Kuantum Teorisinin Kopenhag Yorumu Eşliğinde Gazali’nin Nedensellik Eleştirisine Yeniden Bakmak-KIRMIZI ASA Konuları

 


Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde fiziksel dünyaya dair yaygın Newtoncu görüş ile
bilimsel veriler arasında ortaya çıkan ve giderek artan anlaşmazlıklara bir yanıt olarak, yeni bir
teori geliştirildi. Kuantum teorisi olarak bilinen bu yeni teori maddi dünyayı meydana getiren
nesnelerin yapısını tasvir eder. Teorinin ehemmiyetini kavramak için onun temeli bakımından
mekanik Newtoncu görüşten ne kadar farklı olduğunu anlamak önemlidir. Mekanik modelin
 tasvir ettiği dünya, her biri kendisini her ne ise o yapan bir dizi özelliğe sahip ve müstakil olarak
var olan nesnelerden oluşmuştur. Nesnelerin zaman içinde var olmaya devam etmesi onların
kendi içsel doğalarından kaynaklanmaktadır. Nesneler harici bir gücün eylemlerine karşılık
olarak bir değişim geçirmeye mecbur kalana dek bulundukları durumu sürdürürler. Örneğin
kurşun bir bilye bir nesnedir ve bazı harici güçler tarafından yok edilene kadar var olmaya
devam eder. Harici bir güç (yer çekimi) üzerinde etkili olduğu için kurşun bilye yukarıdan
bırakıldığında yere düşecektir. Dahası, kurşun bilyenin bu şekilde hareket etmesi onun kendi
içsel doğasından kaynaklanmaktadır.


Bu kısımda, önceki bölümlerde tartıştığımız konuları farklı bir açıdan ele alacağız. Bu
anlamda, Gazali’nin nedensellik anlayışı ile Kuantum teorisi arasındaki benzerliği tartışacağız.
Dış görünüşler aldatıcı mıdır? Nesneler, Tanrı öyle irade ettiği için mi hareket ettikleri
gibi hareket ediyorlar? Nesneler daimi değil midirler? Onlar ancak sürekli olarak Tanrı
tarafından yaratıldıkları için mi var olmaktadırlar? Gazali’ye göre tüm bu soruların yanıtları
evettir. Daimi gibi görünen nesneler aslında öyle değillerdir. Yaygın bir şekilde nedensel diye
adlandırılan ilişkiler Tanrı’nın alışkanlıklarının bir sonucudur, yoksa bir olayın zorunlu olarak
kaçınılmaz bir şekilde bir başka olaya sebep olmasının sonucu değildirler. Tanrı evrende var
olan her şeyi sürekli olarak yaratmaktadır; eğer Tanrı yaratmaya son vermiş olsaydı, hiçbir şey
var olmazdı.


Bu fikirler yirminci yüzyılda yaşayan insanlara oldukça tuhaf, naif ve bilimsellikten
uzak görünürler. Onlar fiziksel dünya hakkındaki yaygın anlayışın dışındadırlar. Sağduyu bize
evrenin zamanda daimi olarak sürekli var olan gerçek nesnelerden yapıldığını söyler. Dahası,
bu nesnelerin hareketleri makul, mantıklı ve önceden tahmin edilebilirdir. Evrenin mantık ve
akıl aracılığıyla anlaşılabilir olduğu inancı Newton’un mekanik evren görüşüne kadar geri
gitmekte ve yüzyıllardır bilimin temel dayanaklarından birini oluşturmaktadır. Çoğu insan
dünyanın bu tür mekanik bir modelle kusursuz ve tam bir şekilde tasvir edildiğine inanmasına
karşın, böyle bir modelin uygunluğu son zamanlardaki bilimsel gelişmeler, özellikle de
kuantum teorisi, tarafından sorgulanmaktadır. Bu teori fiziksel dünyanın aslında mekanik bir
modelin tahmin ettiğinden çok farklı olduğunu ima eder.

