Tanrı’nın Varlığının Delili Olarak Güzellik Kanıtı - Doç.Dr.İsmail Şimşek

 


Tanrı’nın Varlığının Delili Olarak Güzellik Kanıtı*

İsmail ŞİMŞEK**

Özet

Tanrı’nın varlığı ve evrenle olan ilişkisi, Tanrı’ya inanç, düşünce tarihinin en eski

problemlerinden biridir. Bilindiği gibi insan, evren ve Tanrı ilkçağlardan beri insanların

dikkatini çeken ve filozofların meşgul olduğu üç temel konudur. Hiç şüphesiz insanoğlunun

büyük meraklarından biri ve ilk sorduğu soru da evreni ve içindekileri yaratan bir

varlığın var olup olmadığıdır. Bu soru güncel hayatta olduğu kadar düşünce tarihinde de

sıkça sorulup tartışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Tanrı, Evren, Güzellik.

The Beauty Argument As The Evidence Of God’s Existence

Abstract

The existence of God, its relation to the Universe and the belief to God are among

the oldest conflicts of the history of notion. As it is known, human being, universe, and

God are three main issues that have attracted people’s attentions and they are among

the issues which philosophers have concerned with. Without any doubt, one of the

wonders and the first question asked by human beings has been whether there is a

power that created all the creatures in the universe or not. This issue has been argued

both in daily life and in the history of notion.

Key Words: God, Universe, Beauty

* Bu makale ‘Tanrı, Ruh ve Ölümün Estetik Boyutu’ adlı doktora tezinden türetilmiştir.

** Yrd. Doç., Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi

issimsek1982@hotmail.com


GİRİŞ


Duyu ya da akıl yoluyla kavranabilen veya mevcudiyeti düşünülebilen,

Tanrı’nın dışındaki varlık ve olayların tamamını ifade eden;1 ve felsefenin en

önemli konularından biri olan evren, tarih boyunca hem filozofların hem de teologların

üzerinde durduğu bir konudur. Evrenin varlığı ile ilgili düşünceler ister

teolog ister filozof olsun, onun var edilişi ve onu var eden Tanrı temelinde gelişmiştir.

Çünkü genelde bütün var olanlar varlıklarını mutlak olan Tanrı’dan almaktadırlar.

Dolayısıyla var olanların güzellikleri, özelde evrenin güzelliği, evreni var

eden, ona güzelliği veren Tanrı ile ilişkili olmaktadır. Bu nedenle hem teologlar

hem filozoflar açısından, hem de dini perspektif ve dini metinlerden yola çıkarak

evrenin güzel olup olamadığına baktığımızda, onların evrenin estetik boyutu ile

ilgili düşüncelerini, Tanrı ile ilişkilendirerek açıkladıkları ve evrende yer alan ya

da duyulur âlemin üstünde yer alan, güzel olarak nitelenen her şeyi Tanrı’nın bir

yansıması olarak gördükleri ortaya çıkmaktadır.

Dinlerin kutsal metinlerinde evrenin kusursuzluğu ile ilgili temel ayetler yaratma

doktrini üzerinde durur. Bunu da yalnız yaratıcı Tanrı’nın aşkın ötekiliği

üzerinde durarak değil, aynı zamanda Tanrı’nın sınırsız gücü ve O’nun Mutlak

Güzelliği üzerinde durarak yaparlar. İster İncil, ister Kur’ân olsun, bütün semavi

dini metinlerde evreni yoktan var eden Tanrı’dır ve Tanrı var ettiği evreni en güzel

şekilde yaratmıştır. Bu durum kutsal metinlerde bizzat Tanrı tarafından ifade

edilerek gösterilmektedir. Kutsal metinlerde evrenin estetik boyutuna, mükemmelliğine

ve kusursuzluğuna dikkat çekilen ayetlerde, bunları Mutlak Güzel olan

Tanrı’nın yarattığı, dolayısıyla da Mutlak Güzel olan bir varlığın kendisi gibi güzel

yaratacağı fikri üzerinde durulur. Bu nedenle kutsal metinler, evrendeki tabii

olayların sebep-sonuç ilişkisi içerisinde, belli bir gaye ve plan dâhilinde, evrensel

1 Süleyman Hayri Bolay, “Âlem”, TDVİA, İstanbul 1989, c. II, 357.

düzene iştirak ettiği üzerinde dururlar. Evrendeki bu planlılığın ve gayeliliğin nihai

ilkesini ise, yaratıcı olan Tanrı’ya dayandırırlar. Tanrı ise yarattığı her şeyde

kusursuzluk, güzellik ve mükemmelliği esas alır. Aksi durum, O’nun mükemmel

bir varlık olmasına aykırıdır. Bu nedenle Tanrı yarattığı tüm varlıklarda olduğu

gibi, evrenin yaratılışını da kendi mükemmelliğine yaraşır şekilde en uygun, en

düzenli, en kusursuz, abesliğin ve tesadüfün yer almadığı, estetik olarak en mükemmel

şekilde gerçekleştirmiştir.

Düşünce tarihinde birçok filozof ya da düşünür; evrendeki bu mükemmellik,

düzenlilik ve güzellikten bu mükemmellik ve güzelliği meydana getiren bir varlık

olduğu fikrini temellendirmeye çalışmışlardır. Daha çok kozmolojik deliller ailesi

diyebileceğimiz bu delillerden birisi de, düşünce tarihinde sistemli bir şekilde tam

olarak yer verilmeyen güzellik kanıtıdır. Bu çalışmada bu konuyu ele alıp değerlendireceğiz.


Tanrı’nın Varlığının Delili Olarak Güzellik Kanıtı

Düşünce tarihinde estetik bir değer olan güzelliğin metafizik alandaki yansımasında

iki temel görüş vardır. Bunlardan birincisi, Tanrı’nın güzelliğinden, varlık

ve niteliklerinden hareketle evrende görülen güzellik ve mükemmelliği açıklama

ve bunun sonucunda da Tanrı’nın güzelliğini ortaya koyma; ikincisi ise, birinci

konuyla ilişkili olarak Mutlak Güzel olan bir varlığın yarattığı evrendeki düzen,

kusursuzluk, oran-orantı ve uyumun oluşturduğu güzellikten hareketle evrene bu

uyum, oran-orantı, düzen ve kusursuzluktan oluşan güzelliği veren Tanrı’ya ulaşmadır.

2 İkinci temel görüşten hareketle düşünce tarihinde güzellik kanıtı olarak

isimlendirebileceğimiz Tanrı’nın varlığını ortaya koyma çabaları ortaya çıkmıştır.

Özellikle hem düşünce tarihinde hem de dinlerin kutsal metinlerinde, Tanrı’nın

varlığını ispatlamada kullanılan nizam ve gaye delilinin bir sonraki aşamasını

oluşturan bu delile göre, evrende muhteşem bir düzen, kusursuzluk ve uyum vardır.

Bütün bu uyum, kusursuzluk, gayelilik, oran-orantı ise güzelliği oluşturur. Bu

kadar muhteşem bir güzellik ise rastlantısal olarak kendi kendine bir araya gelemez.

Öyleyse nasıl ki düzen ve gaye düzenleyici bir varlığı gösteriyorsa, aynı şekilde

bütün bu unsurların birleşmesi ile oluşan evrenin güzelliği de ona bu güzelliği

veren bir Mutlak Güzel’in varlığını gösterir. Çünkü bütün var olanlar, varlıklarını

Mutlak Güzel olan Tanrı’dan almaktadırlar. Dolayısıyla var olanların güzellikleri,

özelde evrenin güzelliği, evreni var eden, ona güzelliği veren mutlak güzel olan

Tanrı ile ilişkili olmaktadır.

