Dinsiz Ahlak Olur Mu?
Dinsiz Ahlak Olur Mu?
BU YAZI http://islamicevaplar.com/dinsiz-ahlak-olur-mu.html SİTESİNDEN ALINMIŞTIR.
“Bir kahraman ile bir tecavüzcü arasında fark yoktur, çünkü her ikisi de evrimin geliştirdiği duygulara uygun olarak davranmıştır.” ( Ateist evrimci Michael Ruse)
“Çılgınlıkların en büyüğü doğanın bize verdiği eğilimlerden dolayı yüzümüzün kızarmasıdır.” (Fransız ateist yazar Marquis de Sade)
Ateist felsefeci Peter Singer, ‘Anne babasız bebeklerin veya zihinsel engelli bireylerin ölümcül bilimsel deneylerde kobay olarak kullanılabileceğini ileri sürer. Çünkü bu bireyler, hayvanlar gibi belli zihinsel yeteneklerden mahrumdur, dolayısıyla onları hayvanlardan üstün görmenin rasyonel bir gerekçesi yoktur.” ( Singer, Practical Ethics, s. 51) Ateist düşünür Yuval Noah Harari, “Dini inancın sorgulaması durumunda, insanların özel varlıklar olduğu inancının da sorgulanması gerektiğini ifade eder.” ( Harari, Homo Deus, s.112)
Celal Şengör’e göre doğa, neyin ahlakî olup olmadığını da belirleyen bir otorite halini almıştır. Halbuki bilim bize, Şengör’ün düşündüğü gibi, doğada gördüklerimizi kopyalayın, taklit edin demez. ( Alper Bilgili, Bilim ne değildir?, s. 53) Halbuki, doğada hırsızlık yapan sırtlan, tilki gibi hayvanlar; eşini öldüren örümcekler vb. bulunmaktadır. Bunlardan ahlaki ilkeler çıkarılamayacağı ortadadır. Hitler Almanya’sında doktor Mengele tarafından yürütülen ve 900 kadar çocuğun ölümü veya ciddi sakatlığı ile sonuçlanan deneyler nasıl yasaklanacaktır? Bilimin hangi teorisi, hangi dalı, bu eylemleri yasaklamaktadır? Mengele’ye kızmamıza neden olan ahlaki öğretilerin, bilimsel metotla elde edilmediği açıktır. Doğa bilimlerinden iyiliğin kötülüğe tercih edilmesi gerektiği konusunda bir tavsiye edinemeyiz. (Alper Bilgili, Bilim ne değildir?, s. 76) Neyin iyi neyin kötü olduğu tartışması, Felsefe ve dinin konusudur. ( Bilgili, s. 77)
Naziler de, hayvanlar alemine atıfla, birçok insanlık karşıtı suç işlemişlerdir. Örneğin Martin Staemmler, devlet tarafından finanse edilen eserinde, “doğada eşit haklardan söz edilemeyeceğini, Nazilerin de ırksal temizlik için doğayı örnek alması gerektiğini hatta, doğa kadar acımasız olması gerektiğini” ileri sürmüştür. (R. Weikart, The Role of Evalutionary Ethics in Nazi, s. 208) “Bilimin değerler konusunda söyleyeceği hiçbir şey yoktur. ‘İyilik zorbalıktan daha çok istenir’ gibi önermeleri ortaya koyamaz.” ( Bertrand Russell, Din ile Bilim, s. 125) Evrimci Y. N. Harari, Sapiens adlı eserinde ( s. 145), ‘İnsan hakları, eşitlik gibi kavramların bizim yarattığımız birer mit olduğunu‘ söyler. Ateistler, ahlak konusunun ateizm için sıkıntılı sonuçlara gebe olduğunu fark etmişler ve bu konuda argüman geliştirmeye çalışmışlardır. M. Ruse, R. Dawkins, E. Wilson gibi ateist düşünürlere göre, ahlaki eğilimlerimizin altında evrimsel süreç yatmaktadır. ( Bilgili, s. 80) “Bazı eylemler, örneğin aynı türün diğer üyeleri ile yardımlaşma, evrimsel süreçte hayatta kalma olasılığını artırmış, zamanla bu eylemler bize iyi gibi görülmeye başlamıştır. Oysa bunlar, işe yarayan illüzyonlardan ibarettir. Yani gerçekte bu eylemler iyi ya da kötü değildir.” ( M. Stenmark, How to Relate Science and Religion, s. 6) Bu mantık üzerine nasıl bir ahlakî sistemi kurulabilir ve bu sistem nasıl kalıcı ve etkili olabilir?! Ahlaki normların objektif olduğunu iddia etmek için başka kaynağa referans verilmelidir. ( Bilgili, s. 81) Sosyolog Max Weber, ‘Rasyonelleşme neticesinde dünyanın büyüsünün bozulduğunu, bu durumun beraberinde bir anlam kaybını getirdiğini.’ söylerken önemli bir noktaya işaret eder. ( John Grumley, History ABD Totality, s. 85) Bilimle büyülenen toplumlar, geleneksel-dinî anlamlandırma çabasını terk etmiş ancak, onların yerine bir şey koymakta zorlanmışlardır. ( Bilgili, s. 84)
