Fizikteki Deliller: Bıçak Sırtındaki Evren

 



Evrenin, en ufak sayısal değişikliklere karşı bile oldukça hassas 
olan mevcut yapısının, bilinçli bir tasarım neticesi olduğu
izlenimine kapılmamak son derece güç. Bu sayısal değerlerin
görünüşteki mucizevi uyumluluğu hâlâ kozmik tasarım
 fikrinin en kuvvetli delili olmaya devam ediyor.
Fizikçi Paul Davies (1)

Israrla her şeyde kasit aramaya meyilli olan insanın, amaçsız 
bir evren tarafından rastgele yaratılmış olması kulağa fazlaca
garip gelmiyor mu?
Sir John Templeton (2)





       Öğrencilik yıllarında Darwinizmle tanışınca, ilahi söylemlerden şüphe etmeye başlar. Bir müddet tanınmış bir için Ivy League üniversitelerinden birine gider. Sonrasında, hanımının dindarlaşmasının da etkisiyle bir yaratıcının varlığının delillerini araştırmaya koyulur. Gerçeklerin peşinde sürdürdüğü bu yolculuk onun ateizmini dağıtarak onu Tanrı'ya ulaştırır ve sonunda o, şüphecilikten inanışa giden bu entelektüel serüvenini konu eden bir kitap yazar.


  Bu hikâye, her ne kadar benim hikayemi çağrıştırsa da (3) bu aynı zamanda Reagan yönetiminin silahların sınırlandırılmasından sorumlu müzakerecisi ve şu anda Washington D.C.'de Washington Üniversitesi Komüniter Politika İncelemeleri Enstitüsü'nde direktör yardımcısı olarak görev yapan Patrick Glynn'ın da hikayesidir.

    Glynn evrim teorisiyle ilk kez bir Hıristiyan okulunda öğrenciyken tanışır. Bu teorinin Kitab-i Mukaddes'le uyuşmadığını hemen fark eder.

"Sınıfta ayağa kalktım ve bu meseleyi rahibeye sordum."

    "Gerçeğe götüren yegâne yol"un akıl olduğuna kanaat getiren Glynn, 1970'lerde Harvard'da doktorasını tamamladığı sıralarda tam bir ateist olur. Glynn o günlerde kafasında oluşan düşünceyi, “Darwin, hayatın kaynağının ne olduğunu açıklamak için bir tanrı hipotezine ihtiyaç olmadığını göstermişti. Hayat ve insanoğlu çağlar boyunca süren rastgele mekanizmaların sonucunda ortaya çıkmışlardı." diye anlatmakta.


     Dindar bir hanımla evlenmesi ve kendisini onunla sürekli manevi konularda müzakere eder durumda bulması sonrasında, kendi kendine bu konuda "gerçeğin ne olduğu" sorusunu yöneltir. Böylece Tanrı'nın varlığı için mantıklı bir delilin olup olmadığını görmek ister.


        Felsefi ateizmi kabul edişimden sonra geçen 20 yıl içerisinde, yavaş yavaş bu anlayışın makul ve etkili bir şekilde çürütülebileceğine dair geniş ve sistematik bir literatürün oluştuğunu fark ettim. Bugün akıllı bir insanın ateizmin ve agnostizmin büyüsüne kapılıp benim düşmüş olduğum entelektüel hatalara düşmesi için makul bir sebep göremiyorum. (4)

    Böylesi şaşırtıcı bir manevi dönüşü netice veren delil neydi? Glynn'ın araştırması esnasında karşılaştığıen etkileyici keşiflerin başında “antropik ilke" geliyordu. “İnsan” sözcüğünün Yunanca karşılığı olan antropos kelimesinden türetilmiş olan bu kavram, ilk kez 1973 yılında önemli bir bilimsel konferansa “Kozmolojide Büyük Sayılar  Uyumu ve Antropik fike" adlı yankı uyandıran makalesiyle katılan Cambridgeli fizikçi Brandon Carter tarafından kullanılmıştır.

    Glynn'dan alıntılarsak, bu ilke: "Görünüşte birbiriyle irtibatsız ve rastgele clan bütün fizik sabitlerinin garip bir ortak özelliği var. Bu sabitler evrende hayatın oluşabilmesi için tam da olmaları gereken değerdeler." iddiasını dile getirir. (5)

    Sonradan yazdığı Kanıt (God: The Evidence) adlı kitabında Glynn, evrenin usta bir tasarımcının elinden çıkmış olduğuna karar vermesindeki en mühim sebeplerden biri olarak, evrendeki inanılmaz hassas ayarın varlığını vurguladı.

      “25 yıl öncesine kadar, yalnızca bilimsel delilleri hesaba katan mantıklı bir kişi, muhtemelen bir şüpheci olurdu. Artık durum tam tersine döndü. Bugün somut deliller kuvvetli bir şekilde Tanrı hipotezine işaret ediyor. Tanrı hipotezi antropik bilmecenin en basit ve açık çözümüdür."(6)

Kati Olmayan Karine

    
       Üç ciltlik "Bilimsel Teoloji” kitabının yazarı ve Oxford'da Moleküler Biyofizik üzerine çalışmış olan ünlü âlim ve teolog Alister McGrath, karmaşık meselelerin içine dalıp onlarda derinleşmeye bayılır. Antropik ilke bağlamında, biraz da İngiliz küçümseyiciliği ile bu meseleyi iki muhtasar soruda özetledi:"Tabiat kanunlarının hayatı netice verecek şekilde var olması tamamen bir rastlantı eseri mi? İnsanoğlunun kaderini ve tabiatı anlama hususunda bunun bize önemli bir ipucu vermesi mümkün mü?" (7)

        Fiziğin nasıl ve niye böyle bıçak sırtı dengelere yaslandığı hususunda doyurucu cevaplar ararken bu iki soru yol haritamı çizecekti. Artan sayıda bilim adamının ve felsefecinin son birkaç on yılda, fizikçi ve teolog John Polkinghome'un deyimi ile "herhangi bir geleneksel dini gündemin etkisinde kalmadan"(8) yapmış oldukları araştırmalarin sonuçlarının onları, aynı yola soktuğunu zaten biliyordum.

     “Son 30 yıl içinde bu kadar çok sayıda bilim adamının düşüncelerini değiştirerek evrenin kozmik kaza sonucu var olamayacağı fikrinde ittifak etmeleri anlaşılır bir şeydir.” diyor The Mystery of Life's Origin kitabının yazarı Walter Bradley ve ekliyor "İnce bir hüner eseri olan doğal çevreyi ne kadar araştırırsak, bilinçli bir tasarımcının varlığı o kadar zorunlu hale geliyor."(9)

     Mesela Adelaide Universitesi'nden emekli teorik fizik profesörüye bir zamanların şüphecisi Paul Davies şimdi evrenin ardında bir kastin olması gerektiğine kesin kani olmuş durumda.

      The Mind of God adlı kitabında Paul Davies şöyle yazar: “Bilimsel çalışmalarım sırasında daha kuvvetli bir şekilde inanmaya başladım ki dahice tasarlanmış olan bu fiziki evren öylesine hayret vericidir ki bunun sadece tesadüfi bir olay olarak izah edilmesi imkânsızdır. Evrendeki varlığımızın, garip bir talihin garip bir cilvesi, tarihsel bir kaza eseri ya da büyük kozmik dramadaki tesadüfi bir görüntü olduğuna inanmam imkânsız."(10)


        Kozmolog Edward Harison “Birçok bilim adamı şahsi fikirlerini itiraf ettiklerinde görülür ki, teoloji ve hassas ayar argümanına meyillidirler." der ve şu sonuca ulaşır: "Evrendeki bu hassas ayar, ilahi tasarım görüşünü kati olmayan karine (prima facie) haline getirir.":(11)

      Ünlü astrofizikçi Sir Fred Hoyle bunu şöyle ifade eder: "Kanıtları inceleyen bir bilim adamının, nükleer fizik kurallarının, yıldızlanın içinde meydana getirecekleri sonuçlara göre tasarlanmış olması gerektiği sonucunu çıkaracağına inanıyorum.(12)

    Hoyle'un bu ve bunun gibi diğer gözlemleri Smithsonian Astrofizik Gözlemevi'nin kıdemli astronomu ve Harvard'da astronomi profesörü olan Owen Gingerich'in şu yorumu yapmasına neden olur:

   "Fred Hoyle ve ben birçok meselede ayrı düşeriz. Fakat dünyamızın, sağduyulu ve tatmin edici bir yorumunun dahice bir elin dizaynını gerektirdiği hususunda hemfikiriz." (13)

       1989'da basılmış olan Universes adlı kitabında birçok antropik örneğin listesini sunan Oxfordlu John Leslie "Eğer bizim evrenimiz yegane evrense -ki bir başkasının varlığına dair herhangi bir bilimsel yeri yok- evrende var olan hassas mi hassas ayar Tanrı'nın varlığını gösteren gerçek bir delildir.” diyor. (14)

        Bilimin Yeni Hikâyesi adlı eserinde Robert Augros ve George Stanciu ise, evrende hayatın varoluşu için gerekli olan hayret verici eşzamanlılıkların (rastlantıların) manalarını şöyle özetliyorlar: “İnsanın ortaya çıkışını netice veren evren, bize birisi tarafından yönetildiğini ima ediyor. İnsanın fiziksel olarak evrenin merkezinde olmasa bile, onun (evrenin) amacının merkezinde olduğu aşikâr. "(15)

        Bütün bu sonuçlar bir yana, ben McGrath’ın ortaya attığı temel sorulara kendi cevaplarımı bulmaya çalışıyordum. Evrenin dengeli hareketine bilimsel deliller bulmanın ötesinde antropik ilkenin, bazı şüphecilerin antropik ilkenin hayret vericiliğini sıradanlaştırdığını düşündükleri bir hipoteze karşı, varlığını sürdürüp sürdüremeyeceğini öğrenmek istiyordum.

     Hassas ayar konusunu çalışırken esas araştırmasını bu konuda yapmış ve fikirlerini rahatça açıklayabilen fizik eğitimli bir filozofun yazıları ile karşılaştım. Onun en çok hoşlandığım yanı, hesaplardaki dikkati, ihtiyati ve hüküm bildirirken verilerin sınırlarını aşmama noktasındaki hassasiyeti idi. Bunlar ise tam da benim bu konuyu görüşmek isteyeceğim kişide aradığım özelliklerdi.

    Birkaç telefon konuşmasından sonra Pensilvanya'ya doğru uçarken bulduin kendimi.


Görüşme 4: Robin Collins


        Robin Collins'in fizik sevgisi, yedinci sınıf öğrencisi iken Atomik Enerji Komisyonundan birkaç ücretsiz kitap ismarlamasıyla doğmaya başlamıştı. Fizik ve matematikte kariyer yapmak için Washington State Universitesi'ne gitti (mezuniyet notu, mükemmelden yalnızca yüzde 0.07 eksikti) ve daha sonra Austin'deki Texas Üniversitesi'nde fizik doktorasına başladı.

        Bir diğer ilgi duyduğu konu ise felsefe idi; daha doğrusu felsefe, onun kolejde en çok üzerinde çalıştığı 3. alandı. Bir ateist ve agnostiğin de içerisinde bulunduğu lisansüstü üniversite öğrencileri ile paylaştığı ofisinde doktora çalışmalar sırasında felsefedeki bilgilerini kullanma imkânına kavuştu. Collins lise son sınıftan beri inançlı birisiydi.

