Kelam Kozmolojik Argüman - William Lane Craig
Kelam Kozmolojik Kanıtı
William Lane Craig
Tercüme: Zikri Yavuz
Giriş1
G.W.F. Leibniz. “Haklı bir şekilde sorulması gereken ilk sorunun”,
“Niçin hiçbir şey yerine bir şeyler var?”2 olduğunu yazmıştır.
Bu soru, insanlığın en büyük düşünürlerinin bazılarınca hissedilmiş,
derin bir varoluşsal güce sahip görünmektedir. Aristo’ya göre, felsefe
dünya hakkındaki merak duygusuyla başlar ve bir kimsenin sorabileceği
en derin soru, evrenin kökeniyle ilgilidir.3 Norman Malcolm,
Ludwig Wittgenstein biyografisinde, Wittgenstein’ın “Ona sahip olduğumda,
dünyanın varlığına hayret ediyorum. Bu durumda ‘Bir şeyin
var olması ne kadar sıradışı’ gibi ifadeler kullanma eğiliminde oluyorum”
4 şeklinde en iyi tarif edilebilecek bir tecrübeye sahip olduğunu
1 Bu “Truth: A Journal of Modern Thought”, Fall, 1990, 85-96’da aynı başlıkla daha önce
basılmış olanın güncellenmiş ve gözden geçirilmiş versiyonudur. Yazarın lütufkâr izni
ile kullanılmıştır.
2 G.W. Leibniz, “The Principles of Nature and of Grace, Based on Reason,” Leibniz
Selections içinde. Philip P. Wiener (der.), The Modern Student’s Library (New
York: Charles Scribner’s Sons, 1951), s. 527.
3 Aristotle Metaphysica Lambda. 1. 982b10-15.
4 Norman Malcolm, Ludwig Wittgenstein: A Memoir (London: Oxford University
Press, 1958), s. 70.
söylediğini belirtiyor. Benzer şekilde, çağdaş bir felsefeci “….bu sorunun
benim için ifade ettiği derin anlamın altında sıklıkla başım döner.
Bir şeyin var olması bana öyle geliyor ki en derin şekilde hayranlık
uyandıran bir meseledir”5 şeklinde düşüncesini ifade eder.
Niçin hiçbir şey yerine bir şeyler var? Leibniz bu soruya, varlık
sebebi kendinde olan ve bütün olası varlıkların yeter sebebi olan bir
Zorunlu Varlık olduğu için yokluktan ziyade bir şeyin var olduğunu
ileri sürerek cevap vermiştir.6
(Bazı çağdaş filozoflar tarafından takip edilen) Leibniz, Zorunlu
Varlığın var olmamasını mantıksal olarak imkânsız kabul etmiştir; bunun
yanında, O’nun “olgusal zorunluluk” diye ifade ettiği varlığın, zorunluluğu
ile ilgili daha temkinli bir yaklaşımı John Hick ortaya koymuştur:
Zorunlu Varlık ezeli, nedensiz, yok edilemez, bozulmaz bir
varlıktır.7 Kuşkusuz Leibniz, Zorunlu Varlığı Tanrı olarak tanımlamıştır.
Bununla birlikte O’nu eleştirenler, maddi âlemin kendisine de Zorunlu
Varlık konumu atfedilebileceğini ileri sürerek, bu tanımlamaya
itiraz etmişlerdir. David Hume “Zorunluluğun kabul edilen bu açıklamasına
göre, niçin maddi evren Zorunlu Varlık olamasın?”8 sorusunu
sormuştur. Genel olarak, bu, tam da şu ana kadarki ateizmin pozisyonu
olagelmiştir. Ateistler evrenin yokluktan sebepsiz olarak var
olmaya başladığı görüşünü kabul etmek istememişlerdir; daha ziyade
evrenin kendisini bir çeşit olgusal olarak Zorunlu Varlık olarak görmüşlerdir:
Evren ezeli, nedensiz, yıkılmaz ve bozulmazdır. Russell’ın
5 J.J.C. Smart, “The Existence of God,” Church Quarterly Review 156 (1955), s. 194.
6 G.W. Leibniz, Theodicy: Essays on the Goodness of God, the Freedom of Man, and
the Origin of Evil, çev. E.M. Huggard (London: Routledge & Kegan Paul, 1951),
s. 127; cf. idem, “Principles,” s. 528.
7 John Hick, “God as Necessary Being,” Journal of Philosophy 57 (1960), 733-4.
8 David Hume, Dialogues concerning Natural Religion, ed. with an Introduction by
Norman Kemp Smith, Library of the Liberal Arts (Indianapolis: Bobbs-Merrill.
1947), s. 190.
veciz bir şekilde ifade ettiği gibi, “….. Evren sadece oradadır, hepsi
de bundan ibarettir.”9
Leibniz’in kanıtı, bizi akli bir çıkmazda mı bırakmıştır veya dünyanın
varlığı ile ilgili esrarı çözmek için bir takım başka olanaklar var
olamaz mı? Ben olduğunu düşünüyorum. Zorunlu Varlığın özsel niteliğinin
ezelilik olduğu hatırlanacaktır. Eğer evrenin var olmaya başladığı
ve böylece ezeli olmadığının makul olduğu gösterilebilirse, bu
anlamda, en azından rasyonel bir dünya görüşü olarak teizmin üstünlüğü
gösterilmiş olacaktır.
Evrenin zamanda bir başlangıcının olduğunu ispatlamayı amaçlayan,
günümüzde çoğunlukla ihmal edilmiş, ancak büyük tarihsel
öneme sahip kozmolojik kanıtın bir şekli vardır.10 Maddenin ezeli olduğuna
dair Yunan bakış açısını reddetmek amacıyla Hıristiyan teologların
gayretleri ile ortaya çıkan bu kanıt, Ortaçağ’daki Müslüman
ve Yahudi teologlar tarafından çok yönlü bir şekilde açıklanarak geliştirilmiştir
ve sonrasında onlar, Latin Batı’ya bu yaklaşımı geri vermişlerdir.
Kanıt böylece Müslümanlar, Yahudiler ve hem Katolik hem de
Protestan Hıristiyanlar tarafından savunulageldiğinden inançlar arası
geniş bir çekiciliğe sahiptir.
“Kelam kozmolojik kanıtı” olarak adlandırdığım bu kanıt şu şekilde
ortaya konabilir:
1. Var olmaya başlayan her şeyin, varlığının bir nedeni vardır.
2. Evren var olmaya başlamıştır.
2.1 Gerçek bir sonsuzun imkânsızlığına dayalı kanıt.
9 Bertrand Russell ve F.C. Copleston, “The Existence of God,” in The Existence of God,
ed. with an Introduction by John Hick, Problems of Philosophy Series (New York:
Macmillan & Co., 1964), s. 175.
10 Bkz. William Lane Craig, The Cosmological Argument from Plato to Leibniz, Library of
Philosophy and Religion (London: Macmillan, 1980), s. 48-58, 61-76, 98-104, 128-31.
