıdır ve böylece, hayata izin veren

bölgede yer alan çekim-gücü şiddetinin epistemik ihtimaliyeti, en

fazla, r/R=109/1040=1/1031 olacaktır.18 Özetle, ateistik tek-evren hipotezi

altında, tabiattaki güç şiddetlerinin muazzam aralığı göz önünde tutulunca,

çekim-kuvveti şiddetinin hayata izin veren aralığa denk gelmiş

olmasını çok hayret verici bulmalıyız.

Kayıtsızlık ilkesinin bu kabataslak versiyonuyla alakalı önemli bir

sorun, ünlü Bertrand Paradokslarıdır (mesela bkz. Weatherford, 1982,

s.56), ki buna göre, bir fiziksel niceliğe doğrudan tekabül eden eşit

derecede iyi fakat çatışan iki parametre bulunmaktadır. Bertrand paradoksunun

meşhur bir örneği şudur: Bir fabrika var ve bu fabrika,

kenarları sıfır ila dört cm arasında değişen küpler üretmektedir. Bu, fabrikanın,

hacimleri sıfır ilâ onaltı cm3 arasında değişen küpler ürettiğini

18 Genel izafiyette, yerçekimi bir kuvvet olarak değil, fakat uzay-zamanın bükülmesi (eğrisi)

(curvature) olarak düşünülmektedir. Yerçekimini bir kuvvet olarak düşünmek,

sadece Newtoncu mekanikte veya kuantumcu yerçekimi anlayışında bir anlam ifade

eder ki buna göre, yerçekimi, tabiatın diğer kuvvetlerine benzer bir şekilde, kuantumların

(gravitonların) mübadelesini içermektedir.

söylemekle eşdeğerdir. Fabrika hakkında bildiklerimizin hepsinin bu

olduğunu hesaba katınca, kayıtsızlık ilkesinin sade (naive) formu şunu

ima eder: Hem eşit uzunluk aralıklarına eşit ihtimaliyet hem de eşit

hacim aralıklarına eşit ihtimaliyet tayin etmemiz gerekir, çünkü hem

uzunluklar hem de hacimler, gerçek fiziksel büyüklüklere tekabül etmektedir.

Ancak, bunun çatışan ihtimaliyet tayinlerine yol açtığını

görmek de kolaydır—mesela, uzunlukları kullanarak, sıfır ilâ iki cm

uzunluk aralığında bulunan 0.5 ihtimalli bir küp elde ederiz, halbuki

hacimleri kullanarak 0.125 ihtimalini elde ederiz.

Her ne kadar birçok filozof, Bertrand Paradokslarının kayıtsızlık

ilkesine yönelik öldürücü bir itiraz teşkil ettiğini kabul etmiş olsa da

bu itirazı şu iki yoldan biriyle kolayca savuşturabiliriz: Ya kayıtsızlık

ilkesinin tatbikini, içerisinde Bertrand Paradokslarının ortaya çıkmadığı

durumlarla sınırlayarak ya da ihtimaliyete tam/kesin bir değer değil

de bir değerler aralığı atfedilmesi gerektiğini iddia ederek. Bu aralık,

çeşitli çatışan parametrelerce verilen değerleri kapsayan bir aralık

olacaktır. Ancak, çatışan parametreler sorunu, çoğu ince-ayar tezleri

için ortaya çıkıyor gözükmemektedir.

Başka bir problem ise bir fizik sabitinin sahip olabileceği toplam

teorik-olarak mümkün değerler aralığı R’dir. Bu, ele alınması bu makalenin

sınırları dışında kalan zor bir meseledir. Burada sadece şunu

kaydedelim: insan genellikle, teorik olarak mümkün aralık için bir

alt sınırın makul bir tahminini yapabilir—mesela, tabiattaki güçlerin

gerçek aralığı, 1040’lık bir aralığı kapsadığından ötürü, 1040 değeri,

güç şiddetlerinin teorik-olarak-mümkün aralığı için doğal bir alt

sınır sağlamaktadır.19

19 “Evidence for Fine-tuning” (2003) başlıklı makalemde tartıştığım ince-ayarın her bir

çeşidi için bu tür mümkün alt sınırlar temin edilmektedir. Bu mesele ayrıca benim

“The Fine-Tuning Design Argument” (1999, ss. 69-70) makalemde kısaca tartışılmaktadır

ve son dönemde üzerinde çalıştığım The Well-Tempered Universe: God, Fine

Son olarak, kayıtsızlık ilkesinin, yukarıda açıklanan tarzlarda sınırlandırıldığı

takdirde muteber olacağına dair birkaç güçlü sebep sunulabilir.

İlk olarak, bu ilke çok geniş bir uygulama sahasına sahiptir.