Güzellik kanıtının başlangıç noktası evrende tek tek nesnelerde var olan

uyum, oran-orantı, kusursuzluktur. Tek tek nesnelerde var olan bu uyum ve güzellik

bir bütün olarak evrenin tamamına yayılmıştır. Bu nedenle evren en güzel ve

2 Şimşek, İsmail, Dinin Estetik Boyutu, Etüt Yayınları, Samsun 2014, s. 109.

en mükemmel bir evrendir. Sonuç noktası ise evrenin bu güzelliğinin, uyumunun,

gayeliliğin kendi kendine meydana gelmemesidir. Bu nedenle uyumlu, ahenkli,

düzenli bir âlemin güzelliği, bu düzeni, uyumu, ahengi verip evreni güzel kılan bir

varlığı gerektirir ki, bu da Mutlak Güzel olan Tanrı’dır.3

Güzellik kanıtı düşünce tarihinde, Tanrı’nın varlığı ile ilgili deliller arasında

müstakil bir konu olarak ele alınmamış, daha çok kozmolojik deliller ailesi içinde

nizam ve gaye delili etrafında işlenmiştir. Bununla beraber denilebilir ki, Tanrı’nın

varlığı konusunda en eski delillerden birisi hiç şüphesiz güzellik kanıtıdır. Tarihten

günümüze kadar evren ve onun mahiyeti üzerinde düşünen Platon, Aristoteles,

Descartes, Leibniz gibi birçok filozof, var olan bu evrenin kendisinden öte

fiziksel olmayan mutlak ve akıllı bir varlığa işaret ettiğini ifade ederler. Onlara

göre evren aşkın bir gerçeğe dayanmaktadır. Farklı düşüncelere sahip olsalar da

evrenin kendi kendini açıklayamayacağı, kendinden de öte fiziksel olmayan aşkın

bir varlığa ihtiyaç duyduğu noktasında benzer görüşlere sahiptirler.4

İlk dönem filozoflarından Platon’un hocası Sokrates’e göre Tanrı, duyu organları

ile görülebilen bir varlık değildir. O, duyusal algının ötesindedir. Tanrı ancak

evrende olup bitenlerden, verilen iyiliklerden, evrende ortaya konulan sonsuz güzelliklerden,

muhteşem düzenden, kısacası onun ortaya koyduğu eserlerden ortaya

çıkar. İnsan ise Tanrı’yı bunları yaparken göremez. Bu şuna benzer: İnsanlar evrende

güneşi gördüklerini zannederler. Oysa güneş tam olarak görülemez; ancak

ışıkları sayesinde güneşin var olduğu tecrübe edilebilir. Tanrı da bunun gibidir. O,

eserleri ile kendini gösterir.

“Bir de şunu düşün: herkesin göz önünde sandığı güneş bile insanların kendisine

bakmasına izin vermez; insan cüret gösterip güneşe uzun süre bakmaya kalkarsa,

gözlerinden olur.”5

Sokrates, yağmurlu bir zamanda yıldırımın yukarıdan geldiğinin çarptığı her

şeyi yakıp yıkmasından anlaşıldığını; ancak yıldırımın gelmesinin ise görülmediğini,

ortaya çıkardığı etkileri ile belli olduğunu, yine aynı şekilde rüzgârında bunun

gibi ancak etkileri ile göründüğünü örnek vererek Tanrı’nın da, evrene verdiği

düzen ve güzellikten hareketle yani evrendeki etkileri ile ortaya çıkacağını belirtir.

Evren estetik olarak çok güzeldir. Bu güzellik ise tek başına rastlantısal olarak kendi

kendine meydana gelemez. Mutlaka evrene bu güzelliği veren daha güzel ve en

akıllı olan bir varlık olmalıdır.6

Sokrates, evrende olan hiçbir şeyin rastlantısal olmadığını anlatmak için göz

3 Alvin Plantinga, God and Other Minds, Cornell University Press, Ithaca 1967, s. 97.

4 Ward, Keith, God, Change, Necessity, Oneword Publication, Oxford 1996, s. 7.

5 Ksenophon, Sokrates’ten Anılar, (çev. Candan Şentuna), (2. Basım), Türk Tarih Kurumu

Basımevi, Ankara 1997, s. 98.

6 Ksenophon, s. 98.

örneğinden hareket eder. İnsanın gözü o kadar harika bir düzen ve güzellikte yaratılmıştır

ki, böyle bir düzen ve güzellik yüce bir varlık olmaksızın açıklanamaz.

Çünkü göz zayıfladığı zaman, göz kapakları onu örter; göz kullanılması gerektiğinde

açılır; rüzgâr vurmasın diye uykuda kapanır; kalbur gibi kirpik yaratılmıştır;

baştan akan ter zarar vermesin diye gözlerin üstünü kaşlarla daraltmıştır. Yine

kulak, bütün sesleri almasına rağmen hiçbir zaman dolmaz. Canlıların arzu ettikleri

şeyi yemelerini sağlayan ağız, gözlerle burnun yanına yerleştirilmiştir. Bütün

bunlar öyle güzel bir uyum ve orantı da önceden düşünülüp yapılmıştır ki, bir

rastlantının sonucu olması düşünülemez.

“Bunlar akıllı bir varlığın eserine çok benziyor. Bu sınırsız ve olabildiğince büyük

olan evren, herhangi bir akıl olmadan mı böyle güzel düzenlendi?”7

Benzer şekilde öğrencisi Platon’a göre de evren en güzel şekilde yaratılmıştır.

Evrendeki bu güzellik tam olarak anlaşıldığında, bizi aşkın olan Tanrı’ya götürür.

Tanrı insana gözleri, yarattığı evrenin güzelliğini idrak edip kendisine ulaşması

için vermiştir. Bu nedenle görme en büyük nimettir. Zira gök cisimlerini, güneşi,

göğü görmemiş olsaydık, bugün evren hakkında ortaya atılan açıklamaların

tek bir kelimesi bile ağızlardan çıkmazdı. Oysa bize zamanın bilgisini, bütünün

özünü inceleme imkânı vermiş olan, sayıları bulduran, geceyle gündüzün, ayların,

mevsimlerin durumunu gösteren görme faaliyetimizdir. Tanrı görmeyi, zekânın

gökteki devirlerini seyrederek onları, düzensiz olmakla beraber göğün değişmez

devirleriyle aynı soydan olan kendi öz düşüncemizin devirleri ile uyduralım diye

bize vermiştir. Böylece gökteki bu hareketleri iyiden iyiye inceleyip, düşünüşlerin

tabi doğruluğundan pay aldıktan sonra bütün bunların hareket ettiricisine, yapıcısına

ulaşılır.8

Yaratılan bu dünya, en güzel ve en mükemmel bir dünyadır. Evrendeki duyulur

dünyanın mükemmelliği Tanrı’ya ulaşmada bir araç olarak görülmesi gerekir.

Duyulur dünyadaki güzellikten hareketle akledilir dünyanın güzelliğine ve oradan

da bütün güzelliklerin kaynağına ulaşılır. Platon’a göre insan, diyalektik bir şekilde

güzelden başlayarak aşama aşama yükselerek Tanrı’yı bulur. Bunu güzel bir beden

arayan insan örneği vererek açıklar. Buna göre önceleri en güzel bedenleri arayan

insan tek bir insanı sever. Görünüşteki güzelliğin peşinde olanlar, bütün bedenlerdeki

güzelliklerin aynı olduğunu zamanla kavrayınca, ruh güzelliğine değer vermeye

başlarlar. Zira incelikli bir ruh, beden güzel olmasa da kişinin içindeki sevgiyi

kabartmaya yeter. Akabinde insan bilgideki güzelliği fark eder. Onun gördüğü

güzellik genişledikçe bir varlığa bağlı kalmaktan vazgeçer. Gördüğü bu güzellik

denizine hayranlık duyar; en güzel ve ulu sözler, sonsuz bilgelik arzusundan doğan

düşünceler içinden taşar. İşte o zaman kuvvetinin önüne kimse geçemez, gerçek

7 Ksenophon, s. 30.

8 Platon, Timaios, (çev. Erol Günay- Lütfü Ay), Sosyal Yayınları, İstanbul 2001. 46b,c.

bilgeye, güzel olanın bilgisine ulaşır.9 Bu nedenle ilk başta sevgisinin peşinden koşarak

bedenin güzelliğinden hareket eden, sonunda bütün güzel şeyleri sırasıyla

ve düzenli bir halde görür; sonra yolun en sonuna varır ve birdenbire benzersiz

güzellikle, doğasında güzellik olan muhteşem bir varlıkla, Tanrı ile karşılaşır.

