Bilinç Nedir? - Dr.Öğr.Üyesi Ferhat Onur

 



   Bilincin henüz herkesin üzerinde uzlaşıp kabul etiği bilimsel bir tanımına kavuşmuş değiliz. Bu noktada daha çok ortak gözlemlere dayanan sezgilerimizden hareket ediyoruz. Sezgiler farklılık gösterdiğindeyse ortaya farklı bilinç tanımları ve anlayışları çıkabilmektedir. Örneğin, bazıları bilinci uyandığımızda başlayıp uyku haline dek süren bir fenomen olarak görürken diğerleri sadece dikkatimizi bir şeye yönelttiğimizde gerçek anlamda bilinçli olduğumuzu söylerler. Keza bilincin tek tip bir fenomen olmadığını, birden çok biçimde tezahür ettiğini iddia edenler de vardır. Örneğin, David Rosenthal (1997) bilincin iki biçimli olduğunu ileri sürerken, Ned Block (2002) dört, Christopher Hill (2009) ise yedi tür bilinç sayar. Aslında bu farklılıkları biçimsel farklılıklar olarak görmek yerine bilincin çeşitli anlamlarda kullanılabildiğinin veya çeşitli yönlere sahip olabildiğinin düşünülmesine bağlamak daha doğru olacaktır. Her ne şekilde düşünürsek düşünelim söz konusu anlayış farklılıkları bilinç konusunda nasıl bir kafa karışıklığı yaşandığını gözler önüne sermektedir. Bununla birlikte, bilincin Sokratik bir tanımına sahip olmasak da filozofların kendisini baz alarak konuştukları referans bir ifadeye sahibiz. Thomas Nagel’ın üne kavuşturduğu bu ifadeye göre “…bir organizmanın bilinçli deneyimlere sahip olması, temelde, o organizma olmak gibi bir şeyin var olduğu anlamına gelir.” (1979: 166). Benim gibi olmanın, sizin gibi olmanın, bir kedi ya da bir yarasa gibi olmanın hissettirdiği bir şeyler vardır. Buna kısaca “öyle olmaklık” diyebiliriz. Öyle olmaklığın bilincin iki önemli özelliğini dışa vurduğu söylenebilir: Öznellik ve niteliksellik. Deneyimin olduğu yerde bir deneyimleyen de olmalıdır; eş deyişle, deneyim her zaman birilerinin deneyimidir. Özne ne şekilde, hangi anlamda var olursa olsun deneyimin sahipsiz olamayacağı analitik bir doğrudur. Bilinci nesnel bilimsel araştırma için elverişli yapmayan da esas itibarıyla onun bu özelliğidir denilebilir. Zihin felsefesinde qualia olarak adlandırılan niteliksellik ise, bir deneyimi bir başka deneyimden ayıran, deneyime karakteristiğini veren özellikleri ifade eder. Örneğin, kızarmış bir domatesin kırmızılığı, bir limonun tadı, vücudumuza batırılan bir iğnenin yarattığı acı, vb. deneyimlerimizin nitelikli olduklarını, onların özne tarafından belli biçimlerde ve tarzlarda alındıklarının işaretidir. Bu gibi durumlarda söz konusu deneyimlerin (kırmızıya bakmanın, limonu tatmanın, iğnenin yarattığı acının) özne için hissettirdiği bir şeyler vardır. Bu nedenle qualia öyle olmaklığın koşulu olarak görülebilmektedir (Mandik, 2010: 97; Stubenberg, 1998: 24); yani bir limonu tattığımda, benim o limonu tadarken ki halim olmak gibi bir şey vardır. Buna göre, öyle olmaklık öznellik ve nitelikselliği birbirinden ayıramayacağımız ortak bir payda sağlıyor gibi görünmektedir. Ne var ki, herkes böyle düşünmemektedir. Öznel olmayan niteliksel deneyimlerin olanaklı olduğunu ileri sürenler olduğu gibi, niteliksel olmayan öznel deneyimlerin olanaklı olduğunu ileri sürenler de vardır (Pitt, 2004: 1; Arıcı, 2018: 5). Bunun sebebi, qualianın felsefi olarak yüklü birçok anlamda kullanılabilmesidir. Öyle ki Daniel Dennett bu belirsizliğe dayanarak qualianın “kafa karışıklığından başka bir işe yaramayan ve hiçbir özelliğe veya niteliğe işaret etmeyen bir filozof terimi” olduğunu söyleyebilmektedir (1997: 623). Fakat Nagel’ın bir organizmanın bilinçli deneyimlere sahip olmasının ne demek olduğunu bildiren öyle olmaklık hakkındaki ifadesini temel aldığımızda veya örneğin William Seager’ın (2016: 171) sözleriyle qualiayı basitçe “bilinçli deneyimin her zaman dünya hakkındaki enformasyonun kendisiyle bize taşındığı bir içeriğe veya moda sahip olduğunu hatırlatan bir kelime” olarak gördüğümüzde, bir asırdan daha uzun bir süre önce Charles S. Peirce’in (1839-1914) ve daha yakın geçmişte onu takiben Owen Flanagan’ın (1992: 65) ileri sürdüğü gibi tüm bilinçli hallerin niteliksel olduğunu iddia edebiliriz. Zira bilinçli olduğum her an ben olmak gibi bir şey vardır veya Peirce’ın deyişiyle “bütün bir kişisel bilincim için bir nitelik (quale) bulunur.” (1935[1898]). Buna göre, sadece duyusal deneyimler değil aynı zamanda bilişsel deneyimler de (bir espriyi anlama, bir tatil planı yapma, bir şeye karar verme, vb.) nitelikseldir. Bu düşünme biçiminin mantıksal sonucu fenomenal bilinç-fenomenal olmayan bilinç ayrımının ortadan kalkmasıdır. Tüm deneyim fenomenaldir. Başka bir deyişle, gerçekten düşünebilen, anlayan, öğrenen, plan yapan makineler yapmak istiyorsanız onların niteliksel deneyimlere sahip olmalarını, hissedebilmelerini sağlamalısınız.