2.1.1 Gerçek sonsuz var olamaz.
2.1.2 Olayların geriye dönük zamansal sonsuz olması, gerçek sonsuzluktur.
2.1.3 Böylece, olayların geriye dönük zamansal sonsuzluğu var
olamaz.
2.2 Ardışık toplamayla gerçek sonsuzluğun oluşmasının imkânsızlığına
dayalı kanıt.
2.2.1 Ardışık toplamayla oluşan bir toplam, gerçek olarak sonsuz
olamaz.
2.2.2 Zamansal geçmiş olaylar silsilesi ardışık toplamla teşekkül
etmiş bir toplamdır.
2.2.3 Böylece, zamansal geçmiş olaylar silsilesi gerçek olarak sonsuz
olamaz.
2.3 Evrenin Genişlemesinden Doğrulama
2.4 Evrenin Termodinamik Özelliklerinden Doğrulama
3. Demek ki evrenin varlığının bir nedeni vardır.
Şimdi bu kanıtı daha yakından inceleyelim:
Kelam Kozmolojik Kanıtının Savunulması
İkinci Öncül
Açık bir şekilde, bu kanıttaki hayati öneme sahip öncül (2)’dir ve
birbirinden bağımsız iki kanıt onu savunmak için ileri sürülmüştür.
Bu nedenle destekleyici kanıtları incelemek için ilkine dönelim.
Destekleyici İlk Kanıt
(2.1)i anlamak için, gerçek -bilfiil- sonsuz ile potansiyel -bilkuvvesonsuz
arasındaki farkı anlamamız gerekiyor. Kabaca ifade edersek,
“potansiyel sonsuz” bir sınır olarak sonsuzluğa doğru ilerleyen ancak
hiçbir zaman oraya varamayan bir toplamdır. Böyle bir toplam sonsuz
değil, belirsizdir. Kalkülüste kullanılan bu çeşit sonsuzluğun işareti
∞’dir. “Gerçekleşen sonsuz” üyelerinin sayısının gerçekten sonsuz
olduğu bir toplamdır. Toplam sonsuzluğa doğru artmaz; sonsuzdur,
“tamdır”. Örneğin {1, 2, 3, . . .} gibi sonsuz üyesi olan kümelere işaret
etmek için küme teorisinde kullanılan bu tür bir sonsuzluğun işareti,
.dir. (2.1.1) Buradaki argümanda, potansiyel olarak sonsuz sayıda
cismin var olamayacağı değil, aksine gerçek olarak sonsuz sayıda cismin
var olamayacağı iddia edilmektedir. Zira eğer gerçek olarak sonsuz
sayıda cisim var olabilseydi, bu her türlü saçmalığa neden olurdu.
(2.1.1)’in doğruluğu en iyi şekilde bir örnekle gösterilebilir. Müsaade
edin Büyük Alman matematikçi David Hilbert’in zekâsının bir
ürünü ve benim de en favorilerimden olan Hilbert’in Oteli’ni örneğimde
kullanayım. Sınırlı sayıda odası olan bir otel düşünelim. Ayrıca,
bütün odalarının da dolu olduğunu varsayalım. Yeni bir misafir
bir oda talep ettiğinde, işletme sahibi özür diler ve “Üzgünüm, bütün
odalar dolu” der. Şimdi de sonsuz sayıda odaya sahip olan ve yine bütün
odaları dolu olan bir otel hayal edelim. Sonsuz odaya sahip otelde
tek bir oda bile boş değildir. Şimdi tekrar yeni bir misafir geldiğini ve
bir oda talep ettiğini varsayalım. “Pek tabii” diyecektir işletme sahibi
ve hemen 1. odadaki kişiyi 2. odaya, 2. odadakini 3. odaya, 3. odadakini
4. odaya, bu şekilde sonsuza dek devam edecek şekilde, yerlerini
değiştirecektir. Bu odaların yerlerinin değiştirilmesinin bir sonucu
olarak, 1. oda boşalacak ve yeni misafir memnuniyetle odaya
yerleşecektir. Fakat misafir gelmeden önce bütün odaların dolu olduğunu
hatırlayalım! Matematikçilere göre, eşit derecede garip bir şekilde
otelde şu anda daha önce var olmuş olduğundan daha fazla kişi
yoktur: sayı sadece sonsuzdur. Fakat bu nasıl olabilir? İşletme sahibi
kayıt defterine yeni misafirin adını yazarak ona anahtarları vermiştinasıl
olur da öncekinden bir fazla kişi daha olamaz?
Ancak durum daha da tuhaf bir hal alacaktır. Sonsuz sayıda yeni
misafirin bir oda istemek için otele geldiğini varsayalım. “Hayhay, tabii
ki!” der işletme sahibi ve 1. odadaki kişiyi 2. odaya, 2. odadaki kişiyi
4. odaya, 3. odadaki kişiyi 6. odaya sonsuza dek sürecek şekilde,
sürekli her bir önceki oda sahibini kendi odasının iki katı numaralı
odaya yerleştirerek, yerlerini değiştirmeye devam eder. Sonuç olarak,
bütün tek sayılı odalar boşalır ve sonsuz sayıda yeni misafir sorunsuz
bir şekilde kolayca yerleştirilir. Oysaki onlar gelmeden önce bütün
odalar dolu idi! Yine, garip bir şekilde, oteldeki eski misafir sayısı
kadar yeni misafirin otele gelmesine rağmen, oteldeki misafir sayısı
aynı kalmıştır. Aslına bakarsak, işletme sahibi bu süreci sonsuz sayıda
tekrar edebilir ve yine de otelde önceden var olandan tek bir kişi
bile daha fazla var olmuş olmaz.
Fakat Hilbert’in Oteli, Alman matematikçinin bildirdiğinden daha
da tuhaftır. Zira misafirlerden bazılarının otelden ayrılmaya başladıklarını
varsayalım. 1. odadaki otel müşterisi ayrılmış olsun. Şu anda
otelde bir kişi daha az var değil midir? Matematikçilere göre değil, ama
gel de sen yatakları düzelten kadına sor! 1, 3, 5… numaralı odadaki
otel müşterilerinin oteli terk ettiklerini varsayalım. Bu durumda sonsuz
sayıdaki kişi oteli terk etmiştir, fakat matematikçilere göre, otelde
daha az insan yoktur- ama bunu çamaşırcı kadına söylemeyin! Aslına
bakarsanız, her bir otel müşterisinin otelden ayrıldığını ve bu sürecin
sonsuz kere tekrar ettiğini ve buna rağmen otelde daha az kişinin olmadığını
söyleyebiliriz. Fakat bunun yerine 4, 5, 6… nolu odalardaki
kişilerin (üç oda dışında herkesin) otelden ayrıldığını varsayalım. Bir
anda otel fiziken bir boşalmış olacaktır, misafir kaydı üç isme inmiştir
ve sonsuz müşteri bir anda sonluya dönüşmüştür. Ancak bu durumda
otelden ayrılan misafir sayısı ile 1,3,5,… numaralı odadaki (tek sayılı
sonsuz sayıdaki odalardaki) misafirlerin otelden ayrıldıkları durumdaki
ayrılan misafir sayısı eşittir... Böyle bir otelin gerçekte var olabileceğine
gerçekten birisi inanabilir mi? Bu tür tuhaflıklar gerçek sonsuz
sayıda nesnelerin var olmasının imkânsız olduğunu göstermektedir.