Dolayısıyla insan, evrendeki güzelliklerden başlayıp adım adım sürekli yükselirse,

örnekte olduğu gibi bir bedenden diğerine, onlardan bütün güzel bedenlere, sonra

güzel eylemlere, sonra güzel bilgilere, oradan da tek bilgiye; Mutlak Güzel’e, kendiliğinden

var olan öz güzelliğe, Tanrı’ya ulaşır.

Aristo da evrenin güzelliğinin bir varlığı gösterdiği konusunda Sokrates’le

benzer düşünceleri paylaşır. Ona göre evren, her yönü ile muhteşem bir saray gibidir.

Bunu herkes görebilir. O, günümüze ulaşmayan De Philosophia adlı eserinde

bu konuyu şu örnekle anlatmaya çalışır.

“Yontular ve resimlerle süslenmiş, iyi ve gösterişli, insanı mutlu eden birçok şeyle

donatılmış evlerde sürekli yaşayanlar var olsun, bunlar yeryüzüne hiç çıkmasınlar,

ama tanrısal belirti ve gücün varlığını yalnızca kulaktan kulağa duymuş olsalar,

sonra günün birinde yeryüzünde açılan dar geçitlerle oturdukları gizli saklı yerlerden

bizim yaşadığımız buralara kaçıp gelebilseler: Birdenbire yeryüzünü, denizleri

ve gökyüzünü gördüklerinde, bulutların büyüklüğünü, rüzgârın gücünü anladıklarında,

güneşe baktıklarında, tüm gökyüzüne ışık yayarak günü başlattığı için onun

bir yandan büyüklüğünü, güzelliğini, öte yandan da etkisini sezdiklerinde bir yandan

gecenin karartısı yeryüzüne indiğinde, öte yandan yıldızların tüm gökyüzünü

kaplayıp donattığını ve bir büyüyen, bir küçülen ayın ışığının değiştiğini, bunların

tümünün doğuşlarını, batışlarını ve sonsuza dek değişmeyen belirli hareketlerini

gördüklerinde, gerçekten hem tanrıların var olduklarını, hem de böylesi görkemli

işlerin tanrılara özgü olduğunu düşünürler.”10

Aristo ile benzer düşünceleri öne süren sonraki dönem Neo-Platoncu filozof

Cicero da, dünyanın hem kendisini, hem gökyüzünü, karalar, denizler gibi

parçalarını hem de güneş, ay, yıldızlar gibi olayları incelediğimizde, mevsimlerin

düzenli değişimi, birbirleri ardından gelmeleri ve tüm bu olguların görkeminden

yola çıkarak bunları yaratan, harekete geçiren, yöneten ve düzenleyen olağanüstü

ve kusursuz bir varlığın ortaya çıkacağı düşüncesindedir.11 Evren incelendiği

zaman gökyüzü, karalar, denizler, güney, ay vb. olayların oluşumunda işleyen bir

düzenin, bir kanunun olduğu görülecektir. Herhangi bir kanun ise bir şeyin etkili

ve amil varlık sebebi olamaz. Kanun, bir failin varlığını gerektirir; çünkü kanun sadece

o failin takip ettiği bir yoldur. Kanun, bir gücün varlığına işaret eder. Kanun,


9 Platon, Şölen, (çev. Birdal Akar), Şule Yayınları, İstanbul 2009. 210b, c, d, e.

10 Aristoteles, De Philosophia, I, 33;42-44, naklen Marcus Tullius Cicero, Tanrılar’ın Doğası,

(çev. F. G. Özaktürk-FafoTelator), Dost Yayınları, Ankara 2006, s. 104.

11 Cicero, s.79.


işleyen bir düzendir. Bu fail olmadan, bu güç olmadan, kanun hiçbir şey yapamaz.

Failde güçte farklı şeylerdir.12

Cicero’ya göre gökyüzünün devinimi, güneşin, ayın, tüm yıldızların yörüngeleri,

çeşitliliği, güzelliği ve düzeni, tüm bunlar rastlantısal olarak meydana gelemez.

Öyle ki, öncelikle evrenin merkezine yerleştirilmiş, katı, küresel ve her yönden

kendi içinde, kendi baskısıyla yuvarlaklaşmış, çeşit çeşit ve inanılmaz bollukta

çiçekleriyle, otlarıyla, ağaçlarıyla, ürünleriyle, tüm dünyaya baktığımızda kaynaklardan

çıkan buz gibi suları, ırmakların pırıl pırıl suları, taş gibi kayaları, dağların

doruklarının geniş ovaları, yer altındaki altın ve gümüş damarlar, uçsuz, bucaksız

mermer yatakları, ister evcil olsun ister olmasın çeşit çeşit hayvan türleri, kuşların

ötüşleri, süzülmeleri estetik olarak, meydana gelen bu evrenin en mükemmel ve

en güzel bir şekilde meydana geldiğini göstermektedir. Bütün bunları düşündüğümüzde

bunları yapan tanrısal bir akıldan başka bir şey olamaz. Bu, birinin bir eve

gidip de, o evi çok düzenli, her şeyi yerli yerinde ve mükemmel bir şekilde gördüğünde

o yeri kendisinden önce birisinin gelip düzenlediğini anlaması gibidir. Bir

başka yönden bu, büyük bir ev görüp de sahibini görmesek bile, o evi gelinciklerin

ya da farelerin yaptığının imkânsız olması gibidir. Aklı başında olan biri atomların

hareket ederken oraya buraya rastlantısal düşüşüyle tüm bu yıldızların kümelenip

gökyüzünü böyle donatmış olabileceğini düşünebilir mi? Öğleyse bu evrende yer

alan bu denli büyük düzen ve çok büyük sonsuz güzelliği gören, bütün bunları düzene

sokan, onlara uyum verip güzelleştiren, bütün bu hareketleri aklıyla yöneten

bir varlığın olmasını gerektirir ki, o da Tanrı’dan başka bir varlık olamaz. Çünkü

evrendeki kusursuzluk ve mükemmel güzellik ancak Tanrı ile açıklanabilir.13

“Doğada insan aklının, mantığının, gücünün, yeteneğinin yapmadığı bir şey

varsa, kuşkusuz insandan daha üstün bir şey vardır; göksel olaylar ve düzeni sürekli

olan her şey insan tarafından gerçekleşemez; onun yarattıkları insanınkinden daha

iyidir; buna Tanrı’dan daha iyi bir ad bulunabilir mi?”14

Evrenin yapısını oluşturan parçalar öylesine uyumlu bir şekilde düzenlenmiştir

ki, bir parça öbürüne göre ne daha iyi, ne daha güzeldir. Bütün bu uyum ve

orantının oluşturduğu ince bir hesap üzerine kurulmuş olan mükemmel güzellik

asla rastlantısal olmayıp bir tanrısal öngörü ile açıklanabilir.

