Bilim, Evrim Teorisi ve İslam - Samet Tekin


 

Bilimin Doğası

Bilim, nesneler dünyasını deney, gözlem ve akıl yürütme aracılığıyla inceleyen ve açıklamaya çalışan bir disiplindir. Bununla beraber bilim, felsefi tanımların üzerine inşa edilen ve din, kültür, gelenek, ideoloji ve diğer birçok alanlardan etkilenir. Temel olarak bilimin tanımı da dogmatiktir; herhangi bir deneysel bilgi bir sonucu olarak ortaya çıkmamıştır.

 Bu noktada da nesnel bilgileri ön plana çıkaran, kuramlar üzerinden tedrici ilerleyiş ortaya koyan ve tek geçerli bilgi türünün bilimsel bilgi olduğunu söyleyen pozitivizm, temel noktadan yıkılır. Sözgelimi, 20. yy’da kuantum mekaniğinin ortaya konması da pozitivist düşüncenin mantıksal açıdan geçersiz olduğunu ortaya koymuştur. Buna ilaveten de Einstein’ın görelilik kuramı da benzer etkiyi yapmıştır.

 Pozitivist anlayışına karşı olarak konvansiyonalist düşünce, ampirik sınanabilirliğin bağımsız olamayacağına ve kuramlar arasında artan ve ilerlemeci bir bilimsel bilgi birikiminden ziyade, farklı kuramların nesneler dünyasını farklı açıkladığını ve dolayısıyla farklı bilimsel bilgi ortaya koyduğunu savunur.

 Bilimin bir insan uğraşı olması ve dolayısıyla öznelerin doğayı hangi amaçlarla, hangi soruları sorarak incelediği konusu, bilimsel bilgiye ulaşmada ana faktörlerdir. Epistemolojik açıdan edinilen bilgiler, ontolojik gerçekliklerle örtüşmeyebilir. Örneğin, canlıların filogenetik olarak sınıflandırılması birtakım biyolojik ve evrimsel benzerliklere dayandırılarak yapılır. Ancak, bu sınıflandırılmalar ile elde edilen bilimsel bilgiler, ontolojik gerçekliği yansıtmaz. Bu bilgiyi yalnızca insan zihni üretir. Bu nokta da insan, dünyadaki diğer canlılardan ayrılan bir özelliği taşır.

 Bilim insanlarının, bilimsel bilginin ilerlemesinde sosyolojik ve psikolojik tercihlerine bağlı olarak hareket etmeleri, pozitivist görüşün aksine nesnel olmayan bir yaklaşım ortaya koyar. Ancak, bilimsel bilginin bilim olmayan alanlardan etkilenmesi, bilimsel bilgilerin bilimdışı olabileceği anlamına gelmez. Sözgelimi dogmalar bilimsel bilgi değildir (dogmatik bilgiler bilimdışı olsalar da, epistemolojik açıdan yanlış oldukları savını ortaya koyabilecek herhangi bir mantıksal gerekçe yoktur). Nitekim, bilim hiçbir zaman bilimdışı bilgilere ulaşmayı hedeflemez. Bilim yalnızca ihtimal doğrultunda hareket eder. Bu nedenle, totolojik bilgiler ile ihtimal dışı olasılıklar bilimsel bilgi kapsamının dışındadırlar.

 Bilimin deney ve gözleme dayalı olan bilgi birikimi, doğal olarak dini bilgilerin kapsamının dışında olacaktır. Ek olarak, doğa bilimlerini de dini bilgilerden iyice soyutlayabiliriz. Toplumun düzenin nasıl olacağı ve neyin yapılıp yapılmaması gerektiği sosyoloji ve felsefeyi ihtiva ettiği kadar, dini de içine alır. Sözgelimi, halkı yöneten bir lider olup olmaması ve olursa nasıl olması gerektiği konuları sosyal bilimleri ve dini ilgilendirir. Ancak salt bir şekilde biyoloji disiplininden toplumsal yapıyı açıklamaya çalışmak, kulağa hoş gelen bir müzik eserini seslerin dalga boylarının nicelikleriyle açıklamaya çalışmak kadar abes olacaktır. Bu nedenle, bilimsel bilginin ihtiva ettiği alanla dini ilgilendiren konuları iyi ayırt etmek gerecektir.