Filozof Roy Weatherford’un, Philosophical Foundations of Probability

Theory a dlı k itabında k aydettiği g ibi, “ ihtimaliyet t eorisinin

hayret verici sayıdaki çok karmaşık problemleri, tamamen eşit-ihtimalli

(equiprobable) alternatifler varsayımına [yani, kayıtsızlık ilkesine]

dayalı hesaplama yoluyla çözülmüş bulunmaktadır ve çok da

yararlı olmuştur” (s.35). İkinci olarak, bu ilkeye, Shannon’ın önemli

ve meşhur enformasyon ölçümü veya negatif entropi’sinden türetilebilen

enformasyon teorisi içinde önemli teorik bir temel kazandırılabilir

(Sklar, s.191; van Fraassen, s.345). Üçüncü olarak, belli gündelik

örneklerde kayıtsızlık ilkesi, ihtimaliyet tayini için elimizdeki tek

gerekçelendirme( justification) gibi gözüküyor. Bunu örnekle izah etmek

için, farzedelim ki bir fabrika son on dakika içerisinde ilk defa

üretilen elli-yüzeyli zarı üretti. Yine farzedelim ki zarın her bir yüzeyi,

her bir yüzeyde farklı numaraların olması hariç, (gözle görülebilecek

şekilde) diğer her bir yüzeyle tamamen simetriktir. (Tahayyül

ettiğimiz zar, normal bir altı-yüzeyli zar gibidir, fakat tek farkı, altı

yerine elli yüzeyi var.) Şimdi hepimiz hemen biliriz ki bu zar atıldığında,

zarın herhangi bir yüzey üste gelecek şekilde durmasının ihtimali

ellide birdir. Ama biz bunu elli-yüzeyli zarla yaşadığımız bir tecrübeden

bilmeyiz, zira hipotez gereği, hiç kimse, zarın her bir yüzeyin

üste gelecek şekilde durmasıyla ilgili görece oluş-sıklığı/tekerrürü (frequency)

belirlemek için henüz elli-yüzeyli bir zar atmış değildir. Bunun

yerine, öyle gözüküyor ki bizim bu ihtimali tayin etmemizin tek

doğrulaması, kayıtsızlık ilkesidir: Yani, zarın her bir yüzeyinin gözle

Tuning, and the Laws of Nature isimli bir kitapta ise çok daha derinlemesine tartışılacaktır.

görülür şekilde diğer her bir yüzeyle simetrik olduğunu göz önünde

tutunca, zarın bir yüzey yerine başka bir yüzey üste gelecek şekilde

duracağına inanmamız için hiçbir sebep yoktur ve dolayısıyla biz onların

hepsine, eşit ellide-bir ihtimalini tayin ederiz.20

Her ne kadar yerimiz sadece, ince-ayarın ateistik tek-evren hipotezi

altında oldukça ihtimal-dışı olduğu iddiasını ciddi bir şekilde savunmamın

nasıl kotarılacağına dair kısa bir izah sunmaya yetecek kadar

olsa da, kanaatimce yukarıdaki izah, ince-ayarın ateistik tek-evren hipotezi

altındaki ihtimal-dışılığına dair sezgisel hükmümüzü ciddi olarak

desteklemenin başlangıç itibariyle makul bir metodunun mevcut

olduğunu göstermektedir. Ama yine de vurgulanmalıdır ki bizim metodumuz

nihayetinde başarısız olsa bile, bu, ince-ayar argümanı için

öldürücü değildir. Bilimdeki argümanlarda olduğu gibi, ince-ayar argümanı

da ilk aşamada sezgisel makuliyete sahiptir. Bu itibarla, söz

konusu ilk aşama makuliyetini çürütmek için, ince-ayar argümanının

açıkça hatalı akıl yürütme tarzına dayandığını gösterme sorumluluğu

şüphecilere aittir.

IV. ÇOK-EVRENLER HİPOTEZİ

Çok-Evrenler Hipotezinin Açıklaması

İnce-ayarın bu teistik ya da akıllı tasarım açıklamasına cevaben,

birçok ateist alternatif bir açıklama önermişlerdir. Ben bunu çokevrenler

h ipotezi d iye a dlandırıyorum, ama l iteratürde çeşitli isimlerle

anılmaktadır: çok-dünyalar (many-worlds) hipotezi, çok-alanlar

(many-domains) hipotezi, dünya-topluluğu (world-ensemble) hipotezi,

20 Kayıtsızlık ilkesinin tam bir savunusu, bu makalenin sınırlarını aşmaktadır, fakat şu sıralar

üzerinde çalıştığım ince-ayar tasarım argümanı hakkındaki kitapta sunulacaktır.

Ayrıca, bu ilkenin uzun bir savunusu için bkz. Schlesinger (1985, bölüm 5). Önerme

(2)’nin doğrulamasına dair burada sunulandan biraz daha derinlikli bir inceleme,

Collins 1999’un ek kısmında sunulmaktadır.

çok-evren (multi-universe) hipotezi, vs. Bu hipoteze göre, çok büyük –

belki de sonsuz— sayıda evrenler vardır, fizik sabitler de evrenden evrene

değişmektedir.21 Elbette bu evrenlerin büyük çoğunluğunda fizik

sabitleri, hayata izin veren değerlere sahip değildirler. Buna rağmen,

evrenlerin küçük bir bölümünde, fizik sabitleri o değerlere sahiptirler

ve sonuç itibariyle, bizimkisi gibi evrenlerin var olması ve burada da

fizik sabitlerinin akıllı yaşam için doğru değerlere sahip olması artık

ihtimal-dışı değildir.