Dawkins, ‘Sadece insanların hayatlarında derin bir anlam aramanın değil, evrenin var olmasının ardında da bir anlam aramanın gereksiz olduğunu‘, ileri sürer. ( Dawkins, The Selfish Gene, s. 21) Freud da, insanların tek tanrılı dinlerin iddia ettiği gibi özel varlıklar olmadığını, dünyada var olmalarında kutsal bir amacın bulunmadığını ileri sürer. Ama bu iddianın sonuçları sanıldığından daha korkunçtur. Sözgelimi bu durumda, hayatını insanların iyiliği için adamış bir doktorun, köle ticareti yapan bir aristokrattan bir farkı kalmayacaktır. Doğa bilimleri, şu an rüyada olmadığımızı kanıtlayamaz, insanları gaz odalarında yakmamak gerektiğini öğretemez, hayatımızı neye adamımız gerektiğini belirleyemez. Bilimden ahlaki kurallar çıkarmasını beklemek, bilimin sınırlarını aşan konularda rehber olmaya zorlamak anlamına gelir. ( Bilgili, s. 86, 87, 88) Yaşayan evrimsel biyologlardan Francisco Ayala’nın da altını çizdiği gibi, ‘bilimi kendi uzmanlık alanı dışında konuşmaya zorlayarak bilime iyilik değil kötülük yapılmaktadır.’ ( Ayala, Darwin’s Gift to Science ana Religion, s. 173) Dawkins, “Ben, hastanın bakıldığı, güçsüzün kollandığı, ezilenin gözetildiği bir toplumda yaşamak istiyorum ki, bu da anti darwinist bir toplumdur.” (Dan Arel, “Dawkins:’We need an anti-Darwinian society”, 9.12.2014, patheos.com ) derken aslında, darwinist dünya görüşünü savunduğu halde, bu bakış açısına sahip bir toplumda insanca yaşanamayacağını da açıkça itiraf etmiş olmaktadır.
“Günümüzde, cinsel istismarın cirit attığı yerlerde, dinin zaten çoktan rafa kaldırılmış olduğu, bilinen bir gerçektir. İnsanın, sadece biyolojik bir varlık olarak konumlarsak, para, haz ve tüketim kaçınılmaz olacaktır.” ( Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 273)
Dawkins, iyilik yapmanın altındaki sebepleri 4 ana başlıkta toplar: Birincisi karşılıklı çıkar, ikincisi akrabalık bağları, üçüncüsü şöhret kazanma, dördüncüsü toplum içinde onaylanmak, kabul görmek. ( Dawkins, Tanrı Yanılgısı, s. 202-206) Aslında bunların tümü ahlak değil, ahlaksızlıktır! Dawkins, menfaatçiliği iyi işlerin nedeni olarak düşünmektedir.
“Ateist felsefeci J. L. Mackie, “Eğer Tanrı fikri yoksa, nesnel anlamda bir ahlakilikten söz edilemeyeceğini” itiraf eder.” ( Mackie, Ethics, s. 15)
“Aklı temel alarak iyi kötü şeklinde kararlar alma noktasında insanların ittifak edeceklerini zannetmek, sadece geçersiz bir inançtan ibarettir. Her insan hırsızlığın yanlış olduğunu bilir fakat, bu prensibe uyulmadığı da açıkça ortadadır. Merhamet, fedakarlık, cömertlik gibi insanı özellikler aklın gölgesi altında kalırsa bu toplumda yaşama imkanı mümkün olmaz. Din ise hem akla hem iç dünyaya seslenerek bir bütünlük oluşturur. Din, insan tabiatında aklın ulaşım imkanının olmadığı alanlara girerek kişiyi ‘gerçekten iyi bir insan olmaya ikna edecek’ donanıma sahiptir. ( Selçuk Kütük, Deizm, s. 70-71) Bir deistin ahlaka aykırı gördüğü bir durumu, bir başka deist erdemli bir davranış olarak algılarsa bu sosyal bir kaosa yol açmaz mı? Neden ahlak diye bir kavramın olması gerektiğinin doğal din anlayışından hareketle ortaya koyması mümkün değildir. Bir deist, akıl yoluyla ahlaki doğruları bulmuş olsa bile bu doğrulara uymazsa ne olacaktır?” (s. 74)
