Bilim ve Etik - Doç.Dr.Alper Bilgili

 

Bilim ve Etik


   Şengör'ün doğa bilimsel bilgi dışındaki bilgi türlerini reddetmesi, yukarıda da kısaca belirttiğimiz gibi, beraberinde çeşitli etik problemleri de getirecektir. Bir yandan “İkinci Dünya Savaşı'nda altı milyon suçsuz insanın fırınlandığı cehennemler de bilimin ürünüydü" diyen Şengör, (1)  diğer yandan tek rehberin bilim olması gerektiğini, bilim dışında rehber aramanın gaflet olduğunu iddia ederek başka bir tutarsızlığa imza atar. Bilimin tek rehber olması durumunda Nazilerin nükleer silah projesinde çalışan büyük fizikçi Heisenberg'i hangi zeminde eleştirebiliriz? Bilim tek rehber olduğunda Hitler Almanyası'nda Doktor Mengele tarafından yürütülen ve 900 kadar çocuğun ölümü veya ciddi sakatlığıyla sonuçlanan deneyler nasıl kınanacaktır? Bilimin hangi teorisi, hangi dali bu eylemleri yasaklamaktadır? Mengele'ye kızmamıza neden olan ahlaki öğretilerin bilimsel metotla elde edilmediği açıktır. Eğer bilim dışında rehber yoksa, ahlaki öğretilerin savunulması da mümkün olmayacaktır. Çünkü doğa bilimlerinden, iyiliğin kötülüğe tercih edilmesi gerektiği konusunda bir tavsiye edinemeyiz. İyi veya kötü olduğunu düşündüğümüz bir olayın --söz gelimi Nazilerin İkinci Dünya Savaşı'ndaki ırkçı politikalarının yol açtığı somut zararlar doğa bilimleri tarafından incelenebilse de doğa bilimleri bu olayları "iyi" veya "kötü" olarak tanımlayamaz. Neyin "iyi" neyin "kötü" olduğu tartışması, felsefenin ve teolojinin konusudur. Alman sosyolog Max Weber "Meslek Olarak Bilim" adlı çalışmasında doğa bilimlerinin bu konudaki sınırlarını şu şekilde ifade etmiştir:

      ''Hayat yaşanmaya değer midir ya da ne zaman yaşanmaya değerdir-tıp bu soruyu sormaz. Doğa bilimleri bize, hayata teknik bakımdan egemen olmak için ne yapılması gerektiği sorusunun yanıtını verir. Hayat üstünde teknik egemenlik kurmamız gerekip gerekmediği ve bunun anlamh olup olmayacağı sorusunu bir yana iter ya da bu konuda bazı kabuller yaparak ilerler.(2)


     Şengör de bir röportajında bilimin hümanist olmak gibi bir derdinin olmadığını, onun sadece gerçekle uyumlu olup olmamakla ilgilendiğini kabul etmiştir.(3) Ancak bu iddia -doğru olmakla beraber-Şengör tarafından da benimsenen bilimin her alanda tek rehber olduğu görüşüyle uyumsuzdur. Şengör'ün bu tutarsızlığının yeni-ateistler tarafından da paylaşıldığını unutmamak gerekir. Onlar da doğa bilimlerinin tek geçerli ve meşru bilgi kaynağı olarak kabul edilmesi gerektiğini savunmuş, geriye kalan her türlü bilgi türünü, bilimsel metotla test edilemedikleri için "irrasyonel" olarak kabul etmişlerdir. (4) Hatta Hawking, doğa bilimleri gibi doğru bilgi sunmadığı için ve fizik gibi disiplinlerin gerisinde kaldığı için “felsefe"nin öldüğünü iddia edecek kadar ileri gitmiştir.(5) İşin aslı, sadece yeni-ateistlerin değil, eski ekole ait ateistlerin de bu konuda tutarlı oldukları söylenemez. Şengör'ün sık sık atıfta bulunduğu İngiliz filozof Bertrand Russell bir yandan "gerçeğe ulaşma konusunda bilimden başka hiçbir yönteme inanmadığını belirtirken (6) bir yandan da insanlığın Yarını Var mı? (Has Man a Future?) adlı eserinde insan ırkını, hırsları ve doğa üzerinde hâkimiyet kurma tutkusu nedeniyle eleştirmektedir.(7) Yine Russell, bilim ile din ilişkisini ele aldığı kitabında şunları söyler:

       ''...bilimin değerler konusunda söyleyeceği hiçbir şey yoktur, 'sevmek nefret etmekten daha iyidir' ya da 'iyilik zorbalıktan daha çok istenir' gibi önermeleri tanıtlayamaz.'' (8)


Russell devam eder:


      ''Savunmakta olduğum kuram, değerlerin 'öznelliği' diye anılan öğretinin bir biçimidir. Bu öğretiye göre, değerler konusunda ayrı düşünen iki kişi arasında, gerçekle ilgili bir anlaşmazlık değil, bir beğeni ayrılığı vardır. Bir kimse 'midye iyidir' derken, başka biri de bence kötüdür' derse, ortada tartışılacak hiçbir şeyin olmadığını görürüz. Sözünü ettiğimiz kuram değerler konusundaki bütün ayrılıkların buna benzer olduğunu ileri sürer, oysa biz midyeden daha önemli görünen konular için böyle bir şeyi hiç düşünmeyiz. Bu görüşü benimsememizde başlıca dayanak, şunun ya da bunun başlı başına değerli olduğunu tanıtlamakta sağlam bir kanıt bulabilmenin güçlüğüdür. Hepimizde bir görüşbirliği olsaydı, değerleri sezgiyle kavradığımıza inanabilirdik. Bir renk körüne çimenin kırmızı değil yeşil olduğunu tanıtlayamayız. Ama ona, bütün insanlarda bulunan bir ayırt etme gücünden yoksun olduğunu türlü yollardan tanıtlayabiliriz; öte yandan, değerler konusunda böyle kolaylıklar yoktur, hem anlaşmazlıklar renkler konusundakinden çok daha fazladır. Değerler konusundaki ayrılıkları karara bağlamak için başvurulabilecek bir yol hayal bile edilemez, dolayısıyla, bu konuda benimsemeye zorlandığımız sonuç bu ayrılıkların bir beğeni ayrılığı olduğu, hiçbir nesnel gerçeğe dayanmadığıdır.''(9)


       Benzer bir çelişkiye son dönemin en çok okunan yazarlarından olan Yuval Noah Harari'nin Sapiens adlı eserinde de rastlanabilir. Harari, bu eserinde insan hakları, özgürlük, eşitlik gibi kavramların bizim yarattığımız mitler olduğunu iddia eder.(10) Ancak hemen sonra Hindu toplumundaki eşitsizliklere dair eleştirel bir yaklaşımda bulunur ve "insanlık onuruna aykırı koşullar"dan yakınır.(11) Bu yazarlar, mantıklarıyla ulaştıkları sonuca (yani Tanrı yoksa ahlaki öğretilerimizin birer illüzyondan ibaret olduğuna) sezgisel olarak direnmektedirler. Muhtemelen etik kuralların olmadığı bir dünyada yaşama fikri onları bilimin rehberliği konusunda tutarsız davranmaya itmektedir.


    Son olarak şu noktanın altını çizmek gerekir. Şengör -muhtemelen "iyi” ve “kötü" kavramlarını tartışılmaz, objektif ve evrensel zannettiği için, bu konuda felsefi bir tartışmaya girmemektedir. Yeni-ateistler ise, Şengör'ün aksine, ahlak konusunun ateizm için sıkıntılı sonuçlara gebe olduğunu fark etmişler, bu konuda argüman geliştirmeye çalışmışlardır. Birçok evrimsel biyolog ve felsefeci, eylemleri "iyi" ve "kötü" olarak nitelememizin nasıl gerçekleştiği sorusunu sormuştur. Bunların bir kısmı, eylemleri bu şekilde nitelememizin bir yanılsama olduğunu kabul etmiştir. Michael Ruse, Richard Dawkins ve Edward Wilson gibi ateist düşünür ve bilim insanlarına göre ahlaki eğilimlerimizin ardında evrimsel süreç yatmaktadır. Bazı eylemler, örneğin aynı türün diğer üyeleri ile yardımlaşma, evrimsel süreçte hayatta kalma olasılığını artırmış, zamanla bu eylemler bize "iyi" gibi görünmeye başlamıştır. Oysa bunlar işe yarayan illüzyonlardan ibarettir. Yani gerçekte bu eylemler "iyi" ya da "kötü" değildir.(12)