Ayrıca, genellikle bu evrenlerin, benim çok-evren üreteci diye adlandırdığım,

bir tür fiziksel mekanizma tarafından üretildiği düşünülmektedir.

Evren üreteci, bir piyango bileti üretecine benzer bir şey olarak

düşünülebilir: nasıl ki yeterince bilet üretildiği takdirde bir kazanan

numaranın nihayetinde ortaya çıkmasında şaşılacak bir şey yoksa, yeterince

evren üretildiği takdirde ince-ayarlı bir evrenin meydana gelmesinde

de şaşılacak bir şey olmayacaktır.22

21 Ben bir “evren”i, uzay-zamanın, diğer bölgelerle bağlantısız olan herhangi bir bölgesi

olarak tanımlıyorum, öyle ki bu bölgedeki fizik sabitleri diğer bölgelerden önemli

ölçüde farklılaşabilir. Çok-evrenler hipotezinin daha kapsamlı bir tartışması, Collins,

“The Argument from Design and the Many-Worlds Hypothesis” (2002)’de sunulmaktadır.

22 Bazıları bir metafiziksel çok-evrenler hipotezi denebilecek bir hipotez teklif etmişlerdir

ki buna göre, evrenlerin, herhangi bir fiziksel süreç tarafından meydana getirilmeksizin

kendi başlarına var oldukları düşünülmektedir. Tipik olarak bu görüşün savunucuları

–mesela Princeton Üniversitesi’nin müteveffa filozofu David Lewis (1986) ve

Pennsylvania Üniversitesi’nin astrofizikçisi Max Tegmark (1998)– her mümkün dünyanın

var olduğunu iddia etmektedirler. Örneğin, Lewis’e göre, bizim gerçekliğimize

paralel, içerisinde benim ABD Başkanı olduğum bir gerçeklik ve içerisinde nesnelerin

ışık hızından daha hızlı hareket edebildikleri bir gerçeklik vardır. Mümkün bir senaryonun

hayalini kurun, Lewis’e göre o, paralel bir gerçeklikte vardır. Tamamen spekülatif

(ve birçok insanın zihninde tuhaf) olmasının yanı sıra, bu senaryodaki esaslı bir

sorun, mümkün evrenlerin büyük çoğunluğunun kaotik olanlar olmasıdır, tıpkı harflerin

bin karakterli mümkün düzenlemelerinin anlamlı bir örüntü oluşturmayacakları

gibi. Dolayısıyla, bu metafiziksel hipotezlerin evrenimizin kurallı-düzenliliğini (regularity)

ve öngörülebilirliğini ve onun birkaç basit yasa ile tasvir edilebilir göründüğü

Enflasyoncu Çok-Evrenler Modeli

Çok-evrenler modellerinin çoğu tamamen spekülatiftir, günümüz

fiziğinde çok az dayanağı vardır. Ancak, günümüz fiziğinde makul

bir temele sahip olan bir “çok-evrenler modeli” vardır —o da enflasyoncu

kozmolojiye dayalı olandır. Enflasyoncu kozmoloji (inflationary

cosmology), evrenin kökenini açıklamaya çalışan, günümüzde yaygın

bir şekilde tartışılan bir kozmolojik teoridir. Özü itibariyle bu teorinin

iddiası şudur: Bizim evrenimiz, varsayılan bir inflaton alanı tarafından

muazzam derecede şişirilmekte olan ön-uzayın (pre-space) küçük

bir alanınca oluşturulmuştur, tıpkı sabunla dolu bir okyanusta bir

sabun köpüğü kabarcığının oluşmasına benzer tarzda. Kaotik enflasyon

modellerinde—ki yaygın olarak onların en makul olduğu düşünülür—

ön-uzayın çeşitli noktaları rastgele şişer ve bu da sayısız kabarcık

evrenler oluşturur. Ayrıca, inflaton alanından ötürü, ön-uzay o kadar

hızla genişler ki kabarcık evrenlerin bitmez tükenmez kaynağı haline

gelir, tıpkı hızla genişleyen sabun dolu bir okyanusun sabun kabarcıklarının

tükenmez bir kaynağı haline gelmesi gibi. Bu şekilde, şişmeci

kozmoloji, doğal olarak birçok evrene sebebiyet verebilir.23

gerçeğini açıklayabileceği tek yol, “gözlemci seçimi” efektine başvurmaktır. Yani, Lewis

ve Tegmark ancak bu yönüyle bizimkine benzer evrenlerin akıllı yaşamı destekleyebileceğini

ve dolayısıyla da gözlemlenebileceğini iddia etmelidirler. Bu açıklamadaki sorun,

akıllı yaşam için gerekli türden düzene sahip yerel adaların var olmasının, bütün

evrenin böylesine intizamlı bir düzenlemeye sahip olmasından çok daha muhtemel olmasıdır.

