KURAN VE BİLİMSEL FAALİYETLERE EŞLİK EDEN ÖN KABULLER; 6- EVREN HAKKINDA BİLGİ ELDE ETMEDE GÖZLEM ÖNEMLİDİR

 


6- EVREN HAKKINDA BİLGİ ELDE ETMEDE GÖZLEM ÖNEMLİDİR

Bu yazı ''Kuran ve Bilimsel Zihnin İnşası/ Caner Taslaman ve Enis Doko'' kitabından alınmıştır.

  Felsefe tarihindeki bazı düşünürler masa başında üretilen bilgiyi önemsemiş, gözlemsel süreçlerden verimli bir sonuç alınabileceğini düşünmemişlerdir. Masa başında felsefi argümanlar kurmak veya matematikle ilgili teoremler geliştirmek mümkündür. Felsefi argümanlarda kullanılan düşünce deneyleriyle veya matematikte tümdengelimsel metotla kurulan teoremlerle gözleme başvurulmadan önemli bilgilere ulaşılabilir. Felsefe ve matematikte ulaşılan bu sonuçların bir bölümü doğa bilimlerinde ve sosyal bilimlerde de önemlidir. Felsefeden bilimlere metodolojisini vermede, matematikten doğayı hatta sosyal olguları anlamada yararlanmak gerekir. Kısacası felsefe ve matematik gibi masa başında yapılabilen çalışmalar da değerlidir; fakat bunun dışına çıkılmayıp gözlem merkezli bilim yapılmadığı sürece evrendeki fenomenler hakkındaki bilgimiz çok sınırlı kalmaya mahkûm olur. Gözlemsel ve deneysel metot olmadan ne kimyadaki periyodik tablonun ne güneşin içyapısının ne de hücrenin organellerinin keşfedilmesi mümkün olabilirdi.

     Bilimin belki de en önemli metodu olan deney, laboratuvar şartlarında, sistematik olarak yapılan ve istenildiği zaman tekrarlanabilen gözlemdir. Deneyin başarılı bir yöntem olduğuna inanç temelde iki ön kabule dayanır, birincisi gözlemin evreni anlamada güvenilir bir bilgi kaynağı olduğudur (bu bölümde incelediğimiz varsayım). Gözlemi bilgi kaynağı olarak görmeyen biri, sistematik bir gözlem olan deneyi de önemli bir metot olarak göremez. İkincisi ise yukarda incelediğimiz dördüncü ön kabul olan “doğa yasalarının evrenselliğidir”. Laboratuvar şartlarında yapılacak gözlemlerin, doğadaki süreçleri anlamada önemli olacağı düşüncesi, aslında doğadaki yasaların laboratuvarda da eşit derecede geçerli olduğu varsayımına dayanır ki bu da “doğa yasalarının evrenselliği” ön kabulünün bir sonucudur. Deneysel metodun en önemli ön kabulü olan sonuçların tekrarlanabilirliği ilkesi de gene, yasaların evrenselliği ön kabulünün bir alt dalı olan doğa yasalarının zamanla değişmediği hep geçerli olacağı ön kabulünün bir sonucudur. Dolayısı bu saydığımız iki ön kabule sahip bir zihin, deneyi yararlı ve önemli bir faaliyet olarak görecektir.