Kuantum teorisi fiziksel varlıkların doğasını ve aralarındaki etkileşim tarzını
açıklamaya çalışır. Teori, yaygın bir şekilde kabul gören mekanik evren görüşüyle bir arada
bulunması pek mümkün olmayan yeni bilimsel verilere bir karşılık olarak yirminci yüzyılın ilk
 
çeyreğinde ortaya çıktı. Büyük ölçüde soyut, matematiksel doğası sebebiyle, teorinin fiziki
yorumu üzerinde, ilk ortaya atılmasından bu güne hala devam eden ciddi bir tartışma var
olmuştur. Teorinin en geniş kabul gören yorumu Kopenhag yorumudur. Kuantum teorisinin söz
konusu yorumu ile Gazali’nin düşüncesi arasındaki benzerlikler bu makalenin ana konusu
oluşturacaktır.


İlk bakışta, bir on birinci yüzyıl filozofu olan Gazali’nin düşüncesi ile yirminci
yüzyıldaki kuantum teorisinin fikirleri arasında önemli bir benzerlik olabileceği pek olası
görünmeyebilir. Ancak, hem aralarındaki yüzlerce yıl hem de farklı kültürleri ile birbirlerinden
ayrılmış olmalarına rağmen, bu iki düşünce sistemi içinde aynı olan birçok fikir bulunur. Doğal
dünyada nedenselliğin rolü, fiziksel nesnelerin doğası ve nesnelerin hareketlerinin önceden ne
ölçüde tahmin edilebilir olduğu gibi konularda önemli benzerlikler görülür.
Batı düşüncesi uzunca bir süredir nesnelerin incelenmesi ile Tanrı’nın incelenmesi
arasında önemli bir ayrım yapmaktadır. Bilim, nesnelerin ve doğal fenomenlerin
incelenmesidir. Tanrı’nın incelenmesi ise daha ziyade felsefeye veya teolojiye aittir. Lakin
bugün, bu ayrımın bir takım sıkıntılara sebep olduğuna ilişkin giderek artan bir farkındalık var.
Birçok bilim adamı araştırmasını nesnelerin hareketlerini incelemekle sınırlamayı tercih
etmesine rağmen, kuantum teorisi onların çoğunun (bilim felsefecilerinin zıddına) bilim
metafiziğine dair sorular sormasına neden olmaktadır. Kuantum teorisini destekleyen veriler
teorinin göz ardı edilmesini imkânsız kılacak kadar güçlüdürler. Teorinin kabulü çoğu bilim
adamının bilimsel teşebbüsün altında yatan temel fikirleri yeniden sorgulamasını zorunlu kılan
düşünceler ortaya koymaktadır.


Bilimsel ilerlemelerin ve yeni ortaya atılan teorilerin bilim adamlarını bilim
metafiziğiyle ilgilenmeye sevk etmiş olması hem Gazali’nin hem de Kuantum teorisyenlerinin
sordukları soruların çoğunun aynı olduğunun görülmesinin daha az şaşırtıcı olmasını sağlar.
Bu, ne sorulan soruların vurgu ya da bağlam açısından özdeş oldukları anlamına ne de herhangi
bir şekil veya biçimde öncekinin sonrakine etki ettiği anlamına gelir. Gazali ve çağdaşlarının
ilgilendikleri sorular “Tanrı’nın her gün cereyan eden sıradan olaylardaki rolü nedir?” veya
“Mucizelerin meydana gelmesi nasıl mümkündür?” gibi sorulardır. Öte yandan kuantum
fizikçileri “Bu iki olay arasında nedensel bir bağ var mıdır?” veya “Fiziksel nesnelerin
hareketleri ne ölçüde önceden tahmin edilebilir?” diye sorarlar. Bu soruların üslubu ve bağlamı
farklı olsa da, sorular temelde birbirlerine benzer sorulardır. Her iki durumda da sorular doğal
dünyadaki olayların ardında yatan nedenler ile bu olayların ne ölçüde tahmin edilebileceği

üzerinde dönmektedir. İkisi de bir olayın başka bir olaya neden olup olmadığını veya olayların
bir başkasından, harici bir güçten dolayı meydana gelip gelmediğini sorar.