  Gerçekten de Tanrı'nın veya O'na benzer aşkın bir gücün devre dışı bırakıldığı bir durumda eylemlerin ahlakiliğinden veya gayri-ahlakiliğinden söz ederken başvurulabilecek iki kaynak vardır. Bunların ilki evrimsel biyologların vurguladıkları evrimsel süreçlerdir. Bu süreçlerden tamamen bağımsız düşünülemeyecek bir diğer kaynak ise toplumsal öğretilerdir. Bir eylemin ahlaki olarak değerlendirilmesinin toplumdan topluma nasıl değiştiğine şahitlik eden herkes toplumun ahlaki değerleri şekillendirme gücünü takdir edecektir. Bununla beraber, gerek evrimsel süreçler gerekse toplumsal etki neticesinde ortaya çıkan ahlaki normların "objektif" olduğunu iddia etmek için başka bir kaynağa referans verilmelidir. Çünkü evrimsel ve toplumsal açıklamalar, beraberinde şu soruyu getirir: "Eğer evrim farklı gelişseydi veya farklı bir toplumda yaşasaydık da şu an 'iyi' olarak nitelendirdiğimiz eylemleri yine 'iyi' olarak nitelendirecek miydik?" Ruse bu soruya olumsuz cevap verir:

       ''Eğer tüm yemekler Pablum (Bir bebek gıdası) olsaydı muhtemelen dişlerimiz olmadan daha iyi durumda olurduk. Eğer tüm ilişkilerimizi kar-zarar hesabı ile analiz edebilseydik, muhtemelen ahlak olmadan daha iyi bir durumda olurduk.'' (13)


Kısacası, Ruse'a göre eğer evrimsel süreç farklı gelişseydi veya farklı bir toplum içerisinde olsaydık bu durumda ahlaki normlarımız farklı olacaktı, belki de hiç var olmayacaktı. Bu durum, gerçekten de "iyi" ve "kötü" eylemlerin var olmadığı, sadece bizim "iyi" veya "kötü" olduğunu düşündüğümüz eylemlerin var olduğu anlamına gelir. (14) Ruse, Dawkins ve Wilson gibi düşünmeyen ateistler de vardır. Yeni-ateistlerin önemli temsilcilerinden Sam Harris, Ahlakın Coğrafyası adlı eserinde bilimin ahlaki konuda rehber olabileceğini savunmuştur:

    ''İnsanın esenliği, tümüyle dünyadaki olaylara ve insan beyninin durumuna bağlıdır. Dolayısıyla, bu konu hakkında bilmemiz gereken bilimsel doğruların var olduğunu söylemek zorundayız. Bu doğruların daha ayrıntılı bir şekilde anlaşılması, bizi toplumdaki farklı yaşam biçimleri arasında kesin bir ayrım yapmaya, bunları daha iyi ya da kötü, doğruya daha yakın ya da uzak veya daha az ya da çok ahlaki olarak değerlendirmeye zorlayacaktır. Bu tür kavrayışlar insan hayatını kalitesini artırmaya yardımcı olabilir.(15)

   Harris, insanların esenliğini sağlayacak verilerin bilimden elde edilebileceğini, dolayısıyla bilimin neyin ahlaki olduğu, neyin ahlaki olmadığı konusunda fikir verebileceğini iddia etmektedir. Ancak, Amerikalı felsefeci William Lane Craig'in de belirttiği gibi Harris, hatalı bir şekilde, insanın "esenliği" ile "ahlaki olan'ı eşitlemekte bununla beraber insanın esenliğine olan eylemlerin neden ahlaki sayılması gerektiğini temellendirememektedir. Dahası Harris, insanın esenliğinin neden önemli olduğunu sorgulamamakta, insanın esenliğinin diğer canlıların esenliğinden önemli olduğu görüşünü eleştirel bir analize tabi tutmamaktadır. Yine, Harris, bu görüşün bilimie de temellendirilmediğini gözden kaçırmaktadır.(15) Bu noktada ahlaki normları bilimsel verilerden devşirmeye çalışan Harris'e, yine başka bir yeni-ateist olan Dawkins'in cümleleriyle yanıt verilebilir. Dawkins, hatırlanacağı gibi, insanla diğer hayvan türlerini farklı bir ontolojik statüde görmenin ve insanı daha değerli kabul etmenin tek tanrılı dinlerden kaynaklandığını belirtmekteydi.(16) Bu dinî öğretinin yani insanın doğada özel bir yeri olduğunun reddedilmesi durumunda ise Harris'in bilime dayandırdığı ahlaki sistemi çökecektir. Çünkü bu durumda Harris, ahlakilik tartışmalarına insanların esenliği kadar, akşam yemeğinde yediğimiz tavukların, salataya doğranan havucun, bilimsel deneylerde kullanılan tavşanların, zika virüsü taşıyan sivrisineklerin esenliğini de dâhil etmelidir. Harris bir yandan dinleri insan icadı olarak görürken bir yandan da -Dawkins'in de belirttiği gibi- İbrahimî dinlere borçlu olunan "insanın özel bir yeri olduğu" görüşünü sorgulamadan kabul etmekte, böylece tutarsız bir pozisyon benimsemektedir.