 Darwin ve Evrim Teorisi

 Günümüzde kabul gören, paradigma haline gelmiş ve doğal seçilim mekanizması üzerine temellendirilmiş olan evrim kuramı 19. yy’da Charles Darwin tarafından ortaya kondu. Darwin’in evrim kuramını ortaya koymadan önce Jean-Baptiste Lamarck canlılığın oluşuna dair açıklama getirmişti. Ancak Lamarck’ın evrim kuramı, Darwin’in doğal seçilim mekanizmasıyla oldukça ayrışıyordu. O, kazanılmış karakterlerin kalıtıldığı bir evrim mekanizmasını savunuyordu. Darwin ise, teorisinin temeline doğal seçilimi yerleştirmişti.

 Darwin 1859’da yayımladığı On the Origin of Species (Türlerin Kökeni) adlı eserinde, canlılığın nasıl oluştuğuna dair açıklamalar getirmişti. Temellendirdiği teorisi, Mendel genetiğinin anlaşılması ile 20. yy’da canlıların mutasyonlarla değişikliği uğradığının kanıtlanmasıyla desteklendi.

 Darwin evrim kuramını ortaya koyduğu Türlerin Kökeni kitabını yayımlaması yaklaşık 25 yılını aldı. Beagle yolculuğuyla dünyayı dolaşıp birçok örnek toplayan Darwin, gemiye binebilmesi için kaptan Fitzroy’un yardımına muhtaçtı. Soylu bir aileden gelmesiyle, gemiye binebilmesi kolaylaşan Darwin, 5 yıllık bu süreç içerisinde muhafazakâr ve dindar bir figüre sahip olan Fitzroy ile de pek iyi geçindiği söylenemez. Bu süreç içerisinde aralarında sorunlar yaşansa da bu 5 yıllık serüvenini tamamlamayı başaran Darwin, evrim kuramını da iyice geliştiriyordu. Bu süre zarfında Malthus’un kitabını okuyan Darwin şunları aktarır:

 Ekim 1838’de, yeni sistematik incelememe başladıktan on beş ay sonra, eğlenmek için Malthus’un Nüfus İlkelerini okuyordum; hayvanların ve bitkilerin alışkanlıklarına dair uzun süredir devam ettirdiğim gözlemler sayesinde, her yerde devam eden varoluş mücadelesini görüp kabul etmeye gayet hazırlıklı olduğumdan, birden zihnimde şimşek gibi bir fikir çaktı: Bu koşullar altında yararlı varyasyonlar korunma, yararlı olmayanlar yok olma eğilimi gösterecekti. Bunun sonucun da yeni türlerin ortaya çıkması olacaktı. O halde elimde nihayet işleyebileceğim bir kuram bulunuyordu.

 Doğa bilimleri dışından bir alandan etkilenen Darwin, üzerine düşündüğü ve yaptığı gözlemlerinin üstüne gelen bu “Eureka”, evrim kuramını ortaya koymasında büyük rol oynadı.

 Darwin, Evrim Teorisini ortaya koyarken herhangi bir dini inancı reddetme ya da kabul ettirme gibi bir düşüncesi yoktu. O, sözgelimi Beagle yolculuğunda mekanik düşünceleri yakın dostu aristokrat Fitzroy ile çelişiyor olsaydı da, o zamanlar dini inanca sahip bir Hıristiyandı. Darwin’in dine inancına dair sorgulamaları ve şüpheleri daha sonra gerçekleşecekti. Nitekim o, dini bir inanca sahipken bile Evrim Teorisi dinle çeliştiğini düşünmüyordu. Onun karşı çıktığı görüş ise canlıların ayrı ayrı bağımsız bir şekilde yaratıldığı düşüncesiydi. O, dönemin birçok bilim insanıyla iletişim halinde olmuş ve birçok veri toplamıştır. Topladığı örnekler, yaptığı keşifler ve güvercin yetiştiriciliği üzerine yaptığı gözlemler ve topladığı verilerle evrim fikrini oluşturmuştu. Yaptığı gözlemler ve seyahatlerle yavaş yavaş zihninde yer etmeye başlayan kuramı, yukarıda da alıntılandığı gibi, okuduğu bir iktisat kitabında aldığı ilhamla iyice şekillenmişti. Ayrıca, 1850’li yılların sonunda henüz Türlerin Kökeni’ni yayımlamamışken başka bir doğabilimci olan Alfred Russel Wallace’ın kendisine gönderdiği mektupta bağımsız bir şekilde evrim fikrine ulaştığını görmüştür. Uzun yıllar eserini yayımlamaya hazır olmadığını düşünen Darwin, bu mektuptan sonra fikrinin çalınacağı korkusuyla 1859 yılında kitabını bastırmıştır. Kitabının basıldığı ilk günde de tükenmiştir.