Dennett ve Dawkins gibi katı naturalistler, ahlakiliği ve değerin zorunlu şartlarını yok etmektedirler. ( S. Goetz, Naturalism, s. 85) Dennett ve Dawkins’in ifadeleri ile bilinçsiz bir tür robot-makine isek, değerlerimiz olabilir mi? Naturalist de göre, ‘iyi’ diye bir şey olmadığı için ayırıcı bir etik algı yoktur. Etik, materyalistler her şeyi maddi olarak maddeye göre değerlendirdikleri ve madde olan dışında hiçbir şeyi kabul etmedikleri ne göre, doğa bilimlerinden biri değilse iyilik ve kötülük bilimsel bir mesele değil ise, bu konuda hiçbir değerlendirme doğru ya da yanlış olmayacaktır. ( Kemal Batak, Naturalizm Çıkmazı, Dennett’ten Dawkins’e yeni ateizmin felsefi temelleri ve teistik eleştirisi, s. 127) Dawkins, Bencil gen ( s. 11-12) adlı eserinde şöyle söyler:” Bu kitaptaki tez, bizim, diğer bütün hayvanlar gibi, genlerimiz tarafından ‘yaratılmış makineler’ olduğumuzdur…Ben, gende, baskın özelliğin ‘acımasız bir bencillik’ olduğunu savunacağım. Evrensel sevgi ve türün iyiliği hiç de evrimsel anlamı olmayan kavramlardır.” Yaratılan gen; makine yaratıcısı oluyor, cansız ve akılsız bu gen; acımasız ve bencil gibi maddi olmayan, bilim dışı kavramlarla ifade ediliyor ve sevgi veya iyilik gibi kavramlar evrime göre anlamsızdır! Kısaca bu bakış açısı bize, “Acımasız bencillik dışında baskın bir değerin olmadığını” söylemektedir! Tabii mu mantığa göre bir yetişkin bencilce bir iş yaptığında bunu bilinçsizce yapmış olmaktadır, çünkü o, özgür iradeye sahip olmayan programlanmış bir robottur! ( Batak, s. 137) Dawkins şöyle devam eder:” Bir bilim insanı olarak, Darwinizmi desteklediğim kadar, insan ilişkileri söz konusu olduğunda, tutkulu bir anti-Darwinciyim.” ( Dawkins, A devil’s Chaplain, s. 11) İyi, cömert bir toplum meydana getirme konusunda, ‘bilimsen- Darwinizmden-‘ yararlanamayacağımıza göre, bu, bizim ‘bilim’ (!) dışına çıkmamız gerektiği anlamına gelmez mi? Ahlaki bir toplum meydana getirmek konusunda biyolojik doğamızdan ve tabii ki naturalizmden umudumuzu kesmeliysek, nasıl ve neden iyi, cömert ve bencil olmayan bir insan ve toplum olmalıyız? Neden iyi olmalı ve doğamıza karşı gelmeliyiz? İyilik ve özverili olmak, bilindiği gibi yaşama olasılığını azaltır! (Batak, s. 132) Bencil bir politikacı iyi bir politikacı mıdır? Bir makine ya da robot, neden ahlakî değerleri benimsemek için yapısına karşı çıkmalıdır? Ahlakı, bilimci natüralist felsefeden çıkaramazsak, nereye dayandırmalıyız? ( Batak, s. 133) Natüralist yaklaşıma göre ahlakilik, evrimin bize kabul ettirdiği bir yanılsamadır. Dawkins şöyle der: “Doğa zalim değildir, sadece acımasızca kayıtsızdır. Bu, insanların çıkaracağı en güç derslerden biridir. Şeylerin iyi ya da kötü, zalim ya da sevecen olduğunu kabul edemeyiz,. Ancak sadece duyarsız -kayıtsız ve amaçtan yoksun- olduğunu kabul edebiliriz.” (Dawkins, River out of Eden, s. 96) Dawkins’e göre evren, kör ve acımasızlık gibi özelliklere sahiptir. (Dawkins, Eden, s. 133) Bilinci olmayan bir varlık, nasıl bilinç değerlerine sahip olabiliyor? Yaşam kalım olasılığını arttıran fiillerden ahlaki ne kadar değere ulaşılabilir? Bencil gene sahip birey için gerçekten bir fedakârlıktan söz edilebilir mi? Fedakarlık, karşılıksız ve beklentisiz olarak yapılan ahlaki bir değer değil midir? Dawkins’in bu değerden anladığı şey, bizi, umutsuzca faydacılığın zirvesine taşıyor görünür. Dawkins bu konuda şöyle der: ‘Önemli bir kavram olan karşılıklı özveriden söz edeceğim:” sırtımı kaşı, sırtını karşıyayım.’ ilkesi.” (Dawkins, Bencik gen, s. 273) Bu mantık üzerine bir ahlak prensipler bütünü bina edilebilir mi? “Bir yaşam kalım makinesi, bencil genlerini körükörüne korumak üzere programlanmış bir robot araç olan insan, neden cömert ve iyi olmalıdır? sorusuna Dawkins cevap verememektedir. ( Batak, s. 141) Bilinci olmayan bir varlık ( çünkü materyalistlere göre gen tarafından yaratılmış bir makinedir insan ) nasıl bilinç değerlerine sahip olabilir? (Batak, s. 142) “Bütün bir gece boyunca, hasta çocuğu sebebiyle uyanık kalan anne, çocuğu vasıtasıyla ‘genetik yatırımını’ devam ettirmesi nedeniyle bu davranışı davranışa motive edilmiştir. Bir insan, komşusuna fedakar biçimde davrandığında, onu