Bu bizi (2.1.2)’ye götürür. Bu öncülün doğruluğu epey açık görünmektedir.
Eğer evrenin bir başlangıcı olmasaydı, bu durumda, şu andan
önce gerçek sonsuz sayıda geçmiş olaylar var olurdu. Bu yüzden
olayların zamanda başlangıçsız serileri, gerçek sonsuz sayıda şeyin,
yani geçmiş olayın, var olmasını gerektirir.
(2.1.1) ve (2.1.2)’nin doğruluğu göz önünde bulundurulduğunda
(2.1.3) sonucu mantıksal olarak çıkar. Geçmiş olaylar serisi sınırlı olmalı
ve bir başlangıca sahip olmalıdır. Fakat evren, olaylar serisinin
dışında olmadığı için, buradan evrenin var olmaya başlamış olduğu
sonucu çıkar.
Bu noktada, kanıta karşı ileri sürülebilecek birkaç itirazı değerlendirmek
faydalı olacaktır. İlk önce (2.1.1)’e yöneltilen itirazları değerlendirelim.
Wallace Matson, öncülün, gerçek olarak sonsuz sayıda
şeyin bulunmasının mantıksal olarak imkânsız olduğu anlamına gelmesi
gerektiğine itiraz eder; aksine böyle bir toplamın mantıksal olarak
mümkün olduğunu göstermenin kolay olduğunu söyler. Örneğin,
{… -3, -2, -1} negatif sayı serileri, ilk üyesi olmayan gerçek sonsuz bir
topluluktur.11 Matson’un buradaki hatası, (2.1.1)’in, gerçek sonsuz sayıda
nesnenin bulunmasının, mantıksal imkânsızlığını ileri sürmek anlamına
geldiğini düşünmesinde yatar. Öncülün ifade ettiği şey, gerçek
sonsuzun olgusal imkânsızlığıdır. Gerçek ve mantıksal imkân arasındaki
fark şu örnek üzerinden anlaşılabilir; bir şeyin nedensiz var ol-
11 Wallace Matson, The Existence of God (Ithaca, N.Y.: Cornell University Press, 1965), s.
58-60.
masında mantıksal imkânsızlık yoktur, ancak böyle bir durum gerçek
olarak veya metafiziksel olarak imkânsız olabilir. Aynı şekilde (2.1.1),
gerçek sonsuzun hakiki varlığının sonucunda ortaya çıkan mantık dışılıkların,
böyle bir varlığın metafiziksel olarak imkânsız olduğunu
gösterdiğini iddia eder. Bundan dolayı, belirli aksiyomlar ve kurallar
dikkate alındığında, matematiğin kavram dünyasında sonsuz sayılar
kümesi ile ilgili tutarlı bir şekilde konuşmak kabul edilebilir, fakat bu
hiçbir şekilde gerçek sonsuz sayıda nesnenin hakikaten mümkün olduğu
anlamına gelmez. Sezgici matematik okulunun, sayı serilerinin
dahi gerçek olarak sonsuz olduğunu inkâr ettiği (sayı serilerini sadece
potansiyel olarak sonsuz kabul ederler) hatırlanmalıdır; sayı serilerine
gerçek sonsuzlukların bir örneği olarak başvurmak tartışmalı
bir yöntemdir.
Merhum J.L. Mackie “Bütün, parçalarından daha büyüktür” aksiyomunun,
sonlu gruplar için geçerli olduğu gibi sonsuz gruplar için
geçerli olmadığına dikkat çekip, bu hususta mantık dışılıkların ortadan
kalktığını iddia ederek, (2.1.1)’e de itiraz etmiştir.12 Benzer şekilde,
Quentin Smith sonsuz bir kümenin kendisi gibi aynı sayıda üyesi olan
bir alt kümeye sahip olduğunu anladığımızda, varsayılan saçma durumların
“mükemmel bir şekilde inanılabilir”13 olacağı şeklinde yorumda
bulunmuştur. Fakat bana göre, gerçek alana transfer edildiğinde
bütünüyle inanılmaz sonuçlar doğuran, tam da sonsuz küme teorisinin
bu özelliğidir; Hilbert’in Otel’i buna örnektir. Dahası, bütün mantık
dışılıklar Öklid’in aksiyomunu inkâr eden sonsuz küme teorisinden
kaynaklanmaz: Otelden ayrılan misafirlerin işaret ettiği mantık dışılıklar,
çıkarma veya bölmenin ters işlemlerinde sonlu olmayan sayılar
kullanıldığında, kendisi ile çelişen sonuçlardan kaynaklanır. Burada,
12 J.L. Mackie, The Miracle of Theism (Oxford: Clarendon Press, 1982), s. 93.
13 Quentin Smith, “Infinity and the Past,” Philosophy of Science 54 (1987), s. 69.
gerçek sonsuz nesnelerin varlığının mümkün olmadığı, ikna edici şekilde
anlaşılmaktadır
Son olarak, Hilbert’in Oteli gibi örneklerin herhangi bir mantık dışılık
içermediğini ileri süren Sorabji’nin itirazı ele alınabilir. O, Kelam
kanıtındaki yanlışı anlamak için, bizden birisinin geçmiş yıllar, diğerinin
de geçmiş günler olan, aynı noktada başlayan ve sonsuz uzaklığa
doğru uzanan iki paralel sütunu göz önüne getirmemizi talep eder.
Sorabji’ye göre, geçmiş günler sütununun geçmiş yıllar sütunundan
daha uzun olmamasının sebebi; sütunlardan hiçbiri en uç noktaya sahip
olmadığı için, günler sütununun diğer sütunun en uç noktasından
öteye geçmeyecek olmasıdır. Hilbert’in Otel’inde, en uçta ikamet eden
bazı talihsiz kimselerin boşluğa düşeceğini düşünmek fikri çekicidir.
Ancak en uç yoktur; ikamet eden kimseler çizgisi, odalar çizgisinin
en ucunun ötesine geçmeyecektir. Bu görülür görülmez -sürpriz ve şaşırtıcı
olsa bile- buradan çıkan sonuç, sonsuzla ilgili gerçekliğin anlaşılmasında
kullanılabilir.14
Görmüş olduğumuz gibi, Sorabji kuşkuya yer bırakmayacak şekilde,
Hilbert’in Oteli’nin gerçek sonsuzun tabiatı hakkında açıklanabilir
bir hakikate işaret ettiği konusunda haklıdır. Eğer gerçek olarak
sonsuz sayıda nesne var olabilseydi, Hilbert’in Oteli mümkün olabilirdi.