Dolayısıyla, birçok evren arasından rastgele seçilmiş bir gözlemci, kendisini,

geniş düzensiz bölgelerle çevrelenmiş yerel bir düzenli adası olan bir evrende bulmayı

beklemelidir. Bu çerçevede, Lewis ve Tegmark’ın hipotezleri, jenerik gözlemciler olarak

kabul edilen bizlerin neden baştan sona oldukça düzenli bir evrende yaşadığımızı

açıklayabilecek gibi gözükmüyor. (Başkalarının yanı sıra, George Schlesinger (1984),

Lewis’in hipotezine bu itirazı yükseltmiştir. Bu türden bir itiraz, evrenimizdeki yüksek

dereceli düzenliliğe dair meşhur fizikçi Ludvig Boltzman tarafından önerilen benzer

bir açıklamaya karşı gündeme getirildi ve bu itirazın Boltzman’ın açıklamaları için

öldürücü olduğu genelde kabul edilmiştir (Davies, 1974, p. 103)

23 Enflasyoncu kozmoloji hakkında iyi ve erişilebilir bir özet için bkz. Guth, 1997.

Başlangıç şartlarının ve fizik sabitlerinin evrenden evrene değişmesini

sağlamak için –ki şayet bu senaryo ince-ayarı açıklayacaksa

değişmek zorundadırlar— değişime sebep olacak ilave bir fiziksel mekanizmanın

bulunması gerekir. Böylesi bir mekanizma, süper-sicim

teorisi tarafından temin edilebilir, ama bunu söylemek için henüz çok

erken. Süper-sicim teorisi, fiziksel evrenin temel yapısı hakkında günümüzde

en hararetle tartışılan hipotezlerden biridir (Greene, 1999,

s.214). Süper-sicim teorisine göre, maddenin nihai kurucu unsuru, 10

(veya 11) boyutlu bir uzay-zamanda kuantum titreşimlerine maruz kalan

enerji sicimleridir, ki bunların altı veya yedi boyutları son derece

küçük hacimlere “sıkıştırılmışlardır” (compactified) ve dolayısıyla da

gözlemlenemezdirler. Ancak, sıkıştırılmış boyutların biçimi, sicimlerin

titreşiminin modlarını ve dolayısıyla temel parçacıkların türleri ve

kütleleriyle birlikte bunların arasındaki güçlerin birçok karakteristiğini

de belirlemektedir. Böylece, içerisinde sıkıştırılmış boyutların farklı

biçimlere sahip olduğu evrenler, farklı fizik sabitlerine ve o güçleri

yöneten farklı alt-kademe yasalara sahip olacaklardır. Süper-sicim teorisinin,

sıkıştırılmış boyutların biçiminde önemli değişimlere izin verip

vermediği şu an itibariyle tartışmalıdır, her ne kadar günümüzdeki

araştırmaların yönü, izin verdiğine işaret etse de. (Bkz. Susskind, yakında

çıkacak). Ancak, eğer izin veriyorsa, o zaman, bir şişmeci/süper-

sicim senaryo, sıkıştırılmış boyutların ve dolayısıyla da fizik sabitlerinin,

ince-ayarı açıklamaya yetecek derecede evrenden evrene

değişime uğradığını gösterecek şekilde düzenlenebilir.24

24 Bu mesele hakkındaki yararlı tartışmaları için Baylor Üniversitesi’de sicim teorisyeni

olan Gerald Cleaver’a borçluyum. İnce-ayara dair yukarıda tartışılan enflasyon/süpersicim

çok-evrenler türünden açıklamalar bir kısım yazarlar tarafından önerilmiştir,

mesela Linde, (1990, PP&IC, p. 306; 1990, IQC, p. 6) ve Greene (1999, pp. 355 - 363).

Ancak şu ana kadar hiç kimse, süper-sicim teorisi veya enflasyon kozmolojisi fiziğini

yeterince doğrulamamış veya bir sonuca ulaştırmış değildir, bırakınız bu ikisini birlikte

çözmeyi. Dolayısıyla bu senaryo oldukça spekülatif olarak duruyor.

Dolayısıyla fizik sabitlerinin ince-ayarını açıklayacak elverişli bir

enflasyoncu/süper-sicim çok-evrenler senaryosunun inşa edilebilmesi,

reel fiziksel olabilirlik dairesi içindedir. Yine de kaydedilmelidir ki

hem enflasyoncu kozmolojinin hem de süper-sicim teorisinin günümüzdeki

popülerliğine rağmen, her ikisi de hayli spekülatiftir. Mesela,

Michio Kaku’nun süper-sicim teorisi hakkında yazdığı son dönem

ders kitabında kaydettiği gibi, “süper-sicimleri … onaylamak için

en ufak bir deneysel kanıt bulunmuş değildir” (1999, s.17). Sicim teorisinin

ana cazibe noktası, onun matematiksel zarafeti; ve birçok fizikçinin,

bu teorinin son dönemde, modern fiziğin iki köşe taşını yani

yerçekimi ile kuantum mekaniğini mezcedecek hakikaten birleşik bir

fiziksel teorinin temini için en makul öneriyi sunduğunu düşünmesidir

(Greene, 1999, s.124).