Cicero, evrenin güzelliğini anlamayı hiç gemi görmeyen çoban örneği ile örneklendirme

yoluna gider. Ona göre hiç gemi görmeyen bir çoban, denizde ilk

kez gördüğü bu nesnenin ne olduğuna karar veremez. Gemide yolculuk yapan

gençleri görünce, söylenen ezgileri duyunca, yunusların sevinç ve coşku ile yol

12 Lennox C, John, Aramızda Kalsın Tanrı Var, (çev. Reşit Şahin, S. Levin Atalay), Ufuk Yayınları,

İstanbul 2013, s. 89.

13 Cicero, s.78.

14 Cicero, s.79.

aldıklarını zanneder. Daha sonra ilk başta cansız ve duygusuz olarak gördüğü bu

nesnenin bir takım belirtilerinden sonra ne olduğunu anlamaya başlar. Bunun

gibi filozofların düşünceleri de dünyaya ilk baktıklarında karışıktır. Sonra dünyanın

hareketlerinin sınırlı, düzenli ve her şeyin belirli ve değişmeyen bir düzen

içinde olduğunu gördüklerinde bu göksel ve tanrısal evde birinin yalnızca yaşam

sürmediğini, aynı zamanda bu denli büyük bir yönetimin mimarıymış gibi kural

koyduğunu ve onu yönettiğini kabul etmek zorunda kalmışlardır. Kim yıldızların,

gezegenlerin muhteşem güzelliğinin bir rastlantı sonucu oluştuğuna, atomların

ağırlıklarının gücüyle hareket ettiklerine ve bu hareketler sonucu bu güzelliğin ortaya

çıktığına inanırsa, alfabenin ister altın, ister gümüş olsun, harflerini bir araya

toplayıp yere saçtığımızda Ennius’un “Annales” adlı eserinin meydana geldiğine

de inanmalıdır. Oysa bırakın bu eserin meydana gelmesini, saçılan bu harflerden

bir tek dize bile çıkmaz. Çünkü akıllı bir varlık için bunun olmayacağı aşikârdır. O

halde gökyüzünün, yıldızların bu denli düzenli hareketlerini ve evrende yer alan

her şeyin kendi arasında bağıntılı ve uyumlu olduğunu gördüğü halde, bunlarda

herhangi bir tanrısal öngörünün bulunduğunu inkâr etmek ve bunların rastlantı

sonucunu oluştuğunu söylemek mantıksızlıktır. Oysa bütün bunlar öyle bir güçle

yönetilir ki, bu güce hiçbir biçimde erişemeyiz. Küre gibi, saat gibi herhangi bir şeyin

işleyiş yöntemine göre hareket ettiğini gördüğümüzde bunun akıl ürünü olduğundan

kuşku duymayız. O halde, gökyüzünün şaşılacak bir hızla dönerek hareket

ettiğini ve hiçbir zarar vermeden güvenlik içinde yıllık değişmelerini son derece

kararlı bir biçimde tamamladığını gördüğümüzde, bunların yalnız aklın ürünü

değil üstün ve tanrısal bir aklın ürünü olduğundan kuşku duymayız.15 Calvin’in

de ifade ettiği gibi;

“Yalnızca gözlerinin yardımına başvuran en kaba ve cahil bir insan bile ilahi

sanatın ihtişamına karşı duyarsız kalamaz; çünkü o kendisini gökyüzündeki şeylerin

birbirinden ayrı sayısız ve düzenli çeşitliliğinde ifşa eder.”16

Cicero, hemen tüm filozoflarda olduğu gibi evrenin güzelliğinden hareketle

bunları meydana getiren bir düzenleyici ve güzelleştirici varlık fikrini ortaya koyduktan

sonra, insanın yaratılışındaki güzellik üzerinde de durur ve bu güzellikten

hareketle de Tanrı’nın varlığını ortaya koymaya çalışır.

İnsanın yaratılışındaki incelik, güzellik, insan aklının ve zekâsının tanrısal

ve olağanüstü bir öznenin ürünü olduğunu gösterir. O, Sokrates’ten başlayarak

Villiam Paley’e17, ondan Gazali’ye kadar birçok İslam düşünürünün de üzerinde

durduğu insanın yaratılışındaki güzellik konusunda göz yapısının yaratılışındaki

15 Cicero, s. 103-108.

16 Plantinga, Alvin, “Doğal Teolojiye Yönelik Reformcu İtiraz”, Din Felsefesi Seçme Metinler,

Michael Peterson vd., çev. Rahim Acar vd., Küre Yayınları, İstanbul, 2013, s. 332.

17 Paley, William, Natural Theology, New York: Harper and Brothers, 1845, s. 34-42.


mükemmelliği örnek verir. İnsanın göz yapısını incelediğimizde; görmek için verilen

göz, onu korusun diye de sağlam bir zarla çevrilmiştir. Göz bebeği zarar verecek

şeylerden korunsun diye çok küçüktür. Gözü örten göz kapakları, göz bebeği

zarar görmesin diye çok yumuşaktır. İçine bir şey kaçmasın diye kolayca kapanır,

açılır. Kirpikler göz kapağının sanki siperidir. Bunlar hem gözler açıkken göze bir

şeyin kaçmasını engeller hem de uykuda görme gereksinimi olmadığı için onları

içeri kapatır, dinlendirir. Gözlerin göz çukuru içinde olması da başka bir hesap

içindir. Gözün üstündeki kaşlar kafadan ve alından göze ter akmasını engeller,

aşağıdan hafif çıkıntılı elmacık kemikleri gözü korur. Burunu, kulağı ve diğer organları

düşündüğümüzde her biri ayrı bir incelik, uyum ve orantının oluşturduğu

mükemmel güzellikte yaratılmıştır. Bu uyum ve orantının, gayeliliğin oluşturduğu

mükemmel güzellik ise kendi kendine var olamaz. Bu mükemmel güzelliği var

eden bir mükemmel varlık olmalıdır ki, o da Tanrı’dır.18

Cicero’ya göre insanda var olan uyum, orantı ve gayeliliğin oluşturduğu güzellik

diğer canlılarda da vardır. Onların her biri kendi türlerini sürdürmeleri için

gerekli olan şeylerle donatılmıştır. Kimilerinin bedeni deri ile kimilerininki postla

kaplıdır, kimilerinde diken vardır. Kimileri boynuzlarından güç alırken, kimileri

kanatlarını kullanır. Canlıların otlamak ve sindirmek için yapılarının nasıl olduğunu

ve bedenlerinin türlü parçalarının nasıl da yerli yerine ustaca konulduğunu,

uzuvlarının şaşırtıcı yapısının ayrıntılarıyla nasıl da biçimlendirildiğini, yerleştirildiklerini

gördüğümüzde, bunların tanrısal bir akıl olmadan, tanrısal bir varlık

olmadan meydana gelmesi mümkün değildir.19

Benzer şekilde Ortaçağ felsefesi ve İslam düşüncesinde yaratılan evren, en

mükemmel ve en güzel bir evren olarak kabul edilir. Evrenin bu güzelliği ise bir

ayna gibi Tanrı’nın eşsiz varlığını ortaya koyar. Evrende yaratılan her şeyin bir

düzen, uyum ve orantıda bulunması, bütün bunlara düzeni, uyumu ve güzelliği

veren Tanrı’nın simgesi olarak görülür. Çünkü görülen şeylerin güzelliği, onlara

bu güzelliği, bu şekli veren ve onları biçimlendirenden kaynaklanır.

Platoncu görüşleri Ortaçağ felsefesine taşıyan Augustine, önceleri Tanrı’yı duyulur

nesnelerde arar ve bir sonuca ulaşamaz. Daha sonra Platon’nun eserlerini

okuduktan sonra duyuların Tanrı’yı bulamayacağını, Tanrı’nın akılla kavranılabilen

bir varlık olduğunu şu şekilde ifade eder.