Fakat Sorabji paradoksun özünü anlayamamış gözükmektedir;
ben, otelin en ucundan insanların düştüğünü düşünmenin çekici olduğuna
dair bir görüşe sahip değilim, zira en uçtan düşen bir kimse
yoktur, fakat bütün odaları dolu olan bir otele daha fazla müşterinin
yerleştirilebileceği görüşünü inanılmaz buluyorum. Elbette, misafirler
çizgisi odalar çizgisinin ötesine geçmeyecektir. Ancak bu sonsuz
14 Richard Sorabji, Time, Creation and the Continuum (Ithaca, N.Y.: Cornell University
Press, 1983), s. 213, 222-3.
odaların hepsinde zaten müşteri varsa, bu misafirlerin yerlerinin değiştirilmesi
gerçekten boş odalar meydana getirir mi?
Sorabji’nin geçmiş gün ve yıllar sütunu ile ilgili örneklerinde
kendi adıma rahatsızlık verici en ufak bir şey görmüyorum; eğer sütunları
uzunluk birimli bölümlere ayırırsak ve birisini yıllar diğerini
de günler olarak işaretlersek, bu durumda sütunun biri diğeri kadar
uzun olur. Buna karşın yıllar sütunundaki her bir uzunluk birimli bölüm
için, günler sütununda 365 eşit uzunluklu bölüm var olur! Böylesi
paradoksal sonuçlardan, bu tür gerçek sonsuz sayıda toplamların,
gerçekte değil ancak düşüncede var olabilmesi ile sakınılabilir. Her
halükarda, Hilbert’in Oteli ile ilgili paradoksal örnekler, sadece yeni
müşterilerin eklenmesi ile ilgili değildir, zira misafirlerin eksilmesi
çok daha çetin mantık dışılıklara neden olur. Sorabji’nin yaklaşımı,
bunların çözümüne dair bir şey sunmamaktadır. Bu nedenle, (2.1.1)
öncülüne yönelen itirazların, öncülün kendisinden daha az makul olduğunu
düşünüyorum.
(2.1.2) ile ilgili olarak en sık ifade edilen itiraz; geçmişin gerçek
sonsuz değil, sadece potansiyel sonsuz olarak düşünülmesi gerektiğidir.
Bu Bonaventure’a karşı Aquinas’ın pozisyonu idi ve çağdaş filozof
Charles Hartshorne bu meselede Aquinas ile aynı tarafta duruyor
gibidir.15 Böylesi bir durum y ine de s avunulamaz. G elecek p otansiyel
olarak sonsuzdur, çünkü var değildir; fakat şu anda geçmişin geçtiğine
dair izlenime sahip olmamıza karşın geleceğin gerçekleştiğine
dair izlenime sahip olmadığımız açık olduğu için, geçmişin gelecekten
farklı olarak gerçekleşmiş olmasındaki önemli farka dikkat edilmelidir.
Bu yüzden, eğer geçmiş olaylar silsilesi, bir yerde başlangıca
15 Charles Hartshorne, Man’s Vision of God and the Logic of Theism (Chicago: Willett,
Clark, & Co., 1941), s. 37.
sahip olmasaydı, gerçek sonsuz sayıda geçmiş olaylar serisi var olmak
zorunda olurdu.
Görüldüğü gibi buradaki argümanın öncüllerinden herhangi birine
yöneltilen itirazlar, öncülün kendisinden daha az ikna edicidirler.
Bu öncüllerin her ikisi, birlikte, evrenin var olmaya başladığına delalet
ederler. Bu yüzden, evrenin var olmaya başladığını ileri süren öncül
(2)’nin doğruluğunu kabul etmek için bu kanıtın iyi temeller sağladığı
sonucuna varıyorum.
Destekleyici İkinci Kanıt
Evreninin başlangıcı için ikinci kanıt olan (2.2), ardışık toplamayla
gerçek sonsuzun meydana gelmesinin imkânsızlığına dayanır. Bu kanıt
ilk öncülden, gerçek bir sonsuzun var olma olasılığını reddetme
açısından değil; ardışık toplama ile meydana getirilmiş olmasının olasılığını
reddetmesi açısından farklıdır.
Öncül (2.2.1), buradaki can alıcı basamaktır. Bir kimse, ardışık
olarak bir sayıdan sonra başka sayı ekleyerek, nesnelerin gerçekleşmiş
sonsuz toplamını oluşturamaz. Sonsuza varmadan önce birisi
her zaman bir tane daha ekleyebileceği için, gerçek sonsuza varmak
imkânsızdır. Bazen bu “sonsuza kadar sayma”nın veya “sonsuzu
aşma”nın imkânsızlığı olarak adlandırılır. Bu imkânsızlığın, var olan
zamanın miktarı ile herhangi bir alakasının olmadığının farkında olmak
önemlidir; bu, sonsuzun, bu şekilde oluşturulmaya elverişli olmamasından
kaynaklanmaktadır.
Bir kimse, sonsuz bir toplamın, bir noktada başlama ve üyeler eklemeyle
meydana getirilemeyeceğini; buna karşın başlangıcı olmadan
bir noktada son bulmayla, yani ezelden itibaren bir üyeden sonra başka
bir üye eklenmeyle devam ettikten sonra bir noktada durmayla meydana
getirilebileceğini ifade edebilir. Fakat bu yöntem ilk yöntemden
daha da inanılmaz gözükmektedir. Eğer bir kimse sonsuza kadar sayamıyor
ise, sonsuzdan geriye nasıl sayabilir? Eğer birisi, bir yönde
hareket ederek sonsuzun ötesine geçemez ise, nasıl olur da sadece ters
yönde hareket ederek onun ötesine geçebilir?
Aslında, “şimdi”de son bulan başlangıcı olmayan seriler fikri saçma
gözükmektedir. Bir örnek verecek olursak; ezelden beri saydığını ve
şu anda saymayı bitiriyor olduğunu iddia eden bir adamla karşılaştığımızı
varsayalım: …..-3,-2,-1,0. Biz, niçin saymayı dün veya evvelsi
gün veya önceki yıl bitirmediğini sorabiliriz? O zamana kadar da sonsuz
bir zaman geçmişti, bu yüzden o zamana kadar bitirmiş olmalıydı.
Böylece, sonsuz geçmişteki hiçbir noktada adamı geri saymasını bitirirken
bulamayız, zira o noktaya kadar iş bitmiş olmalıdır! Aslında
geçmişte ne kadar geriye gittiğimizin bir önemi yoktur, sayı sayan bir
kimseyi hiçbir noktada bulamayız, zira ulaştığımız herhangi bir noktada
zaten sonsuz dolmuş olacaktır. Ama eğer geçmişteki hiçbir noktada
onu sayı sayarken bulamıyor isek, bu ezelden beri onun sayı sayıyor
olduğu hipotezi ile çelişir. Bu, birisi ister sonsuzluğa doğru saysın
isterse sonsuzluktan saysın, ardışık toplama ile gerçek sonsuzun oluşmasının
eşit derecede imkânsız olduğunu gösterir.