Ancak altı çizilmelidir ki süper-sicim teorisinin veya enflasyoncu

kozmolojinin yanlış olduğu ortaya çıksa bile, bunlar ince-ayarın çokevrenler

açıklamasının ciddi bir fiziksel imkan olarak kabul edilmesine

kapı aralamışlardır, zira diğer bazı mekanizmalar, fizik sabitlerinde

yeterli sayıda değişimi olan çok evrenler meydana getirebilir. Bu

kapıyı kapatmanın tek yolu, nihai fizik yasaların ne çok evrenlere ne

de evrenler arasındaki fizik sabitlerde ve yasalarda yeterli değişime

izin vermediğini keşfetmemizdir.

Çok-Evrenler Üreteci Senaryosuna Verilen Teistik Cevaplar

İster enflasyoncu çeşidinden olsun ister başka bir türden olsun, çokevrenler

üreteci senaryosuna verilen esaslı bir teistik cevap, yaşamıdestekleyen

evrenler üretebilmesi için bir “çok-evrenler üreteci”nin

“pekiyi-tasarlanmış” olması gerekiyor gibi gözükmesidir. Sonuçta,

evrenler yerine sadece ekmek somunları üreten bir ekmek makinesi

gibi dünyevi bir eşya bile, düzgün ekmek somunları üretmek için çok

iyi tasarlanmış olmalıdır. Eğer bu doğruysa, o zaman ince-ayarın bir

açıklaması olarak bir tür çok-evrenler üretecine başvurmak, sadece,

tasarım meselesini bir kademe yukarıya, yani çok-evrenler üretecini

kim tasarladı sorusuna yükseltecektir.

Yukarıda tartışılan enflasyoncu senaryo, bu düşünme tarzının iyi

bir test örneğidir. Enflasyoncu/süpersicim çok-evrenler üreteci, ancak

aşağıdaki “bileşenlere” veya “mekanizmalara” sahip olduğu için yaşamı-

destekleyici evrenler üretebilir:

i) Kabarcık evrenler için gerekli enerjiyi tedarik edecek bir mekanizma.

Bu mekanizma, varsayılan inflaton alanıdır. Boş uzaya sürekli

bir enerji yoğunluğu yaymak suretiyle, uzay genişledikçe, inflaton

alanı, kabarcıklar için “sınırsız bir enerji rezervuarı” görevi görebilir.

(Peacock, 1999, s.26).

ii) Kabarcıkları oluşturacak bir mekanizma: Bu mekanizma,

Einstein’ın genel izafiyet denklemidir. Kendine has formundan ötürü,

Einstein’ın denklemi şunu dikte etmektedir: Uzay, boş uzaya sürekli

(ve homojen) enerji yoğunluğu yayan, inflaton alanı gibi bir alanın içerisinde

muazzam bir hızla genişlemektedir. Bu hem kabarcık evrenlerin

oluşmasına ve hem de kabarcıkların birbirine çarpmasını engelleyen

ön-uzay’ın (“okyanus”) hızla genişlemesine sebep olmaktadır.

iii) İnflaton alanının e nerjisini, kendi evrenimizde gördüğümüz

normal kütle-enerjiye dönüştürecek bir mekanizma: Bu mekanizma,

Einstein’ın kütle ve enerjinin eşdeğerliği (yani, E=mc2) anlatımının,

evrenimizde gördüğümüz normal kütle-enerji alanları ile inflaton alanı

arasında olduğu varsayılan eşleşmeyle birleşmiş halidir.

iv) Evrenler arasında fizik sabitlerinde yeterli varyasyona izin verecek

bir mekanizma: Bu mekanizma için fiziksel olarak en elverişli

aday, süper-sicim teorisidir. Yukarıda anlatıldığı üzere, süper-sicim

teorisi, kabarcık evrenler arasında fizik sabitlerindeki varyasyonlarda

bir ince-ayarlı evrenin üretilmesini makul derecede muhtemel kılmaya

yetecek varyasyona elverişli olabilir. Süper-sicim teorisinin, fizikçiler

tarafından araştırılmakta olan diğer ana alternatifleri –mesela Grand

Unified Field Theories (GUTS) için son dönemde önerilen modeller

gibi— yeterli varyasyon için elverişli gözükmemektedirler.25

Bütün bu “bileşenler” olmaksızın, çok-evrenler üreteci, bir tek yaşam

destekleyici evren üretmekte kesinlikle başarısız olacaktır. Örneğin,

Einstein’ın denklemi ile inflaton alanı, uzayın ufak bölgelerini

muazzam derecede şişirmek için birlikte uyumlu bir iş görürken,

aynı zamanda hem bu bölgelere önemli derecede kütle-enerjiye sahip

bir evren için zorunlu olan pozitif enerji yoğunluğunu yaymakta

ve hem de ön-uzayın, kabarcık evrenlerin çarpışmasını engelleyecek

kadar yeterli hızda genişlemesine sebep olmaktadır. Bu faktörlerden

birinin olmaması durumunda, ne şişen uzay bölgeleri olacaktır ne de

bu bölgeler bir evrenin var olması için zorunlu olan kütle-enerjiye sahip

olacaklardır. Örneğin, eğer evren, Einstein’ınki yerine Newton’ın

çekim teorisine uysaydı, inflaton alanının vakum enerjisi, en iyi ihtimalle,

uzayın genişlemesine değil sadece büzülmesine sebep olan yerçekimsel

bir cazibe yaratacaktı. Böylece hiçbir evren oluşmayacaktı.