“Ancak Platoncu filozofların kitaplarını okuduktan sonra, hakikati görünen

nesnelerin dışında aramayı öğrendim ve senin görünmeyen niteliklerini yapıtların

aracılığı ile gördüm”20


18 Cicero, s.105.

19 Cicero, s.116.

20 Augustine, The Confessions of Saint Augustine, (Trans. Edward B. Pusey), The Modern Library,

New York 1949, s. 160.


Bu nedenle Augustine’e göre, Tanrı’nın görünmeyen nitelikleri yaptıkları ile

açıkça ortaya çıkmaktadır. Bunu bozulmamış duyulara sahip olan insanlar evrenin

muhteşem güzelliğinde görebilirler. İrili ufaklı bütün hayvanlar bunu göstermesine

rağmen, duyularının ötesini yargılayabilecekleri yetenekleri olmadığından,

O’nun hakkında soru sormazlar. Oysa insan bütün bu güzellikleri görüp düşünmeli,

sorgulamalı ve bu muhteşem güzellin kaynağını bulmalıdır. Yalnız insanın

yaratılmış şeylere olan düzensiz aşkı, onu köle durumuna düşürüyor ve onun doğru

düşünebilme kapasitesini engelliyor. Oysa evrenin güzelliği onu sorgulayana,

yargılayana, düşünenlere cevap verir.

“Peki, öyleyse Tanrı nedir? Dünya sen Tanrı mısın diye sordum, o da bana: “Ben

Tanrı değilim dedi.” Dünyada bulunan her varlık bana aynı karşılığı verdi. Denize ve

derinliklerine ve içinde yaşayan yaratıklara sordum, bana “Biz senin Tanrı’n değiliz,

onu bizim üstümüzde arayacaksın.” dediler. Esen yele, dünyayı çeviren atmosfere ve

içinde yaşayanlara sordum. “Biz senin Tanrı’n değiliz.” dediler. Göğe, güneşe, aya,

yıldızlara sordum: “Senin aradığın Tanrı biz değiliz.” dediler. Algılama alanıma giren

her yaratığa: “Tanrı olmadığınıza göre hiç olmasa onun hakkında bana bir fikir

veremez misiniz?” diye sordum. Yüksek sesle hep bir ağızdan, ‘Bizleri o yarattı.’ diye

haykırdılar.”21

Yaratılan güzellikler Tanrı hakkında bizim sorgulamalarımıza cevap verirler.

Onların bize cevabı, onların güzelliğidir. Bizi onları var eden varlığa yönlendirirler.

Bu ise sadece gördükleriyle, kalpleriyle, düşünceleriyle kavrayarak değil onu

kendi içindeki doğrularla karşılaştıran, işiten, gören ve gerçeği fark edenler tarafından

anlaşılır. Dolayısıyla kimisi evrenin güzelliğine bakmakla yetinir, kimisi

bakarken sorgular. Aslında evrenin güzelliğinde hiçbir değişiklik yoktur.

“Onlar herkesle konuşurlar; ancak onların dıştan gelen seslerini içlerindeki gerçekle

kıyaslayanlar için onların güzelliği anlaşılır.”22

Augustine’e göre bütün evren Tanrı’nın yüceliğini ortaya koyar. Eğer insan evrenin

bu güzelliğinden diyalektik bir şekilde hareket ederse, evrenin güzelliğini

doğru bir şekilde okursa, ona bu güzelliği veren Mutlak Güzel’e ulaşır. Ruh, duyu

organlarını kullanarak öncelikle dışarıdaki güzelliği fark eder. Bu güzellikler aşkın

bir realite olan Tanrı’nın suretleri, işaretleridir. Ruh, bu güzelliği izleyerek bu güzelliği

veren en güzel varlığa ulaşır. Augustine, yaratılan evrenin güzelliği aracılığı

ile Tanrı’ya ulaşabileceğimizi, aklımızın onun var oluşuna iyice inanabileceğini kabul

eder.23 Çünkü evren bir kaos değil kozmostur. Evrene baktığımızda ilk bakışta


21 Augustine, Confessions, s. 222; İtiraflar,( çev. Çiğdem Dürüşken), Kabalcı Yayınevi, İstanbul

2010, s. 299.

22 Augustine, Confessions, s. 202; Richard Harries, Art and The Beauty of God, A Christian

Understanding, Movbray Press, New York 1993, s. 37.

23 Augustine, Confessions, s. 66.

bir düzenin, bir güzelliğin hâkim olduğunu görürüz. Her varlıkta çok harika bir

güzellik, düzen ve uyum vardır. Bu düzen ve bu düzenin oluşturduğu güzellik bize

daha önce bildiğimiz Mutlak Güzel’i, onun yetkinliğini gözlerimiz önüne serer.

En yüksek yaratıktan en bayağısına kadar tam ve doğru sınırlar içinde anlaşılmış

bir düzen vardır. Bu düzen ve güzellik bizi değişmez ve ölümsüz hakikate, Mutlak

Güzel’e götürür. İnsan, gökyüzünün, yıldızların, dağların güzelliğine gözünü

kapayamaz. Bu düzen ve güzelliğe bakınca da onun yüce bir varlığın eseri olduğu

kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkacaktır.

Augustine, evrenin güzelliğini temaşa ederek Mutlak Güzel’i bilebiliriz düşüncesini

ayna ve cisim ilişkisi ile örneklendirir. Buna göre bir nesneyi aynada görme,

bir görme şeklidir. Aynaya görüntüsü akseden cismi ya da nesneyi ne kadar

betimlersek betimleyelim, ne kadar ayrıntılı olarak anlatırsak anlatalım, cismin

aynadaki görüntüsü, anlatılan, betimlenen bu şeylerden daha güzeldir. Bununla

birlikte aynaya cismin kendisi değil, sadece sureti yansır. Aynı şekilde evrene baktığımızda,

iman camı ile bakarsak, iman camının hikmet tarafından sırlanması ile

oluşan ruh aynasındaki temaşa, sadece duyulur düzende değil, düşünülür düzende

de geçerli olur.24

Augustine’e göre Tanrı, Mutlak Güzel ve Mutlak Varlık olduğu için tam bir illettir;

yani ayetteki şekliyle dünyayı yaratan, ona şekil verip, onu biçimlendirendir.

“Çünkü gökleri yaratan RAB, Dünyayı yaratıp biçimlendiren, pekiştiren, üzerinde

yaşanmasın diye değil, yaşansın diye biçimlendiren RAB -Tanrı O`dur- şöyle

diyor: RAB benim, başkası yok.”25

Augustine, evrendeki güzellikten hareketle Tanrı’ya ulaşmanın yanında ontolojik

delile benzer şekilde, zihinde bulunan güzellik kavramından hareketle de

Tanrı’nın varlığını ispatlamaya çalışır.

Ona göre insanda var olan sesler, tatlar, renkler, kokular duyuma bağlı olmadan

zihnimize girmiştir. Çünkü biz, bunları başkasından duyarak ya da okuyarak

öğrenmiş değiliz. Bunlar bizimle beraber her zaman, hep içimizde olmuşlardır.

Bunun gibi mutlak güzel olan Tanrı da zihnimizin dışında değildir. Tanrı fikri, bizim

zihnimizde bizimle beraber hep var olmuştur. Bu yüzden insan hep onu arar.

Bu birisinin kaybettiği bir eşyasını aramasına benzer. Çünkü birisi kaybettiği bir

eşyasını arıyorsa o, eşyasını hatırlıyor, bu nedenle de onu arıyor demektir. Dolayısıyla

da aslında biz, Tanrı’yı hatırlıyoruz ve bu yüzden onu arıyoruz.