Buradaki amacımız söz konusu iki düşünce sistemi arasında görülen benzerlikleri
incelemektir. Ortak noktaların fazlalığı oldukça dikkat çekicidir. Örneğin her ikisi de nesnelerin
hareketlerindeki düzenliliklerin nedensel yasaların varlığına bağlanmasını reddeder. Bundan
başka, onlar dünyadaki olayların önceden tam olarak tahmin edilebilir olmadığında da
hemfikirdirler. Her ikisi de beklenmeyen ve önceden tahmin edilemeyen şeylerin meydana
gelebileceği ve hatta geldiği fikrini kabul ederler. Gazali’nin açıklamasına göre, Tanrı her şeye
kâdirdir ve her an âleme müdahale eder ve bu yüzden Tanrı herhangi bir şeyin meydana
gelmesine neden olabilir. Kuantum teorisinin Kopenhag yorumu fiziksel yasalara dayanan bir
nesnenin hareketini önceden kesin olarak tahmin etmenin imkânsız olduğunu söyler. Sonuç
olarak, kurşundan yapılmış bir bilyenin yukarıdan bırakıldığında muhtemelen aşağıya düşmesi
beklenirken, bunun yerine yukarıya çıkması da kesin olarak mümkündür.


Gerçek nesnelerin müstakil varlığından hem Gazali hem de Kopenhag yorumu şüphe
etmiştir. Bu yüzden burada “nesne” terimi ile neyin kastedildiği üzerinde durmak yararlıdır.
Sıradan dilde “nesne” mekânda yer kaplayan ve kendisini etrafındakilerden farklılaştıran bazı
özelliklere sahip olan bir şeye işaret eder. Örneğin kurşun bilye gibi bir nesne bu nesnenin
hareketini idare eden belli özelliklere sahiptir. Dahası bu özelliklerin daimi oldukları ve
bilyenin ilânihaye hep aynı yasalara göre hareket etmeye devam ettiği varsayılır. Kurşun bir
bilye yukarıdan bırakıldığında düşer, çünkü bu şekilde hareket etmek ağır nesnelerin doğasıdır.
Az önce bahsettiğim benzerlikleri enine boyuna değerlendirmek için, okuyucunun
Kuantum teorisinin bazı temel fikirleri kadar Gazali’nin fikirleri hakkında da biraz bilgi sahibi
olması zorunludur.


Kuantum teorisi bu mekanik model ile açıklanamayan bir yığın bilimsel veriden doğar.
Bunun bir örneği elektronların hareketidir. Bütün fiziksel nesnelerde bulundukları için,
elektronlar, protonlar ve nötronlar birarada fiziksel nesneleri meydana getirdiği düşünülen üç
temel parçacıktır. İlk defa 1897’de keşfedildiklerinde, elektronların (örneğin uzayda belli bir
hacmi ve tanımlanabilir bir konumu olan nesneler şeklinde
) çok küçük parçacıklar oldukları
varsayılıyordu. Fakat daha ileri araştırmalar neticesinde görüldü ki elektronlar bazen
parçacıkmışlar gibi hareket etmelerine karşın başka bazı zamanlarda sanki dalgaymışlar gibi
 
hareket etmektedirler. Dalgaların bir hacmi ya da bir konumu olmadığı için burada temel bir
çelişki ortaya çıkmaktaydı: bir elektronun bir parçacık olması ve bir konumu bulunması ile bir
dalga olması ve bir konumu bulunmaması aynı anda nasıl mümkündü?

Elektronun (ister bir parçacık ister bir dalga gibi olsun) hareketinin elektronun
kendisinin değil de gözlemcinin eylemlerine bağlı olduğu öğrenildiğinde, sıkıntı daha da arttı.
Eğer bir gözlemci bir elektronun dalga özelliklerini araştıracak bir deney düzeneği hazırlarsa
elektronun bir dalga gibi hareket ettiği görülüyordu. Öte yandan eğer deney parçacık
özelliklerini araştırmak için tasarlanırsa bu sefer de elektron bir parçacık gibi hareket ediyordu.
Böylece, bir anlamda, elektronun doğası gözlemcinin eylemlerine bağlı oluyordu.
Kuantum teorisi bilhassa bu gibi problemlerin çözümüne odaklanmıştı. Teori,
elektronlar gibi şeylerin hareketini tam olarak tanımlayan hayli soyut ve matematiksel bir
teoridir[1]
 ve bilim adamları tarafından yaygın bir şekilde kabul görmüştür. Zira bu teori
elektronların hareketlerini önceden doğru olarak tahmin edebilmektedir.[2]