   Nagel’ın ifadesinde dikkat çeken başka bir unsur onun “bilinçli deneyim” tabirini kullanmış olmasıdır. Burada aklımıza şöyle bir soru gelebilir: Bilinçli olmayan deneyim olanaklı mıdır? Bu soruya bilinç ve deneyim sözcükleriyle neyi kastettiğimize göre farklı cevaplar verilebilir. “Deneyim” kelimesi “bir olay veya durumla karşılaşmak”, “bir olay veya durumdan, o olay veya durumla karşılaşan şeyin etkilenerek çıkması, geçmesi” anlamlarına gelen Latince experientia sözcüğünden (ex-den dışarı+peritusdeneme, girişme) türemedir. Buna göre, kök anlamı dikkate aldığımızda bu kelime herhangi bir olay için kullanılabilir. Örneğin, bir ülkenin ekonomik krizden çıkmasını, bir şirketin kötü günler geçirmesini veya bir nesnenin zamanla eskimesini, ülkenin, şirketin veya nesnenin sözü edilen olayları deneyimlediği şeklinde ifade etmek mümkündür. Ne var ki, bilinç problemi tartışmalarında deneyim nosyonu hemen her zaman bilinçli bir hali imleyecek veya bir bilinç formuna (örneğin, fenomenal bilinç) işaret edecek şekilde kullanılmaktadır; yani olayla karşılaşmanın veya olaydan geçmenin içsel, zihinsel bir değişim (bir halden başka bir hale geçme) şeklinde gerçekleştiği varsayılır. Peki, zihinsel bir olgu olduğunu varsaysak bile deneyimleme bilinçdışı bir şekilde gerçekleşemez mi? İşte burada “bilinç” sözcüğünün hangi anlamda kullanıldığı önem kazanmaktadır. İngilizcedeki consciousness sözcüğü (conbirlikte, scio-biliyorum) tıpkı Türkçemizdeki “bilinç” sözcüğü gibi bilme edimini ihtiva eden bir sözcüktür. Nitekim bir şeyin bilincinde olduğumuzu söylediğimizde o şey hakkında bilgi sahibi olduğumuzu veya bir işi bilinçli olarak yaptığımızı söylediğimizde o işi bilerek yaptığımızı ifade etmiş oluruz. Bununla birlikte, buradaki “bilme” ile kastedilen bilişsel bir beceriden çok bir farkındalık halidir. Farkındalık iki şekilde anlaşılabilir: Birincisi, failin içinde bulunduğu ve etkileştiği çevrenin farkında ya da bilincinde olması, ikincisi ise failin deneyiminin öznesi olarak kendisinin farkında olmasıdır. Bu ikincisi zihin felsefesinde genellikle öz-farkındalık veya öz-bilinç olarak bilinmektedir. Buna göre, soruyu şu şekilde güncelleyebiliriz: Her bilinç aynı zamanda bir öz-bilinç midir? Bu soruya evet cevabını verenler bilinçli olmayan deneyimin olanaklı olduğunu, hayır cevabını verenlerse olanaklı olmadığını söyleyeceklerdir. Bilinçli hallerde bilinçliliğin bilinçliliği veya farkındalığın farkındalığı içeriliyorsa, o takdirde örneğin, uyurgezerlik, rüyalar veya otomatik bir şekilde gerçekleştirdiğimiz eylemler bilinçdışı deneyimler olarak görülebilir. Fakat bilinç ve öz-bilinç arasında bir derece farkı olduğunu, öz-bilincin daha gelişmiş bir beceriyi nitelediğini kabul edersek örneklediğimiz olguları bilinçli gerçekleştirilmekle birlikte öz-bilinç içermeyen durumlar olarak yorumlayabiliriz. İkinci anlayış birincisine göre daha makul görünmektedir. Zira örneğin 1 yaşındaki bir bebeğin veya bir kedinin öz-bilince sahip olduğunu söylemek güç olduğu gibi onların hiçbir şekilde bilinçli olmadıklarına, dünyayı belli bir perspektiften deneyimlemediklerine kanaat getirmek de kolay değildir.




(Yapay Zeka ve Zihin Felsefesi Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 1, Haziran 2019, 67-91)