“Tanrı’yı tanımasaydık aramazdık, onu anımsamadan tanımayız. O, gözlerimizin

önünden kaybolmuştu; ama hep zihnimizdeydi.”26

24 Zeki Özcan, Augustinus’ta Tanrı Ve Yaratma, Alfa Kitabevi, Bursa 1999, s. 118.

25 Yeşaya, 45: 18.

26 Augustine, Confessions, s. 214.


Augustine, daha sonra güzellik kavramını benzer şekilde ele alır. En mükemmel

şekliyle zihnimizde bir güzellik kavramı vardır. Eğer böyle bir mükemmel

güzellik kavramı zihnimizde olmasa, biz evrende olan güzelliği fark edemezdik.

Bununla beraber duyusal âlemde de bir güzellik vardır. Ancak duyusal âlemde,

dışarıda var olan güzellikle, bizim zihnimizde var olan güzellik bir ve aynı değildir.

Zihnimizde var olan güzellik mükemmel olan bir güzelliktir. Duyusal âlemde olan

ve nesnelerde görülen güzellik, zihnimizde olan bu mükemmel güzellik kavramına

göre daha eksik ve kusurludur. Çünkü duyusal âlemde olan güzellik nesnelerdeki

eksik güzelliklerden kaynaklanmaktayken, zihnimizde olan bu güzellik kavramı

onu zihnimize yerleştiren ve mükemmel güzel olan Mutlak Güzel’den kaynaklanmaktadır.

Dolayısıyla zihnimizde mükemmel bir güzellik kavramı vardır. Duyusal

âlemde olan güzellik kavramı, zihnimizde olan güzellik kavramından eksiktir. Bu

nedenle biz bu güzellik kavramını, duyusal âlemdeki var olan nesnelerin güzelliğinden

almış olamayız. O halde, bu güzellik kavramını zihnimize yerleştiren bir

varlık olmalıdır. O da güzelliğin kaynağı ve mutlak güzel olan Tanrı’dır.27

Evrenin güzelliğinden hareketle Tanrı’nın varlığını delillendirme İslam düşünürlerinin

de en çok başvurduğu yöntemdir. Gazali’ye göre, yaratılan evren en

güzel bir şekilde tasarlanmıştır. Zira Allah, bunu Kur’an’da açıkça belirtmiştir. O,

Zariat suresi (51:48) “...Yeryüzünü biz yaydık; ne güzel yaymışızdır”, ayetini zikrettikten

sonra evrenin muhteşem güzelliklerinden bahseder. Evren, birbirine benzemeyen

toprakları, yağmurun yağması ile çıkan bin bir çeşit koku ve renkleri, kimi

ısıtıcı, kimi deva olan işlevleri farklı bitki ve çiçekleri, gökyüzünün, bulutların,

denizlerin güzelliği ile bir uyum, oran ve orantının oluşturduğu mükemmel güzelliğe

sahip muhteşem bir saray gibidir. Bütün bu mükemmellikler ve güzellikler

rastlantı sonucu olmayıp ilahi tedebbürün bir eseridir.

“…Sana şaşarım ki; süslü, yaldızlı ve işlemeli bir köşke girdiğin vakit ona hayran

kalır ve ömrün boyunca ondan bahseder durursun da Halık’ın bu muaazzam evine,

bu evin yerine, örtüsüne, havasına, içindeki şayan-ı hayret süs eşyalarına acayip

canlılarına ve çeşitli işlemelerine bakıp durduğun halde onlara iltifat etmez ve ondan

bahsetmezsin.”28

Gazali evrenin güzelliğinden, gökyüzünün, yıldızların hareketlerinden, mevsimlerin

değişikliğinden vb. şeylerin güzelliğinden bahsederek bütün bunları var

eden ilahi bir varlığın gerekliliği üzerinde durduktan sonra insan ve onun yaratılışındaki

güzellikten hareketle Allah’ın varlığını ispat etmeye çalışır. O, insanın

yaratılış evrelerini, nutfeden başlayarak ilk halinden son haline kadar anlattıktan

sonra sadece bunun bile, yani bu yaratılıştaki mükemmellik ve güzelliğin bile


27 Aydın Işık, Din ve Estetik, Felsefi bir İnceleme, (2. Basım), Ötüken Yayınları, İstanbul 2013, s. 54.

28 Muhammed Gazali, İhyau ‘Ulumi’d-din, (terc. Mehmet A. Müftüoğlu), c.4, Pırlanta Yayınevi,

İstanbul 1981, s. 796.


Tanrı’nın varlığını ortaya koyacağını ifade eder. İnsanın mükemmel yaratılışına

bakıp da bu yaratılış güzelliğinde mutlak bir var ediciyi görmemek şaşırtıcı bir

şeydir. Bir insan, bir tuvale çizilen bir resme bakar da resim sanatına şaşar ve hayranlık

duyarak o resmi yapan adamı gönlünde büyütür. Hâlbuki resim sureti boya,

kalem, el, kağıt, kudret, ilim ve irade ile meydana geldiğini, bunların hiç birinin

kendi yaratması ile meydana gelmediğini, başkasının yaratması ile olduğunu bilirsin,

olsa olsa onun yaptığı boya, kağıt ve diğer malzemeleri bir araya getirmektir.

Oysa Allah; nutfenin daha bulunmadığı, onu kaburga ve bel kemikleri arasından

ortaya çıkardığı, ona güzel bir şekil verdiği, bütün organlarını en güzel bir ölçüde

var ettiği; her uzvunu en uygun biçimde oluşturduğu, muhteşem bir uyum ve

orantıyı hâkim kıldığı insanı yaratmıştır.

“Şayan-ı hayrettir ki, güzel nakış ve güzel bir yazıyı bir yerde görüp yazıya

hayran olan ve onu kalbinde büyüten bir insan, kendinde ve diğerlerinde bütün

akıllara durgunluk veren bu önemli şeyleri görüp bildiği halde bunların yapıcısı

üzerinde düşünmez. Onun azamet ve celali onu hayret ve dehşet içinde bırakmaz.”29

Dolayısıyla hem evrendeki eşsiz güzellik hem de insanın yaratılışındaki muhteşem

güzellik, bu güzellikleri var eden bir Mutlak Güzel’i gerektirir ki, o da bütün

bu güzelliklerin kaynağı ve bu mükemmel düzenin müdebbiri olan Allah’tır.

Kutsal kitaplar evrende yer alan oran, uyum, gayelilik ve bütün bunların oluşturduğu

güzelliğe sık sık dikkat çekip, bu uyum ve ahengin oluşturduğu güzelliği

ortaya çıkaran bir varlığın olduğunu ortaya koyarak insanı, evrendeki bu güzelliği

temaşa edip güzelliğin arkasındaki kaynak olan Tanrı’ya ulaştırmayı hedefler. Genelde

bütün var olanlar, varlıklarını Mutlak Güzel olan Tanrı’dan almaktadırlar.

Dolayısıyla var olanların güzellikleri, özelde evrenin güzelliği, evreni var eden, ona

güzelliği veren Mutlak Güzel’le ilişkili olmaktadır.

Kitab-ı Mukaddes’e göre Tanrı’nın görünmeyen nitelikleri, onun yarattığı şeylerle

anlaşılmaktadır. Evren, yeryüzü, gökyüzü, yıldızlar, tüm bunların hareketlerindeki

güzellik, her biri ayrı ayrı Tanrı’nın varlığını, Tanrılığını ortaya koymaktadır.