Bununla beraber,
kuantum teorisinin gelişiminden bu yana, böyle soyut bir teorinin doğru fiziksel yorumu
üzerinde hararetli tartışmalar yapılmaktadır. Kopenhag yorumu olarak bilinen yorum, hiçbir
şekilde yegane potansiyel olmamakla birlikte, en fazla kabul gören yorumdur. Kopenhag
yorumu ismi onun kurucuları ve taraftarlarından birini, Kopenhag Teorik Fizik Enstitüsü
Müdürü Niels Bohr’u onurlandırmak için verilmiştir.

Kuantum teorisinde, elektron biçimsel olarak ve bütünüyle bir dalga fonksiyonu ile
anlatılır. Bu matematiksel fonksiyon elektronların enerjileri gibi özelliklerini kesin bir şekilde
tespit eder. Bununla beraber o elektronun tam konumunu ve tüm hareketlerini tespit etmez.
Kuantum teorisine göre bu hususiyetlerin tespit edilmesi teorik olarak bile mümkün değildir.
Sadece, bir elektronun belli bir konumda bulunma potansiyelini tespit etmek mümkündür.
Dahası, elektronun bir gözlemci onunla etkileşime geçene kadar bilfiil var değil gibi
göründüğü dikkate alındığında mesele çok daha karmaşık hale gelir. Başka deyişle, bir elektron
ancak bir gözlemci onun konumunu belirlediği zaman konumu olan bir parçacıktır. Bu
etkileşim olmadan, elektronun bir konumu yoktur. Bunun yerine, elektron bir dizi farklı
konumda bulunma “potansiyeli”ne sahiptir. Fakat o bir gözlemci konumunu belirlemek için
onunla etkileşime geçene kadar bu yerlerden herhangi birinde var değildir. Bu ise
 
parçacıklardan beklenen harekete zıttır. Kuantum teorisi, alışık olduğumuz boyutlardaki
nesneleri de kapsayacak şekilde genişletildiğinde, nesnelerin bizim bekleyebileceklerimizden
çok farklı özelliklere sahip olacağına işaret etmektedir. Örneğin, herkes odadan çıkarken
masanın üzerinde bırakılan kurşun bir bilye, teoriye göre, normal beklentinin tersine [odaya
geri dönüldüğünde artık] var olmayabilir. Kurşun bilye masanın üzerinde var olmaya devam
etme potansiyeline sahiptir, ama o bir dizi başka yerde var olma potansiyeline de sahiptir.
Bundan başka, kurşun bilye birisi onunla etkileşime geçmediği sürece herhangi bir yerde bilfiil
var değildir (Onun nerede olduğunu görmek için ona bakmak gerekir.)


Bu potansiyeller fikri kuantum teorisi için son derece önemlidir. Bunu daha iyi anlamak
için, bir atomun yapısını ele almak faydalı olur. Protonlar ve nötronlar bir atomun merkezindeki
çekirdekte yer alırlar, oysa elektronlar bu çekirdeğin dışında bulunurlar. Bir elektronun
çekirdeğin dışında tam olarak nerede bulunacağını tahmin etmek imkânsız olmasına karşın,
elektronun çekirdeğe yakın bulunma olasılığının oldukça yüksek olduğu bilinir. Elektronun
çekirdekten uzak bulunma olasılığı, hala tanımlanabilir bir şey olsa da, çok daha düşük bir
olasılıktır. Bir gözlemci bir elektrona baktığında elektronun tam olarak nerede bulunacağını
tahmin etmek mümkün değildir, çünkü elektron evrende herhangi bir yerde olma potansiyeline
sahiptir. Bununla beraber, bir elektronu herhangi hususi bir konumda bulma olasılığını epeyce
yüksek bir doğruluk derecesiyle önceden tahmin etmek mümkündür (Heisenberg 1962). Bir
elektronun bir gözlemci onunla etkileşime geçmeden önce tespit edilebilir/tanımlanabilir bir
konumu olmamasına karşın, konumu belirlendiğinde onun çekirdeğin çok yakınında olması çok
büyük bir olasılıktır. Elektronun çekirdekten uzakta bulunması ise çok daha düşük bir
olasılıktır.