        Felsefi ve teolojik konularda gece geç saatlere kadar bu dört arkadaş şiddetli münakaşalar yapıyorlardı. Bu münakaşalar Collins'i, Notre Dame Universitesi'nde, bu sefer felsefe doktorası yapmaya teşvik etti. Burada Collins'in tez danışmanı, belki de modern zamanların en iyi filozofu olan meşhur Alvin Plantinga idi.

       Plantinga'nın bir gün derste konu harici yaptığı bir yorum üzerine Collins, evrendeki hassas dengeler hususunda düşünmeye başladı. Collins konuyu derinlemesine araştırdı ve sonunda fizik ve felsefe arasında mükemmel bir uyuma ulaştı.

      Fizik eğitimi Collins'in bu sahada genellikle karmaşık olan matematiksel denklemleri anlamasını sağladığı gibi -ki bu özelliği onu zaman zaman, kendisinden daha meşhur âlimleri nazikçe uyarmaya götürdü- felsefedeki tecrübeleri de delilden kesin sonuçlar çıkarma hususunda ona yardımcı oldu. Şimdi, yıllarca araştırma ve analizden sonra, Collins antropik ilke konusunda en bilgili ve sözü geçer kişilerden birisi olarak kabul ediliyor.

     Collins'in birçok kitapta bu konu ile ilgili yazıları bulunmakta, bunların bir kısmını sıralayalım: God and Design: The Theological Argument and Modern Science; The Rationality of Theism; God Matters: Readings in the Philsophy of Religion; Philosophy and Religion: Reader and Guide; Reason for the Hope Within. Şu anda tamamlamak üzere olduğu The Well-Tempered Universe: God Fine-Tuning, and the Laws of Nature adlı kitabı da listeye eklenebilir. Bunlara ek olarak, Yale, Concordia, Baylor, Stanford ve daha birçok yerdeki konferanslara ve sempozyumlara konuşmacı olarak katılmıştır. Bunlara, Notre Dame'da 2003 yılında Rusya-ABD ortaklığıyla düzenlenen God and Physical Cosmology konferansını da dahil edebiliriz.

    Northwestern Universitesi'nde doktora sonrası çalışmalarının ardından, son 10 yılını araştırma yapmaya, yazmaya ve felsefe docenti olarak çalışmaya devam ettiği Messiah Koleji'nde ders vermeye ayırdı ki burası aynı zamanda sıcak bir cumartesi sabahı onunla buluştuğumuz yerdi.

      Collins'in ofisini kitap rafları ve yığınları, kutular ve diğer kümelenmiş şeyler öylesine istila etmişti ki bize oturacak yer bile kalmamıştı. Biz de bitişikteki konferans odasına gittik. İkindi güneşinin ışık huzmelerinin geniş pencereden sızarak halı üzerinde dans etmeleri ile sahneye çıkan yakamozlar, odaya sanki suya gark olmuş havası veriyorlardı.

      Başlamaya hazırlanırken, Collins yeşil spor ceketini çıkararak sandalyenin üzerine attı. Kıvırcık pas rengi saçları ve sakalı olan oldukça atletik biriydi (Her gün muntazaman 90 dakika koşuyormuş). Kulplu, büyük bardağıyla yeşil ve siyah çay karışımı favori içeceğini yudumlarken sade bir masada karşılıklı oturduk.

      Nasıl başlayacağımı bilmiyordum, biraz tedirgindim. Bu sırada Collins, evrenin "tam da olması” gerektiği gibi olan dikkat çekici durumuyla alakalı gerçeklerin “şu ana kadar bir yaratıcının varlığı için en ikna edici argüman"(16) olarak kabul edildiğini söyledi. Not defterimi çıkardım ve evrendeki hassas ayardan kast olunanın ne olduğunu genel hatlarıyla anlamak için sorular yöneltmeye başladım.


Dizaynın Etkisi


        Collins “Bilim adamları evrendeki hassas ayardan bahsettiklerinde genellikle temel kanunlar, fizik parametreleri ve evrenin başlangıç koşulları arasındaki fevkalade dengeyi kast ederler ki zihnimiz bunların bazılarının dakikliğini idrakten acizdir. Sonuç olarak, hayatın varlığını sürdürebilmesi için nasıl olması gerekiyorsa tam da o özellikleri olan bir evrenimiz var. Bu eşzamanlı/uyumlu oluşlar, tesadüflerin bir sonucu olamayacak kadar şaşırtıcı, Paul Davies'in deyimiyle tasarımın etkisi inanılmaz derecede şaşırtıcı,” diye söze girdi.(17)

       "Mars'a inen ve birkaç yıl önce Arizona'da inşa edilmiş olan kubbemsi yapıya benzer bir tarzda kuşatılmış bir biosferle karşılaşan astronot analojisini kullanmaktan hoşlanırım. Kontrol panelinde, çevreyi etkileyen tüm parametrelerin tam da yaşam için uygun değerlerde olduğunu görürler. Oksijen oranı mükemmel; sıcaklık 20 derece; nemlilik uygun; taze hava üretecek (döngü oluşturacak) bir sistem var; yiyecek, enerji üretecek ve atıkları düzenleyecek sistemler dahil her şey var. Her bir gösterge değerleri çok çok geniş bir aralıkta değerler alabilir ve o değerlerden bir veya birkaçında meydana gelebilecek ufacık bir sapma bile çevrenin harap olup yaşamın imkânsız hale gelmesi için yeterli olur. Siz olsaydınız tüm bunlardan nasıl bir sonuç çıkarırdınız?"


"Cevap ortada. 'Biri orayı büyük bir dikkatle tasarlayıp yapmış.' diye düşünürdüm."

"Doğru," diye karşılık verdi Collins. "Herhangi bir kimse biyosferin tesadüfen orada olmadığını söyleyecektir. Volkanlar biyosferi  oluşturmak için patlayıp sonra da bu parçalar ahenkli bir uyum içinde bir araya gelmiş de değildir. Akıllı ve şuurlu biri bilerek ve dikkat ederek bir canlının yaşamını sürdürebilmesi için tasarlayıp hazırlamıştır bu ortamı. İşte bu analoji aynen evren için de geçerli."

     "Geçen otuz yılı aşkın bir zaman süresince, bilim adamları evrenin neredeyse bütün temel yapılarının bıçak sırtında denebilecek bir hassasiyetle hayatı netice verecek şekilde dengelendiklerini keşfetmişlerdir. Eşzamanlı/uyumlu varoluşlar herhangi bir tesadüfe verilemeyecek veya bir izaha gerek yok iddiaları ile geçiştirilemeyecek kadar mükemmeldir. Parametreler kaza eseri oluşmuş olamayacak kadar kesin değerlere ayarlanmıştır. Fred Hoyle'un ifade ettiği gibi sanki birileri fizik kanunlarıyla oynamış gibidir."(18)

"Bu, asrın en büyüleyici buluşlarından biri olmalı. Bunu ilk kim fark etti diye sordum.

    "1950'lerin sonlarına doğru Hoyle, yıldızlarda belirli oranlarda üretilen karbon ve oksijenin kesin süreçlerinden bahsetti. Eğer karbonun rezonans halleri ile azıcık oynarsanız yaşam için gerekli maddeleri elde edemezsiniz. Sırası gelmişken, fizikçi Heinz Oberhummer ve arkadaşlarının yakın zamandaki çalışmaları gösterdi ki güçlü nükleer kuvvetteki yüzde birlik bir değişim yıldızlardaki karbon ve oksijen üretimini otuz ila bin kat kadar değiştirebilir. Gezegenlerde yaşam için ihtiyaç duyulan karbon ve oksijen yıldızlarda üretildiği için, eğer bu denge bozulursa, evren hayatın oluşabilmesi için çok daha az uygun olacaktı."

"Her neyse, sorunuza geri dönersek, hassas ayar konusundaki araştırma ve yazıların çoğu 1980'lerin başına dayanır. Teknik ve popüler açıdan bu konuyu ele alan yüzlerce makale ve kitap var."


      Fizik çok çabuk karmaşık hale geliyor. Dolayısı ile ondan en çok hoşuna giden örneği anlatmasını istediğimde birçok örnek içinden zihinde canlandırması ve kavraması en kolay olanı seçince rahatladım.

  "Yerçekimini ele alalım." dedi. "Evrenin bir ucundan diğer ucuna kadar uzanan bir cetvel ya da eski moda bir radyo kadranı hayal et. Cetveli bir inçlik parçalara ayırırsak bu milyar kere milyar kere milyar inç anlamına gelir."

     Göstergenin tamamı doğadaki kuvvet miktarlarının aralığını temsil eder. Bu kuvvetlerden en zayıfı yerçekimi ve en güçlüsü proton ve nötronu çekirdek içerisinde bir arada tutan ve yerçekiminden 10 bin milyar kere, milyar kere, milyar kere, milyar kat daha güçlü olan güçlü nükleer kuwettir. (19) Yerçekimi kuwetinin muhtemel alabileceği değer aralığı gayet mantıklı bir şekilde tüm kuvvet aralığı kadar geniştir denebilir."

"Şimdi, göstergenin ayarlandığı değeri değiştirmek istediğinizi düşünün. Yalnızca bir inç bile hareket ettirecek olsanız, bunun evrendeki yaşam üzerindeki etkisi korkunç olacaktır."

"Tüm evrene karşılık bir inç mi?” diye sordum. “Nasıl bir etkisi olurdu?"

"Göstergedeki küçücük bir ayar değişikliği yerçekiminde milyar kat büyümeye sebep olabilir." dedi Collins.

"Bu çok fazla." dedim.

“Aslında pek de çok sayılmaz.” diye yanıtladı Collins. “Radyo göstergesinin bütününe göre -doğadaki kuvvet aralığının tümünü temsil ediyor- fevkalade denecek derecede küçük sayılır; sadece on bin milyar, milyar, milyarda biri kadar."

“Müthiş! Şimdi ne demek istediğinizi anladım. Peki, yaşama ne olurdu bu durumda?" dedim.

“Dünyanın her tarafında insan büyüklüğündeki bütün hayvanlar ezilip parçalanırdı.” dedi. “Astrofizikçi Martin Rees'in deyimiyle ‘yerçekiminin daha kuvvetli olduğu varsayılan bir dünyada, böceklerin bile yaşamlarını sürdürebilmeleri için kalın bacaklara ihtiyaçları  olacaktı ve hiçbir hayvan fazla büyüyemeyecekti. (20) Aslında, yerçekimi kuvveti dünyamızdan bin kez daha büyük olan bir gezegenin çapı sadece 40 feet olur ki böyle bir ortamda ekosistem bile oluşamaz. Bunun yanında, yerçekiminin üç bin kat arttığını düşündüğümüzde ömrü bir milyar yıldan fazla olan yıldızlar oluşmayacaktı, bunu on milyar yaşında olan Güneş'le kıyaslarsanız ne demek istediğimi anlarsınız."

      "Görüldüğü gibi tabiattaki tüm kuvvet aralığı ile mukayese edilince yaşamın var olması için yerçekiminin akıl almaz derecede dar bir aralıkta değer alması lazım. Evreni bir uçtan bir uca kadar kaplayan göstergedeki tüm olası değerler arasında, yerçekimi evrende yaşamın devam etmesi için tam tamına olması gereken inçte değer almış."

   Ve yerçekimi kuvveti, tüm parametreler içinde yalnızca bir tanesi. Bir uzman, evrende yaşamın oluşması ve devam etmesi için otuzdan fazla farklı fiziksel ve kozmolojik parametrenin kalibrasyonlarının çok hassas ve kesin bir şekilde (tipkı yerçekimi gibi) yapılması gerektiğini söyledi.(21)

    Collin'e gelince, o, tek başına yerçekiminin bile bir tasarımcının varlığını ispat etmeye yettiğine inanmasına rağmen, ben şahsen üzerinde araştırma yaptığı diğer örneklere de odaklanmasını istiyordum. Collin’e ‘kozmolojik sabiť diye adlandırılan ve dünyanın en materyalist bilim adamlarından birisini dahi tereddüde düşürebilecek derecede şaşırtıcı olan diğer bir parametreyi sormaya karar verdim.


Atoma Ok Atmak kadar Zor

      
      Kendisini bir ateist olarak tanımlayan Nobel ödüllü fizikçi Steven Weinberg boş uzayın enerji yoğunluğunu ifade eden kozmolojik sabit karşısındaki şaşkınlığını "dikkat çekecek derecede hassas bir şekilde bize göre ayarlanmış"(22) şeklinde ifade eder. Einstein'ın Genel İzafiyet  denkleminin bir parçası olan bu sabit pozitif veya negatif herhangi bir değere sahip olabilir ama Weinberg bu sabitin ilk ilkeler göz önüne alındığında çok büyük bir değere sahip olması gerektiğini söyler. Bu tahminlerinin üzerine nihayetinde şunu yazar:

      "Eğer bu kozmolojik sabit büyük ve pozitif olsaydı, evrenin oluşumunun ilk safhâlârında galaksilerin, yıldızların, gezegenlerin ve insanların oluşmasının ilk adımı olan elementlerin/maddelerin bir araya gelmesini önleyecek ve uzaklıkla doğru orantılı olarak artacak itici bir kuvvet olarak hareket edecekti. Eğer bu sabit büyük ve negatif olsa idi, yine uzaklıkla doğru orantılı olarak artan ama merkezcil bir kuvvet olarak hareket edecekti ve aniden uzayın genişleme sürecini tersine çevirip tekrar içine çökmesine sebep olacaktı."(23)

        Her iki halde de yaşam olmayacaktı. Oysaki şaşırtıcı bir şekilde var olan hal, bu iki durumdan da farklıdır.

Weinberg "aslında astronomik gözlemler gösteriyor ki bu sabit, ilk ilkelere bakılarak, tahmin edilenden çok çok daha küçük" şeklinde devam eder. (24)

         Collins'e bu sabiti sorduğumda, bana bu sabitteki beklenmedik, insan sezgilerine ve mantığına zıt bir şekilde şok edici derecedeki doğruluk ve kesinliğin, günümüzde fizik ve kozmolojinin çözüm üretilmesini beklediği en büyük problem olduğunu söyledi.

Collins'e “Ne kadar hassas bir kesinlikten bahsediyoruz?" diye sordum.

   Collins gözlerini yumdu ve “O sabitin değeri, kavramaktan aciz kalacağımız bir derecede hassas" dedi ve ekledi “o sabitteki hassaslığın oranının, ihtiyatlı bir şekilde yüz milyon kere milyar kere milyar kere milyar kere milyar kere milyarda bir olduğu tahmin ediliyor; yani 10 sayısının yanına 53 tane sıfır, yani hayallerimizin bile alamayacağı, kavrayamayacağımız bir kesinlik/hassaslık bu.”

      Collins haklıydı, öyle bir kesinliği hayal bile edemezdim. "Ne demek bu kesinlik? Bir örnek verseniz hiç olmazsa."

    "Şöyle izah edeyim" dedi ve ekledi "diyelim ki uzayda bir yerdesiniz ve rastgele Dünya'ya doğru bir ok atacaksınız. O sabitteki hassasiyet, sizin o ok ile bir inçin trilyonda birinin trilyonda biri çapında bir hedefi tam ortasından vurmanız gibi bir şey. Dikkatinizi çekerim, bu
tek bir atomdan bile daha ufak bir şey demek."

         Aklıma gelen kelime "nefes kesici" idi. “Bilim adamlarının bu sabitten dolayı şaşkınlık içerisinde olmaları hiç de şaşırtıcı değil." dedim.

       Collins “Bence, kozmolojik sabit, evrendeki hassas ayarlılığın tek örneği olsaydı ve hiçbir doğal izahı olmasaydı, yalnızca o bile gayet kuvvetli bir şekilde tasarım görüşünü ispat etmeye yeterdi." diye karşılık verdi.

     Collins'le hemfikir olmaktan başka çarem yoktu. Eğer evren dizayn edilme suçundan mahkemeye çıkartılacak olsa ve kozmolojik sabitteki hassas/kesin ayar öne sürülen yegâne delil olsa, “suçludur" diye (yani evren kasıtlı bir tasarımın sonucudur yönünde) oy kullanmak zorunda kalacaktım. İstatistiksel olarak bu durumdaki çıkarımımız, günümüzde birçok suç davasında suçu teşhis için kullanılan DNA delilinden bile çok daha kuvvetli olacaktı.

          Collins devam etti: “Şu ana kadar konuştuğumuz yalnızca iki faktörü bir arada düşünün; kozmolojik sabit ve yerçekimi kuvveti. Bunların ikisinin birden bu şekilde olma ihtimalinin küçüklüğü hayal bile edilemez. İkisini bir arada düşündüğünüz zaman, hassashk/kesinlik yüz
milyon kere trilyon keretrilyon kere trilyon kere trilyon kere trilyon kere trilyonda bir oluyor. Bu oranın küçüklüğünü gözünde canlandırmanız gerekirse bu, tüm evrene oranla yalnızca bir atom demek."

        Ama Collins bitirmemişti: "Evrendeki hassas ayarlılığın başka örnekleri de var. Mesela nötron ve protonlar arasında kütle olarak fark var. Nötronun kütlesini 1/700 oranında artırdığınız anda yıldızlardaki nükleer füzyon durur ve yaşam için hiçbir enerji kaynağı kalmaz."

      "Ve elektromanyetik kuvvet azıcık daha kuvvetli veya zayıf olsa idi gene yaşam var olamazdı. Veya güçlü nükleer kuvveti düşünün. Onu %50 azalttığını varsayın -ki küçücük bir değişikliktir bu- tüm kuvvet aralığı içerisinde on bin milyar kere milyar kere milyar kere milyarda bire denk gelir."

"Güçlü nükleer kuvveti söylediğiniz miktarda değiştirmiş olsaydınız ne olacaktı?"

      “Atom çekirdeğinde pozitif yüklü protonlar bulunuyor ve aynı yüklerin birbirini ittiğini biliyoruz. Eğer nükleer kuvvette bahsettiğimiz zayıflama olursa, atom çekirdeğindeki pozitif yükler arasındaki itme kuvvetini engelleyemeyecek düzeye gelir ve hidrojen dışındaki tüm atomlardan ayrılır. Ve Uzay Yolu'nda ne derlerse desinler, yalnızca hidrojenden akıllı hayat formları oluşamaz. Çünkü hidrojenin akıllı hayat formu oluşturmak için yeterli kararlılığı yoktur."


       Collins'in bıraksam devam edeceğini biliyordum ama benim de gittikçe soyutlaşan bu kavramları bir şekilde zihnimde canlandırmam lazımdı ve Collins'e “Mars'taki biyosfer ömeğine geri dönelim." dedim.

   "Tamam." dedi ve ekledi: "Biyosferin ilk olarak nasıl oluştuğu meselesini bir kenara koyalım. Diyelim ki orayı ilk bulduğunda, ortama etki eden 12 tane parametre vardı. Her bir parametrenin de alabileceği neredeyse sınırsız farklı değ vardı. Orayı terk ettiğin zaman, parametreleri rastgele bıraktın ve bunun sonucu olarak da hayatı netice verebilecek bir biyosfer oluşmadı."

"Sonra bir sene sonra geri döndünüz. Parametreleri incelediğiniz zaman bir de ne göresiniz, her bir parametre akıl almayacak bir hassaslıkla tam da biyosferde hayatın gelişmesine müsaade edecek değerlere ayarlanmış. On iki parametre ve on ikisi de yaşam için en optimum, en mükemmel noktalarında."

     "Bir sonraki gün gazete başlıklarının ne olacağını tahmin edebiliyor musunuz? DÜNYA DIŞINDA DA HAYAT VAR. Biz bunu oraya akıllı bir varlığın indiğine ve parametreleri tam hayatın oluşması için gerekli hassas/kesin değerlere ayarladığına bir delil olarak kabul ederdik."

     "Ve ben evrenin temel parametrelerinin de aynen böyle kasıtlı bir şekilde ayarlandığını düşünüyorum. Aslında, hassasiyet ve kesinlik bu anlattığımdan çok daha dakik. Böylesine bir dakik hassasiyeti, yalnızca şans ile izah etmek pek mümkün gözükmüyor. Bir Büyük Tasarımcı hipotezi mevcut izahlar içinde bana en makul gözükeni."


Hazır 0l, Nişan Al, Ateş


       İnsan zihnini evrendeki hassas ayar kadar meşgul eden ve şaşırtan çok az kavram vardır. Mesela Oxfordlu fizikçi Roger Penrose "orijinal faz uzay hacmi" parametresindeki hassasiyetin on milyarın kendisi ile 123 kere çarpılmasından sonra oluşacak sayıda bir olduğunu söylüyor. Penrose bu sayıyı açık olarak yazmanın bile imkânsız olduğuna dikkat çeker, zira bu sayıyı yazmak için tüm evrendeki temel parçacıklardan daha fazla sıfır lazımdır. Ve ona göre bu durum "evrenin mevcut hale ulaşması için lazım olan hassasiyete" işaret eder.(25)

       Discover dergisinin yazdığı gibi: “Aslında Evren olasılık dışı birşey. Hem de şok edecek derecede olasılık dışı."(26)

       Fizik sabitlerinin, doğadaki kuvvetlerin, diğer fizik kurallarının ve hayat için lazım olan tüm prensiplerin tam da olmazsa olmaz değerlere ayarlanışının ışığında, tüm bu ince hassasiyeti ve kesinliği yalnızca olasılıkların üst üste gelmesi şeklinde izah etmek yetersiz kalıyor.


  Collins "Olasılıklardan konuştuğumuz sürece teorik olarak -ne kadar küçük de olsa-tüm bunların şans eseri oluşma ihtimali yok denemez." dedi. "

   Ama eğer bir bozuk paranın üst üste 50 kere yazı geleceğine dair sizinle bahse girsem ve başarsam, sonucu kabul etmez, hile var dersiniz. Çünkü bilirsiniz ki bu olasılık dışıdır; yaklaşık bir milyon kere milyarda bir ihtimaldir. Ve bu inanılmaz küçük olasılığa rağmen bunu başarırsam, bu başarı aslında bu oyunun önceden ayarlandığına (oyuna hile kanştırıldığına) dair büyük bir delil teşkil eder. Aynısı bu örnekle kıyas bile kabul edilemeyecek bir kesinlikle evrendeki ince hassasiyet için de geçerli. Yani mantıken, bu hassasiyeti anladığınızda buna şans demez, tüm bunları evrenin bir tasarımcısının olduğuna delil kabul edersiniz." 

    Collins devam etti: "Size başka bir örnek vereyim. Diyelim ki dağlarda yürüyüşe çıktık ve kayaların DAĞLARA HOŞGELDİN ROBİN COLLİNS yazısını oluşturacak şekilde yan yana sıralandığını gördük. Bunu izah etme iddiasındaki bir hipotez, bir deprem veya kayaların kayması sonucu kayalar o yazıyı netice verecek şekilde dizildiler diyebilir mi? Bu ihtimal hiç yoktur diyemezsiniz ama benden evvel o dağları gezen kardeşim kayaları o şekilde ayarladı hipotezinin yanında hiç de ikna edici değildir." 


     "Oldukça makul ve normal bir şekilde birçok insan kardeş teorisini şans teorisine tercih edecektir. Niye? Çünkü kayaların şans eseri o şekilde dizilmeleri bize inanılmaz derecede olasılık dışı gelir; halbuki/ kardeşimin gelip onları düzenlemiş olması hiç de olasılık dışı değildir. Gayet makul bir çıkarsamadır."

    "Benzer bir şekilde evrendeki hassas ayarın da rastgele olmuş olması bizlere son derece olasılık dışı geliyor ama akıllı bir tasarımcının işi olması, öyle hiç de olasılık dışı gelmiyor. Dolayısı ile tasarım:  teorisini şans teorisine tercih etmek son derece makul bir akıl yürütme olur. Biz insanlar her zaman bu şekilde muhakeme ederiz. Davalı birisinin parmak izleri kimyasalların rastgele oluşumu sonucu mu tabancanın üzerinde, yoksa silahı ellediği için mi? Jüri üyeleri onun silahı ellediğinden şüphe etmeyeceklerdir, çünkü aynı izin şans eseri oluşum ihtimali astronomik derecede küçüktür." 

   Antropik "eşzamanh varoluşlar"ı açıklama noktasında şans yetersiz de olsa, belki evrenin bir tasarımcının elinden çıktığı hipotezine alternatif olabilecek başka izahlar da vardır. İşte şimdi bunları konuşmanın tam sırasıydı. 


   Collins'e şöyle sordum: "Ya evrenin şu anda var olduğu şekilde  olmasını gerektiren keşfedilmemiş bir ilke varsa? Belki de fizikçile­rin uzunca bir süredir bulmaya uğraştıkları ve Her Şeyin Teorisi adını  verdikleri bir teori fizik parametrelerinin tam da şu an sahip olduğu  değerlere sahip olmasını gerektiriyor." 

Collins bu fikir karşısında hiç heyecanlanmadı. "Böyle bir teorinin  bulunması beni en ufak şekilde rahatsız etmez." diye cevapladı. "Böyle bir teori sadece, hassas ayarın imkansızlığını bir derece daha arttırır"

 "Ne demek istiyorsunuz?" 

  "Eğer tüm hassas ayarla ilgili parametreleri şu anda oldukları ev­rende hayatı devam ettirecek dar aralıklara (inanılmaz büyük olası aralıklar içerisinde) zorlayacak bir Büyük Birleşim Teorisi bulunursa, bu  hakikaten çok şaşırtıcı olur. Bu bizim dağ örneğimizde şuna benzer; evrenin dışında önceden tasarlanmış bir kural her şeyin yerli yerine oturmasına sebep olduğu için ben dağa çıktığımda, kayaların DAGLARA HOŞGELDİN ROBIN COLLINS şeklinde dizildiklerini gördüm." 

"Yani böyle bir gelişme şuurlu bir tasarım teorisine zarar vermez "

 Aslında tam tersi, onu güçlendirir, çünkü bu Büyük Birleşim Teorisi gösterecektir ki; o tasarımcı bizim ilk düşündüğümüzden bile  daha zeki imiş. Evrendeki hassas dengelerin tek tek tüm parametreleri düzenleyerek ne kadar zor yapılabileceğini gördük. Tüm o parametreleri şu anki belirli değerlerine zorlayacak bir tabiat kuralı yaratmak ise ondan çok daha zor. İşte bu yüzden fizikte böyle bir gelişme olsa bile, bu beni Yaratıcıya daha da yakınlaştıracaktır." 

     Bazı şüpheciler hassas ayar argümanını farklı bir yönden çürütmeye çalıştılar. İleri sürdükleri fikrin ismi: "Zayıf Antropik İlke" idi. Bu fikre göre, eğer evren yaşamı netice verecek şekilde hassas dengeler üzerinde olmasa idi, etrafta şimdi onları gözlemleyecek insanlar olmazdı. Sonuç olarak, hassas dengeler için herhangi bir izah gerekmemekteydi. Collins'e "Kabul etmelisiniz ki, böyle bir fikre sezgisel olarak belirli bir yöneliş var insanda." dedim. 


    Collins şöyle cevapladı: "Bu iddiaya en iyi cevabı John Leslie'nin verdiğini düşünüyorum. Farz edin ki göğsünüze çok yakın mesafeden silahlarını doğrultmuş çok iyi eğitim almış 50 tane tetikçiden oluşan bir bölüğün önünde ayakta duruyorsunuz. Şu emri duydunuz: 'Hazır ol! Nişan al! Ateş!' Ama hiçbir şey hissetmediniz. Gözünüzdeki bağları çözdünüz ve hala hayattasınız. Hiç bir kurşun sizi vurmamış. 

  Şimdi, böyle bir hadiseyi bir şüphecinin "Ah, eğer sizi vurmuş olsalardı, zaten burada yorum yapıyor olamazdınız" gibi bir argümanla geçiştirmesine müsaade eder misiniz? Hayır, bu hadise hala ilginçtir ve hala izah edilmeye muhtaçtır. Birlikte sizi vurmamak için plan mı kurmuşlardı? Her şey bir oyundan mı ibaretti? Aynı şey evrendeki hassas dengeler için de geçerli. Onun da bir izaha ihtiyacı var. Benim değerlendirmeme göre en iyi izah bunların bir tasarımcının eseri olduğu yönündeki izahtır." 

    Collins'in bu güvenine rağmen, yine de hassas ayar argümanına farklı bir alternatif yakın zamanda bazı bilim adamları tarafından öne sürüldü. Birçok bilim adamına göre "çoklu evren teorisi", evrenin  akıllıca düşünülmüş ustalık isteyen bir hassasiyette bir üstün tasarımcı tarafında sanatlı bir şekilde yapıldığı hipotezine en açık meydan okuyan teori olarak algılanıyor. O zaman sorgulanma sırasının ona geldiğine karar verdim. 


Metafizik Kaçış Noktası 


    1995 senesinde Kraliçe Elizabet tarafında Kraliyet Astronomu payesiyle taltif edilen ve Cambridge'de astronomi profesörü olan Martin Rees, manevi anlamda bir şüpheci olsa da, kozmik parametrelerin evrende yaşamı netice verecek şekilde nasıl da inanılmaz bir hassasiyetle düzenlendiğini görmezden gelmez: "Evrenin temel fizik özelliklerinin altında yatan altı sayı en ufak bir değişikliğe maruz kalsaydı ne yıldızlar ne kompleks elementler ne de yaşam olurdu."(27)


       Rees, "Şu an içerisinde yaşadığımız misafirperver kozmik vatanın · oluşması için, evrenin genişleme hIZI, evrendeki madde içeriği ve temel kuvvetlerin güçleri bir ön şart teşkil ediyor" diye yazar. (28)


    Bir yazar Rees'in örneğini şöyle özetliyor: "Evrenin şu anki halde bulunabilmesi için hidrojenin helyuma çok hassas bir şekilde dönüşmüş olması gerekiyor. Daha özel olarak, öyle bir şekilde ki, kütlesinin tam tamına %0.7'si enerjiye dönüşmeli. Bu değeri azıcık düşürdüğümüzde -diyelim ki 0.007'den 0.006'ya- hiçbir dönüşüm vuku bulmaz: Bu durumda Evren yalnızca hidrojenden oluşacak ve başka hiçbir şey var olmayacaktır. Bu değeri azıcık arttırırsanız -mesela 0.008'e getirseniz, bağlar o kadar verimli olacak ki tüm hidrojen tükenecektir. Her iki durumda da, sayılardaki en ufak bir değişiklik evrenin oluşamamasını netice verecektir. "(29)

    Rees, "Evreni şekillendiren derin kuvvetler"i sembolize eden 5 sayı düşünülünce, evrenin yapısının "absürt derecede olasılık dışı" olduğunu söyledi. (30)


    Peki, Rees, evrende geçerli olan bu mükemmel dengeleme mundan dolayı bir şaşkınlık içerisinde miydi? Hayır. Evrendeki ince hassasiyetin bir tasarımcıya işaret ettiğine inanıyor muydu? Hayır. Peki, ama neden? Bunun sebebini, büyük bir kıyafet dükkanı örneğini vererek açıklar.


   "Eğer bir yığın elbise varsa, size uyan bir tane bulunca şaşırmazsınız. Aynen bunun gibi, eğer her biri farklı sayı kümeleri tarafından yönetilen birçok evren varsa, yaşam için müsait sayılarla yönetilen bir tanesi de bulunacaktır. İşte biz de onun içerisindeyiz. "(31)

    Rees'in öne sürdüğü argüman şöyle özetlenebilir: "Her biri farklı temel oran ve sabit kümeleri tarafından yaratılmış milyon kere milyonlarca farklı evren olabilir. Dolayısıyla, aslında doğru küme de tamamen şans eseri ortaya çıkmış olabilir. Biz yalnızca şanslıyız." (32)

   Diğer bir ifadeyle, bizim evrenimizden başka bir evren yoksa birçok kişi kesin olarak bunun, şuurlu bir yaratıcı tarafından temel  oran ve sabitlerin tam bir hassasiyetle belirlendiğine mükemmel . bir delil olduğunu kabul edecek. Bu duruma, bunun kasıtlı olarak ayarlanması dışında hiçbir makul izah getirilemez. Ama birçok veya sonsuz sayıda evren olduğunu söylersek bu kesinlik ortadan kalkar. Yeterince çok sayıda eşleşme sonucu (oran ve sabitlerin), en azından bir tanesi kozmik piyangoyu kazanıp yaşam için uygun bir ortama sahip olmuş olabilir. 

    Başka evrenlerin varlığını öne sürerek, evrendeki hassas ayarın varoluşsal etkilerinden kurtulmaya çalışan tek şüpheci Rees değil; Aslında, Rees'in tavrı Weinberg'in kozmolojik sabit karşısındaki şaşkınlığını ifade ettikten sonra takındığı tavrın aynısı. (33)

   Bir kısım fizikçiler çoklu evren teorisini saçma bulsa da birçok fizikçi bir çeşit çoklu evren teorisini destekliyor. Bu yöndeki teorileri küçümseyen fizikçilerin teoriyi eleştirdikleri nokta ise, diğerlerinin hassas ayann bir tasarımcıyı zorunlu kıldığı gerçeğinden kaçmak için bilimsel temellere dayanmayan neredeyse metafiziksel bir çıkış arıyor olmaları. Bir yazar: 

     "Çoklu evren teorisi fizikte kuantum ölçüm problemi olarak adlandırılan bir soruna çözüm için tamamen bilimsel sebeplerle önerildi. Bu teorinin kuantum fiziğinde getirdiği izahlardaki verimlilik hala fizikçiler arasında tartışılıyor olsa da, oradaki kullanımı daha ziyade deneysel bir temelde idi. Yakın bir zamanda ise, fizik sabitlerindeki hassas ayarın varoluşsal olmayan alternatif bir izahı olarak kullanıldı. Hipotezin bu kullanımı, açıkça metafiziksel bir ümitsizliği ele veriyormuş gibi görünüyor." (34)

   Theism, Atheism and Big Bang Cosmology kitabının yazarlarından olan William Lane Craig bir görüşmemizde çoklu evren teorisini "bilimsel delilden yoksun, yalnızca bir fikir jimnastiği" olarak niteledi. (35) "Bu sadece metafizik, hiçbir bilimsel dayanağı yok. Teorinin öne sürdüğü şekilde paralel evrenlerin olmasına inanmak için elde ne bir delil ne de bir sebep var. Şüphecilerin böylesine tuhaf bir teori ile ortaya çıkmalarının amacı temelde, evrendeki hassas ayarın çok kuvvetli bir şekilde ve doğrudan doğruya şuurlu bir tasarımcıya işaret ediyor oluşu ve bazıları böyle bir sonuçtan kaçmak için her şeyi öne sürebilir."(36)

      Benzer bir şekilde, matematiksel fizik profesörü olan Cambridgeli Polkinghorne da bu hipoteze "sözde bilim" ve "metafiziksel bir tahmin"(37) adını veriyor. Science and Theology adlı kitabında bu teori hakkındaki görüşlerini şöyle ortaya koyar Polkinghorne: "Çoklu evren teorisi zaman zaman sanki sırf bilimsel bir teoriymiş gibi lanse ediliyor, aslına bakılırsa farklı evrenler teorisine tutarlı bir temel, bi­limin kıstasları ile değil, ancak spekülatif süreçlerle sağlanabilir."(38) Davies teori hakkında şu sonuca vardı: "Çoklu evrenler teorisi en iyi durumda sınırlı sayıda şeyi izah edebilir, daha fazlası ise ancak  metafiziksel kabuller yaparak mümkündür. ''(39) Clifford Longley'in gözlemi ise şöyle: "Ateist bilim adamlarının ümitsizce her çareye başvurdukları kanısı, deistlerin ilerleyişine kuvvet veriyor.''(40)

      Rees, 2000 yılında bir bilim muhabiri ile yaptığı röportajında çoklu evren teorisinin zayıf yönünü kabul etti. Hesaplamaların "çok gelişigüzel" olduğunu (ama belki bir gün böyle olmayacağını ekledi), teorinin tamamen varsayımlara dayandığını, kuramsal kaldığını ve doğrudan incelemeye uygun olmadığını da kabullendi. "Nasıl karadeliğin içini inceleyemiyorsak, diğer evrenleri de inceleyemiyoruz." dedi. Sınırlı mı sınırsız mı sayıda evren olduğunu bile bilemeyeceğimizi ekledi. "Tüm bunlara rağmen, çoklu evren teorisi hala bilimin sınırları içerisinde kalıyordu" ona göre.(41)

   Tüm bunlar zihnimde dönüp dururken, çoklu evren teorisinin evrenin bir tasarımcısı olduğunun delillerini ortadan kaldırıp kaldırmayacağını sormaya hazırlanıyordum. Hakikaten çok heyecanlıydım: Çoklu evren teorisi, yaratıcı fikrinden çekinen şüpheciler için bir sığınak sağlayabilir miydi? Veya antropik ilke bu meydan okumaya karşı koyabilecek miydi? 


Kozmik Hokey Diski 


     Kabul etmek zorundayım ki Collins'e çoklu evren hipotezini sorduğumda ilk cevabına şaşırmıştım. Çayından bir yudum aldıktan ve bardağı masaya koyduktan sonra başladı. "Evet, çoklu evren hipotezlerinin büyük kısmı tamamen spekülatif ve çok az fiziksel temeli var. Üzerinde düşünmeye değmezler. Ama en çok kabul gören teori olan genişleyen evrenler teorisi daha fazla güvenilirliğe sahip. En azından ben bu teoriye karşı biraz sempatik duruyorum. O yöndeki yeni fikirlere açığım." 

     Kuantum fiziğinin gelişmiş ilkelerine dayanan ve Stanford üniversitesi'nden Andre Linde tarafından önerilen "Enflasyon" teorisinden bahsediyordu Collins. Bu, Weinberg'in kozmolojik sabitteki hassas ayarı izah etmeye çalışırken kullandığı teoriydi. Bir bilim yazarı nefis bir şekilde bu teori hakkında şöyle demişti: "Gözünde canlandırması pek bir zor."(42) Çok basitleştirme riskine rağmen gene de temel bir örnekle açıklamayı deneyelim.

    Linde, önceden var olan ve sürekli genişleyen bir süperuzay önerir. Bulaşık deterjanları ile dolu sınırsız bir okyanusta oluşan sabun köpükleri gibi, bu süperuzaym küçük bir kısmı teorik bir enflasyon alanı ile doludur. Her bir köpük yeni bir evren olur. "Kaotik enflasyon teorisi" olarak bilinen teoriye göre süperuzayın farklı noktalarında kuantum dalgalanmalarından dolayı çok büyük sayıda evrenler rastgele bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Dolayısı ile büyük süperuzay bü­yüklük noktasında sınırsız ve sonsuza kadar var olacak iken her bir evrenin bir başlangıcı vardır ve büyüklük olarak sınırlıdır. 

    Collins'e kozmoloji ile ilgili daha önceki bir röportajımızda WilliLane Craig'in bu tarz teorilere pek iltifat etmediğini söyledim. Collins "Doğru, bu teoriler çok spekülatif, o kadar çok zayıf noktalan var ki! Ama madem günümüzde en çok kabul gören teori bu, -daha ciddi bir şekilde ele alınıp düşünülmesi gerektiğine inanıyorum- şimdilik eleştirmeyelim ve doğru olduğunu varsayalım." dedi. 

      Başımı sallayarak "haydi öyleyse" dedim. 

  "Şimdi, atlanıldığını düşündüğüm nokta şu: Linde'nin teorisi bir­ çok evrenin varlığı için bir izah getirse bile, hala bunun bir tasarımı  gerektirdiği gerçeğini yok etmez. Yalnızca meseleyi başka bir seviyeye çeker. Aslında, bu teorinin de tasarıma işaret ettiğine inanıyorum ben.

 Bu ilginç bir nokta. "Niye böyle düşünüyorsunuz?" dedim. 

    "Sıradan günlük yaşamımızdan bir örnek kullanacağım. Eşim ve  benim bir ekmek yapma makinemiz var. Aslında, şu anda bozuk ama eskiden kullanırdık. Yenebilir bir ekmek yapmak için evvela doğru bir devresi, ısıtma elemanları, zamanlayıcısı vs. olan bu iyi tasarlanmış  makineye ihtiyacımız var. Sonra, doğru bileşenleri doğru oranda ve  doğru sırada koymamız gerek: Su, süt, un, tuz, şeker, maya. Unun  içinde gluten adı verilen protein maddesinden doğru miktarda olması lazım, yoksa onu da ayrıca eklemelisiniz.(43) Yani her şey bir somun  ekmeği üretmek için tam olmalı, yoksa elinizde sadece yanmış bir  hokey diski olur. 


    "Şimdi bunu konumuza uygularsak: Evren bir somun ekmekten çok daha karmaşık. Benim belirtmek istediğim esas nokta ise bir ekmek makinesi ekmek üretmek için belirli özel parametreleri ayarlamayı gerektiriyorsa, fonksiyonel evrenler üretmek için çok daha ince bir şekilde tasarlanmış bir mekanizma ya da süreç olmak zorunda. Diğer bir deyişle, hangi çoklu evren teorisini kullandığınızdan bağımsız olarak, her halükarda bir "evren oluşturucusu"na ihtiyacınız olacak ve o da yeni evrenler üretmek için doğru yapıya, doğru mekanizmalara ve doğru bileşenlere sahip olmak zorunda. "Yoksa, elinizde kozmik bir hokey diski ile kalıverirsiniz." 


Çoklu Evren Makinesi 


       Collins sandalyesini geriye çekti ve duvardaki kara tahtaya doğru, yürümeye başladı. Tahtaya, üzerinde dalgalı bir buhar bacası ile bir  taraftan hammaddeleri getiren, diğer taraftan ise üretilen evrenleri çıkaran bir taşıma hattı olan bir üretim makinesi karikatürü çizdi ve "Bir evren jeneratörü çizmem öğrencilerimin hoşuna gidiyor." dedi. 

      Karikatürün üzerinde son rötuşları yaparken "Bu makine, hayatı netice verebilecek bir evreni, ancak doğru bileşenlere ve mekanizmalara sahipse üretebilir." dedi. 

Geriye doğru yaslandım ve çizdiği resmi irdeledim. "Linde'nin teorisi için ne diyeceksin?" dedim. 

     Tekrar sandalyesine doğru gelirken "Evvela, evrenleri şişirmek için ihtiyaç duyulan enerjiyi sağlayacak bir mekanizmaya ihtiyaç var. İşte bu onun "enflasyon alanı" olarak önerdiği şey. Sonrasında, evrenleri oluşturmak için bir mekanizmaya ihtiyaç var. Bu da Einstein'ın genel görecelik denklemi. Onun eşsiz şeklinden dolayı, bunun kabarcık evrenleri oluşturacağı ve okyanusu da sürekli olarak genişleteceği varsayılıyor. 

   "Üçüncü olarak, enflasyon alanının enerjisini şu anda evrenimizdeki normal kütle/enerjiye dönüştürebilecek bir mekanizmanın olması lazım. Dördüncü olarak, fizik sabitlerinde yeterince değişime izin verecek bir sistemin olması lazım. Diğer bir deyişle, fizik sabitlerini değiştirmek için öyle bir yola ihtiyaç var ki yalnızca şans ile bizimkisi gibi tam da hayatın oluşması için gerekli değerleri olan evrenleri üretsin." "Böyle bir mekanizma için adaylar var mı?" diye sordum. 


"Evet, var, süper-sicim teorisi. Şu anda konuşmak için çok erken olmasına rağmen, işe yarayabilir". 

     Niye süper-sicim teorisini tartıştığını sorduğumda şöyle izah etti: "Süper-sicim teorisine göre, en nihayetinde bir maddenin bileşenleri 10 veya 11 boyutlu uzay-zamanda kuantum titreşimleri geçiren enerji ipleridir. Bu boyutlardan 6 veya 7 tanesi aşırı küçük bir boyuta katlanmışlardır. Sicim teorisi jargonuyla konuşursak, kompaktlaşmışlardır. Sicimlerin titreşim modlarını onların şekilleri  belirler. Bu da temel parçacıkların tip ve kütlelerini ve aralarındaki  kuvvetlerin karakteristiğini belirler. Dolayısıyla değişik fizik sabitle­ri ve kuvvet kanunları vardır." 

"Bu anlattıklarınız epey şüpheli duruyor." dedim.

     "Hem enflasyon teorisi, hem de süper-sicim teorisi son derece  spekülatiftir. Aslında, teorik fizikçi Michio Kaku yakın bir zamanda süper-sicim teorisini doğrulamak için en ufak bir deneysel kanıt bile bulunmadığını söyledi.(44) Fizikçiler şu an soruları çözmekten çok uzaklar. Şu anda yalnızca teori halinde bulunan bu hipotezin iki önemli değeri var; birincisi matematiksel olarak zarafeti, ikincisi fiziğin iki ana dalı olan ve fizikçilerin elli yıldan daha uzun bir süredir uzlaştırmaya çabaladıkları kuantum mekaniği ile genel görecelik teorilerini birleştirme potansiyeli." 


     Collins'in şu ana kadar söylediklerini özetledim. "Dolayısıyla çoklu evren jeneratörü, içinde yaşam olan bir evren üretmek istiyorsa tüm bu faktörlere ihtiyaç duyacak." dedim. 

   "Doğru. Mesela, Einstein'ın denklemi ile enflasyon alanı uyumlu bir şekilde bir arada olmazsa, bu teori işe yaramaz. Eğer evren Einstein'ınki yerine Newton'un yerçekimi kanunu teorisine uyuyorsa, bu teori işe yaramaz. Ama hepsi bu kadar da değil."
  