Nitekim açık açık ayette bu durum zikredilmektedir:

“Tanrı`nın görünmeyen nitelikleri, -sonsuz gücü ve Tanrılığı- dünya yaratılalı

beri O`nun yaptıklarıyla anlaşılmakta, açıkça görülmektedir. Bu nedenle özürleri

yoktur.”30

Kitab-ı Mukaddes Yaratılış bölümünde, Tanrı’nın yarattığı şeyleri güzel yaptığını

bizzat kendi ifadesinden açıklamaktadır. Daha kitabın ilk bölümünde Tanrı,

yaratılan her şeyin güzel bir şekilde yaratıldığını ifade ettikten sonra, evrenin

çok güzel olduğunu ve evrenin belli ölçü ve düzen çerçevesinde yaratıldığını ifade


29 Gazali, İhya, IV, 786.

30 Romalılar, 20.

eder. Eyüb’e hitaben evrenin belli bir ölçü içerisinde yaratıldığını, evrende bulunan

her şeyin bulutların, güneşin, yıldızların, mevsimlerin, gece ve gündüzün,

rüzgârların, kar yağışının belli bir düzen içerisinde hareket ettiğini ifade eder ve

bunu yapan kimseyi sorgulamalarını ve buradan bütün bunları yaratan bir varlığı

bilmelerini ister.

“Kim saptadı onun ölçülerini? Kuşkusuz biliyorsun! Kim çekti ipi üzerine?”31

Daha sonraki bölümlerde ise, bütün bu güzel yaratılanlara en uygun biçim ve

şekil verenin kendisi olduğunu açık açık beyan etmektedir.

“Çünkü gökleri yaratan RAB, Dünyayı yaratıp biçimlendiren, pekiştiren, üzerinde

yaşanmasın diye değil, yaşansın diye Biçimlendiren RAB -Tanrı O`dur.”32

Dünyayı ve içindekilerin tümünü yaratan, yerin ve göğün Rabbi olan Tanrı...33

Kitab-ı Mukaddes, gökyüzünün, yıldızların güzelliğinin, hareketlerinin düzenliliğinin

bizzat Tanrı’yı açıkladıklarını ifade eder.

“Gökler Tanrı`nın görkemini açıklamakta, Gökkubbe ellerinin eserini

duyurmakta.”34

“Ya Rab, başlangıçta yerin temellerini Sen attın. Gökler de Senin ellerinin

yapıtıdır.”35

Ya RAB, ne çok eserin var! Hepsini bilgece yaptın…36

Burada ifade edilen ayetlerden de anlaşıldığı gibi asıl olan, evrendeki düzenliliğin,

görselliğin, güzelliğin, özerkliğin, üzerinde yoğunlaşıp kalmak değil, yaratılan

ile kaynağı olan yaratıcı arasındaki tüm güzellik ve değer üstü ilişkiyi kavrayarak

somut nesnede soyut olan Mutlak Güzel’in yansımasını görüp ayırt etmektir.

Zira güzelliğin doğada ve hatta insanın yaratılışında görünmesi, bize Tanrı’nın güzelliğini

verir. Yaratılan güzellik, yaratıcının güzelliğini onaylar. Bunu Tanrı, kendi

sahip olduğu ayırıcı özelliği ile yapar. Buradan hareketle güzellik, Tanrı’ya bir yol

olur. Onun bir manifestosu olur. Tanrı’nın güzelliği bizi Tanrı’ya çeker ve onun

varlığını ortaya koyar.

Kur’ân ise, evrendeki her şeyi Allah’ın varlığına ve birliğine delil olarak görür.

Bu nedenle de insanın yaratılışı, yağmurun ölü toprağı canlandırması, içilen su,

ay, güneş, yıldızlar, gece ve gündüzün meydana gelmesi, mükemmel işleyen bir

tabiat düzeni içinde yer alan yerküresi, dağlar, denizler ve göklerin birbirleriyle

31 Eyüb, 38: 5.

32 Yeşeya, 45: 18

33 Elçilerin İşleri, 17: 24-25.

34 Mezmurlar, 19: 1.

35 İbranilere Mektup, 1: 10;İbranilere Mektup, 3: 4; Pavlus’tan Romalılara Mektup, 11: 36; Elçilerin

İşleri, 4: 24.

36 Mezmurlar, 104: 24.

olan uyumu, bunların kusursuz bir şekilde yaratılışı, yaratılan bu nesnelerin mükemmel

işleyişi, yeryüzünün mevsimden mevsime değişerek rengârenk olması,

insanın yaratılış ve yaşayışına en uygun atmosfer olması vb. nice nimetlere vurgu

yaparak bütün bu şeylerin birbirleri ile olan uyumu, gâyeliyi ve bunların bütünde

oluşturdukları mükemmel güzellikteki evreni Tanrı’nın varlığının en açık kanıtı

olarak takdim eder.

“O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahman’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk

göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun?”37

“Üzerlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl bina etmiş ve nasıl donatmışız?

Onda hiçbir düzensizlik ve eksiklik yoktur.”38

“Güneş’te yörüngesinde akıp gitmektedir. Bu, üstün ve bilen Allah’ın kanunudur.

Ay içinde bir takım yörüngeler tayin ettik. Nihayet o eğri hurma dalı gibi hilal olur

da geri döner. Ne güneş aya erişebilir, ne de gece-gündüzün önüne geçebilir. Hepsi

belli bir yörüngede (felekte) yüzmektedirler.”39

Kur’an bütün bu yaratılış biçimlerini ve onlardaki olağanüstü uyum ve ahenkten

oluşan güzelliği, bizzat kendisi Allah’ın varlığına delil olarak sunar.

“Şüphesiz, göklerde ve yerde, inananlar için (Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren)

nice deliller vardır. Sizin yaratılışınızda ve Allah’ın (yeryüzüne) yaydığı her bir

canlıda da kesin olarak inanan bir toplum için elbette nice deliller vardır. Geceyle

gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Allah’ın gökten rızık (sebebi olarak yağmur) indirip,

onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgârları evirip çevirmesinde

aklını kullanan bir toplum için deliller vardır.”40

Buna göre Kur’an, evrenin yaratılışında hiçbir düzensizlik olmadığını, buna

karşın ayın hareketlerinden gökyüzünün güzelliğine ve güneşin hareketlerine kadar

her şeyde ana unsurun güzellik olduğunu, Mutlak Güzel’in yaratışında eşsiz

bir var ediş, güzel bir ahengin var olduğunu ifade eder. Gökte her şey bir ölçü üzeredir.

Her şey, görevini hassasiyetle yerine getirir. Gökyüzü her şeyi ile güzeldir. Bu

tablo, insanın gözünün görebileceği en güzel tablodur. Zira varlık âlemi güzeldir

ve kuşkusuz evren, mükemmel estetiğe ve olağanüstü yapıya sahiptir. Kur’an, gökyüzünün

estetik yönüne farklı farklı ayetlerde dikkat çektikten ve her seferinde

en mükemmel ve en güzel şekilde var edildiğini vurguladıktan sonra insanın bu

güzelliğin karşısında ona tekrar tekrar bakmasını, temaşa etmesini, düşünmesini

ve en nihayetinde de bunları var eden bir Mutlak Güzel’e ulaşmasını hedefliyor.

“Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır! Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiştir!

Dağlara bakmıyorlar mı, nasıl dikilmişlerdir! Yeryüzüne bakmıyorlar mı,


37 Mülk, 67: 3.

38 Kaf, 50: 6.

39 Yasin, 36: 38-40.

40 Casiye, 45: 3-5; Rahman, 55:5; Enbiya, 21: 33.

nasıl yayılmıştır!”41

Yerden bakana göre büyük ve yüksek bir kubbe gibi gözüken gök ve oradaki

sayısız yıldızlar, görünen herhangi bir direk, bağ ve dayanak olmaksızın ilahi

bir nizam içerisinde uzay boşluğunda dengede durmakta ve hareket etmektedir.