Somut bir örnek vermek için, tuğla bir duvarı ele alalım. Bu duvar elektronlarının
birbirleriyle etkileşimi sayesinde bir arada bulunan atomlardan yapılmış katı bir cisimdir. Eğer
zamanın belli bir anında, elektronların tümü çok uzak olasılıklı bir hareket sergiliyor olsalardı
(örneğin çekirdeklerinden çok uzakta bulunuyor olsalardı), duvarı bir arada tutacak hiçbir şey
olmazdı, dolayısıyla da duvarın varlığı sona ererdi. Başka deyişle, elektronların çekirdeğe yakın
olacağına ve duvarın da normal olarak var olmaya devam edeceğine dair büyük bir olasılık
vardır. Eğer birisi bu duvarın içinden yürüyüp geçmeye teşebbüs ederse, çok yüksek bir
olasılıkla duvar tarafından durdurulacaktır. Bununla beraber, hala, birisi duvarın içinden
yürüyüp geçmeye teşebbüs ettiğinde elektronların tümünün bu kişinin duvarın içinden burnu
bile kanamadan sağ salim yürüyüp geçmesine müsaade edecek şekilde hareket etmeleri gibi
küçük (ama, kuantum teorisine göre, gerçek) bir olasılık vardır

 
Olasılık kavramı Kuantum teorisinin en şaşırtıcı yönlerinden birisiyle ilgilidir:
Heisenberg’in Kesinsizlik ilkesi. 1927’de Heisenberg tarafından dile getirildiği şekliyle, ilke
bir nesne hakkında bilinebilecek olan şeylere dair matematiksel bir sınır olduğunu ve bir
elektronun belli niteliklerinin biri hakkındaki bilginin diğeri hakkındaki bilgiyi etkileyecek
kadar temelden birbiriyle bağlantılı bulunduğunu ifade eder.
Bu şekildeki iki nitelik konum ve ivmedir; bunlardan sonuncusu bir parçacığın süratine
ve hareketin istikametine dayanır. Kesinsizlik ilkesine göre, bir parçacığın ivmesine dair ne
kadar fazla şey biliniyorsa, onun konumunu bilmek o kadar az mümkündür. Örneğin eğer bir
elektronun hızı ve istikameti (yani ivmesi) tam olarak bilinirse, elektronun konumunu
belirlemek imkânsızdır. Öte yandan eğer bir elektronun tam konumu bilinirse, onun ivmesi
hakkında hiçbir şey öğrenilemez.

O halde kuantum dünyasında bir nesnenin doğası nedir? Kuantum teorisi tarafından
tasvir edildiği şekliyle, bir nesne gözlemcinin bu nesne ile olan etkileşiminden bağımsız bir
varlığa sahip değildir. Bir nesneye atfedilen nitelikler toplamı bir gözlemcinin bu nesneyle
etkileşim tarzına bağlıdır. Buna ilaveten, bir nesnenin herhangi muayyen bir anda ne yapacağını
tam olarak tahmin etmek mümkün değildir; mümkün olan sadece herhangi hususi bir hâdisenin
meydana gelme olasılığını tahmin etmektir. Ayrıca, bir nitelik bir diğerine etki eder göründüğü
için, bir nesne hakkında bilenebilecek olanlara dair katı bir sınır vardır. Söz konusu Kesinsizlik
İlkesi bireyin dünyayı rasyonel olarak anlama yeteneğini sınırlandırır. Kuantum teorisinin bu
fikirlerini kabul etmek kolay olmamasına karşın, teori tatbik edildiği zaman bize herhangi bir
hadisenin meydana gelme olasılığı hakkında doğru ve sınanabilir tahminler verdiği için bilim
adamları onlara inanmaya başlamıştır.
  