motive eden şey, toplumdaki şöhretini artırma için evrilmiş olmasıdır.” ( Stephen J pPope, Relading Self, Others, and Sacrifice in the Ordering of Love, s. 171) Kısaca, materyalizme göre ahlaki fiillerin ortaya çıkmasını sağlayan temel motivasyon, egoizm ya da bencilliktir. Karşılıklı yapılan fedakarlık, temelde bencilce bir davranış değil midir? (Batak, s. 139) Dawkins’e bakarsak, iyi olmak zorunda değiliz. ( Dawkins, Tanrı Yanılgısı, s. 104) Bir robot, iyi ya da kötü olabilir mi? Sevgi, adalet gibi değerler, naturalizme göre biyolojik olarak var olmayan halkça konuşma biçimlerine aittir. Dennett ve Dawkins’in savunduğu gibi, özgür iradesi olmayan robotlar isek, doğada yeri olmayan değerlerin insanda da yeri olmayacaktır. ( Batak, s. 147) Dawkins’e göre akıl dışı olan din, beyindeki başka bir irrasyonel mekanizma olan aşık olma eğilimimizin yan ürünüdür. ( Tanrı Yanılgısı, s. 173)
“Aklın en temel ilkeleri hususunda bile tam bir olarak fikir birliği oluşturulmamışlardır. (Erol Çetin, Deizm eleştirisi ve yapılması gerekenler, s. 73) Bilgilerin temelinde, doğrulanamayan inançlar vardır. (s. 77) Günümüzde insanların bilime olan inançlarının ardında, bilimsel bilginin doğru ve güvenilir olduğu düşüncesi yatmaktadır. (s. 83) Her bilimsel teorinin doğru olamayabileceği ya da belli bir süre sonra yanlışlanabileceği unutulmamalıdır. Bilim, henüz tamamlanmamış ve belki de insanlık var oldukça tamamlanamayacak bir araştırma sürecidir. (s. 84) Her bilimsel yöntemin ve bulgunun temelinde bir dünya görüşü yatar. Dünya görüşleri ise bir takım ön kabullere dayanır. Dolayısı ile bilimsel önermelerin mutlak ve evrensel olduğu iddiası akla uygun değildir. ( s. 86) “Her insan aklınca bir ölçü ya da değer takdir edebilir. Ancak bunun bir kesinliği veya evrenselliği olmaz. Deistler, dini bireyselleştirmek suretiyle onu, sosyal yönü zayıf bir forma dönüştürmüşlerdir. İnsan aklı ile insanların ideal bir şekilde olgunlaştırılması imkânsızdır. Hangi ahlaki normların evrensel olduğu konusunda dahi bir fikir birliği yoktur. Din ve vahiy olmadan, İnsanın neden ahlaklı olması gerektiğinin, ahlaklı davranmamasının sonucunda ne gibi yaptırımların olacağının salt rasyonel çıkarımlar ile izah edilmesi pek mümkün görünmemektedir. (Erol Çetin, Deizm eleştirisi ve yapılması gerekenler, s. 90) İnsanın aklının yanı sıra, inanç dünyasının, gönlünün, duygularının, hislerinin, kaygı ve endişelerinin de tatmin olması gerekir. İnsanın sadece akılla, maddi ve manevi dünyasında ideal bir mutluluğu yakalaması imkânsızdır. Herkes için geçerli olabilecek bir değer, insan aklı tarafından inşa edilememektedir. Bunun için aklın üstünde, her kişinin saygı göstereceği bir makamın olması gerekir. Bu merci ise, ilahi vahiy ve peygamberdir. Tanrı inancı ile beraber vahiy ve peygamber olmaksızın bütün insanların kabulleneceği bir değer oluşturmak mümkün değildir.” (s. 122)
“Ahiret inancını dışlayan bir tanrı fikri, aynı zamanda dünyada insanlık yararına yapılacak iyi işlerin yapılma sebebini de ortadan kaldırır. Anormalliğin hiçbir sınırının olmaması ve bu kapının açılması durumunda, kişi ve toplumların nelerle karşılaşacaklarının İyi hesap edilememesi eşcinselliğin yasaklanmasının hikmetlerindendir.” (Namık Kemal Okumuş, Sağlam kulpa Tutunamayanlar, Ahlak, eşcinsellik ve deizm üzerine, s. 199, 235)
“Materyalist felsefede, ‘başkasını kendine tercih etme, gücünün üstünde olan şeyler meydana geldiği zaman kadere razı olmak ve sıkıntılara katlanmak insanlık veya vatandaşlık kardeşliği’ gibi kavramlar anlamsız boş şeyler olmuştur.” (Muhammed el-Behiy, İslami düşüncede oryantalist etki, s. 188)