Amaç, onların konumlarını ve düzenlerini koruyup sürdürmelerinin kesinlikle

bunu sağlayan bir yaratıcı ve yönetici güç sayesinde mümkün olduğunu anlatmaktır.

Bu gücün koyduğu ve yürüttüğü denge ve düzen sayesindedir ki, gök cisimleri

kendileri için takdir edilen konumdan kayma, sapma ve düşme gibi durumlara

karşı korunmuş ve korunmaktadır.

Buna göre gökyüzündeki yükseklik, değişmezlik, düzen ve bütün bunların

yanı sıra estetik, güzellik, her türlü noksanlıktan ve düzensizlikten uzak oluş evrenin

yapısında bizzat vardır. Evrendeki güneş, ay, gökteki yıldızlar, yeryüzü, dağlar,

ovalar hiç birinde bir eksiklik, bir kusur olmadığı, bunlarda herhangi bir kusur

ya da eksikliğe rastlanamayacağı; çünkü bunları yaratanın Mutlak Güzel olduğu,

Mutlak Güzel’in de mutlaka güzel yaratacağı, aksi durumda ise Mutlak Güzel

olamayacağı ortaya çıkacaktır. Şüphesiz Kur’an, göklerin niteliği olarak belirtilen

değişmezlik, mükemmellik ve güzellik ile Mutlak Güzel olan Allah’ın mevcut olan

değişmezlik, mükemmellik ve güzelliği ile tam bir uyum oluşturduğunu vurgulamaktadır.

Yeryüzünün şekilsel yapısı, dağların, ovaların, vadilerin birbirleri ile uyumu,

bitkilerin güzelliği… Bunlardaki estetik olan her türlü şey, değişmezliği ve güzelliği

simgeleyen niteliklerdir ki, Kur’an gökyüzünün estetik yönünden bahsettikten

sonra dikkatleri bu noktalara çevirmiş ve evrenin bir bütün olarak kusursuz,

mükemmel ve güzel olduğunu göstermiş, bu evren tablosunun, onu muhteşem

şekilde resmeden bir sanatçı tarafından resmedildiğini vurgulayarak son noktayı

koymuştur.

“Acaba onlar her hangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar?”42

Sonra kendisi Musa örneği ile cevabı verir ve finali yapar. Sizin Rabbiniz kim

ey Musa? sorusuna:

“Rabbimiz, her şeye yaratılışını (varlığı ve biçimini) verip sonra onu doğru yola

ileten (yaratılış gayesine uygun yola yönelten) dir.”43

SONUÇ

Evren, yaratıcı bir varlığı kabul edenler açısından son derece güzel olarak

kabul edilmiştir. Bu konuda ilk dönem Yunan filozoflarından Ortaçağ teologları-


41 Ğaşiye, 88: 17-20.

42 Tur, 52: 35.

43 Taha, 20: 49-50.


na, hatta kutsal metinlere kadar temel görüş, mükemmel olan bir varlığın estetik

olarak en güzel olan bir evren yaratacağıdır. Eğer böyle olmasa Tanrı, mükemmel

olan bir varlık olmayacaktır. Bu düşünceyi Platon ve Gazali gibi düşünürler

Tanrı’nın cömertliği ile ilişkilendirirken, diğer düşünürler ve kutsal metinler de

farklı şekillerde aynı düşünceyi ifade etmişlerdir. Buna göre Tanrı, mutlak güzel

ve mükemmel olan bir varlıktır. Mükemmel olan kendisi gibi her yönüyle en mükemmel

ve en güzel bir evren yaratmıştır. Filozof ve kutsal metinler evrenin bu

güzelliğini onu yaratan bir varlığa delil olarak göstermişlerdir. Çünkü onlara göre,

evrenin son derece güzel ve mükemmel olması, orada bir oran ve uyumun bulunması,

bütün bunların rastlantısal bir şekilde değil de bunları yapan akıllı bir

varlığın olduğunu ortaya koymaktadır. Hem İncil, hem de Kur’an açık bir şekilde

gökyüzünün, yıldızların, güneşin, ayın, hareketlerine; güzelliklerine dikkat çekerek

bütün bunların kendi kendine olamayacağını vurgulayarak bunları yapan bir

varlığa dikkat çekmişlerdir.

Sonuç olarak düşünce tarihinde filozofların düşüncelerinde ve dini metinlerde

gökyüzünün mükemmel ahengi, güneş ve ayın düzenli hareketleri, yeryüzündeki

dağların, ovaların uyumu, oran ve orantısı ve bütün bunların oluşturduğu

güzelliğin zikredilmesi sadece evrenin bu güzelliğini betimlemek için değil, bütün

bu güzelliklerin arkasında bunları var eden bir varlığa, Tanrısal öngörüye dikkat

çekmek içindir. Buna göre mutlak güzel olarak güzelliğin kaynağı kabul edilen

Tanrı’nın, evreni en güzel bir şekilde yarattığı kabul edilmiştir. Evrenin güzelliği

konusunda Mutlak Güzel’den aşağıya doğru bir diyalektik kurulurken, yani mutlak

güzel olan bir varlığın mutlak manada güzel bir evren yaratacağı düşüncesi

temelinde diyalektik oluşturulurken, güzellik delilinde tersine bir diyalektikle bu

kez, evrenin güzelliğinden Mutlak Güzel olan Tanrı’ya ulaşma gerçekleşmektedir.



KAYNAKLAR

Altuntaş, Ramazan, İslam Düşüncesinde Tevhit ve Estetik İlişkisi, Pınar Yayınları, İstanbul

2002.

Augustine, Saint, The Confessions of Saint Augustine, (Trans. Edward B. Pusey), The Modern

Library, New York 1949.

Augustine, Saint, İtiraflar,( çev. Çiğdem Dürüşken), Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2010.

Cicero, Marcus Tullius, Tanrılar’ın Doğası, (çev. F. G. Özaktürk-FafoTelator), Dost Yayınları,

Ankara 2006.

Gazali, Muhammed, İhyau ‘Ulumi’d-din,(terc. Mehmet A. Müftüoğlu), Pırlanta Yayınevi,

İstanbul 1981.

Harries, Richard, Art and The Beauty of God, A Christian Understanding, Movbray Press,

New York 1993.

Ksenophon, Sokrates’ten Anılar, (çev. Candan Şentuna), (2. Basım), Türk Tarih Kurumu

Basımevi, Ankara 1997.

Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, Komisyon, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara

2007.

Lennox C, John, Aramızda Kalsın Tanrı Var, (çev. Reşit Şahin, S. Levin Atalay), Ufuk Yayınları,

İstanbul 2013.

Işık, Aydın, Din ve Estetik, Felsefi bir İnceleme, (2. Basım), Ötüken Yayınları, İstanbul 2013.

Özcan, Zeki, Augustinus’ta Tanrı Ve Yaratma, Alfa Kitabevi, Bursa 1999.

Paley, William, Natural Theology, New York: Harper and Brothers, 1845.

Plantinga, Alvin, God and Other Minds, Cornell University Press, Ithaca 1967.

Plantinga, Alvin, “Doğal Teolojiye Yönelik Reformcu İtiraz”, Din Felsefesi Seçme Metinler,

Michael Peterson vd., çev. Rahim Acar vd., Küre Yayınları, İstanbul 2013.

Platon, Timaios, (çev. Erol Günay- Lütfü Ay), Sosyal Yayınları, İstanbul 2001.

_______ Şölen, (çev. Birdal Akar), Şule Yayınları, İstanbul 2009.

The New Testament The New King James Version İncil, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul

2000.

ŞİMŞEK, İsmail, Dinin Estetik Boyutu, Etüt Yayınları, Samsun 2014.

Ward, Keith, God, Change, Necessity, Oneword Publication, Oxford 1996.