Yukarıda sıralanan dört faktöre ek olarak, doğru arka-plan yasaları

yerli yerinde olduğu için genişlemeci/süper-sicim çok-evrenler

üreteci yalnızca yaşam-destekleyen evrenler üretebilir. Örneğin, daha

önce zikredildiği üzere, kuantizasyon ilkesi olmaksızın, bütün elektronlar

atom çekirdeklerinin içine soğurulurdu ve dolayısıyla atomlar

25 En basit ve en çok çalışılan GUT, SU(5), diğer SU(5)-olmayan Higgs alanları ihmal

edildiğinde, fiziğin temel sabitleri için üç farklı değerler kümesine izin vermektedir

(Linde, PP&IC, p. 33). Diğer bütün Higgs alanları dahil, varyasyonların sayısı belki de

birkaç düzineye kadar artmaktadır (Linde, IQC, p. 6). Ancak, 1053’te bir birime denk

gelecek şekilde ince-ayarlı olduğu tahmin edilen kozmolojik sabitin sırf ince-ayarını

açıklamak, fiziksel sabitlerin evrenler arasında 1053 civarında varyasyonunu gerektirecektir.

imkansız olurdu; Pauli-dışlama (Pauli-exclusion) ilkesi olmasaydı, elektronlar

en-alt seviye atom yörüngesini işgal ederdi ve dolayısıyla karmaşık,

değişik atomlar imkansız olurdu; bütün kütleler arasındaki evrensel

ölçekteki cazibe gücü olmasaydı, madde, hayatın gelişmesi için

veya yıldızlar gibi uzun ömürlü sürekli enerji kaynaklarının var olması

için yeterince büyük (gezegenler gibi) maddi cisimler oluşturamazdı.26

Özetle, bir enflasyoncu/süper-sicim çok-evrenler üreteci var olsa

bile, arka-plan yasaları ve ilkeleriyle birlikte onun, hayata izin veren

evrenlerin üretilmesi için yasaların ve alanların doğru bir kombinasyonuna

sahip, biyokimyacı Michael Behe’den (1996) ödünç alacağımız

bir ifadeyle söylersek, indirgenemez şekilde karmaşık bir sistem

olduğu söylenebilirdi: Bileşenlerden biri olmasaydı veya farklı olsaydı,

mesela Einstein’ın denklemi veya Pauli-dışlama ilkesi gibi, hayata izin

veren herhangi bir evrenin üretilebilmesi ihtimal-dışı olurdu. Alternatif

açıklamaların yokluğunda, böylesi bir sistemin varlığı tasarımı akla

getirmektedir, zira böyle bir sistemin tam da doğru kombinasyonlara

şans eseri sahip olması ihtimal-dışı gözükmektedir. Bu sebeple, insan

sırf bir tür çok-evrenler üreteci hipotezi kurmak suretiyle tasarım sonucuna

varmaktan kaçabilecek gibi gözükmüyor.

Ayrıca, çok-evrenler üreteci hipotezi, evrenin, bariz bir tasarım sergiliyor

gözüken diğer özelliklerini açıklayamazken, teizm açıklayabilir.

26 Her ne kadar sicim teorisinde fizik yasalarının bazıları evrenden evrene değişiklik

gösterebilirse de bu arka-plan yasalar ve ilkeler, sicim teorisinin yapısının bir sonucudur

ve bu sebeple enflasyon/süpersicim çok-evrenler hipotezi tarafından açıklanamazlar,

zira onlar bütün evrenlerde meydana gelmek zorundadırlar. Ayrıca, evrenler

arasındaki varyasyon/değişim, parçacıkların kütleleri ve türlerinin varyasyonundan ve

aralarındaki kuvvetlerin formlarından ibaret oldukları için, karmaşık yapılar hemen

hemen kesinlikle atom-benzeri şeyler olacaktır ve sürekli enerji kaynakları hemen hemen

kesinlikle maddenin yığışımını gerektirecektir. Dolayısıyla yukarıdaki arka-plan

yasalar, bu senaryoda, üretilen çok-evrenlerin herhangi birinde yaşamın olması için

zorunlu gözükmektedir, sadece, bizimkine has parçacık türlerine ve güçlere sahip bir

evrenin değil.

Örneğin, Albert Einstein gibi birçok fizikçi, fiziğin temel yasalarının

fevkalade güzellik, zarafet, uyum ve hüner sergilediğini gözlemlemişlerdir.

Mesela, Nobel Ödüllü fizikçi Steven Winberg, Dreams of a Final

Theory isimli kitabında bütün bir bölümü (Böl. 6, “Beautiful Theories”),

güzellik ve zarafet kriterlerinin, doğru yasaları formüle ederken

fizikçilere yol göstermede nasıl yaygın bir şekilde kullanıldığını açıklamaya

ayırmaktadır. Gerçekten de bu asrın en ünlü teorik fizikçilerinden

biri olan Paul Dirac, “bir kişinin denklemlerinin güzelliğe sahip

olması, onların deneye uygun hale getirilmesinden daha önemlidir”

(1963, s.47) iddiasında bulunacak kadar ileri götürmüştür işi.