Buraya kadar söylenenlerden anlaşılabileceği gibi, Gazali’nin fikirleri ile Kuantum Teorisi’nin
Kopenhag Yorumu arasında birçok benzerlik vardır. Örneğin dünyadaki nesnelerin doğasını ele
alalım. Gazali’nin inancı odur ki tüm şeyler Tanrı tarafından yaratılır ve, onların sürekli var
olması için, Tanrı’nın onları sürekli olarak yaratması zorunludur. Nesnelerin doğalarından
kaynaklanan asli nitelikleri yoktur; zira bir nesnede bulunabilecek herhangi bir nitelik ya da
özellik ancak Tanrı’nın eylemlerinin sonucudur. Örneğin kurşun bir bilyenin “ağırlık” gibi
kendi doğasından kaynaklanan asli bir özelliği yoktur; zira “ağırlık” bilyedeki kurşunun bir
sonucu değildir. Bunun yerine, o, daha ziyade, hem bilyenin bırakıldığında düşmesine hem de
bu olayı gözlemleyen bireyin zihninde “ağırlık” kavramının doğmasına neden olan Tanrı’nın
eyleminin sonucudur. Bilyenin yere düşmesine neden olan şey bilyedeki kurşunun mevcudiyeti
değildir; bilyenin hareket ettiği gibi hareket etmesinin nedeni Tanrı’nın eylemidir. Aynı şekilde
bireyin bu hareketi “ağırlık” olarak yorumlamasına neden olan da Tanrı’nın eylemidir.
 

Gazali gibi Kopenhag yorumu da nesnelerin asli nitelikleri olup olmadığını sorgular.
Örneğin [Kopenhag yorumuna göre] bir elektron bir gözlemci onunla etkileşim içinde olana
dek ne anlamlı bir hacme ne de bir konuma sahiptir. Onun sahip olduğunun hepsi, dalga
fonksiyonu olarak bilinen soyut matematiksel bir tasvirdir. Bu, bize, bir elektronla etkileşime
geçildiğinde elektronun özelliklerinin neler olduğunu söyler; fakat aynı zamanda bu
etkileşimden önce elektronun hiçbir asli özelliği olmadığına da işaret eder. Kurşun bilyeler gibi
daha büyük nesneler (proton ve nötronlarla birlikte) elektronlardan yapılmış oldukları için,
kuantum teorisi kurşun bir bilyenin hareket ettiği gibi hareket etmesine neden olan asli
özellikleri olmadığını ima eder. Kurşun bir bilyenin sergilediği her özellik kurşun bilye ile
gözlemcinin etkileşiminden doğar; onlar, kurşun bilyenin kendi içinde var olan asli özellikleri
değildir.

Nesnelerin kendilerine atfedilen bu özelliklerden yoksunluğu, nesnelerin varlığı
üzerinde de şüphe doğurur. Bu durumda Gazali’nin iddiası şu olacaktır: Her bir nesnenin her
an yaratılmasından Tanrı sorumlu olduğu için nesnelerin Tanrı’dan bağımsız bir varlıkları
yoktur. Eğer Tanrı olmasaydı, nesneler hiç var olmazdı. Benzer şekilde Kopenhag yorumu da
nesnelerin bir gözlemciden bağımsız olarak var olmadıklarını söyler. Eğer gözlemci mevcut
değilse, nesnenin ne herhangi bir niteliğe sahip olduğu ne de var olduğu söylenebilir. O halde,
Gazali’ye göre, Tanrı, nesnelere atfedilen bütün özelliklerin yanı sıra nesnelerin varlığından da
sorumludur. Kuantum teorisinde nesnenin hususi özelliklere sahip olmasının nedeni
gözlemcidir. Gazali özelliklerin kaynağını Tanrı’nın eylemleri olarak görürken Kuantum teorisi
bu özelliklerin gözlemciyle olan etkileşimin sonucu olduğunu öne sürmüştür. Lakin onların
özelliklerin kaynağının ne olduğu hakkındaki bu ihtilafları, özelliklerin nesnenin kendisinde
asli olarak bulunmadığında hemfikir olmaları dikkate alındığında çok önemli bir görüş ayrılığı
sayılmaz.