Öncül (2.2.2), olayların seri halinde birbiri ardınca meydana geldiği
dinamik bir zaman görüşünü varsayar. Olay serileri, bilinçte ardışık
bir şekilde, zamansız olarak var olmaz. Tersine, oluş gerçektir
ve zamansal sürecin temel niteliğidir. Zamanla ilgili bu bakış açısını
eleştirenler de yok değildir, fakat bu makalede onların bu eleştirilerini
değerlendirmek bizi konunun oldukça dışına çıkaracaktır.16 Bu-
16 G.J. Whitrow, fiziksel olaylar serisi zamansız bir şekilde var olsa bile, sonsuz bir
geçmişin herhangi bir başlangıcı ve sonu olmayan bilinçli bir varlıkla yine de
“yaşanmış” olmak zorunda olacağını iddia ederek dinamik zaman görüşünü öngörmeyen
böyle bir kanıtı savunmaktadır. (G.J. Whitrow, The Natural Philosophy of Time,
2d ed. [Oxford: Clarendon Press, 1980], s. 28
rada, zamansal oluş hakkında sahip olduğumuz sıradan sezgilerimiz
ortak zemininde tartıştığımız ve pek çok çağdaş zaman ve mekân filozofu
ile aynı görüşte olduğumuz gerçeğini hatırlatmakla yetiniyorum.
(2.2.1) ve (2.2.2)’nin doğruluğu dikkate alındığında, (2.2.3) mantıksal
olarak ortaya çıkar. Eğer evren sonlu bir zaman önce var olmaya
başlamış olmasaydı, o takdirde şimdiki an, hiçbir zaman gelmezdi. Fakat
açık bir şekilde, gelmiştir. Bundan dolayı evrenin geçmişte sonlu
olduğunu ve var olmaya başladığını anlıyoruz.
Yine bu akıl yürütmeye karşı ileri sürülmüş olan çeşitli itirazları
değerlendirmek yararlı olacaktır. (2.2.1)’e karşı Mackie, meşru olmayacak
şekilde kanıtın, sonsuz olarak uzak bir geçmişte başlangıç
noktası varsaydığını ve daha sonra o noktadan günümüze ulaşmanın
imkânsızlığını ileri sürdüğüne itiraz eder. Ama sonsuz bir geçmişte,
bir başlama noktası, sonsuz olarak uzak olanı bile, yoktur. Aksine
sonsuz geçmişteki herhangi belirli bir noktadan, şimdiye kadar
sadece sonlu bir uzaklık vardır.17 Bu durumda bana öyle geliyor k i,
Mackie’nin kanıtın sonsuz olarak uzak başlangıç noktasını varsaydığı
eleştirisi tamamıyla temelsizdir. Serilerin başlangıçsız yapısı, sadece
onun ardışık toplamayla oluşturulmuş olmasının zorluğuna vurgu yapmaya
yardımcı olur. Başlangıcın hiçbir şekilde var olmaması, hatta
sonsuz olarak uzak olanın bile var olmaması; problemi çözmez, tersine
daha da sıkıntılı kılar. Sonsuz geçmişteki herhangi bir andan şimdiye
kadar sadece sonlu bir zamansal uzaklığın var olduğu, konuyla
alakasız olduğu için bir kenara bırakılabilir. Soru, zamansal serilerin
herhangi bir sonlu kısmının nasıl oluşturulabileceği sorusu değildir,
aksine bütün sonsuz serilerin nasıl oluşturulabileceği sorusudur. Eğer
Mackie serilerin her bir bölümünün ardışık toplama ile oluşturulabileceği
için serinin bütününün öyle oluşturulabileceğini düşünüyorsa,
17 Mackie, Theism, s. 93.
o takdirde o basit bir şekilde “terkip hatası ( fallacy of composition)”
yapıyor demektir.
Sorabji benzer şekilde, sayma, tabiatı gereği bir başlangıç sayısı
içerdiği için -ki bu durumda bu sayı eksiktir- sonsuzdan geriye doğru
saymanın imkânsız olduğuna itiraz eder. O’na göre sonsuz yılların geçişini
tamamlamak, başlangıç yılını içermez, bu yüzden mümkündür.18
Fakat bu cevap, açık bir şekilde yeterli değildir, zira görmüş olduğumuz
gibi, sonsuz bir geçmişin yılları negatif sayılarla numaralandırılabilir,
bu durumda yılların sonsuz geçişinin tamamlanması, sonsuzluktan
geriye başlangıçsız bir saymayı gerektirir. Sorabji bu karşı çıkışı
tahmin eder, bununla birlikte böyle bir geriye dönük sayı saymanın
ilkede mümkün olduğunu ve bu sebeple geçmiş yılların sonsuz geçişini
göstermek için mantıksal bir engelin olmadığını iddia eder. Yine
benim sormuş olduğum soru, böyle bir kavramda mantıksal çelişkinin
var olup olmadığı değil, aksine böyle bir geriye saymanın metafizik
olarak saçma olup olmadığıdır. Zira böyle bir geri saymanın, herhangi
bir noktada zaten tamamlanmış olması gerektiğini görmüştük.
Sorabji buna da cevap vermeye çalışmıştır; geriye doğru sayı saymanın
herhangi bir noktada zaten bitmiş olması gerektiğini ifade etmek,
“bütün sayıları” saymakla “sonsuzluğu” saymayı birbiriyle karıştırmaktır:
Buna göre geçmişteki herhangi belirli bir noktada, ezeli sayıcı
negatif sonsuz sayıları zaten saymış olacaktır, fakat bu onun bütün
negatif sayıları saymış olmasını gerektirmez.
