Hemen her deprem sonrası meydana gelen tabii afetlerin sebepleriyle ilgili teolojik tartışmalar yaşanır. Genellikle dindar insanlar depremlerin veya tabii afetlerin sebebini insanlığın azgınlık ve taşkınlığına bağlar. Onlara göre irtikap edilen günahlar, yapılan zulüm ve haksızlıklar, meydana gelen fitne ve fesatlıklar bu tür felaketlere sebebiyet verir. Mevzuya bilim gözlüğüyle bakan insanlar ise bu tür yaklaşımlara itiraz eder ve konuyla ilgili bilimsel açıklamalar sunarlar. Acaba yapılan bu açıklamalardan hangisi doğrudur?
Bakış Açısı
Tek cümleyle cevap verecek olursak her iki izah da hem doğrudur hem de tek başına eksiktir. Bakış açısı değiştiği için, görülen gerçekler de değişmektedir. Renkli bir gözlük takan insan açısından gördüğü eşyaların rengi de değişir. İşte deprem ve doğal afetlerin yanı sıra kâinatta meydana gelen bütün olaylarla ilgili bu iki farklı izahın temel sebebi, bakış açısıdır.
Depremleri, zulüm ve günahlarla açıklayanlar meseleye kader ve küllî irade açısından bakmakta, dolayısıyla da varlık ve olayların bâtınında, melekut yönünde farklı resim ve suretler müşahede etmektedirler. Hadiseleri salt maddi ve pozitif bir nazarla değerlendiren ve onların salt zahiri yüzlerine odaklananlar ise mevzuyu jeolojinin ve jeofiziğin verileriyle izah etmeye çalışmakta ve depremleri fay hatlarının kırılmasına, yerkabuğunu meydana getiren levhaların birbirini zorlamasına vs. bağlamaktadırlar. Bu iki açıklama da doğrudur, fakat tek doğru değildir. Bunlardan yalnızca birisinin tek doğru olarak görülmesi, eksik bir analiz olur.
Sebeplere Riayet
Allah, kainattaki her oluşum ve hareketi belirli bir sebep ve hikmete bağlamıştır. Yaşamın istikrar içerisinde süregitmesi, varlık ve kâinat üzerinde belirli araştırmaların yapılabilmesi, ilimlerin vücut bulması adına hadiselerin belirli sebeplere bağlanması oldukça önemlidir. Ayrıca hikmet diyarı olan dünyada, olayların sebeplere bağlı olarak cereyan etmesi, imtihanın da bir gereğidir. Şayet her bir olay maddi nedenlere bağlı olmaksızın olağanüstü bir şekilde meydana gelseydi teklif sırrı kaybolurdu.Bu nedenledir ki bir mü’min asla sebepleri görmezden gelemez. Aksine ona düşen sıkı sıkıya sebeplere riayet etmektir. Bu aynı zamanda Allah’ın iradesine saygının da bir gereğidir. Dolayısıyla bir Müslüman'ın, depremle ilgili bilimsel açıklamaları göz ardı etmesi, uzmanların uyarılarına kulak asmaması düşünülemez.
Bazı hikmetlerden dolayı Allah’ın her bir olayı belirli nedenlerle irtibatlandırdığının şuurunda olan bir Müslüman, herkesten daha fazla bu sebeplere müracaat etmelidir. Ona düşen, depremin önceden öğrenilmesi, binaların depreme karşı dayanıklı inşa edilmesi, deprem anında oluşabilecek kayıpların en aza indirilmesi adına gerekli tedbirlerin alınması, deprem sonrası kurtarma ve ıslah çalışmalarının sürdürülmesi gibi konularda herkesten daha fazla çalışmak ve gayret etmektir. Yani Müslüman, depremler nedeniyle oluşabilecek can ve mal kayıplarını en aza indirmek için bilim ve teknolojinin kendisine sunduğu imkânlarından sonuna dek istifade etmelidir.
Hakikî ve Mecazî Sebepler
Sebeplerin, Allah’ın izzet ve azameti önünde birer perde olduğu (1) da hatırdan çıkarılmamalıdır. Sebepleri yaratan ve yarattıktan sonra da kendi haline bırakmayıp onların arkasında icraatta bulunmaya devam eden Müsebbibül Esbab olan Allah’tır. Esasında sebepler, Allah’tan gelen emirleri yansıtmakta ve tatbik etmektedir. Mevzuya iman gözüyle bakacak olursak, hâdiselerin meydana gelmesiyle irtibatlandırdığımız sebeplerin gerçek değil mecazi birer sebep olduğu görülecektir. Gerçek müsebbip ise Allah’tır. Sebepleri de sonuçları da O yaratmaktadır.