“1662-1867 yılları arasında, Afrika kıtası’ndan Amerikan kıtasına, Portekizliler, Hollandalılar, Fransızlar, İspanyollar, Danimarkalılar, Norveçliler ve İngilizler tarafından ekonomik faydacılık hedefi ile toplam 10 milyon köle zorla taşınmıştır. Ateist Kuzey Avrupa ülkeleri, aynı zamanda faşist ari ırk teorisinin de uygulandığı ülkeler idiler. İsviçre, Danimarka, Finlandiya, İsveç, Norveç bu teoriyi zamanla kanunlaştırmıştır.” (Sefa M. Yürükel, Batı tarihinde insanlık suçları, s. 36, 64)
Nietzsche, ‘sevgi, merhamet ve tevazu’ gibi kavramların üstün insanın çıkışına engel olduğunu, ‘savaşçı, acımasız ve sert’ olmanın en büyük güç olduğunu söylemektedir. Onun için faşizmin babası da denilmektedir. Zira Hitler, Nietzsche’nin kitaplarını kutsal kitap olarak benimsemişti. ( Şiddet karşısında İslam, Komisyon, DİB, s. 98)
“Bir ateistin ahlâklı olmasının rasyonel bir temeli yoktur.” ( Alper Bilgili, Yeni Asya, 01 Haziran 2012)
Cornell Üniversitesinden evrimci William Provine, evrim teorisinin beş sonucu olduğunu söyler: ” Hiçbir tanrının varlığına ihtiyaç yoktur. Ölümden sonra hayat yoktur. Etik değerler nihai olarak her türlü temelden yoksundur. Hayatın nihai olarak hiçbir anlamı yoktur. İnsanın özgür iradesi diye bir şey yoktur.” ( William Provine, Evolution: Free will and punishment and meaning in life, Darwin Day Keynote Address, 1998)
Dawkins, ” Gözlemlediğimiz evrenin neticede hiç bir tasarıma amaca, iyiliğe, kötülüğe sahip olmayan, amaçsızlık dışında hiçbir özelliği olmayan bir evren olduğunu kabul etmeliyiz.” demektedir. (Metin Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 94) Peter Atkins, The Second Law isimli kitabına şöyle başlar: “Biz kaosun çocuklarıyız, temelde bozulma ve kaos vardır, amaç yoktur; yön vardır. Evrenin derinliklerine indikçe kabullenmek zorunda olduğumuz kasvet ile karşılaşırız. Stephen Jay Gould, ” İnsan ırkının, evrimsel tarihin çılgın bir kazası olduğunu.” söyler. Bertrand Russell, “Durgun bir suda meydana gelen bir kazada başka bir şey değiliz.” demektedir. ( s. 94) Bu düşünceye göre evren acımasızdır, en temel kural, ‘hayatta kalmak için güçlü olmak’ gerekliliğidir. Böyle bir mantığa sahip olan kişi, hayatını başkaları için neden feda etsin? Evrenin zaten kendisi amaçsızdır, var olmanın kaçınılmaz sonucu ise çatışmadır. (s. 95)
Ben evrim geçirerek tesadüfen oluşmuş ve dünyadaki olayları da “Güçlülerin hayatta kaldığı, zayıfların ezilip yok olduğu” bir mekan olarak görüyorsam neden zamanla yok olacak insanlara yardım edeyim? – Darwin’in Türkler hakkındaki görüşlerini de burada hatırlayalım! – Nedensiz bu aleme gelmişim ve hayat yaşadığım bu andan ibaret ise, ölünce toprak olup yok olacaksam, hiç bir şey de hatırlamayacaksam, yapacağım kötülükler yakalanmadıktan sonra yanıma kar kalacak ve “güçlü olduğum için” zaten tabiat kuralı gereği (!) hayatta ancak bu şekilde kalabileceksem, bedensel ihtiyaçlarımı bu dünyada ne kadar tatmin edebilirsem bu dünya o kadar benim için cennet olacaksa, arzularımı tatmin edemezsem zavallı biri gibi olacaksam, iyilikleri neden yapayım? Bu bakış açısına sahip biri neden ve nasıl ahlaki prensipler bütünü oluşturabilir? Oluşturduğu bu prensipler ne kadar evrensel ve kapsayıcı olabilir? Ayrıca vicdan kavramını dine inanmayanlar nasıl açıklayabilmektedirler?
Sonsuz bir hayata inanmayan, cennet cehennemi kabul etmeyen, öldüğünde ahirette hesap vermeyeceğine inanarak yaşayan bir insan iyilik yapar mı, yaparsa onu buna iten nedenler neler olabilir, amaç tamamen insani mi olur yoksa, reklam, kibir, çevreden ilgi görme gibi yine ahlaka aykırı tutumlar olabilir mi? Yolda gördüğü para dolu cüzdanı: kamera, polis yoksa insan cebine indirmez mi? Emek harcayıp kazandığı parayı dünyalık bir menfaati olmadan bir ateist başkası ile paylaşır mı, bir ateist yılbaşında yediği hindi’den komşu veya fakirlere neden ikram etsin?
