Richard Feynman’ın ‘’Yaratmadığın şeyi anlayamazsın’’ sözü üzerine - Onur Kenan Aydoğdu

 



Richard Feynman’ın ‘’Yaratmadığın şeyi anlayamazsın’’

sözü üzerine

 

 

Yazar: Onur Kenan Aydoğdu

(Hacettepe Üniversitesi / Biyoloji Bölümü)

 

  

      Bana kalırsa bir sözün nasıl anlaşılmasından ziyade en başta nasıl anlaşılmaması gerektiğine bakılmalı çünkü bir sözü karşı tarafın anlamamasının sebebi genelde anlaşılmaması gerektiği şekilde anlamasından kaynaklanır. O yüzden ilk önce yanlış anlaşılmaları kaldırmak gerekir ki doğru anlaşılmalara yer açılsın.

 

Çoğu insanın bu sözü hemen şu şekilde anlayacağına eminim; ‘’Bir şeyi uydurursan,  onu kendin ortaya çıkarırsan ancak onu anlarsın.’’ Bu noktadan da şuna varılır; ‘’Anlaşılan şeyler kişinin kendi uydurmasıdır, kendi üretmesidir.’’ Eğer bu sözü bu şekilde algılarsak – ki eminim çoğunun aklına gelmiştir – hem bilim açısından hem de akıl açısından sorunlu hale gelir. Biz biliyoruz ki bilimin en temel varsayımlarından birisi evrenin anlaşılabilir olmasıdır.(1)  Bu ön kabuller öylesine temeldir ki çoğunluk  bilim insanları bu ön kabulleri sorgulamaz bile.(2) Lakin bu ön kabulün farkında olup bu eşsizliğin karşısında şaşkınlığını dile getiren insanlar da olmuştur. Mesela ünlü fizikçi Albert Einstein evrenin anlaşılabilir olması konusunda şunları söylemiştir:

 

“Evrenin gerçek gizemi onun anlaşılabilir olmasıdır… Onun anlaşılabilir olduğu gerçeği mucizedir.”(3)

 

Bu açıdan bakarsak bizim bilim yapabiliyor oluşumuz en büyük koşulu onun anlaşılabilir olmasıdır ki bilimin en büyük amacı da zaten evreni anlamaktır.(4) Lakin evreni biz üretmedik , biz yaratmadık , biz evrenin üzerine geldik ve onu anlamaya başladık. Evreni biz oluşturmadığımız, yaratmadığımız halde o kadar anlaşılır ve bilim yapmaya uygundur ki fizikçi Freeman Dyson’ın da dediği gibi “Evrenin derinliklerine bakıp, fizik ve astronomide bizim yararımıza çalışan bir çok rastlantıyı fark edince, evren, bir anlamda, sanki bizim geleceğimizi biliyormuş gibi görünüyor.” (5) Evren biz onu yaratmadığımız halde o kadar anlaşılır ki bunun sayesinde bilim yapabiliyoruz, bunun sayesinde şuanda ben bu yazıyı yazıyor ve siz de bu yazıyı okuyorsunuz. Eğer evren düzensiz, kaotik bir yapıya sahip olsaydı ya da evrendeki düzen insan zihninin sınırlarını aşacak kadar karmaşık olsaydı, diğer bir deyişle temel yapı bizim anlayış kapasitemizi aşsaydı bilimsel faaliyet mümkün olmazdı.(6) Bu  vazgeçilemez temeli fizikçi Albert Einstein şu şekilde dile getiriyor; ‘’Teorik kavramlarımızla gerçek dünyayı anlamanın olanaklı olduğu inancı olmaksızın, dünyamızın iç uyumuna inanmaksızın, bilim denen şeyin ortaya çıkması beklenemezdi. Bu inanç her türlü bilimsel buluşun temel itici gücüdür ve daima öyle kalacaktır.’’(7)  Bu açıdan baktığımız zaman bizim en büyük anlayışımız, anlamamız, bilimin en büyük temeli bizim yaratmadığımız şeylerden geliyor. Bu açıdan rahatlıkla şunu diyebiliriz ki bir şeyi anlamak için onu sizin yaratmanıza, ortaya çıkarmanıza gerek yoktur ki bizim anlama dediğimiz şey yani algımız da zaten kendi ürünümüz değildir. Bu da bilimin başka bir ön kabulüdür ki bilim yaparken insan zihnine , onun doğruluğuna ve evreni anlayabileceğine güveniriz.(4) Zaten aklın ve evrenin bu mükemmel uyumu şeklinde, evrenin anlaşılabilir olması ve de bizim onu anlayabiliyor olmamız sayesinde bilim yaparız. Matematik felsefecisi Mark Steiner  şu sözleriyle zihinle evren arasındaki uyumu dile getirmiştir;