Onların hemfikir oldukları diğer bir nokta nedenselliğe ve olayların tahmin
edilebilirliğine ilişkin yorumlardır. Eğer dünyadaki olaylar nedensel olarak birbirine bağlı
iseler, başlangıç koşulları hakkında yeterince bilgi olduğu sürece, gelecek olayların gidişatını
tam olarak tahmin etmek mümkündür. Bununla beraber hem Gazali hem de Kopenhag yorumu
olayların birbirlerine bu ölçüde nedensel olarak bağlı olduklarını reddederler. Onlar aynı
zamanda olayların tamamen tahmin edilebilir olduğunu da reddederler. Gazali’nin ifadeleriyle
söylenecek olursa, Tanrı her şeyi her an yarattığı için nedensel ilişkiler imkânsızdır. Meydana
gelen her şey Tanrı’nın verdiği kararlara dayanır. Ateşin mevcudiyeti ile pamuğun yanışı gibi
iki olay arasında bir paralellik var olabilir; ama bu paralellik nedensel bir ilişkiye işaret etmez.



Kopenhag yorumu, aynı zamanda, dünyadaki nesnelerin kendileri neden/etki ilişkilerine göre
hareket etmeyen şeylerden (elektronlardan) yapılmış olduğu tespitine dayanarak, olaylar
arasında nedensel bağların var olmasını da şüpheyle karşılar. Kopenhag yorumunda, atom altı
düzeyde nedensel ilişkilerden söz etmek anlamlı değildir, çünkü orada nesne teriminin normal
anlamında “nesneler” yoktur. Elektronların sadece belli şeyler yapma potansiyeli vardır ve
etkileşim içinde olmadıkları sürece bu potansiyellerden hiçbirini sergilemezler. Eğer nesnelerin
sadece potansiyelleri var ama [asli] nitelikleri yoksa, nesnelerin birbirleriyle nedensel olarak
etkileşim içinde olabileceğini söylemek anlamsızdır.

Gazali ve Kopenhag Yorumu nedenselliğe şüpheyle yaklaşmasına karşın, ikisi de
doğada düzenliliklerin var olduğunu reddetmez. Bu düzenlilikler, Gazali’ye göre, Tanrı’nın
“âdetine” atfedilirler (Kur’an/33: 62). Ateşin mevcudiyeti ile pamuğun yanmasını birbirine
paralel kılmak Tanrı’nın âdetidir. Fakat Tanrı her şeye kadir olduğu için, eğer dilerse, ateşin
içindeki pamuğun yanmasını engelleyebilir. Ancak ateşin içine atıldığı bir durumda pamuğun
yanmasına müsaade etmemek Tanrı’nın âdeti olmadığı için, pamuğun yanmama olasılığı
oldukça azdır. Kopenhag Yorumu da fiziksel dünyada düzenlilikler görüldüğünü kabul eder.
Bu düzenlilikler bazı olayların meydana gelmek bakımından başka olaylardan çok daha fazla
bir olasılığa sahip olmasından kaynaklanır. O halde olaylar tahmin edilebilirdirler, ama bu
ancak genel bir tahmin edilebilirliktir. Örneğin bir elektronun çekirdeğe yakın bir konumda
bulunması yüksek bir olasılıktır. Bu yüksek olasılık birçok bakımdan Gazali’nin “âdet”
kavramına benzer. Elektronun
muhtemelen nerede bulunacağını tahmin etmek mümkündür,
ama onun nerede bulunacağını tam olarak tahmin etmek imkânsızdır. Benzer şekilde, pamuğun
ateşe atıldığında
muhtemelen siyaha dönüşeceğini tahmin etmek mümkündür, ama onun ateşle
temas ettiği her durumda hep siyaha dönüşeceğini söylemek imkânsızdır.

Eğer bu fikirler kurşun bir bilye gibi [elektronlardan] daha büyük bir nesneye tatbik
edilirse, kurşun bilyenin yukarıdan bırakıldığında aşağıya düşme eğilimi sergileyeceğini
anlarız. Ama onun yukarı çıkma ihtimali de vardır. Kuantum teorisince ifade edildiği gibi,
sonraki ihtimal oldukça küçük bir ihtimaldir, ama yine de gerçek bir ihtimaldir. Kurşun bir
bilyenin herhangi belli bir anda ne yapacağını tam olarak tahmin etmek mümkün değildir: o,
yukarıya da çıkabilir aşağıya da düşebilir. Mümkün olan, ancak, onun aşağıya düşme
ihtimalinin yukarıya çıkma ihtimalinden daha yüksek olduğunu söylemektir.