 Evrim Teorisi Nedir?

  Biyolojide evrim, bir popülasyonun zaman içerisinde nesiller boyunca gen ve alel bakımından geçirdiği değişimlerdir. Evrim Teorisi’de canlılığın bu evrimsel değişim süreçlerinde nasıl oluştuğunu, canlıların birbirleri ile akrabalıkların nasıl oluştuğunu ve buna bağlı olarak yeryüzündeki canlıların tek bir atadan geldiğini öne sürer. Bununda temelinde doğal seçilim mekanizmasının yattığını söyler. Doğal seçilimin yanı sıra mutasyonlar, cinsel seçilim, akraba seçilimi, gen akışı ve genetik sürüklenme gibi evrimsel süreçlere etki eden mekanizmalar vardır.

 Evrim Teorisi’nin temeli oluşturan mekanizmalardan olan doğal seçilim, tamamıyla doğa yasalarıyla uyumlu bir şekilde işler. Örneğin, bir iklim değişikliği sonucu bir bölgede gerçekleşen sıcaklıklardaki değişim, o bölgede yaşayan canlı popülasyonu üzerinde seçilim baskısı oluşturur. Sıcaklıklardaki değişimlerde birçok nedene bağlı olabilmekle beraber fizik kurallarına tabiidir. Şöyle ki, eğer tüm çevresel şartların nasıl olacağı en detayına kadar bilinebilseydi, binlerce yıl sonra belli bir bölgedeki popülasyonun sahip olacağı değişimler tahmin edilebilirdi. Bu nedenle doğal seçilim mekanizmasının tesadüf veya rastlantısal olduğu söylenemez. Buradan hareketle, birtakım kişilerin, Evrim Teorisinin canlılığı tamamen tesadüfler üzerine açıklamaya çalıştığını iddia ederler. Ancak biraz sonra da göreceğimiz gibi, Evrim Teorisi’ndeki birtakım rastlantısal mekanizmaların bile tamamıyla doğa yasalarına tabii olmasından dolayı, Evrim Teorisi ya da başka bir bilimsel teoride doğa yasalarına aşkın ya da kaotik bir olguyla karşılaşılmayacaktır.

 Doğal seçilimin yanı sıra, mutasyon, mayoz bölünmedeki homolog kromozomların ayrılması, crossing over ve genetik sürüklenme gibi süreçlerle popülasyonlarda genetik çeşitlilikler meydana gelir. Bu olaylar rastlantısal süreçlerle gerçekleşir. Fakat, bu olayların rastlantısal olarak gerçekleşmesi bizim onların nedensel süreçlerini öngöremememizden dolayıdır. Makalenin başında belirttiğim gibi, ortaya konan açıklamaların insan zihninin bir ürünü olması dolayısıyla bir sürece rastlantısal denmesi, onun tamamen kaotik ve doğa yasalarından bağımsız bir süreç olduğu anlamına gelmez. Olasılıklarında bir matematiksel temeli olması ve varlığın temel iki karşıttan oluşması, rastlantısal olaylara bir düzen katar. Bu da, rastgele gerçekleşen olaylarında doğa yasalarına tabii olduğunu gösterir.