Şimdi, böylesi güzellik, zarafet ve hüner, eğer evren Tanrı tarafından

tasarlanmışsa bir anlam ifade edecektir. Ancak, çok-evrenler hipotezi

altında, temel yasaların zarif veya güzel olmalarını beklemek

için hiçbir sebep yoktur. Teorik fizikçi Paul Davies’in yazdığı gibi,

“eğer tabiat, maharetleriyle bizi hayrete düşüren mekanizmaları işletecek

kadar “zeki” ise, bu, evrenin arkasındaki akıllı tasarımcının

varlığı için ikna edici bir delil değil midir? Eğer dünyanın en keskin

zihinlileri, tabiatın derin işlerini sadece zorlukla çözebiliyorlarsa, bu

işlerin sadece zihinsiz bir kaza sonucu, bir kör şans eseri olduğu nasıl

düşünülebilir?” (ss.235-36).27

Son olarak, ben başka bir yerde (Collins, “A Theistic Perspective

on the Multiverse Hypothesis,” yakında yayınlanacak), böyle bir evren

üretecine dair zorlayıcı bilimsel bir kanıt elde etsek bile bunun teizm

için bir tehdit oluşturmayacağını savunmuştum. Tanrı’nın sonsuz

ve sonsuz şekilde yaratıcı olduğu göz önünde tutulunca, Tanrı’nın, sadece

hem uzay hem zaman olarak geniş bir evren değil, aynı zamanda

27 Basitlik ve tabiat yasalarının güzelliğine dayalı tasarım kanıtı hakkında daha fazla bilgi

için bkz. benim “The Argument from Design and the Many-Worlds Hypothesis”

(2002) başlıklı makalem, Kısım II.

belki de böylesi birçok evren yaratacağı da anlamlı hale gelmektedir.

Dolayısıyla teistlerin, böyle bir hipotezi Tanrı’nın sonsuz tabiatına

dair ilave bir açıklama olarak memnuniyetle karşılamaları gerektiği

bile ileri sürülebilir.

V. SONUÇ

Bu makalede ben, kozmosun hayat için ince-ayarlamasının, ateistik

tek-evren hipotezi karşısında teizmi tercih etmek için güçlü bir kanıt

sunduğunu ileri sürmüş bulunuyorum. Daha sonra ise bir kişi fizik

sabitlerinin ince-ayarlı oluşunu bir tür çok-evrenler üretecine başvurarak

kısmen açıklayabilirse de bizatihi çok-evrenler üretecinin çok

iyi tasarlanmaya muhtaç olacağına ve dolayısıyla bir tür çok-evrenler

üreteci hipotezi kurmanın meseleyi sadece bir üst seviyeye çıkaracağına

inanmak için geçerli sebeplerimizin olduğunu öne sürdüm. Önerdiğim

argümanlar, teizmin doğruluğunu kanıtlamıyor, hatta teizmin

epistemik olarak güvenceli (warranted) olduğunu veya benimsenecek

en makul konum olduğunu bile göstermiyor. Bunu göstermek, teizm

lehinde ve aleyhinde olan bütün kanıtların incelenmesinin yanı sıra

teizme getirilen bütün alternatiflere de bakmayı gerektirecektir. Bunun

yerine, bu makaledeki argümanlar, sadece kozmosun ince-ayarlı

oluşunun ateizm karşısında teizmi tercih etmek için bize önemli sebepler

sunduğunu gösterme amacı taşımaktadır (burada ateizm, basitçe

teizmin inkarı olarak değil, fakat aynı zamanda evrenin varlığının

veya yapısının arkasındaki herhangi bir tür aklın inkarını da içine

alacak şekilde anlaşılmaktadır).

Referanslar

Barrow, John and Tipler, Frank. The Anthropic Cosmological Principle. Oxford:

Oxford University Press, 1986.

Behe, Michael. Darwin’s Black Box: The Biochemical Challenge to Evolution.

New York: The Free Press, 1996.

Carnap, Rudolph. (1962) The Logical Foundations of Probability . Chicago:

University of Chicago Press, 1962).

Carr, B. J., and Rees, M. J. (April, 1979). “The Anthropic Cosmological Principle

and the Structure of the Physical World.” Nature, Vol. 278, 12 April

1979, pp. 605 -612.

Collins, Robin. (1999) “The Fine-Tuning Design Argument” in Reason for

the Hope Within, Michael Murray (ed.), Grand Rapids, MI: Eerdman’s

Publishing Company.

Collins, Robin. (2002). The Argument from Design and the Many-Worlds

Hypothesis,” in Philosophy of Religion: a Reader and Guide, William

Lane Craig, editor, New Brunswick, NJ: Rutgers University Press, 2002.

Collins, Robin. (2003). “The Evidence for Fine-tuning.” In God and Design:

The Teleological Argument and Modern Science, Neil Manson

(ed.), Routledge.

Collins, Robin (Forthcoming) “Answering the Who Designed God Objection?”,

in James Sennett and Douglas Groothius, editors, In Defense of

Natural Theology: A Post-Humean Reassessment, Downers Grove, IL:

Intervarsity Press.