Bireysel bazda – ki Allah’ın insana verdiği vicdanın yönlendirmesi ile – ahlaklı davranışlar sergileyen insanların istisnai davranışlarını şimdilik konu dışı bırakacak olursak üzerinde öncelikle durulması gereken soru şudur: Dinden tümüyle bağımsız bir ahlak anlayışı kurulabilir ve kurulan bu düzen devamlı olacak şekilde korunabilir mi? İstisnai olarak dinsiz olup ahlaki tavırlar sergileyen insanlara baktığımızda aslında bu insanların içinde yaşadıkları toplumun dini tavırlarını özümsemiş ve topluma sinmiş olan din kökenli ahlaki değerleri pratiğe geçirmekte olduklarını görürüz. Ama bu özellikler dini havanın hakim olmadığı ortamlarda ne kadar ortaya çıkar ve devam edebilir? Merhamet, yardımseverlik gibi kavramlar dini temel olmadan insanlarca ne kadar benimsenebilir? Mesela ateist ve din düşmanı olan Ayn Rand gibi ” Bireylerin kendilerini başkaları için feda etmemesi gerektiğini, rasyonel bencillik ” savunucularının etkin olduğu toplum ne kadar ahlakî olabilir? Ahlak sadece bir var olma ve çoğalma mekanizmasından ibarettir diyen Kanadalı bir bilim filozofu olan Michael Ruse mantığı ile toplum ne kadar ayakta durabilir? Ateist bakış açısına göre bir kişiye tecavüz etmenizde sosyal yaptırımlar dışında yanlış olan başka ne taraf bulunmaktadır? İnsanlar üstü otoriteye inanmadan ve bu dünyada olmasa da ahirette mutlaka her iyiliğin karşılığının olduğu inancı olmadan bir insan hayatının ne kadar süresince ahlaki olabilir ve neden? Daha da önemlisi insanların iç alemlerinde ahlaki erdemler özümsenmeden, dıştan yapılan ve ahlaka uygun gözüken davranışların acaba amacı ne kadar “Menfaat, reklam, ileriye dönük yatırım” gibi kavramlardan uzaktır ve devamlı olabilecek özelliğe sahiptir? ” Fedakarlık, şefkat, edep, tevazu, ihlas, saygı, hibe , gıybet etmeme, zina hatta göz zinasında bile olsa uzak durma, haset etmeme, karşılıksız verme ve bir elin verdiğini diğer elin görmemesi” vb. özellikler dinsiz bir toplumda oluşturulabilir mi? Bunlar oluşturulamadan ahlak ne kadar devamlı olabilir?
Bir örnek verelim: İki hakim düşünelim. Biri dini inancı sağlam diğeri ise materyalist bir ateist. Hayatını adalet için acaba hangisi tehlikeye atabilir, ölümle karşılaşınca hangisi korkmadan yola devam edebilir? Tehdit edilince ateist olan neden ve ne kadar yola devam edebilir? Ama dindar olan kişiyi ahiret inancı güdüler ve sonuna kadar adalet için mücadele etmeye devam ettirir.
Bir ateist, ” Yarın kıyamet kopacağını bilseniz ağaç dikin.” ( Buharî, el-Edebül-Müfred s. 168, Heysemî, Mecmâuz-Zevaìd 4, 63. Münâvî, Feyzul-Kadîr 3, 30 ) şeklindeki yönlendirmeye kendini ne kadar muhatap kabul eder, gerek rasyonalizm – akıl – gerek pragmatizm – menfaat- ve gerekse pozitivizm – bilim – açısından bu söz kendini asla güdüleyemez ama bu teşvik ile bir çok inanan , sadece ağaç değil, yaptığı bir çok iyiliğin karşılığını bu dünyada görmeden iyiliği yapmaya devam etmektedir. O dikilen ağaçtan ” insan dışında vahşi hayvan, kuş faydalansa bile ” (Müslìm, Musâkât 7, 10, Buharî, Edeb 27) bir materyalist – madde üzerinden dünyayı değerlendiren – kendi çıkarına olmayan bu tür eylemlere neden tenezzül etsin veya kaç ateist bu tür direk yararını görmeyeceği faaliyeti kendine iş edinir. Kaç ateist ” Dere kenarında bile abdest alsanız suyu israf etmeyiniz.” (Ebu Davud, Cihad, 21, III/27) hassasiyetini işlerinde gösterebilir? Neden göstersin? Ne kadar gösterebilir? Gıybet etmenin – Arkadan insanların hakkında duyduklarında hoşlanmayacağı şeyleri konuşmanın- kötü bir şey olduğuna bir ateisti kim, hangi argümanlarla ikna edebilir? ” Yiyiniz içiniz ama israf etmeyiniz” (Araf, 31; Tirmizî, Bir 41, IV/343) prensibini hatırlattığınız ateistin “Sana ne ben kazandım” demesi üzerine ona ne cevap verebiliriz? Gıybet eden, israf eden bir ateist ahlaklı mı hareket etmiş olur? İsraf, gıybet ahlak sınırları içindeki davranışlardan mıdır?
“Asıl iyilik, sevdiği malını yakınlara, yetimlere, yoksullara, dilencilere, yolda kalmışlara ve boyunduruk altında bulunanlara vermek; Anlaşma yaptıkları anlaşmaları yerine getirmek” (Bakara,177), ” Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin. Eğer bilirseniz, (borcu) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır.” ( Bakara, 280) , ” Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” ( Araf,199), ” Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” ( Nisa, 135), “Ey inananlar, Allah için adaletle şahitlik edenlerden olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın, takvaya yakışan budur. Allah’tan korkun, şüphesiz Allah yaptıklarınızı haber almaktadır.” (Maide, 8), “Onlar büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınırlar; kızdıkları zaman onlar, affederler. Rablerinin çağrısına gelirler, namazı kılarlar. İşleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için harcarlar.” (Şûrâ, 37-39) ve benzeri bir çok prensibi insana uygulatacak insan kaynaklı bir ahlak sistemi ne kadar mümkündür?