 Darwin’den bu yana sürekli yeni bulgular ve hipotezlerle doğrulanan Evrim Kuramı, 20. yüzyılın başlarında Mendel genetiğinin anlaşılmasıyla da sağlam bir şekilde desteklendi. Darwin’in çağında yapılan coğrafik gözlemler, jeolojik süreçlerdeki değişimlerin canlılar ile olan ilişkisi, paleontolojik bulgular ve Darwin’in önem verdiği hayvan yetiştiriciliğindeki ıslahlar ile henüz genetik bilimi gelişmeden önce Evrim Kuramı ortaya konmuştu. Tortul tabakalardaki bulunan fosillerin farklı zaman dilimlerindeki karşılaştırmaları (19. yüzyılda fosil buluntularının çok az olması, Darwin’in de belirttiği gibi onun teorisinin en zayıf noktasıydı) ve 21. yüzyıla kadar geliştirilen genetik bilimi, o zaman ortaya koyan teoriyi destekler biçimdeydi. 21. yüzyıla kadar bulunan yeni fosiller de canlıların birbirleriyle bir ortak atası olduğu savını güçlendirmeye devam etti.

 Bilimin gelişmesiyle de artan deneysel imkanlarla, insan ömrüne göre kısa bir yaşam süresine sahip canlılarda nesiller boyunca uğradıkları evrimleşmeler gözlemlendi. Mikroevrim halihazırda tek bir nesilde gözlemlenebilirken, makroevrim ve hatta türleşmelerde nispeten hızlı üreyen canlılarda görülmeye başladı. Bu deneylerle de Evrim Teorisi’nin doğruluğu ispatlanmaya devam etti.

 Canlıların evrimsel adaptasyonlarına dair olguları da günlük yaşantılarımızda rahatlıkla görebiliriz. Sözgelimi antibiyotiklere direnç kazanan bakteriler ve yenilenen aşılara karşı direnç kazanan virüsler, son zamanlarda bizzat görebildiğimiz somut örneklerdir.

 Evrim Teorisine bilim camialarında ciddi bir şekilde karşı çıkan bilim insanları bulunmamaktadır. Evrim Teorisi’nin yanlış olduğunu savunan kişilerin hemen hemen hepsi de tamamen ideolojik ve dini gerekçelerle karşı çıkmaktadır. İtirazlarından bilimin doğasından uzak olduğu görülen bu kişiler ise, bilimsel kanıtları ideolojilerine besleme gayesinden başka bir bakış açısıyla bakmamaktadırlar. Bu nedenle, ortaya konan bilimsel kanıtlar karşısında fikir değişikliğine kendilerini tamamen kapatıp yalnızca dogmatik inançlara bağlı kalmaktadırlar.

Evrim Teorisine Karşı Çıkanların Yaptıkları Mantık Hataları Üzerine Sorular

Son olarak bilimsel detaylardan ziyade daha yalın örnekler üzerinden şu sorulara sorarak Evrim Teorisine karşı çıkanları düşünmeye davet ediyorum:

- Yeryüzünde görülen olağanüstü canlı çeşitliliğinde görülen adaptasyonlar, Tanrı’nın bizahiti canlıları ayrı ayrı kendilerine uygun olan çevresel şartlara göre mi yaratmıştır yoksa bu canlılar uzun jeolojik süreçler içerisinde değişen çevresel koşullara karşı kendilerini adapte etmişlerdir? Tanrı, canlıları bağımsız olarak yarattıysa, yeryüzünde meydana gelen çevresel şartlardaki değişimlerde adapte olamayan canlılar yok olduktan sonra Tanrı tekrardan mı yeni çevresel koşullara uygun organizmalar yarattı? Eğer öyleyse, mutlak güce sahip Tanrı, gelecek çevresel değişimlerden habersiz şekilde bekleyerek değişen koşullara göre mi canlıları yaratıyor? Bu düşünce Tanrı’nın varlığı ile ne kadar uyumlu? Bu çelişkili düşünce mi daha makul bir açıklamadır yoksa Evrim Teorisi’nin ortaya koyduğu açıklama mı? (Burada elbette amacım adaptasyonları iki farklı görüşe indirgemek değildir. Dünya tarihinde, özellikle de Eski Ahit’ten alınan yaratılış düşüncesinin hakim olduğu Hıristiyan dünyasında bağımsız yaratılışın benimsenmiş bir görüş olmasından dolayı burada bu olasılığı Evrim Teorisi ile karşılaştırdım. Nitekim, Batı’dan Türkiye’ye nakledilen yaratılışçı düşüncenin Evrim Teorisi karşı çıkmada önemli etkileri olmuştur.) Eğer ki Evrim Teorisi bu adaptasyonları yanlış açıklıyor ise alternatif bilimsel açıklamanız nedir?