   Günümüzde bilimle uğraşan herkes evrendeki fenomenleri gözlemenin veya laboratuvar şartlarında gerekiyorsa deney yapıp deney sonuçlarını gözlemenin bilim yapılırken en temel bilgi kaynakları olduğunu kabul etmektedir. Fakat insanlık tarihi boyunca bilgi elde etmede gözleme bu şekilde merkezi bir rolün verilmediğini bilim tarihi kitaplarından öğreniyoruz. Eski Yunanlılar’daki birçok önemli düşünür, pratik bilgiler sağlamasındaki faydası dışında gözlemsel süreçlerin değerini gereğince takdir edemediler. Buna iyi bir örnek olarak felsefe tarihinde ayrıcalıklı bir yeri olan meşhur felsefeci Platon gösterilebilir. Platon’a göre elde edilmesi önemli olan bilgi değişmez, ezeli ve ebedi, mükemmel Platonik Formlar’ın bilgisidir ve bu bilgi sadece saf düşünce ile elde edilebilir.(1) Gözlem bu konuda bize yardımcı olamaz, tam tersine bizi yanıltabilir. Aristoteles formları maddeye indirgeyerek, gözlem yapılmasını Platon’a göre daha çok destekleyen bir felsefi yaklaşım geliştirmiştir ama onun geliştirdiği bilgi kuramında bilim hala mantıken zorunlu bilgilerin peşindedir (bilimsel faaliyet sürecinde gözlemle ulaşılan bilgiler, mantığın yasaları gibi mantıken zorunlu kategorisinde değildir). Aristoteles’e göre bilginin amacı, maddeye giydirilmiş ebedi formları anlamaktır, siz bir kere bir cismin özünü rasyonel düşünce ile anladınız mı, o cisimle alakalı bütün bilgileri tümdengelimsel yöntemlerle çıkarsayabilirsiniz. Bu anlayışta gözlem her ne kadar cisimlerin özünü anlamada yardımcı olsa da bu öz saf düşünce ile de anlaşılabilir. Bu yaklaşımda da gözlem modern bilimde sahip olduğu gibi merkezi bir konumda değildir. Başka medeniyetler incelendiğinde de yükselen suların zararlarından korunmak, tarımda veya hayvancılıkta kullanılmak kastıyla evrendeki fenomenlerin gözlendiği örneklere rastlayabiliriz, fakat doğa hakkında bilgi elde etmeyi pratik faydaların dışında önemseyerek dış dünyanın gözlemlenmesi gerektiği şeklinde bir zihni yapıdan geçmiş medeniyetlerin büyük bir kısmının uzak olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

        Masa başında düşünerek varlık hakkında gerekli tüm bilgilerin elde edilebileceğini zannetmenin yanında, bazı şahısların her meseleyi çözdüğünü düşünüp, bu şahısların görüşlerine başvurarak evrendeki fenomenler hakkında her şeyi öğrenebileceğini zannetme de gözlemsel bilimin düşmanıdır. Nitekim İbni Heysem de bu duruma dikkat çekmiştir:

“Gerçeği arayan kişi, eskilerin yazdıklarını araştırarak ve doğal eğilimini takip ederek onlara güvenen kişi değildir, tam aksine onlara kuşkuyla yaklaşan, onlardan topladığı bilgileri sorgulayan, türlü türlü kusur ve eksikliklerle dolu yapıya sahip insanların sözleri yerine argümanlara ve kanıtlara boyun eğen kişidir.”(2)

   Bu konuyla ilgili anlatılan meşhur bir hikâye böylesi bir zihniyetin yaygın olduğu dönemler hakkında bize bilgi vermektedir. Bu hikâyeye göre atın kaç dişi olduğunu soran birine cevap olarak “Aristoteles’in kitabını açıp da bakalım” denmiştir.(3) Bu hikâye gerçek olmayabilir ama her halükarda uzun bir zaman dilimindeki zihniyeti aktarması açısından önemlidir. Batı dünyasında 17. yüzyılda bilimsel devrimin yapılmasında, Aristoteles’in gözleme merkezi yer verilmesini önleyecek şekilde yerleşmiş otoritesinden kurtulma, bilim tarihi kitaplarında önemli bir etken olarak sunulmaktadır. Kuran’ın evreni gözlemeye yönlendiren ifadelerinin değerini anlamak için bu olguyu göz önünde bulundurmalıyız. Kuran’ın iddiasına göre bütün varlıkların çok üzerinde olan Allah’tan gelen bir kitap olan Kuran, tüm kitaplar ve kişiler üstü bir otoriteye sahiptir. Oysa Kuran’da, Allah tarafından vahyedilme iddiası olmasına rağmen “Bu kitaptan evrenle ilgili her şeyi öğrenin” denmemiş, bu kitabın inananları evren üzerine gözlem yapıp sonuçlar çıkarmaya davet edilmişlerdir. Kuran, kendisine güvenen bir üslupla, bu gözlemleri kendi otoritesine tehdit görmemiş; tam tersine, aklı çalıştırmayla ve gözlemle bilgi elde etmeyle ulaşılan sonuçları kendi iddialarını tasdikleyen aracılar olarak takdim etmiştir. Evrendeki fenomenleri gözleyerek sonuçlar çıkarmaya davet eden ayetlere şu iki ayet örnektir:

''De ki: “Yeryüzünü gezip dolaşın da yaratılışın nasıl başladığını görün.”(4)

''Evrende ve yeryüzünde nice deliller vardır ama bunlar yanından yüz çevirip geçmektedirler.''(5)

Bu ayetlerden ilkinde dünyanın içindeki fenomenlerin incelenmesi suretiyle yaratılış hakkında bilgi edinmeye davet varken, ikincisinde yeryüzündeki delilleri incelemeyenler eleştirilmektedir. Bunları ve benzeri ayetleri okuyan bir kişi, Kuran’ı okuyup da evrendeki süreçlerle ilgili her detayı öğreneceğini değil, fakat evrendeki fenomenleri gözleyerek ve inceleyerek elde edeceği bilgilerden faydalanacağını anlar. Kısacası Kuran, kendinden önceki mitolojiyle ve gelenekle yoğrulmuş zihinleri bunların otoritesinden kurtarırken evrendeki olguları gözlemlemeyi değerli bulacak şekilde zihinleri inşa eder. Bu ise “Evren hakkında bilgi elde etmede gözlem önemlidir” gibi bilim açısından değerli bir ön kabulün oluşumunu desteklemektedir. Günümüz biliminde gözlemin bilgi elde etmedeki başarısı çok iyi tecrübe edilmiş olduğundan, mevcut pratik sonuçlara tanık olan bilim insanları gözlemin önemli olduğuna dair ön kabule sahiptirler. Birçok bilim insanı bu ön kabulü zihinlerinde bulundururken -dış dünyanın varlığı gibi- bunun neden önemli olduğunu temellendirmeyi düşünmezler bile. Kuran, pratikteki sonuçlardan faydalanılmasından bağımsız olarak gözlemi teşvik eder ve böylece bağlılarını hiçbir pratik fayda bulmalarına bağlı olmadan gözleme yöneltir. Elbette Kuran ayetlerinin gözleme yöneltmesini uygulamaya kalkan birçok kişinin güncel hayattaki gözlemlerle yetinip, bilim için gerekli olduğu gibi daha sistematik bir şekilde gözleme yönelmemesi ve böylesi gözlemlerin verilerini öğrenmeye çalışmaması mümkündür (burada bir kez daha pratikte Müslümanların yaptıklarını değil Kuran’ın içeriğini anlamaya yöneldiğimizi belirtmek istiyoruz). Fakat ayetlerin yönelttiği evrendeki fenomenlerin daha iyi anlaşılması için güncel sıradan gözlemlerin ötesine geçilip bilim için gerekli şekilde sistematik gözlem yapılmasının bunları daha nitelikli bir şekilde kavratacağı açıktır. Ayetlerin istediği de zaten nitelikli bir kavramadır; ayetlerde evrene yöneltmek için geçen Arapça kelimeler derin bir şekilde, özüne nüfuz ederek incelemeyi ifade etmektedir. Kısacası bilimsel faaliyetlerin gerçekleşmesinde önemli bir yeri olan “evren hakkında bilgi elde etmede gözlem önemlidir” ön kabulünü, Kuran’ın evreni incelemeye ve bu incelemelerden sonuçlar çıkarmaya davet eden birçok ayeti desteklemektedir.

Referanslar;

(1) Platon, Republic, çev: R. Allen, Yale University Press, Yale, 2006, 479e-484c.
(2) A. I. Sabra “Ibn al-Haytham: Brief Life of an Arab Mathematician”, Harvard Magazine, Eylül-Ekim 2003.
(3) D. Ary, L.D. Jacobs ve A. Razavieh, Introduction Research in Education, Harcourt Brace College Publishers, Orlando, 1996, s. 6.
(4) 29-Ankebut 20. 
(5) 12-Yusuf 105