Dolayısıyla hem depreme hem de diğer doğal olaylara bakarken ve onları ele alırken muhakkak bu iki farklı bakış açısı birlikte göz önünde tutulmalıdır. Olayların zahiri nedenlerini görme ve ona uygun hareket etmekle birlikte, bakışlar bu olayların arka planlarına ve derunlarına da yöneltilmek suretiyle onların altında yatan hikmetler anlaşılmaya, bu olayların diliyle verilen mesajlar idrak edilmeye çalışılmalıdır.
Pek çok âyet-i kerime ve hadis-i şerifte, dikkatler meydana gelen olayların arka planlarına çekilerek mü’minlere böyle bir tefekkür yolu gösterilmektedir.
Kur’ân-ı Kerim’de taşkınlık, isyan, zulüm ve günahları sebebiyle helâk edilen daha pek çok kavimden bahsedilmektedir. (2) Nitekim, “Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir.” (3) âyet-i kerimesi de umumi bir ifadeyle insanların maruz kalmış olduğu bela ve musibetlerin gerçek sebebini onların irtikap etmiş oldukları günahlara bağlamaktadır.
Bakara sûresinde geçen, “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (4) âyeti ise mü’minlerin can ve mal kayıplarıyla neticelenen olayların Allah tarafından gelen birer imtihan olduğunu haber vermektedir.
Geçmişe ve Belalara Kader Cihetinden Bakabilme
Tabii ki bir Müslümanın, geleceğe yönelik her türlü plan ve projesini yaparken zahiri sebepleri göz önünde bulundurması ve bütün tercihlerini buna göre yapması gerekir. Ama o, gerçekleşen olayları okumak için geçmişe dönük analiz yaparken kesinlikle bu olayların arkasındaki hikmetleri, verilen mesajları, yapılan uyarıları da anlamaya ve bunlardan ibret almaya gayret etmelidir.
Bunu yapabilen bir Müslümanın önüne farklı pencereler açılır. “Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (5) âyet-i kerimesinde ifade edildiği üzere o, zahiri yüzleri oldukça çirkin ve dünyevî açıdan acı verici olan hâdiselerden dahi teselli olabileceği bir kısım hikmetler bulur. İnsanî sınırların kısıtlayıcılığı ve maddî dünyanın darlığı içinde yapılan “iyi” yahut “kötü” şeklindeki değerlendirmelerin sübjektifliğini görür. Aynı olaylara kaderi plandan bakınca farklı sonuçlara ulaşmanın mümkünlüğünü fark eder. En kötü olayların dahi “iyi” yüzlerini görmeye başlar. Onun hakkında “Kadere iman eden, kederden emin olur.” hükmü tecelli eder.
Kader Perspektifinden Depremlerin Sebepleri
İşte yaşanan depremlere iman ve kader perspektifiyle bakıldığında da gerek meydana geliş sebepleri gerekse sonuçları açısından farklı bir kısım değerlendirmeler yapılabilir. Örneğin Bediüzzaman Hazretleri, Allah'ın gazabını celbeden ve depremlere neden olan bazı olayları şöyle anlatır:
- Günah ve Zulümler: “Madem bir kısım hatalar, unsurları ve dünyayı hiddete getirecek derecede bir kapsamlı isyandır ve çok mahlukatın hukukuna bir hakaretli tecavüzdür. Elbette o cinayetin fevkalâde çirkinliğini göstermek için, koca bir unsura, büyük vazifesi içinde "Onları terbiye et" diye emir verilmesi hikmetin ve adaletin ta kendisidir ve mazlumlara rahmetin ta kendisidir.” (6)
- Günah ve zulümlerin yayılması: “Umumî musibet, çoğunluğun hatasından ileri gelmesi yönüyle; insanların çoğunun o zalim şahısların hareketlerine fiilen veya onu gerekli görerek veya onların tarafında yer alarak taraftar olmasıyla manen ortak olur, umumî musibete sebebiyet verir.” (7)
- Ehli gafleti uykusundan uyandırmak: “Kadîr-i Zülcelâl’in itaatkâr bir memuru, belki bir gemisi, uçağı olan yeryüzünün içinde bulunan ve hikmet ve irade ile saklanmış bir bombayı, ‘Gaflet ve azgınlık yolundakileri uyandırmak için ateşlendir!’ diye olan Rabbanî emri unutmak ve tabiata sapmak, ahmaklığın en çirkinidir.” (8)
- Mü’minleri tekrar ibadet u taate sevk etmek: “Bu hadisenin (depremin) hem şiddetli kışta, hem karanlık gecede, hem dehşetli soğukta gelmesi, hem Ramazan’a gereken hürmeti göstermeyen bu memlekete mahsus olması ve tahribatından uyanmadıklarından, hafifçe gafilleri uyandırmak için zelzelenin devam etmesi gibi çok emarelerin delaletiyle, bu hadise ehl-i imanı hedef edip, onlara bakıp, namaza ve niyaza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor.” (9)
- Mü’minlerin mağlubiyet ve acizliği: “O gibi yerlerde kuvvetli ve hakikatli iman muhafızları ve İslamiyet koruyucuları az veya tam mağlup olmak fırsatıyla, dinsizlerin orada tesirli bir faaliyet merkezi kurmaları yönüyle, en evvel oraları tokatladı ihtimali var.” (10)
Şu âyet-i kerime de bu manaya işaret eder: “Rabbin, halkları salih ve ıslah edici kimseler iken memleketleri zulmederek helâk etmez.” (11) Öyleyse bir memlekette halkın ıslahını düşünen, ihya ve imar yolunda gayret eden insanların mevcudiyeti, gelecek belâ ve musibetler adına önemli birer paratonerdir.
Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Madem ki deprem zulmü nedeniyle zalimleri, günahları nedeniyle fasıkları, dinî yaşayışlarındaki kusur ve laubalilikleri nedeniyle gafilleri, irşat vazifesini terk etmesi yahut gereği gibi yapamaması nedeniyle mü’minleri cezalandırmak yahut onların aklını başına getirmek için meydana gelmektedir; o halde istikamet içinde bir yaşam süren masumlar neden can ve mal kaybına maruz kalmaktadır?
İlk olarak şunu söylemek gerekir ki bu, dünyanın imtihan yeri olmasıyla ilgilidir. Çünkü bu tarz afet ve belalar sadece hak edenlere isabet etseydi, imtihan sırrı bozulurdu. Zira öyle olsaydı herkes açıkça Allah’ın takdirini gördüğü için ister istemez iman etmek zorunda kalırdı. Zaten Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Ve öyle bir fitneden sakının ki, içinizden yalnızca zulüm yapanlara dokunmakla kalmaz.” (12)
Ne var ki her ne kadar masum ve mazlumlar deprem ve benzeri bir afet nedeniyle zahiren ve dünyevi açıdan bazı kayıplara ve sıkıntılara maruz kalsalar da, Adil-i Mutlak olan Allah mutlaka onların bu yaşadıklarını karşılıksız bırakmayacaktır. Zira çok sayıda âyet-i kerimede ifade edildiği üzere Allah, kullarına zerre miktarınca zulmetmez.
Bediüzzaman Hazretleri de depremde zarar gören masumlarla alakalı şöyle der: “O musibetteki gazap ve hiddet içinde, onlara bir rahmet cilvesi var. Çünkü o masumların fâni malları, onların hakkında sadaka olup bâki bir mal hükmüne geçtiği gibi, fâni hayatları dahi bir baki hayatı kazandıracak derecede bir nevi şehitlik hükmünde olarak, nispeten az ve geçici bir sıkıntı ve azaptan, büyük ve daimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında gazap içinde bir rahmettir.” (13)
Toparlayacak olursak, kâinatta bir yaprağın düşmesine varıncaya kadar en küçük bir tesadüfe yer olmadığına inanan bir mü’min açısından, deprem gibi pek çok insanı etkileyen büyük bir hadisenin sadece yer katmanlarıyla, fay hatlarıyla açıklanması eksik bir açıklamadır. Allah'ın icraatları çoğunlukla sebepler eliyle gerçekleşmektedir. Bir Müslümana düşen de sadece sebeplere takılıp kalmamak, onların arkasına geçerek Müsebbibü’l-Esbab’ın icraatları arkasında yatan hikmet ve maslahatları okuyabilmektir.
Bunu başarabilen bir Müslüman, başına gelenleri sabır ve rıza ile karşılayacak, kaderi tenkit etme günahına yönelmeyecek, şikayet ve itiraz manasına gelen söz ve fiillerden uzak duracak, can yakıcı en fena hâdiselerin içinde dahi Allah’ın rahmet elini hissedecek ve maruz kaldığı hâdiselerden ibret almaya bakacaktır. Maddenin dar sınırlarını aşamayanlar bu tür izah ve açıklamaları “züğürt tesellisi” olarak görseler de hakiki bir mü’min açısından bütün bunlar Allah’a iman etmenin, teslim olmanın ve tevekkülde bulunmanın birer ifadesidir.
DİPNOT: