Evrim Teorisi - Prof.Dr.Recep Alpyağıl

 



Evrim Teorisi


      Çağdaş anlamıyla evrim teorisini açıklayan en kuşatıcı ifade, yine Darwin'in seçtiği değişerek türeme (descent with modification)dir. Buna göre, canlı organizmalar ortak bir ataya (soy ağacına) sahiptir. Yani bugünkü canlı türleri tek bir hücreden evrimleşmişlerdir. Ve bu yönüyle de birbirleriyle akrabadırlar. "Evrim teorisinden kaynaklanan felsefi problemleri ele almak" amacıyla, oldukça başarılı bir çalışma yazan Elliott Sober, evrimin şu tanımlarına yer veriyor:

''Kırmızı devlerden beyaz cücelere evrimleşen yıldızlardan söz ederiz. Siyasal sistemlerin demokrasiye doğru veya ondan uzaklaşan evriminden söz ederiz. Günlük dilde "evrim", değişme demektir.

Eğer evrim bu şekilde anlaşılırsa, evrim kuramının kozmik değişimin evrensel bir betimlemesini ortaya koyması gerekir. Bu durumda yıldızların, toplumların ve her şeyin rotasını tek bir çerçeve içerisinde özetleyen yasalar ifade edilmek zorundadır. Nitekim Herbert Spencer (1 820-1903) bunu yapmaya çalışmıştır. Charles Darwin ( 1 809-1 882) yaşamın nasıl evrimleştiğine dair bir kuram öne sürmüşken, Spencer, Darwin'in anlayışını genelleyebileceğini ve her şeyin nasıl evrimleştiğini gösteren ilkeleri saptayabileceğini düşünmüştür.

Her şeye dair bütünleşik bir kuramının çekiciliği yadsınamaz olsa da, evrimsel biyolojinin çok daha alçak gönüllü iddialara sahip olduğunu anlamak önemlidir. Evrimsel biyologlar "evrim" terimini daha dar bir anlamda kullanırlar. Standart bir tanıma göre evrim tam olarak, bir popülasyonda bulunan gen oranlarında değişme olduğunda meydana gelir. Yeni bir gen ortaya çıktığında veya eskisi yok olduğunda veya genlerin bileşimi değiştiğinde, popülasyonun evrimleştiği söylenir. Bu kullanıma göre, yıldızlar evrimleşrnez. Ve eğer siyasal kurumlar, insanlar genlerini değil de fikirlerini değiştirdiği için değişiyorsa, siyasal evrim biyologun kullandığı anlamda evrim değildir.




Biyologlar gen oranlarını genellikle kafa sayısına göre hesaplar. Diyelim ki, iki kertenkele bir kayanın üzerinde oturuyor; bu iki kertenkele genetik olarak farklıdır, çünkü biri A, diğeri ise B genine sahiptir. Birisi zayıflarken diğeri şişrnanlıyorsa, A genini içeren hücreler artar ve B genini içeren hücreler azalır. Fakat kişi başına gen oranları aynı kalır. Canlıların büyümesi (onların bireyoluşu) bir popülasyonun evrimi ile aynı şey değildir (Lewontin 1978) .




Gen oranlarındaki değişimin evrimin temel taşı olduğu düşüncesi evrimcilerin sadece genlerle ilgilendiği anlamına gelmez. Örneğin, evrim biyologları at soyundaki çeşitli türlerin boylarında neden artış olduğunu anlamaya çalışır. Aynı zamanda hamam böceklerinin DDT'ye karşı neden daha dirençli hale geldiklerini açıklama çabasındadırlar. Bunlar canlıların fenotiplerindeki -morfolojilerindeki, fizyolojilerindeki ve davranışlarındaki- değişikliklerdir.

Bir popülasyonun boy ortalamasında artış varsa, bu genetik bir değişiklikten ötürü olabilir ya da olmayabilir. Çocukların ebeveynlerinden uzun olmaları, iki neslin genetik farklılığından değil, sadece beslenme kalitesindeki iyileşmeden kaynaklanıyor olabilir. Fakat at soyundaki boy artışı örneğinde, biyologlar birbirini izleyen türlerin boylarındaki artışın genetik özelliklerindeki bir değişimi yansıttığına inanır. Evrimin gen oranlarındaki değişim olarak tanımı, boy artışındaki bazı durumları -ama hepsini değilevrime örnek olarak sayacaktır. Bu tanımın reddettiği, "sadece" fenotipte olan değişikliktir.

Diğer bir endişe, evrimin gen oranındaki değişim olarak tanımının, evrimin yeni türlerin başlangıcını ve eskilerinin yok olmasını da kapsadığını göz ardı etmesidir. Evrimciler devam eden bir tür içerisinde meydana gelen değişiklikleri tanımlamak için mikroevrim terimine başvururlar. Makroevrim ise türlerin ve daha üst grupların doğumu ve ölümü için kullanılır. Evrimin gen oranındaki değişim olarak tanımı makroevrimin evrim olmadığı anlamına gelir mi? Yavru türler ebeveynlerinden genetik olarak farklı olduğu sürece, bu tanımın bir sonucu değildir. Eğer türleşme -yeni türlerin ortaya çıktığı süreç- gen oranlarında değişimi gerektiriyorsa, bu tanım söz konusu olduğu sürece türleşme evrim olarak sayılır.(1)




Sober, tanımı ve tanıma ilişkin soruları bir süre daha tartıştıktan sonra, şunu ekliyor:

''Evrim' in tam olarak tanımlanamaması bizi rahatsız etmemeli; ele aldığı görüngü mutlak açıklıkla ayrıştırılamıyor diye bir alanın bütünlüğü şüpheli hale gelmez. Evrimi tanımlamak evrimsel biyolojinin ne hakkında olduğunu anlamak için ilk faydalı adımdır; bunun ötesinde olanaklı veya gerekli olandan daha fazla kesinlik beklemek yanlıştır.''(2)

    Bu uzun tanımlar listesini, konu üzerinde herhangi bir spekülasyon oluşturmak için değil, aksine tam da bu tanım bolluğunun tartışmanın taraflarını ne türden yanlış yönlendirmelere maruz bırakabileceğini hatırlatmak için yaptık. Sonuçta, evrim hem içlem hem de kaplam açısından oldukça yüklü bir terimdir. [Çankı, aynı durumu tekamül kavramı için de söylüyor: "Tekamül, en müphem ve hatta en ma'kus ve yekdiğeri ile mu' teriz manalar alan felsefe ıstılahlarından birisidir."(3)]

    Günümüzde, genetik biliminin kat ettiği yol ve özellikle DNA'nın keşfi evrim tartışmalarına farklı bir boyut katmıştır. Bu süreçteki gelişmeler, Thomas Henry Huxley (1 825-1895)'in torunu olan, Julian Huxley (1887-1975)'in, 1942'de yayımladığı kitabı, Evolution: The Modern Synthesis, sonrasında modern sentez veya yen i-Darwincilik ( neo-Darwinizm) adıyla anılır. Modern sentezin ana katkısı, Darwin'in evrim kuramı ile Mendel'in kalıtım kuramını modern moleküler biyoloji ve matematiksel popülasyon genetiği ışığında birleştirmesidir.1 953'de, James Watson ve Francis Crick, DNA molekülünün yapısını keşfettiler 
ve topluluk genetiğinde varsayılan genlerle özdeşleştirdiler.

      Şimdilerde, evrimin kabul gören bir tanımı şu şekildedir: "Evrim, bir popülasyonun yapısındaki gen frekanslarında meydana gelen değişikliklerdir." Şimdilik, daha detaylı okuma yapmak isteyenlere, konunun profesyonellerince yazılmış ve Türkçede de rahatlıkla bulunulabilecek olan kitapları öneriyoruz.(4) Zaten derleme içinde, bu tanımların hem detayları hem de varsa felsefi ve bilimsel sorunları ele alınmaktadır. 


       Bugünkü yaygın kanı, evrimin kelimenin olağan anlamıyla bir teori olmaktan öte, bir bilim, olguların bilimi olduğu yönünde. Bu anlamda tartışmaların asıl yoğunlaştığı yer ise, evrimleşme sürecini yönlendiren temel mekanizmaların nasıl işlediği ile ilgilidir. Bu mekanizmaların en başında "doğal seçilim" gelmektedir. Doğal seçilim aslında oldukça basit mantığa yaslıdır: Organizmalar hayatta kalabilecek olandan daha fazla yavru yapar. Ve, ortalama olarak, çevre koşullarına en uygun yönde değişiklik gösteren yavrular hayatta kalır, ürer. Sonuçta, yararlı değişiklikler doğal seçilim yoluyla topluluklarda birikir.


      Peki, özünde basitlik olan doğal seçilim mekanizmasıyla ilgili niçin çok sayıda tartışma vardır? 20. Yüzyılın önde gelen evrimci biyologlarından E . Mayr şunu sormaktan kendini alamıyor: "Darwin'in en orijinal ve en önemli yeni kavramı, doğal seçilimdir. Neden sadece filozoflar değil, biyologlar bile bu kurama bu kadar uzun süre düşman kalmıştır?" (5) Ve yine bir başka önde gelen evrimci biyolog Stephen Jay Gould şunları not ediyor:

       ''Darwin neden hep zor anlaşılmıştır? On yıl içinde, düşünce dünyasını evrimin gerçekleşmiş olduğuna inandırdı, ama kendi doğal seçilim kuramı ömrü boyunca popülerlik kazanamadı. 1940'lara değin yaygınlaşamadığı gibi bugün bile, evrim kuramımızın merkezinde yer almasına karşın, sıkça yanlış anlaşılmakta, yanlış alıntılanmakta ve yanlış uygulanmaktadır.

( . . . )

Yine de, bence kuramın kabul görmesinin önündeki engel bilimsel bir zorlukla değil, Darwin'in iletisinin felsefi içeriğiyle -henüz terk etmeye hazır olmadığımız bir dizi kökleşmiş Batı düşüncesine meydan okumasıyla- ilgilidir. Birincisi, Darwin evrimin amacı olmadığını ileri sürmüştür. Bireyler genlerinin gelecek kuşaklarda temsil edilmesi için mücadele ederler o kadar. Dünya bir ahenk ve düzen sergiliyorsa, bu yalnızca bireylerin kendi çıkarlarım gözetmelerinin rastlantısal bir sonucudur - Adam Smith'in ekonomisinin doğaya uyarlanmış  biçimi. İkincisi, Darwin evrimin belirli bir yönü olmadığını savunmuştur; evrim mutlaka daha yüce varlıklara doğru ilerlemez. Organizmalar yerel çevrelerine daha iyi uyum sağlar o kadar. Bir asalağın "soysuzluğu" bir ceylanın sekişi kadar kusursuzdur. Üçüncüsü, Darwin doğa açıklamasına tutarlı bir maddecilik felsefesi uygulamıştır.''(6)




      Yukarıdaki ifadeler aslında sorunu oldukça güzel sunmaktadır. Bu sorun da, açıkça fark edileceği üzere, evrimin bilimsel yönünden çok felsefi ve metafizik yönüyle ilgili. Yani, konu doğal seçilimin var olup olmaması değil, ona biçilen roldür. Biyoloji felsefesi ve din felsefesi açısından bakıldığında ise, doğal seçilime tek başına yaratıcı bir rol verilip, bu sürece de en temelde kör ve gayesiz bir süreç olarak bakılması sorunludur. Bu ise bizi, derleme için kullandığımız diğer ana kelimeye, tasarım, ve onunla yakından ilgili olan teleoloji vb. kavramlara götürür.


Recep Alpyağıl'ın Evrim ve Tasarım kitabının 19-23 sayfalarından alınmıştır.


Referanslar;

(1) Elliott Sober, Biyoloji Felsefesi, çev. Ayhan Sol vd. (Ankara: İmge Kitabevi, 2009), s . 27-28. [Elliott Sober, Philosophy of Biology (Boulder, Colo.: Westview Press, 2000).]
(2) Sober, Biyoloji Felsefesi, s. 35.
(3) Çankı, Büyük Felsefe Lugatı I, s. 756.
(4) Douglas J. Futu yma, Evrim, çev . A. N. Bozcuk- A . Kence ( Ankara: Palme Yayıncılık, 2008); Jane B. Reece, Neil A . Campbell, Biyoloji, çev. ed. A . Demirsoy-E. Gündüz (Ankara : Pal me Yayıncılık, 2010).
(5) Ernst Mayr, " Darwinciliğin Felsefi Temelleri", çev . Ş. Öztürk, Cogito, 60, 2009, s. 204.
(6) Gould, Darwin ve Sonrası, s . I-III.