 "Ayrıca, arka planda doğru kanunlar olmalı. Mesela, kuantizasyon ilkesi adı verilen ilke olmazsa, bir atomdaki tüm elektronlar atom çekirdeğine yapışır. Bu da atom oluşumunu imkansız kılardı. Princetonlu seçkin fizikçi Freeman Dyson'ın dediği gibi, Pauli-ihraç ilkesi olmasa idi, elektronlar çekirdek etrafında en düşük yörüngeye yerleşirlerdi ki bu yüzden kompleks atomlar oluşamazdı.(45) Sonuç olarak, tüm kütleler arasında evrensel bir çekim kuvveti olmadan -mesela yerçekimi gibi- yıldızlar ve gezegenler oluşmazdı. Eğer bunlardan yalnız biri eksik veya farklı olsa idi, yaşamın oluşmasına izin verecek bir evrenin oluşması imkansız olurdu." 

       "Ve şunu da aklınızda bulundurun ki kozmolojik sabitin en azından bir kere doğru değere gelmesi için trilyon kere trilyon kere trilyon kere trilyon tane evren oluşturmanız lazım çünkü kozmolojik sabit kavranamayacak bir hassasiyet ile ayarlanmış. Ve o, parametrelerden sadece biri."  


      Collins'e sordum: "O zaman sizin vardığınız sonuç ne?" 

    "Nasıl ki yalnızca şans, bir ekmek yapma makinesinin yenebilir ekmekler yapmasını izah edemez, aynen onun gibi bir evren jeneratörünün de yaşanabilir bir evren oluşturması için yukardan beri konuşageldiğimiz tüm bu bileşen ve içeriklere sahip olması yalnızca şansla açıklanamaz. Dolayısıyla, böyle bir çoklu evren jeneratörü varsa bile, bu en güzel bir şekilde tasarım ile açıklanabilir."

    "Bu söyledikleriniz gösteriyor ki, evrendeki hassas ayarın ima ettiği şeyden kaçmak için teorik olarak birçok evrenin var olduğu iddiasına başvuranlar, tasarım gerçeğinden yine de kaçamamaktalar." dedim Collins'e. 

    "Aynen öyle, teistlerin çoklu evren fikrinden çekinmeleri için bir neden yok. Hala hassas ayarlı bir evren üretim jeneratörünün ve sürecinin yapılması için akıllı bir tasarımcıya ihtiyaç var. Filozof Fred Dretske'nin bir ifadesini değiştirirsek, bu enflasyon ortamında, ateizm gitgide değer kaybediyor." 


Süper Zeka 


    Bir müddet Collins'in izahlarını düşündüm. Şüphesiz, birçok evren üretme işlemi hepsi de bilinçli bir tasarıma işaret eden doğru mekanizmaları, doğru bileşenleri ve doğru ayarları gerektirir. Fakat ben hala zihnimde başka şeylerle boğuşuyordum. Çoklu evren kavramının kendisi bana saçma geliyordu. Kendimi Atlantic Monthly'nin yardımcı editörü ve modern bilim teorileri ve buluşları hakkında araştırma yapan Gregg Easterbrook'la aynı kanaati taşıyor halde buldum. Easterbrook "Çoklu evren teori­si dini bir bağlamdan gelseydi gülüp geçilecek kadar komik varsayımlara dayanıyor. Bu teori herhangi bir dindeki kadar inançsızlıkta taassubu gerektirir. Şöyle der gibidir: Elli milyar galaksi genişliğinde  görünmez nesnelerin varlığına inanan kiliseye katılın. "(46)

 Bu konudaki şüpheci tavrımı Collin'e açtığımda beni dikkatlice dinledi ve "Sizin böyle hissetmenizin bir sebebi var." dedi. "Gördüğünüz gibi, diğer bütün şeyler eşit olması şartıyla genelde biz, önceden bilmiş olduklarımızın doğal çıkarımı olan hipotezleri tercih etme eğilimi gösteririz." 

     Nereye varmak istediği konusunda emin değildim. "Bunu bana  örneklendirebilir misiniz?"

 "Elbette." dedi. "Varsayalım ki siz bazı dinozor kemikleri buldunuz. Doğal olarak bu kemikleri, geçmişte dinozorların yaşadığını gösteren çok güçlü deliller olarak kabul edersiniz. Neden? Çünkü hiç kimse dinozorları görmemiş olsa bile, fosilleşmiş kalıntılar bırakan diğer hayvanlardan elde ettiğimiz tecrübe bizi böyle düşünmeye sevk eder. Böylece, dinozorların varlığına dair açıklama, müşterek tecrübemizden kaynaklanan doğal bir çıkarım olur. Değil mi?" 

  "Dinozorların varlığından şüphe duyan birini farz edelim. Bulduğunuz kemiğe rasyonel başka bir izah getirmeye çalışsın. Varsayalım ki kemiklerin varlığını, 'dinozor-kemiği-üretici bir alanın, onların katı hale gelmelerine sebep olduğunu öne sürerek izah edebileceğini iddia etsin." 

"Bu bir saçmalık." dedim 

   "Ve bu, tam da sizin o şüpheciye söyleyeceğiniz şeydir." diye devam etti. 'Bir dakika bekle, alanın hiçlikten kemiği kotarmasına  izin verecek fiziğin bilinen hiçbir kanunu yoktur.' diyeceksinizdir.. Fakat şüpheci buna hazırlıklı olacaktır ve sizi şöyle yanıtlayacaktır: 'Haa, bunlar sadece henüz keşfedemediğimiz kanunlar. Yalnızca, bu alanı henüz keşfedemedik. Bize biraz zaman tanı Lee, eminim ki keşfedeceğiz." 

     "Benim tahminim, sizi hiçbir şey dinozorun var olduğu çıkarımından vazgeçiremez çünkü bu sizin mevcut bilgilerinizin doğal sonucudur." diye bağladı sözünü. "Diğer yandan, şüpheci, bildiğimiz ya da tecrübe ettiğimiz hiçbir şeyin doğal bir çıkarımı olmayan bir yeni fiziksel kanunlar setini ve yeni bir mekanizmalar setini icat etmek zorundadır. Fakat herhalde sizi buna gene de ikna edemezdi." 



    "O halde siz, bilinçli bir tasarımcının varlığını, bildiklerimizin doğal bir sonucu olarak kabul ediyorsunuz?" 


     "Evet, öyle." diye yanıtladı sorumu. "Tekrar düşünün; bildiğimiz bir şeydir ki, hassas ayarlı aletleri bilinçli varlıklar yapar. Mesela uzay mekiği veya televizyon seti ya da içten yanmalı makineye bakacak olursak, her zaman zihnin kompleks, dakik makineler ürettiğini görüyoruz,"

 "Böylece, evrendeki hassas ayarın bir açıklaması olarak, bir süperaklın -veya Tanrı'nın- varlığını farz etmenin makul olmayan hiçbir tarafı yoktur. Bu, basitçe, zihinlerin neler yapabileceğine dair elimizdeki bilgiden yola çıkarak yaptığımız doğal bir çıkarım olur. Ve dahası, birçok evrenin bulunduğunu öngören hipotezden farklı olarak Tanrı'nın var olduğuna dair, yaratıcıya dair şahsi tecrübemiz ya da kitabınızda bahsettiğiniz diğer tarz deliller gibi, bağımsız delilimiz de var."


 Fiziğin Estetiği 


     Ben suyumu bitirdiğimde Collins de çayından son yudumunu aldı. , "Tazeleyelim." dedi ve kendisini takip etmemi isteyerek aşağıya indi. 

    Öğrenciler ve personelin yokluğunda bina ürkütücü bir sessizliğe bürünmüştü, Boş koridordan inerken sesimiz hafiften yankılanıyordu. Mutfağa geldiğimizde "Hava içeriye tıkılınmayacak kadar güzel." dedim. 


     Collins "Evet, koşmak için mükemmel bir gün." diye karşılık verdi. O çayını karıştırırken ben de bardağıma su doldurdum. Bir müddet  sessizlik hakim olduktan sonra Collins "Güzellik konusu bana bir tasarımcıya işaret eden diğer bir muhakeme tarzını hatırlattı." dedi.


 "Gerçekten mi?" dedim, "Anlatır mısınız?" 

    Konferans odasına geri dönerken "Doğa kanunlarında bulduğumuz olağanüstü güzelliği, zarafeti, uyumu ve mahareti düşünün." diye cevap verdi Collins. 


     "Konusu yalnızca bu olan kitaplar yazıldı. Weinberg estetik ve zarafet kriterlerinin, doğru kanunları formüle etmede fizikçilere nasıl öncülük ettiği konusuna kitabında tam bir bölüm ayırdı.(47) Teorik fizikçi Alan Guth temel fiziksel partiküllerin ayar (gauge) teorilerinin temel yapısının aslında kendilerinde mevcut olan matematiksel estetikten hareketle ortaya çıktığını söyler."(48) 


    "Cambridge Üniversitesi'nden Nobel ödülü sahibi ve yirminci yüzyılın en parlak bilim adamlarından biri olan Paul Dirac, birinin denklemlerinin deneylerle uyuşmasından ziyade estetik güzelliğe sahip olmasının daha önemli olduğunu iddia eder.(49) Bir tarihçi, matematiksel güzelliğin -estetik- Dirac'ın stratejisinin bütünleyici bir kısmı olduğunu söyler. Bu tarihçi, Dirac'ın düşüncesini şöyle anlatır: 'Fizikçiler en güzel matematiksel ifadeleri seçip -teorik fiziğin temellerinde bulunmak zorunluluğu olmaksızın- onu fiziksel terimlerle ifade etmelidirler."(50)

"Siz de doğa kanunlarında bu estetik güzelliği gördünüz değil mi?" diye sordum.

   "Evet, kesinlikle." diye yanıtladı Collins. "Kendi sadelikleri içinde gayet güzel ve çekicidirler. Üstelik şaşırtıcı derecede. Bilim adamları yeni bir doğa kanunu oluşturmaya çalışırlarken eldeki verileri yeterli derecede izah eden en basit kanunu ararlar." 

Araya girip Collins'in sözünü kestim. "Güzellik, gören göze göre değişmez mi?" diye sordum ve "Neyin güzel olduğu, bana oldukça subjektif gözüküyor." diye ekledim. 

 "Subjektiflik bilimde güzellik kriterinin başarısını açıklayamaz." diye yanıtladı Collins. "Yoksa elektronun g-faktörü için kuantum ayarının tahmininde kuantum elektrodinamiğinin başarısı gibi doğruluk derecesi çok yüksek olan tahminleri yapmak için teorilere esas oluşturacak modellemelerin yalnızca subjektif olmasını beklemezsiniz. ''

     "Bunun yanı sıra, bütün güzellikler subjektif değildir, en azından klasik anlayışla bu güzelliklerin objektif yönleri de vardır. 1700'lerin ortalarında yazılmış Güzelliğin Analizi adlı kitabında William Hogarth, güzelliği ya da zarafeti tanımlayan özellik 'çeşitlilik içinde sadeliktir' der. Ve bilim adamlarının da şu ana kadar ulaştığı sonuç, Hogarth'ın tespitinin aynısıdır: Yaşam için en basit sadeliğin muhteşem karmaşıklığa sebep olduğu bir dünyaya ihtiyaç var." 


Bense, şu alternatif fikri ileri sürdüm: "Belki güzellik kavramı sadece evrimin bir ürünüdür. Belki güzellik bizim için hayati değerde olduğundan, güzellik anlayışımız doğal seleksiyon tarafından şekillendirilmiştir." 


     Collins, "Bu söylediğinizi yalnızca gündelik hayatı sürdürmek için gerekli olan ve gördüğümüz, dokunduğumuz ve duyduğumuz şeylere uygulayabiliriz. Fakat evrim, matematik ve fizik kanunlarının altında var olan güzelliği izah edemez." dedi. 

     "Biz, fizikte esrarengiz denecek derecede uyum, simetri ve orantı görürüz. Ayrıca benim 'keşfedilebilirlik' adını verdiğim bir şey ile karşılaşıyoruz. 'Keşfedilebilirlik' ile kastettiğim şu: Doğa kanunları adeta bizim akıl/zihin düzeyimizde birileri tarafından keşfedilsin diye dikkatle düzenlenmiş gibidirler. Bu bakış, tasarım düşüncesine uyduğu gibi insanlıktan beklenen bir şeyleri de ima ediyor; yani çevremizi tanımamızı ve bilim ile teknolojiyi geliştirmemizi."

     Collins, Davies'in de Superforce adlı eserinde doğanın güzelliğini  yorumladığım hatırlattı. Sonra şu pasajı buldum o kitapta: 

     Her önemli buluştan sonra fizikçilerin ortak tepkisi, tabiattaki zarafet ve incelik karşısında duyulan hayranlık ve şaşkınlık karışımı bir histir: "Bunu, bu şekilde yapmayı hayatta düşünmezdim." Eğer doğa, bizi dahiliği ile hayrette bırakan mekanizmaları yürütebilecek kadar "akıllı" ise, bu fiziksel evrenin ardında akıllı bir tasarımın varlığı için ikna edici bir kanıt değil mi? Eğer dünyanın en dahi insanları bile doğadaki derin işleyiş ve mekanizmaları ancak güçlükle çözebiliyorlarsa, bütün bu işlerin, kör tesadüfün bir ürünü, sersem bir kazanın sonucu olduğunu farz etmek nasıl mümkün olabilir? Fizik kanunlarını ortaya çıkarmak çeşitli açılardan bir bulmacayı doldurmaya benzer. Bulmacada, kelimelerin kazara birbirleri ile uyumlu bir şekilde bir araya geldiklerini ise asla düşünmeyiz.(51)

   "Ateist bakış açısı altında temel kanunların güzel ya da zarif olmasının hiçbir sebebi yoktur çünkü onlar rahatlıkla tam tersi de olabilirlerdi. Kendisi de ateist olan Weinberger bile 'Bazen doğa olması gerektiğinden daha fazla güzel görünüyor.'(52) diye itiraf ediyor."

     "Ama basitlik, güzellik ve zarafetteki hassas ayar, ancak Yaratıcı düşüncesi altında anlam kazanıyor. Klasik Tanrı anlayışını düşünün: O, mümkün olan en yüce varlıktır ve mükemmel bir estetik duyarlılığa sahiptir. Böyle bir Tann'nın Dünya'yı bu derece olağanüstü incelikli ve güzel yaratmayı istemesi şaşırtıcı değildir."


 "Diğer Tüm Teorilerin Tükendiği Yer''


       Konuşmamızın sonlarına yaklaştığımızın farkındaydık, toplantı odasına geri döndük. Collins duvara dayandı. Bir elinde bardağını tutarken, diğer kolunu da göğsüne dolamıştı. Bense bir sandalyenin sırt kısmına yaslanmış duruyordum. 


   Fizik ve inancın kesiştiği yer, benim için büyüleyici bir buluşma noktası idi. Collins'in araştırmasının kişisel hayatı üzerindeki etkisini merak ediyordum. 

    "Evrendeki hassas ayar hakkında yaptığınız çalışmaların inancınız üzerine nasıl etkileri oldu?" diye sordum. 

  Collins çayını masaya koydu. "Ah, evet! Kesinlikle inancımı güçlendirdi." diye cevap verdi. "Herkes gibi hayatta bazı zor dönemlerden geçtim. O dönemler boyunca, Tanrı'ya dair var olan bilimsel deliller benim için önemli birer dayanak noktası oldular." 

    Bu durumu ilk anda garipsedim. "Bu aslında tam da dinin göstermesi gereken etki değil mi?" diye sordum. 

  "Ben imandan bahsediyorum" diye ısrar etti. "Tanrı genellikle doğaüstü bir şekilde bir yerde görünüp 'Ben buradayım' demez. Kurtuluşun mesajını insanlara ulaştırmaları için elçiler kullanır. Ve bazen de doğal vesilelerle insanlara bir şeyleri anlatır. Bence fizik, Tanrı'nın parmak izlerinin delillerini, atalarımızın hayal bile edemeyecekleri kadar derin ve ince bir düzeyde açığa çıkartıyor. Tanrı, varlığının ve yaratıcı iktidarının delilini görebilir hale gelmem için fiziği kullandı. Gökyüzü muhakkak ki Tanrı'nın varlığının delillerini ilan ediyor. Bu durum, fizik eğitimi almış ve görecek gözleri olan biri için daha da açık bir şekilde tecelli ediyor. Bu hal, bana muazzam bir cesaret verdi ve beni teşvik etti."


   "Tabii ki" diye devam etti, "evrendeki hassas ayar tek başına bize Tanrı'nın sıfatları hakkında bir şey söylemez. Bunu başka yollardan anlarız. Fakat evrendeki hassas ayar O'nun var olduğu, Dünya'yı yarattığı ve bundan dolayı da evrenin bir gayesi olduğu sonucuna varmamıza yardımcı olur. Evreni, düşünen varlıkların yaşayabileceği bir ortam olarak çok hassas bir dengede yarattığını anlarız." 

"Antropik kanıtın ikna ediciliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?" diye sordum. 

  "Matematiğin bize iki artı ikinin dört ettiğini söylediği anlamda  kati değil." dedi Collins. "Antropik delil daha ziyade kümülatif bir  argüman. Doğa sabitlerinin ve kanunlarının sıra dışı hassas ayarı, güzellikleri, keşfedilebilirlikleri, idrak edilebilirlikleri; bütün bunlar birbirine kuvvet vererek Tanrı hipotezini sahip olduğumuz en makul seçenek durumuna getiriyor. Diğer bütün teoriler, bu bütünlüğü açıklamada yetersiz kalıyor."


    Toplantı masasından bir gazete kupürü aldım ve sonra Collins'e dedim: "New York Times, geçenlerde, hassas ayar delilini inceleyen fizikçi Freeman Dyson'ın şu meşhur sözünü yayınlamış: 'Evren, bir şekilde bizim geliyor olduğumuzu bilmiş olmalı.' Fakat daha sonra yazar ekliyor: 'Bu fikir, adeta görevlerini, hiçbir şeyi şansa ya da Yaratıcının istemesine bırakmayacak derecede doğanın matematiksel izahlarını bulmak olarak gören, bir kısım fizikçilere dehşet veriyor.' Herhalde siz fiziğin misyonunu bu şekilde görmüyorsunuzdur, öyle değil mi?"(53)


   "Hayır, katiyen" dedi Collins. "Bu tavır antiteist bir eğilimi yansıtıyor. Bilim adamlarının doğal izahlar bulmaya çalışmalarına itiraz etmem, fakat fiziğin misyonunun her şeyi tabii bir şekilde izah etmek olduğunu da söylemem. Fiziğin misyonu, başarabildiğimiz ölçüde tabii bir açıklamanın izini sürmektir. Ne var ki fizik, sadece, bir kurallar kümesini daha temel bir kurallar kümesine müracaat ederek açıklayabildiği için, asla en temel kanunları açıklayamaz. İşte bu en temel kuralları açıklamak, fizikten metafiziğe geçilen noktadır. Tanrı'ya başvurmak bilimin tam manasıyla bir parçası değildir ama bilimin ruhu, kanıtların izini bizi götürdüğü yere kadar takip etmektir. Eğer gerçeklerin uyduğu hipotez Tanrı hipoteziyse, bundan ürküp kaçmak da olmaz." 


    Collins bu bakış açısında yalnız değildi. Harvardlı Gingerich demişti ki: "İnanıyorum ki... Tabiat Kitabı, bütün hayret edilecek ayrıntılarıyla (otun sapından, Conus cedorulliye ve ondan karbon atomunun  rezonans seviyelerine kadar) bütün bunları kasteden ve tasarlayan bir Tanrı fikrini telkin ediyor. Ve bu inancımın beni 'daha az' bir bilim adamı yapmadığını düşünüyorum."(54)

    Bununla birlikte, aklıma son bir soru geldi. Collins'e bunu da sordum: "Fizikte daha derine indikçe, bulduğun şeyden dolayı bir hayret, bir huşu hissediyor musunuz?" 


     "Gerçekten hissediyorum." dedi yüzünde hafif bir gülümsemeyle. "Sadece evrendeki hassas ayar delilinden değil, birçok alanda, mesela kuantum mekaniğinde ve zihinlerimizin dünyayı anlama yeteneğinde. Daha derinlere indikçe Tanrı'nın, bilgisinin, gücünün, düzenleme yeteneğinin sonsuz olduğunu görüyoruz. Ve bunun, Tanrı'nın evreni bizim için yaratma tarzı olduğunu düşünüyorum: Sürprizlerle dolu." 


İster Yazı İster Tura 


     Nasıl bakarsam bakayım, tasarım gerçeğinden kaçmanın imkanı görünmüyordu. Eğer evrenimiz var olan tek evrense ki bu, delile dayanan mantıki bir sonuçtur, çok karmaşık olan hassas ayar, mutlak manada bir tasarımcıyı ima ediyor. Diğer yandan, eğer fizikçilerin ezoterik teorileri doğruysa ve evrenimiz birçok benzeri arasından biriyse, evren-üretim mekanizmasına olan ihtiyaç yine bir tasarımcıyı zorunlu kılıyor. 

    İster yazı ister tura; her halükarda Yaratıcı kazanır! 

     Massachusetts lnstitute of Technology'de fizik profesörü ve Bilim Kadınları Cemiyeti'nin eski başkanı Vera Kistiakowski bu delilin imalarını şöyle özetler: "Fiziksel dünyanın bilimsel anlayışımızla gözler önüne serilen müthiş düzeni, ilahi olanı gerekli kılıyor."(55)

      Bu aynı zamanda Patrick Glynn'in ateistliğini yok eden sonuçtu. Glynn diyordu ki, antropik delil:  

    ... gerçekten, Tanrı'nın varlığına dair yalnızca bilimin ve aklın sağlaması umulabilecek güçte bir emareyi takdim ediyor. İşin garibi, en ileri düzeyde yirminci yüzyıl biliminin bize miras bıraktığı evren tasavvuru kutsal kitaplarda sunulan görüşe, Kopernik'ten bu yana bilim tarafından ortaya konan her şeyden daha yakındır.(56)

   Şu ana kadar, Craig ve Collins'le mülakatlarımdan sonra, deliller net bir şekilde bir tasarım gerçeğini gösteriyordu. Esasen, özellikle bir nokta adeta hayal gücümü esir aldı, beni çok etkiledi. 

  Tabiat kanunlarının çok hassas ayarından haberdar olduktan sonra simdi şunu fark ettim ki evrenin günlük işleyişi dahi başlı başına bir çeşit sürekli devam eden mucizedir. Maddenin temel özelliklerinin  yaşanabilir bir çevreyi netice vermesine imkan sağlayan "eşzamanlı oluşlar" o kadar ihtimal dışıdır ve o kadar zarifçe birbiriyle uyum için de düzenlenmiştir ki, ancak ilahi bir izah ile açıklanabilirler. 

   Ve mucizeler, tabiri caizse Tanrı'nın 'uzmanlık alanı'dır. 