Batı ülkeleri Müslüman olmadığı halde trafik kurallarına uyuluyor, kanunlar harfiyen yerine getiriliyor, insan haklarına itaat ediliyor, o halde özelde İslam’a genelde ise bir dine gerek midir?
Batı ülkelerinde kanunların yaptırımları, tanrı inancı yerine geçmiştir.Batıda kanun için yapılan ve yapılmadığında başta maddi cezalar olmak üzere dünyada verilen her türlü cezai kurumların olması, insanları belli davranışları yapmaya itmektedir ve bu dışarıdan bakılınca ahlaktan kaynaklanan davranışlar zannedilmektedir. Bu ahlak, içten gelen ve insanın iç dünyasını geliştirmesi ile dışa yansıyan davranışlar bütünü değil, aksine dıştan gelen ve zorlama ile yürütülen bir sistem olmaktadır ve bu asla ahlak olarak isimlendirilemez. Zaten bu durum bir çok sorunları da beraberinde getirmektedir. Mesela, insanlar arası iletişim ile karşılıklı yardımlaşmayı emreden İslam dininin emirlerinden olan zekattan kurban ibadetine dek tüm emirler insanların kaynaşması ve birbirleri ile iletişimini ahlaki temelde sürmesini amaçlarken batıda oluşturulan ve sosyal devlet adı ile yürütülen sistemde insanlar vergilerini verdikleri ve kurallara uydukları müddetçe başkalarına yardım ve insanın iç alemindeki duyguların yaşanması ve geliştirilmesinden uzak bir ortamda hayatlarına devam etmektedirler. Fakir birinin gözüne bakmanın bile insan vicdanında meydana getireceği duyguları tatmadan uzak olan insanlar, vergimi verdim, devlet yardım etsin mantığı ile insani özelliklerden hızla uzaklaşmaktadırlar. Bu tür toplumlarda çok sık görülen tecavüzden intihara eğilim aslında durumun vahametini de ortaya çıkarmaktadır.
ABD’de sigara izmaritini yere atmanın bedeli bin dolar, İspanya’da yere kağıt, sigara izmariti, çekirdek atanlara veya düştüğünde yerden almayanlara 60 Euro’dan 750 Euro’ya kadar para cezası yazılıyor ayrıca çöplerini ayırmayanlara da para cezası kesilmektedir. Londra’da ise yere tükürenler 500 sterlinlik para cezasına çarptırılmaktadır. (Milliyet, 02.03.2009; Hürriyet, 22 Kasım 2013; Cihan, 01.01.2014) Avrupa’da yere çöp atanlar en az 800 avro ceza öderken, 17 yaşındaki İngiliz ile 18 yaşını bitiren ABD’li genç isterse evi terk edebilirken aile de isterse ona maddi desteği kesebilir. Batıda dıştan ahlaki gözüken ama özünde kanunların yönlendirmesi ile uygulanan kurallara en büyük örnekte 18 yaşını dolduran bireylerden alınan kiralardır çünkü artık kanunen onu bakmak zorunda değildir ailesi!
Batıda dıştan ahlaki gözüken ama özünde kanunların yönlendirmesi ile uygulanan kurallara en büyük örnekte 18 yaşını dolduran bireylerden alınan kiralardır çünkü artık kanunen onu bakmak zorunda değildir ailesi! Batıda dıştan ahlaki gözüken ama özünde kanunların yönlendirmesi ile uygulanan davranışlarda temel faktör; yaptırım- kanun ve bunlara uygulanan ceza sistemidir! Batıda; ahlak, vefa, edep aranmamalıdır; Bunlar kendi menfaatlerine uygunsa kabul edilir ve savunulur. Yoksa, dünyanın öbür ucundaki insanlara götürülen ‘demokrasinin’ içeriğini herkes bilmekte ve ne yazık ki medeni, uygar ve kendilerine göre ahlaka sahip bu insanlardan hemen hiç biri buna engel olmak istememektedirler. Batı için “uygarlık, demokrasi, ahlak ” sadece, kendilerinin menfaatini desteklediği müddetçe savunulan kavramlardır! Menfaat varsa kral da savunulur ( Suud gibi), menfaat yoksa seçim, demokrasi yerine darbe de ( Cezayir, Mısır, Filistin gibi desteklenir! Ama hırsızlık yok batı ülkelerinde diyenler çıkabilir, bunu birey değil dünyayı soyarak batı zaten gerçekleştiriyor! Sus payı da bireylere bölüştürülüyor!!! İş ahlakı (Kant’ın deyimi ile ödev ahlakı) dedikleri: Özü menfaate dayalı, ceza ile desteklenen bir yapıdır sadece! İşliyor mu evet ama bu ahlak değildir; egoizm merkezli pragmatizmdir!