 

“Gerçek uygunluk… İnsan beyni ile fiziksel dünyanın bütünü arasındaki uygunluk. Dünya diğer bir deyişle ‘kullanıcı dostu’ gözükmektedir.’’(8)

 

Özetlememiz gerekirse bilimin en büyük iki koşulundan olan anlama ve anlaşılabilirlik, evren ve akıl ikisi de bizim tarafımızdan üretilmedi, yaratılmadı, halbuki bizim ürünümüz olmadığı halde hem anlama hem de anlaşılabilirlik sağlanıyor. Akla ve bilime dayanarak diyebiliriz ki anlamak ve anlaşılmak için bir şeyi sizin ‘’ortaya çıkarmanıza, yaratmamıza ’’ gerek yok.

 

    

   

 

         Ben burada Feynman’ın sözünü şu şekilde anlıyorum ve de anlaşılmasını da tavsiye ediyorum; ‘’Kendinizin anlamadığı şeyi anlayamazsınız.’’ Ne demek mi istiyorum? Gelin Montaigne’nin şu sözü üzerinden gidelim; ‘’Başkalarının bilgisi ile bilge olsak bile, ancak kendi aklımızla akıllı olabiliriz.’’(9) Başkasının ‘’algıları’’ ile anlamaya çalışmak hiçbir zaman anlamamaya yol açabilir. Başkasının algıladıkları ancak onların anladıkları kadar kalacaktır lakin sizin anlamız ile belki de uyuşmayacaktır. Montaigne’nin dediği gibi başkasının anlaması size bilgi katabilir lakin ancak kendiniz anlaması ile gerçek bilgeliğe ulaşabilirsiniz. Örneklendirmek gerekirse; Fiziği başkasının anlattıkları ile öğrenen ile kendisi çalışarak, emek vererek öğrenen kişinin ‘’anlaması’’ asla aynı değildir. Biri başkalarının sözlerini tekrar ederken diğeri başkaları tarafından tekrar edilecek ‘’anlamlar’’ kurma peşindedir. Kişi bir fikri, kendisi emek vererek, onun peşine düşerek ancak ona vakıf olabilir, ancak o zaman anlayabilir. Üzerine düşülmemiş, çaba sarfedilmemiş, emek verilmemiş hiçbir şey anlaşılmamıştır demektir, bu şekilde olmayan bir çaba sadece bazı cümleleri tekrarlamaktan ibaret olarak bilgili gözükmeye çalışma çabalarıdır, anlamaya değil!

 

   Bir konu üzerine yeteri kadar emek vermeyen kişi konuyu anlayamadığı için de bunu yeteri kadar anlatamaz, bunu ünlü filozof Marcus Tullius Cicero şu şekilde ifade ediyor; ‘’ Konusunu iyice anlamadığı sürece kimse iyi konuşamaz.’’(10)

 

  

 

   Feynman’ın sözünü şöyle bir toparlamak gerekirse, bir şeyi anlamız için onu gerçek manada ‘’yaratmanız gerekmez’’ ki bu akla ve bilime de aykırıdır. Bir şeyi anlayabilmeniz ve de anlatabilmeniz için onun üzerine emek vermeniz, düşünmeniz, çabalamanız gerekir. Anlatılmışlar tekrarlamak değil tekrarlanacak anlatılar oluşturmanız gerekir ki o zaman anlamış olur ve de anladığınızı anlatırsınız..

 

 

 

 

Referanslar;

 

(1)             Prof.Dr.Doğan Özlem, Bilim Felsefesi sayfa 14

(2)             Prof.Dr.Ahmet Arslan, Felsefeye Giriş, s.93-94

(3) B. Van Fraassen, “Armstrong, Cartwright and Earman on Laws and Symmetry”, Philosophy and Phenomenological Research, 2, (1993) s. 431-444.

(4)  Prof.Dr.A.Kadir Çüçen, Bilim Felsefesine Giriş, sayfa 108-109

(5) Reinhard Breuer, The Anthropic Principle, s. vi.

(6) Enis Doko ve Caner Taslaman, Kuran ve Bilimsel Zihnin İnşası s.25

(7) A Einstein ve L. lnfeld, The Evalutian of Physics, s. 296

(8) Mark Steiner, The Applicability of Mathematics as a Philosophical Problem, Harvard University Press, Cambridge MA, 1998, s. 176.

(9) The Essays of Michael Seigneur de Montaigne: Translated Into English (1759), Vol. 1, 144.

(10) Brutus VI., 23. In Thomas Benfield Harbottle, Dictionary of Quotations (classical) (3rd Ed., 1906), 45.