Savunduğum kanıtın iddia edilen bu ikili anlama neden olduğunu
düşünmüyorum; bizim ezeli sayıcımızın, negatif sayıların bir sayımını,
varsayıldığı gibi sıfırda tamamlayabilecek olmasının sebebi incelenerek
bu açıklığa kavuşturulabilir. Bu sezgisel olarak imkânsız gözüken
şeyin mümkün olduğunu göstermek için, kanıta itiraz edenler,
18 Sorabji, Time, Creation, and the Continuum, s. 219-22.
bir kümenin üyelerini diğer kümenin üyeleriyle eşleştirerek, iki kümenin
eşit (yani aynı sayıda üyeye sahip olan) olup olmadığını belirlemek
için küme teorisinde kullanılan Tekabüliyet İlkesi denilen şeye
başvururlar. Bu ilke temelinde itiraz eden birisi; diyelim ki sayı sayıcı
sonsuz sayıda yıl yaşamış olsun, bunun yanında geçmiş yıllar kümesi
negatif sayılar kümesine bire bir denk gelecek şekilde denkleştirilebileceği
için, ezeli sayı sayıcının, bir yılı bir sayı ile sayarak şu anki yıla
kadar negatif sayıların geri sayımını bitireceğini iddia eder. Sayıcının
yüzyıl sonra veya gelecek yıl neden bitiremeyeceğini soracak olsaydık,
itiraz eden kişi, şimdiki yıldan önce sonsuz sayıda yılların zaten
geçmiş olduğu şeklinde cevap verirdi, böylece Tekabüliyet İlkesi gereği
şu ana kadar bütün sayılar kadar sayılmış olacaktı. Bu akıl yürütme,
itiraz eden kişinin aleyhine bir sonuca sebep olur; zira görmüş
olduğumuz gibi, bu açıklamada sayı sayan kişi, geçmişteki herhangi
bir noktada zaten bütün sayıları saymayı bitirmiş oluyordu, çünkü
geçmiş yıllar ve negatif sayılar arasında birebir tekabüliyet vardır. Bu
yüzden, bütün sayıların sayıldığını söylemek ile sonsuz sayıların sayıldığını
söylemek iki farklı anlam içermez. Fakat tam da bu noktada
daha derin mantık dışılıklar patlak verir; günde bir negatif sayı sayan
diğer bir sayı sayıcının var olduğunu varsayalım. Sonlu-ötesi aritmetik
ve sonsuz küme teorisine vurgu yapan Tekabüliyet İlkesi’ne göre,
birisi diğerinden 365 kez daha hızlı sayıyor olsa bile, bizim ezeli sayı
sayıcılarımızın her ikisi de aynı anda geriye saymalarını bitirecektir!
Böylesi senaryoların, kabul edilmiş mantıksal uzlaşımlar ve aksiyomlara
uygun olarak, tamamıyla kavramsal bir alanda oynanmış olan hayali
bir oyunun sonucunu temsil ettiğine değil de gerçekten meydana
gelebileceğine inanan birisi olabilir mi?
Öncül (2.2.2)’ye gelince; birçok düşünür, geçmişi, “şimdi”de son
bulan, başlangıcı olmayan sonsuz seriler olarak kabul etmek zorunda
olmadığımıza itirazda bulunmuşlardır. Örneğin Popper, bütün geçmiş
olaylar “kümesinin” gerçek sonsuz olduğunu kabul etmekte, fakat geçmiş
olaylar “serisinin” potansiyel olarak sonsuz olduğuna inanmaktadır.
Bu “şimdi”den başlayıp, olayları geriye doğru numaralandırıp,
böylece potansiyel sonsuzluğun oluşması ile görülebilir. Böylece, ardışık
toplama ile oluşan gerçek sonsuzla ilgili problem ortaya çıkmaz.19
Benzer şekilde Swinburne de başlangıcı olmayıp sonu olan tamamlanmış
sonsuz serilerin anlamlı olup olmadığının şüpheli olması konusunda
kafa patlatır, ancak problemi, şimdide başlama ve geçmişte geriye
doğru gitmeyle; geçmiş olaylar serisinin bir sonu olamayacağı ve
böylece tamamlanmış bir sonsuzluğun da olamayacağı şeklinde çözmeyi
önerir.20 Fakat bu itiraz, açık bir şekilde “zihinsel geri” sayma
ile olayların zamansal serilerinin “gerçek ilerlemesi”ni birbirine karıştırır.
Şimdiden geriye dönük olarak serileri numaralandırma, geçmiş
olayların sonsuz bir sayısı varsa eğer, sadece o zaman geçmiş olaylarla
ilgili sonsuz bir sayıyı sayabileceğimizi gösterir. Fakat problem
şudur; bu sonsuz olaylar toplamı ardışık toplama ile nasıl oluşabilir?
Bizim zihinsel olarak bu serileri nasıl kavradığımız, serilerin ontolojik
karakterine hiçbir etkide bulunmaz; bu serilerin ontolojik karakteri
başlangıcı olmama ve sonlu olmaktır, yani arka arkaya eklemeyle
tamamlanmış gerçek sonsuz olmaktır.
Böylece (2.2.1) ve (2.2.2)’ye yöneltilen itirazların, öncülün kendisi
kadar makul olmadığı sonucuna ulaşıyoruz. İkisi birlikte (2.2.3)’ün
doğruluğuna işaret etmektedir; bu ise evrenin var olmaya başladığını
göstermektedir.
19 K.R. Popper, “On the Possibility of an Infinite Past: a Reply to Whitrow,” British Journal
for the Philosophy of Science 29 (1978), s. 47-8.
20 R.G. Swinburne, “The Beginning of the Universe,” The Aristotelian Society 40 (1966),
s. 131-2.
İlk Bilimsel Doğrulama
Evrenin başlangıcı olduğuna dair bütünüyle felsefi olan bu kanıtlar,
bu yüzyıl boyunca astrofizik ve astronomideki buluşlarla kayda
değer bir şekilde doğrulanmışlardır. Bu doğrulamalar iki başlık altında
özetlenebilir; evrenin genişlemesi temelli doğrulama ve evrenin
termodinamik özelliklerinden hareketle doğrulama.
1920’lerden önce, bilim insanları, evrenin tüm zamanlar boyunca
durağan ve ezeli olduğuna inanıyorlardı. Bu geleneksel kozmolojiyi yıkacak
depremin sarsıntıları, ilk kez 1917’de, Albert Einstein Genel İzafiyet
Teorisi’ni (GİT) kozmolojiye uyguladığında hissedildi. Einstein,
hayal kırıklığıyla, maddenin kütle-çekimsel etkisini dengelemek için
eşitliklerde ufak bir hileye başvurmazsa; GİT’nin, ezeli ve statik bir
evren modeline izin vermeyeceğini keşfetti. Sonuç olarak, Einstein’ın
evreni bıçak sırtında idi ve ufak bir düzensizlik bile -maddenin evrenin
bir yerinden diğerine hareketi örneğin- ya evrenin genişlemesine
ya da şiddetli bir biçimde içeriye doğru çekilmesine neden olacaktı.
1920’lerde birbirlerinden bağımsız olarak, Rus matematikçi Alexander
Friedman ve Belçikalı astronom Georges LeMaître, Einstein’ın modelinin
bu özelliğini ciddi bir şekilde ele alarak, onun denklemlerinden
hareketle genişleyen bir evreni öngören çözümler formüle ettiler.
1929’da Amerikalı astronom Edwin Hubble, uzak galaksilerden
gelen ışık spektrumunun sistemli bir şekilde kırmızı ucuna kaydığını
gösterdi. Bu kırmızıya kayma, ışık kaynaklarının görüş alanında uzaklaştığını
gösteren bir Doppler etkisi olarak değerlendirildi. İnanılmaz
bir şekilde, Hubble’ın keşfetmiş olduğu şey, Einstein’ın GİT’ine dayanarak
Freidman ve LeMaître tarafından öngörülmüş olan evrenin genişlemesi
idi. Bu adeta bilim tarihinde gerçek bir dönüm noktası oldu.