   Collins ve ben binadan çıkarken, bunları düşünmekteydim. Bir yandan da hoş kokulu sonbahar havasından içime derin nefesler çekip güneşin sıcaklığında gevşemenin tadına varıyordum. Yukarı  baktığımda mavi gökyüzünün bir tarafında parıldayan Güneş'i, diğer tarafındaysa belli belirsiz Ay'ı görebiliyordum. Zihnim fiziğin soyut dünyasından evreni dolduran gezegenlere, aylara, yıldızlara ve galaksilere yöneldi. 

    Hassas ayarın başka hangi delilinin evrende bizi bekliyor olabileceğini merak ettim. Samanyolu'nun eteklerinde, hayata imkan veren bir kaya üzerindeki varlığımızın kendisi bize, buraya kadar kozmoloji ve fiziğin önemli ölçüde telkin etmiş olduğu Tanrı hakkında herhangi bir şey söyleyebilir miydi?  Arabamı kampüsten dışarı doğru sürerken kararımı verdim: Şimdi bir astronomu, gökyüzünün ihtişam ve esrarından neler öğrenebileceğimiz hakkında sorguya çekmenin sırası gelmişti! 


Lee Strobel, Hani Tanrı Ölmüştü kitabının ss.164-201 sayfalarından alınmıştır.


İleri Okuma İçin 

Collins, Robin "The Argument from Design and the Many Worlds Hypothesis." içinde Philosophy of Religion: A Reader and Guide, ed. · William Lane Craig, Rutgers University Press, 2002.

 __ "The Evidence for Fine-Tuning." içinde God and Design: i The Teleological Argument and Modem Science, ed. Neil Manson. Routledge, 2003. 

__ "A Scientific Argument for the Existence of God: The Fi­ . ne-Tuning Design Argument." içinde Reason for the Hope Within, ed. · Michael J. Murray. Eerdmans, 1999. 

__ "The Teleological Argument" içinde The Rationality of Theism, ed. Paul Copan and Paul Moser Routledge, 2003. 

Dubay, Thomas The Evidential Power of Beauty. Ignatius, 1999. 

LesUe, John Universes. Routledge, 1989


Kaynakça;

(1) Paul Davies, God and the New Physics (New York: Siman and Schuster, 1983}, 189. 
(2) John Templeton, The Humble Approach: Scientists Discover God (Philadelphia: Templeton Foundation, 1998), 19. 
(3) Biri dindar olan, diğeri olmayan iki eş arasındaki dinamiklerin bir betimlemesi/tasviri için (bu tasvir Leslie'nin dindar olduğu benimse ateist olduğum bir dönem boyunca yaşadığımız tecrübelere dayanmaktadır.) Bkz;Lee and Leslie Strobel, Surviving a Spritual Mismatch in Marriage (Zondervan, 2002). 
(4) Bkz: Patrick Glynn, God the Evidence (Rocklin, Calif.:Forum, 1997), 1-20 
(5) Age., 22 
(6) Age., 55, 53. 
(7) Alister McGrath, Glimpsing the Face of God (Grand Rapids, Mich.: Eiırd· mans, 2002), 19.
(8) John Polkinghorne, Belief in God irı an Age of Science (New Haven: Yale University Press, 1998), 10.
(9) Walter L. Bradley, "The 'Just So' Universe", William A.Dembski ve James M.Kushiner, Signs of Intelligence, 170. 
(10) Paul Davies, The Mind of God (New York: Touchstone, 1992), 16, 232. 
(11) Edward Harrison, Masks of the Universe (New York: Collier, 1985), 263,252. 
(12) John Barrow ve Frank Tipler'den aktanlmıştır, bkz:John Barrow and Frank, The Anthropic Cosmological Principle (Oxford: Oxford University Press, 1986), 22. 
(13) Owen Gingerich, "Dare a Scientist Believe in Design?" editör, John M. Templeton, Evidence of Pupose (New York: Continuum, 1994), 25. 
(14) John Leslie, Universes (New York: Routledge, 1989), 198. 
(15) Robert M.Augros and George N. Stanciu, The New Story ofScience, 70. 
(16) Robin Collins, "A Scientific Argument fot the Existence of God: The Fine Tuning Design Argument", editör, Michael J. Murray, Reason for the Hope Within (garnd Rapids, Mich.: Eermands, 1999), 48. 
(17) Paul Davies, The Cosmic Blueprint: New Discoveries in Nature's Creative Ability to Order the Universe (New York: Siman and Schuster, 1988), 203. 
(18) Collins (ve de daha önceki alıntısında Gingerich),Sir Fred Hoyle'un meşhur bir yorumuna gönderme yapıyordu: "Gerçeklerin sağduyuya dayanan bir yorumlanması, bir üst-aklın fiziği ve buna ilaveten kimya ve biyolojiyi kurcaladığını ve doğada sözünü etmeye değecek kör kuvvetlerin bulunmadığını düşündürüyor. Gerçeklerden hesaplanan rakamlar bana bu sonucu neredeyse sorgulama dışı tutturacak kadar güçlü görünüyor." Fred Hoyle, "The Universe: Past and Present Reflections," Engineering&Science (Kasım 1981). 
(19) Doğadaki dört kuvvetin-kütle çekim kuvveti, elektromanyetik kuvvet, zayıf kuvvet ve güçlü çekirdek kuvveti-relatif güçleri, tipik olarak, yaygın bir şekilde kullanılan boyutsuz bir ölçü{m) ile belirlenir. Bu belirleme, kabaca, bu kuvvetlerin bir çekirdeğin iki protonu arasındaki relatif güçlerinin belirlenmesi şeklinde düşünülebilir.Bkz.: John Barrow and Frank Tipler, The Anthropic Cosmological Principle (Oxford: Oxford University Press, 1986), 293-95. 
(20) Martin Rees, fust Six Numbers: The deep Forces that Shape the Universe (New York: Basic, 2000), 30 
(21) Stephen C. Meyer, "Evidence for Design in Physics and Biology" in Michael J.Behe, William A.Dembski ve Stephen C.Meyer, editörler, Science and Evidence for Design in the Universe (San Francisco: Ignatius, 2000), 60.
(22) Steven Weinberg, "A Designer Universe?" New YorkReview of Boks (Ekim 21, 1999) 
(23) Age 
(24) Age 
(25) Roger Penrose, The Emperor's New Mind (New York: Oxford, 1989), 344; Stephen C.Meyer, "Evidence for Design in Physics and Biology'"den alıntı, editörler Michael J.Behe, William A.Dembski ve Stephen C.Meyer, Science and Evidence for Design in the Universe, 61. (26) Brad Lemley, "Why Is There Life?" Discover (Kasım 2002) 
(27) Age. Ayrıca bkz. Martin Rees, Just Six Numbers: The Deep Forces that Shape the Universe. 
(28) Larry Witham'dan alıntı, By Design (San Francisco: Encounter, 2003), S5. 
(29) Bill Bryson, A Short History of Nearly Everything, 16. 
(30) Brad Lemly, "Why Is There Life?" 
(31) Age. 
(32) Clifford Longley, "Focusing on Theism," Landon Times (Ocak 21, 1989). 
(33) Steven Weinberg, "A Designer Universe?" 
(34) Michael J.Behe, William A.Demski ve Stephen C.Meyer, Selence and Evidence far Design in the Uriiverse, 104, Clifford Longley'i referansla, "Focusing on Theism." 
(35) Paul Davies metafiziğin şu tanımını öneriyor: "Yunan felsefesinde 'metafizik' terimi asıl itibariyle 'fizikten sonra gelen' anlamına geliyordu. Bu, Aristotle'nun metafiziğinin başlıksız bir şekilde fizik üzerine çalışmasının arkasına yerleştirilmiş olarak bulunmasına bir göndermedir. Daha sonra ise metafizik, fiziğin (bugün itibariyle bilimin diyebiliriz) ötesindeki konular anlamına gelmeye başladı. Şimdi ise bilimsel araştırmanın doğası üzeme bir anlam taşıyabiliyor. Bu bağlamda, bilimsel konunun kendisine karşılık olarak, fizik (veya genel olarak bilim) ile ilgili konuların incelenmesi anlamını taşır. Geleneksel metafiziksel problemler arsında evrenin kökeni, doğası ve amacı; duyularımıza takdim olunan görüntüler dünyasının, altında yatan 'gerçek' ve düzenle nasıl ilişkili olduğu; zihin ve madde ilişkisi; ve özgür iradenin vücudu problemleri sayılabilir. Bilimin böyle sorunlarla derinden alakalı olduğu açıktır, ama yalnız başına empirik bilim bu soruları, veya herhangi bir "hayatın anla· mı" sorusunu cevaplayamayabilir." (Paul Davies,The Mind of God31.) 
(36) Lee Strobel, The Case far Faith, 78, 79.
(37) John Polkinghorne, Serious Talk: Selence and Religion in Dialogue (london: TrinityPress International, 1995), 6.
(38) John Polkinghorne, Selence and Theology (Minneapolis: Fortress Press, 1998), 38. 
(39) Paul Davies, The Mind of God, 220. 
(40) Clifford Longley, "Focusing on Theism." 
(41)Brad Lemley, "Why is there Life?" Sonraki bir röportajda Rees, diğer evrenlerin mümkünlüğünün düşünülmesinin fizikçi için yardımcı olacağını söylemiştir_ Şöyle devam eder: "İnanmıyorum, fakat araştırıp bulmanın bilimin parçası olduğunu düşünüyorum." Bkz. Dennis Overbye, "A New View of Our Universe; Only One Many," New York Times (Ekim 29, 2002). 
(42) Age_ 
(43) Sanyo'nun telif ettiği The Bread Factory Book (Ekmek Fabrikası Kitabı)'a göre "Sert buğdaydan yapılan ekmek unu glüten adı verilen protein bakımından zengindir. Karılıp yoğrulduğunda glüten gerilir ve içine hava kabarcıklarını alarak hafif, hoş biçimli bir somun oluşturur_ Whole-wheat bread yapmak için, 4 çorba kaşığı kadar glüten ilave etmek lazımdır, ki somunların yüksekliği artsın. 
(44) Michio Kaku, Introduction to Superstrings and M-Theory (New York:Springer-Verlag,1999), 17. 
(45) Freeman, Dyson, Disturbing the Universe (New York: Herper and Row, 1979), 251. 
(46) Gregg Easterbrook, "The New Convergence," Wired (Aralık 2002) 
(47) Bkz. "Beautiful Theories," içinde Steven Weinberg, Dreams of a Final Theory (New York: Vintage, 1992). 
(48) Alan Guth, The Inflationary Un/verse (New York:Helix, 1997), 124. 
(49) Paul Dirac, "The Evolution of the Physicist's Picture of Nature," Scientijic American (Mayıs 1963). 
(50) Oliver Darrigol, From c-Numbers to q-Numbers: The Classical Analogy in the History of Quantum Theory (Los Angeles: University of California Press, 1992), 304. 
(51) Paul Davies, Superforce: The Search for a Grand Unified Theory of Nature (New York: Simon and Schuster, 1984), 235-36 
(52) Steven Weinberg, Dreams of a Final Theory, 250. 
(53) Dennis Overbye, "A New View ofUniverse: Only üne of Many.''
(54) Owen Gingerich, "Dare a Scientist Believe in Design" içinde John M. Templeton, ed. Evidence of Purpose (New York: Continuum, 1994 ), 32. 
(55) Vera Kistiakowsky, "The Exquisite Order of the Physical World Calls for the Divine" içinde Henry Morgenau ve Roy Abraham Varghese, Cosmos, Bios, Theos (Chicago: Open Court, 1992), 52 
(56) Patrick Glynn, God: The Evidence, 55, 26