Collins, Robin (Forthcoming). “A Theistic Perspective on the Multiverse

Hypothesis,” in Bernard Carr, editor, Universe or Multiverse? Cambridge

University Press.

Davies, Paul. (1974). The Physics of Time Asymmetry. Berkeley, CA: University

of California Press.

Davies, Paul. The Accidental Universe. Cambridge: Cambridge University

Press, 1982.

__________. Superforce: The Search for a Grand Unified Theory of Nature.

New York: Simon and Schuster, 1984.

__________. The Cosmic Blueprint: New Discoveries in Nature’s Creative

Ability to Order the Universe. New York, Simon and Schuster, 1988.

Denton, Michael. (1998). Nature’s Destiny: How the Laws of Biology Reveal

Purpose in the Universe, New York, NY: The Free Press.

Dirac, P. A. M. “The evolution of the physicist’s picture of nature.” Scientific

American, May 1963.

Dyson, Freeman. (1979). Disturbing the Universe. New York: Harper and Row.

Greene, Brian. The Elegant Universe: Superstrings, Hidden Dimensions,

and the Quest for the Ultimate Theory. New York: W. W. Norton and

Company, 1999.

Earman, John. (1992) Bayes or Bust? A Critical Examination of Bayesian

Confirmation Theory. Cambridge, MA: The MIT Press.

Edwards, A. W. F. (1972) Likelihood Baltimore : Johns Hopkins University

Press, 1992.

. Guth, Alan. The Inflationary Universe: The Quest for a New Theory of

Cosmic Origins. New York, Helix Books, 1997.

Hacking, Ian. The Emergence of Probability: A Philosophical Study of Early

Ideas About

Probability, Induction and Statistical Inference. Cambridge: Cambridge

University Press,

1975.

Howson, Colin, and Urbach, Peter. (1989). Scientific Reasoning: The Bayesian

Approach, La

Salle, IL: Open Court, 1989.

Kaku, Michio. Introduction to Superstrings and M-Theory, Second Edition.

New York,

Springer-Verlag, 1999.

Leslie, John. “How to Draw Conclusions From a Fine-Tuned Cosmos.” In

Robert Russell, et. al., eds., Physics, Philosophy and Theology: A Common

Quest for Understanding. Vatican City State: Vatican Observatory

Press, pp. 297-312, 1988.

_________. Universes. New York: Routledge, 1989.

Lewis, David. On the Plurality of Worlds, New York, Basil Blackwell, 1986.

Linde, Andrei. Particle Physics and Inflationary Cosmology. Translated by

Marc Damashek. Longhorne, Pennsylvania: Harwood Academic Publishers,

1990.

Linde, Andrei. Inflation and Quantum Cosmology. New York: Academic

Press, Inc., 1990.

Oberhummer, H., Csoto, A. and Schlattl, H. (2000a). “Fine-Tuning of Carbon

Based Life in the Universe by Triple-Alpha Process in Red Giants,”

Science, Vol. 289, No. 5476, 7 July 2000, pp. 88-90.

Peacock, John. (1999). Cosmological Physics. Cambridge: Cambridge University

Press, 1999.

Penrose, Roger. (1989). The Emperor’s New Mind : Concerning Computers,

Minds, and the Laws of Physics , Roger Penrose New York : Oxford

University Press.

Plantinga, Alvin. Warrant and Proper Function. Oxford: Oxford University

Press, 1993.

Rees, Martin. Just Six Numbers: The Deep Forces that Shape the Universe,

New York, NY: Basic Books, 2000.

Schlesinger, George (1984), “Possible Worlds and the Mystery of Existence”

Ratio, 26, pp.1-18.

Schlesinger, George. (1985). The Intelligibility of Nature. Aberdeen, Scottland:

Aberdeen University Press.

Sklar, Lawrence. Physics and Chance: Philosophical Issues in the Foundation

of Statistical Mechanics. Cambridge: Cambridge University Press, 1993.

Sober, Eliot. (2002). “Bayesianism--Its Scope and Limits” in Bayes’s Theorem,

Richard Swinburne (ed), Oxford: Oxford University Press, 2002,

pp. 21-38

Smart, J. J. C. “Laws of Nature and Cosmic Coincidence”, The Philosophical

Quarterly, Vol. 35, No. 140.

Smith, George. “Atheism: The Case Against God.” Reprinted in An Anthology

of Atheism and Rationalism, edited by Gordon Stein, Prometheus

Press, 1980.

Susskind, Leonard. “The Anthropic Landscape of String Theory,” in Bernard

Carr, editor, Universe or Multiverse? Cambridge University Press.

Swinburne, Richard. An Introduction to Confirmation Theory. London: Methuen

and Co. Ltd, 1973.

Tegmark, Max. “Is ‘the theory of everything’ merely the ultimate ensemble

theory?”, Annals of Physics, 270, (1998), pp. 1-51..

Van Fraassen, Bas. Laws and Symmetry. Oxford: Oxford University Press,

1989.

Weatherford, Roy. Foundations of Probability Theory. Boston, MA: Routledge

and Kegan Paul, 1982.

Weinberg, Steven. Dreams of a Final Theory. New York: Vintage Books, 1992