John Wheeler hayretini dile getirirken şöyle der: “Yüzyıllardan beri bilimin
yapmış olduğu bütün öngörüler içerisinde bu kadar büyüğü var
mıdır; evrenin genişlemesi gibi fantastik bir olayı öngörmek, doğru
şekilde öngörmek ve bütün beklentilerin aksine öngörmek?”21
Freidman-LeMaître modeline göre, zaman ilerledikçe birbirinden
ayrılan galaksilerin mesafeleri daha da büyür. GİT’e dayanan modelin,
evreni, önceden var olan boş uzayda genişliyormuş gibi tasvir etmediğini
kavramak önemlidir. Aksine uzayın kendisi genişlemektedir.
Galaksilerin uzaya göre hareketsiz oldukları düşünülür, fakat balon
şişerken balonun yüzeyine işaretlenmiş noktaların birbirinden uzaklaşmaları
gibi, uzayın kendisi genişledikçe galaksilerin birbirleri arasındaki
mesafe de artar. Evren genişledikçe, madde yoğunluğu da gittikçe
azalır. Birisi genişlemenin başlangıç aşamasını düşündüğünde ve
zamanda geriye dönüşün anlamını kavradığında; evrenin, sonlu geçmişte,
belirli bir noktada, sonsuz yoğunluk durumuna sahip olduğu
gibi şaşırtıcı bir sonuca varır. Bu durum, uzay-zaman eğriliğinin sıcaklık,
basınç ve yoğunlukla birlikte sonsuz olduğu bir tekilliği temsil
eder. Böylece bu tekillik, uzay-zamanın kendisine bir sınır veya uç
oluşturur. P.C.W. Davies, bu hususta şu yorumda bulunur:
Bu öngörüyü en uç anlamında anlayacak olursak, evrendeki bütün mesafelerin
sıfıra büzülmüş olduğu bir noktaya varırız. Böylece ilk kozmolojik
tekillik, evren adına geçmiş zamansal bir sınır oluşturur. Böyle bir sınır
yüzünden, fiziksel akıl yürütmeyi, veya uzay-zaman kavramını bile, sürdüremeyiz.
Bu sebepten dolayı, çoğu kozmolog ilk tekilliği evrenin başlangıcı
olarak düşünürler. Bu görüşe göre, büyük patlama yaratma olayını
temsil eder; sadece evrendeki bütün madde ve enerjinin yaratılması değil,
aynı zamanda uzay-zamanın kendisinin de yaratılması.22
21 John A. Wheeler, “Beyond the Hole,” Some Strangeness in the Proportion, içinde. Harry
Woolf (der.) (Reading, Mass.: Addison-Wesley, 1980), s. 354.
22 P. C. W. Davies, “Spacetime Singularities in Cosmology,” The Study of Time III içinde,
J. T. Fraser (der.) (Berlin: Springer Verlag, 1978), s. 78-9.
“Büyük Patlama” terimi ilk olarak Fred Hoyle tarafından, Friedman-
LeMaître’nin tahmin etmiş olduğu evrenin başlangıcı için alaycı bir
ifade olarak kullanılmış bir sözdür. Bu ifade, genişleme dışarıdan gözlemlenemediği
için yanıltıcı olabilir. (Büyük Patlama’dan “önce”si olmadığı
gibi onun “dışı” da yoktur.) Böyle bir modelde, ilk tekillikten
“daha önceki bir uzay-zaman noktasının” var olmadığı doğrudur veya
“tekillikten önce bir şeyin var olduğu” yanlıştır. Standart Büyük Patlama
modeli böylece evrenin mutlak bir başlangıcını öngörür. Eğer bu
model doğru ise o takdirde Kelam Kozmolojik Kanıtı’nın ikinci öncülü
ile ilgili beklenmedik bilimsel bir doğrulamaya sahip olmuşuz demektir.
Model doğru mudur, veya daha da önemlisi, evrenin başlangıcını
öngörmede haklı mıdır? Uzak galaksilerden gelen kırmızıya kayan
ışığın Büyük Patlama adına güçlü deliller ortaya koyduğunu zaten
gördük. İlaveten, evrende helyum gibi belirli hafif elementlerin çokluğunun
en iyi açıklaması; onların yoğun ve sıcak Büyük Patlama’da
oluşmuş olmalarıdır. 1965’teki kozmik fon radyasyonunun keşfi ise
Büyük Patlama’nın en önemli delillerinden biri olarak değerlendirilir.
Ama yine de, Standart Büyük Patlama birçok açıdan tadil edilmeye
gereksinim duyacaktır. Model, Einstein’ın Genel İzafiyet Teorisine dayanır.
Fakat Einstein’ın teorisi, atom-altı uzay ölçeklerine indirgenememektedir.
Bu noktada atom-altı fiziğe giriş yapmak zorundayız ve
bunun nasıl yapılacağından emin olan kimse de yoktur. Dahası, evrenin
genişlemesi standart modelde olduğu gibi sabit değildir. Genişleme
muhtemelen sürekli artan bir ivmeyle gerçekleşmektedir ve geçmişte
çok kısa bir zaman diliminde süper hızlı bir genişleme olmuş olabilir.
Standart modelle ilgili bu tartışmalı hususların hiçbiri, evrenin
mutlak başlangıcı ile ilgili temel öngörüyü etkilemez. Gerçeği söylemek
gerekirse, Friedman ve LeMaître’nin çalışmasından bu yana fizikçiler
on yıllardan beri alternatif modeller önerdiler ve mutlak bir
başlangıca sahip olmayanların çalışmadığı birçok kereler gösterildi.
Alternatiflere en pozitif şekilde yaklaştığımızda bile, en makul standart-
olmayan modellerin, evren için mutlak bir başlangıcı ihtiva edenler
olduğu gözükmektedir: Bu başlangıç, bir başlangıç “noktası” içerebilir
veya içermeyebilir. Fakat noktasal bir başlangıca sahip olmayan
bu teorilere göre, (Stephen Hawking’in “sınırı olmama” önerisi gibi),
geçmiş sonsuz değil, hâlâ sonludur. Bu teorilere göre evren sonsuzdan
beri var değildir, var olmaya başlamıştır; bu olay belirli bir noktada
olmamış olsa bile.
2003 yılında, buradaki tartışma açısından önemli bir husus ortaya
kondu; üç önde gelen kozmolog Arvin Borde, Alan Guth ve Alexander
Vilenkin, tarihi boyunca genişlemiş olan “herhangi bir evren”in
geçmişte sonsuz olamayacağını, aksine geçmişte bir uzay-zaman sınırına
sahip olması gerektiğini ispatlayabildiler.
Onların ispatını bu kadar güçlü yapan şey, evrenin en erken dönemi
ile ilgili ileri sürülen farklı fiziki senaryoların hangisi doğru olursa olsun,
bu hususlar “dikkate alınmaksızın” ispatlarının doğru olmasıdır.