- (Bu soru Evrim Teorisi’ni tesadüfler bağlayarak itiraz edenler içindir) Birçok jeolojik ve paleontolojik fosil bulguları, bu fosillerin anatomik ve genetik olarak karşılaştırmaları ve radyoaktif yarılanma süreleriyle yapılan yaş tayinleri ile canlı türlerinin defalarca tutarlı bir şekilde birbirileri ile ilişkili olması tesadüf müdür? Bu canlıların birbirleri ile akraba olduğunu gösteren birçok tutarlı kanıtın tesadüf olma ihtimali ile Evrim Teorisi’nin temeline tesadüflere yerleştirip karşı çıkanların yaptığı mantık hatası arasında herhangi safsata farkı var mıdır?

İslam Dini Açısından Evrim Teorisi

 Evrim Teorisi’ne karşı çıkanların çok büyük bir çoğunluğu dini nedenlerle karşı çıkmaktadır. Türkiye’de de Müslüman kesimin çoğunlukta olması nedeniyle en çok itirazlarda Evrim Teorisi’nin İslam’la çeliştiği yönündedir. Ancak, bilimin doğasını ve İslam’ın temellerini bilen herhangi bir kimse Evrim Teorisi’ne karşı çıkmayacaktır. Çünkü, bilim doğası gereği Tanrı’nın varlığına dair bir arayış ve açıklama içinde bulunmazken, doğruluğu mutlak olan ve tanımı gereği yarattığı evrenle çelişkili bir durumda olamayacak Tanrı’nın gönderdiği bir din eğer doğruysa, ontolojik gerçekliklerle çelişmemelidir. Bu noktada ya yanlış din ya da yanlış dini yorum vardır, veyahut bilimsel açıklamalar ya yanlıştır ya da yetersizdir.

 İslam’ın hakikat dini olduğuna inanan bir kimse, evrenin gerçekliği ile dininin çelişmeyeceğini kabul etmek zorundadır. Bu nedenle, bilimsel gerçeklik bir hakikat dinle çelişemez. İslam dinine inanan bir kişi, dinin ana kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’i de doğal olarak doğru ve yanılmaz bir kitap olarak kabul etmelidir.

 Kur’an-ı Kerim’deki ayetlere bakıldığı zaman Kur’an’dan canlılığın nasıl olduğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır. Bulunsaydı eğer, Kur’an kendisiyle çelişirdi. Şöyle ki, Kur’an’dan canlılığın nasıl ortaya çıktığının açıklamasının olamayacağı Ankebut suresi 20. ayetten rahatlıkla anlaşılmaktadır: “De ki: “Yeryüzünde bir gezinin de bakın O’nun yaratma işine başlangıçta nasıl yaptığına…”

 Bu ayetten anlaşılıyor ki Tanrı, canlılığın başlangıçta nasıl olduğunu ancak bilim ile bulunabileceğini söylemektedir. Eğer ki Kur’an-ı Kerim’den canlılığın nasıl olduğuna dair bir açıklama olsaydı, Tanrı’nın insanlardan yapmasını istediği bir şey, kitabın başka bir yerde açıklanmış olacağından kendisi içerisinde çelişirdi. Bu nedenle doğruluğu kesin olarak kabul edilen bir kitabın çelişmesi mümkün olamayacağından dolayı, İslam dine mensup bir kişi Evrim Teorisi’ne dini gerekçelerle karşı çıkamaz.

 Kur’an’da geçen insanın yaratılışına dair geçen birtakım açıklamalar hammaddelere dairdir. Kur’an’da insanın çamurdan yaratıldığı geçmektedir. Ancak çamurdan yaratılma, nasılı açıklamaz. Ancak hammaddenin ne olduğunu bize sorar. Çamurdan yaratılma durumu, yaratılma konusu hakkında bir şey söylemeyecek olan Evrim Teorisi, canlılığın bileşenlerinin toprakta da bulunduğunu onaylar, teolojik konulara girmez.