Alper Bilgili, Bilim Ne Değildir? 76-83 sayfalarından alınmıştır.


Referanslar;

(1) Şengör, Newton Neden Türk Değildi?, s. 123.

(2) Max Weber, Sosyoloji Yazıları, H. H. Gerth ve C. Wright Mills (der.), cev. Taha Parla, (İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, 1987), s. 140.

(3) Devrim Sevimay, "Türkiye'nin Yüzde 90'ı Etnik Olarak Türk Değil",  14.06.2009, http://www.milliyet.com.tr/-hepimiz donmeyiz-/pazarhaberdetayarsiv/21.05.2010/1106272/default.htm, 07.03.2016.

(4) John L. Taylor, "Christianity, Science and the Postmodern Agenda",Denis Alexander (der.), Can We Be Sure About Anything? Science, Faith and Postmodernism içinde, (Leicester: Apollos, 2005), ss. 69-70.

(5) Stephen Hawking ve Leonard Modinow, The Grand Design, (New York: Bantam Books, 2010), s. 5. Garip olan, Lennox'un da işaret ettiği gibi, "felsefe öldü' iddiasının kendisinin dahi bilimsel değil, felsefi olduğudur. Bakınız; Lennox, Gunning for God: Why the New Atheists are Missing the Target, ss. 31-32.

(6) Bertrand Russell, Din ile Bilin, çev. Akşit Göktürk, (Istanbul: Say Yayinlan), s. 134.

 (7) Bertrand Russell, Has Mon a Future?, (Connecticut: Greenwood Press,1984), s.119.

(8) Russell, Din ile Bilim, s. 125.

(9) a.g.e., s. 167.

(10) Yuval Noah Harari, Sapiens, çev.Ertuğrul Genç, distanbul: Kolektif, (2016), ss. 45, 118-119.

(11) a.g.e., s. 145.

(12) Mikael Stenmark, How to Relate Science and Religion: A Multidimensional Model (Cambridge: William B. Eerdmans, 2004), s. 6.

(13) Michael Ruse, "God is dead. Long live morality", 15.03.2010, http://www.guardian.co.uk/commentisfree/belief/2010/mar/15/ morality-evolution-philosophy, Erişim tarihi 24.07.2016.

(14)  Değerlerin objektifliği ile ilgili daha kapsamlı bir tartışma için bakı-

nuz: William L. Craig, "Five Reasons God Exists", William L. Craig ve W.Sinnott-Armstrong (der.), God? A Debate Between a Christian and an Atheist içinde, (Oxford: Oxford University Press, 2004), ss. 17-21; Enis Doko," Aksiyolojik Argüman: Değerlerin Ontolojik Temellendirmesi Tanrısız Mümkün Mü?", Caner Taslaman ve Enis Doko (der.), Allah, Felsefe ve Bilim, içinde Istanbul: Istanbul Yayınevi, 2013), ss. 101-143.

(14) Sam Harris, Ahlakın Coğrafyası: Bilim, İnsani Değerleri Nasıl Belirler, cev. Mehmet Egemen Nişancı, Ankara: Akilçelen Kitaplar, 2016), s.9.

(15) William Lane Craig, "Navigating Sam Harris" The Moral Landscape", http://enrichmentjournal.ag.org/201204/201204_116 morallandscape.cfm, Erişim tarihi 18.09.2016

(16) Dawkins, Kör Saatçi, s. 335.