1800’lü yılların başında Avrupa ülkelerini gezen Mirza Ebu Talip, gözlemlerini şöyle aktarır: “Çoğunluğu ceza alma korkusu ile ülke kanunlarına karşı çıkmamaya özen gösteriyordu. Eğer yakalanmama ihtimali olan bir durumda da, hırsızlık yapmaktan geri durmuyorlardı. ( Mirza Ebu Talep Han, Oksidentalizm, s. 176) Kanunlara karşı saygılı olmaları ve korkmaları en iyi özellikleriydi. Bu yüzden çok nadir kanunlar karşısında ağır cezası olan bir eyleme giriyorlardı.” ( s. 192) Gece olduğunda bütün sokaklarına en dip köşelerine kadar aydınlatan lambaları sayesinde rahat dolaşmakta, eğlenmekte ve gezmekte idiler ama bu lambalar bir anlığına söndüğünde şiddet hemen kendisini göstermektedir. Bana göre er ya da geç kötülük onlara da bulaşacak ve güzel sokaklarını esir alacaktır. ( s. 190)
Batı mantığı ile seküler ahlakın insanı götürebileceği son nokta, dünyadaki konforunun sınırına kadardır ki konforu bozulmaya, maddi olarak zarar görmeye başlayınca batı dünyasının, daha önce sloganlığını yaptığı her türlü kavramları adeta birer put gibi yediğine, bu kavramları göz ardı ettiğine her zaman şahit olmaktayız. Demokrasi, insan hakları, adalet, paylaşım gibi kavramlar ne yazık ki batıda sadece kendi vatandaşları ve çoğu zamanda sadece kendi dindaşlarını kapsar özellikler olmaktadır.
Ayrıca İslam ahlak sistemi ile batı ahlak normları arasında arasındaki en büyük fark, Müslüman’ın ahlakının evrensel olması, her insanı kapsayıcı olmasıdır ( Bu konuda İslami emirler ve hümanizm adlı yazıyı tavsiye ederiz ) Batının ahlaki ise rasyoneldir; akılcıdır; kendi menfaatleri ile sınırlıdır. Batı sadece kendine ahlaklıdır, kendi menfaatine olan konularda gerektiğinde zulüm, baskı, yağma, işgal; gerekli-zorunlu, kendi zararına ise iyilikler bile kötü-zararlı ilan edilebilmektedir.
Cinsel Şiddet ve Cinsel Ayırımcılık Gözlemevi tarafından yapılan (12 Ekim 2020) araştırmada, Fransa’da 50’den fazla eğitim kuruluşunda 10 binden fazla öğrenci ile görüşüldü. Buna göre, yüzde 76’sı genç kız olmak üzere öğrencilerin yüzde 5’inin tecavüz yüzde 11’inin cinsel taciz mağduru olduğu belirlendi.
Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansının 28 Avrupa Birliği üyesi ülkesinde, 42 bin kadınla yüz yüze gerçekleştirdiği raporda vahim duruma işaret ediyor. Araştırmanın sonuçlarına göre, her üç kadından biri, 15 yaşından itibaren fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalıyor. Her 20 kadından 1’i ise tecavüze uğruyor. Araştırmada, kadınların yaygın biçimde istismara uğradığı ancak bunların çok azının kayıtlara geçtiği, aile içi şiddet vakalarının sadece yüzde 14’ünün ve diğer şiddet vakalarının ise sadece yüzde 13’ünün rapor edildiği belirtiliyor. ( 1.12.2018)
Batı’da da eşitsizlik her alanda. Avrupa’daki kadınların yüzde 33’ü şiddet mağduru: Kadınlar dünyanın her yerinde büyük risk altında. Evlerinde bile güvende değiller. Her gün çok sayıda kadın şiddet ve tecavüze maruz kalıyor. Üstelik kendi evinde. Bu konuda yine Hollanda’dan dikkat çekici bir başka örnek: Hollandalı kadınların beşte biri evinde eşi ya da sevgilisinden şiddet görüyor. Her 10 kadından biri ise, tecavüze uğruyor. Araştırmaya göre şiddet en yoğun şekilde Kuzey Avrupa ülkelerinde görülüyor. Danimarka yüzde 52 oranıyla bu konuda en önde. Şiddet gören kadınların oranı Finlandiya’da yüzde 47, İsveç’te de yüzde 46. Şiddetin en az olduğu ülkeler ise, yüzde 20 oranıyla Polonya, Avusturya ve Hırvatistan. Almanya’da bu oran yüzde 35. ( BBC, 8 Mart 2015)
İngiltere’de bilinen 750 bin pedofili hastası var ve bu hastaların aynı uyuşturucu bağımlılarının rehabilite edildiği çeşitli merkezlerde rehabilite edilmesi amacıyla bazı STK’lar çalışma başlattılar. ( 3 Ağustos 2017 )
1969’daki serbest, özgürlükten (!) 2012’de sapıklığın dibine… ‘Esfele safilin’ olana dek, ‘Bel hüm edal’!