Eğer bir kuantum teorisyeni ve Gazali kurşun bir bilyenin bırakıldıktan sonra aşağıya
düşmek yerine yukarıya çıktığını görmüş olsalardı, onların bu duruma ilişkin açıklamalarında
  birçok benzerlikler var olurdu. Gazali’ye göre bilye yukarıya doğru çıkmıştır, çünkü bu vakada,
Tanrı onu aşağıya düşürme âdetine, alışkanlığına uymamayı tercih etmiştir. Biz böyle bir şeyin
oluşunu çok nadir görürüz, çünkü Tanrı
normalde âdetine, alışkanlığına uyar. Lakin Tanrı’nın
bilyenin yere düşmesine neden olması gerektiğinde ısrar etmenin anlamı yoktur, zira Tanrı
dilediğini yapma gibi mutlak bir özgürlüğe sahiptir. Aynı olaya şahit olan bir kuantum
teorisyeni diğer bütün bilimsel açıklamaları dikkatli ve etraflı bir çalışmayla gözden geçirip
elemekle uğraşırdı. Bu güç ve çetin uğraş bittiğinde ve geride bu durumu açıklayacak başka
hiçbir rasyonel açıklama kalmadığında, kurşun bilyenin yukarıya çıkışı son derece az (ama yine
de gerçek) bir olasılığa sahip bir olayın meydana gelmiş olduğu söylenerek açıklanırdı.
Aralarındaki kültür ve 1000 yıllık zaman farkına rağmen, Gazali ile Kopenhag Yorumu
arasındaki benzerlikler, oldukça dikkat çekicidir. Her ikisinde de, sağduyunun tersine,
nesnelerin asli özellikleri ve bağımsız varlıkları olmadığı düşünülür. Bir nesnenin var
olması için, o ya Tanrı tarafından (Gazali) ya da bir gözlemci tarafından (Kopenhag
Yorumu) meydana getirilmelidir.

Bundan başka, dünya tümüyle tahmin edilebilir değildir. Gazali’ye göre Tanrı dilediği zaman
dilediği şeyi yapabilir. Genelde, dünya tahmin edilebilir bir şekilde işler, fakat her an mucizevî
bir olay meydana gelebilir. Bir mucizenin meydana gelmesi için gereken tek şey sadece
Tanrı’nın kendi “âdetine” uymamasıdır. Kuantum dünyası oldukça benzer bir dünyadır. Kurşun
bilyeler bırakıldıklarında yere düşerler, çünkü onların bu şekilde hareket etme olasılıkları çok
yüksektir. Lakin onların bırakıldıklarında yere düşmek yerine “mucizevî şekilde” yukarıya
çıkmaları pekâlâ mümkün olabilir. Böyle bir olayın meydana gelme olasılığı çok az olmasına
karşın, yine de, mümkündür.

Hem onbirinci yüzyılda Gazali hem de yirminci yüzyılda kuantum teorisi dünyanın
sağduyunun bize inanmamızı söylediğinden çok farklı olduğuna işaret ederler. Nesnelerin
görünüşü aldatıcıdır. Nesnelerin, beklendiği gibi, bağımsız bir varlığı yoktur. Nesneler ya Tanrı
tarafından ya da bir gözleme eylemince her an yaratılmaktadır. Dahası nesnelerin hareketini
tam olarak tahmin etmek, ilkece bile, mümkün değildir; mümkün olan sadece onların meydana
gelme olasılığını tahmin etmektir. Neticede, fiziksel dünyaya dair böyle bir görüş, hem eski
hem de yeni bir görüştür.

 
[1]O, aynı zamanda kurşun bir bilye gibi daha büyük ve bilindik nesnelere de uygulanabilir
[2]İleriki paragraflarda da görüleceği üzere, bu tahminler mekanik Newtoncu model tarafından
ortaya konulan tahminlerden kapsam ve anlam bakımından oldukça farklıdırlar.


(Recep Alpyağıl,İLİTAM,Din Felsefesi Ders Notlar'ndan Alınmıştır.)