Evrenin en erken dönemi ile ilgili fizikteki tartışmalarda bir konsensüs
sağlanmadığı için, bu kısa zaman dilimi spekülasyonlar için kırılgan
bir zemin olagelmiştir. Bir bilim insanı, bu kısacık zaman dilimini,
çok eski zamanlardan kalma haritalardaki “burada ejderhalar
var!” yazısıyla işaretlenmiş olan bölgelere benzetmiştir; buna göre bu
kısacık dönem, tamamen hayal mahsulü şeylerle doldurulabilir. Fakat
Borde-Guth-Vilenkin teoremi, bu kısacık zaman dilimi hakkındaki fiziki
açıklamanın ne olacağından bağımsızdır.
Onların teoremi, evrenimizin evrimleşmiş olabileceği kuantum
boşluk durumunun -ki bazı bilim adamları bu durumu yanlış bir şekilde
“hiçlik” olarak adlandırarak popülerlik kazandırmıştır- geçmişte
ezeli olamayacağını, aksine bir başlangıca sahip olması gerektiğini ima
eder. Bizim evrenimiz, birçok evrenden meydana gelen “çoklu-evrenin
(multiverse)” çok küçük bir parçası olsa bile; onların teorisi, çoklu
evrenin kendisinin de mutlak bir başlangıca sahip olmasını gerektirir.
Spekülatif teoriler, -Büyük Patlama öncesi enflasyon senaryoları
gibi- Borde-Guth-Vilenkin’in teoreminin sonucu olan mutlak başlangıçtan
kurtulmak için icat edilmişlerdir; fakat bu teorilerin hiçbirisi,
ezeli bir geçmiş görüşünü geri kazandırmada başarı sağlayamamıştır.
En fazla, başlangıcı sadece bir adım geriye ötelemişlerdir.
Vilenkin, bulgularının sonucu hakkında açık sözlüdür:
Bir argümanın makul insanları inandıran şey olduğu, ispatınsa (proof) makul
olmayan bir insanı bile inandıran şey olduğu söylenir. Mevcut ispatla,
kozmologlar geçmiş ezeli bir evren olasılığının arkasına daha fazla gizlenemezler.
Kaçış yok, kozmik bir başlangıç problemiyle yüzleşmek zorundalar.23
Biz evrenin başlangıcının olmadığını iddia eden yeni teorilerin
ileri sürüleceği beklentisi içerisinde olabiliriz. Bu tür öneriler memnuniyetle
buyur edilecektir, fakat daha önce başarısız olmuşların daha
fazla başarılı olacaklarını düşünmek için makul bir sebebe sahip değiliz.
Kuşkusuz, bilimsel sonuçlar sürekli değildir. Buna karşın delilin
hangi yolu gösterdiği açıktır. Bugün “Kelam Kozmolojik Kanıtı”
savunanlar, evrenin var olmaya başladığı hususunda, güvenli bir şekilde,
bilimsel ana akım içerisindedirler.
İkinci Bilimsel Doğrulama
Tüm bu sayılanlara ilaveten, farklı kozmolojik modellerin termodinamik
özelliklerine dayanan, evrenin başlangıcı ile ilgili ikinci bir
bilimsel kanıt vardır. Termodinamiğin ikinci kanununa göre, kapalı
23 Vilenkin, Many Worlds in One, s. 176.
bir sistemde meydana gelen süreçler daima denge durumuna yönelir.
Burada, evrenin bu temel kanunu, bir bütün olarak evrene uygulandığında,
bunun hangi sonuçları göstereceğiyle ilgiliyiz. Zira evrenimiz
devasa kapalı bir sistemdir ve evrenimizin kendi dışıyla bir enerji temelli
etkileşimi mevcut değildir.
İkinci kanun, yeterli zaman var olduğunda evrenin “ısı ölümü”
olarak bilinen, termodinamik denge durumuna varacağını gösterir.
Bu ölüm, evrenin sonsuza dek genişleyeceğine veya sonunda geri büzüleceğine
bağlı olarak, sıcak da olabilir soğuk da. Evrenin yoğunluğu,
genişleme gücünün üstesinden gelecek kadar büyük olursa, o
takdirde evren yeniden sıcak bir ateş topuna geri büzülecektir. Evren
büzülürken, yıldızlar sonunda patlayana veya yok olana kadar daha
hızlı bir şekilde yanacaklardır. Evrenin yoğunluğu arttıkça, kara delikler
etrafındaki her şeyi içerisine çekmeye başlar ve kara deliklerin
hepsi en sonunda, bundan sonra hiçbir şekilde tekrar ortaya çıkmayacak,
evrenin hepsini kapsayacak devasa bir kara delikte birleşir. Diğer
yandan, eğer evrenin yoğunluğu genişlemeyi durdurmaya yetmezse,
-daha olası gözüken budur- daha sonra galaksiler bütün gazlarını yıldızlara
dönüştürecekler ve yıldızlar da yanıp patlayacaklar. 1030 yaşında
evren; % 90 ölü yıldızlardan, % 9 süper büyük kara deliklerden
ve % 1 atomik maddeden oluşacaktır. Temel parçacık fizikçileri
bundan sonra protonların elektronlara ve pozitronlara bozunacağını
ve böylece uzayın inceltilmiş gazla dolu olacağını, bunun da o kadar
ince olacağını ileri sürüyorlar ki buna göre bir elektron ve pozitron
arasındaki mesafe yaklaşık olarak şu andaki galaksimizin büyüklüğü
kadar olacaktır. Bazı bilim adamları, 10100 yılında kara deliklerin kendilerinin
radyasyon ve temel parçacıklar olarak yok olacağına inanıyorlar.
Nihayetinde devamlı genişleyen, soğuk ve karanlık evrendeki
maddenin hepsi, olağan üstü derecede küçük temel gaz parçacıklarına
ve radyasyona dönüşecektir. Sonuçta denge durumu tamamen hâkim
olacak ve bütün evren hiçbir değişimin meydana gelmediği nihai bir
durumda nihayete erecektir.
Son keşifler, kozmik genişlemenin, hızını yavaşlatmak yerine artıran
bir pozitif kozmolojik sabitin var olduğuna dair güçlü delil ortaya
koymaktadır. Beklenmedik bir şekilde, uzayın hacmi üstel olarak
arttığı için, daha fazla entropi üretimi için daha büyük alan oluşmakta
ve zaman ilerledikçe evren denge durumundan çok daha fazla uzaklaşmaktadır.
Fakat genişlemedeki ivmelenme, sadece, genişleyen evrende,
artık nedensel olarak ilişki içerisinde bulunmayan izole maddi
parçaların oluşumunu hızlandırır. Bu parçaların her biri sırasıyla termodinamik
yok oluşla karşı karşıya kalır. Böylece ikinci kanun temelinde
öngörülmüş olan kaçınılmaz son, temelde, aynen kalır.
Şimdi sorulması gereken soru şudur: Eğer evren sonsuz geçmişten
beri var olsaydı, neden şu anda soğuk, karanlık ve yaşamsız bir
durumda değildir? 19. yüzyıldaki atalarının aksine, çağdaş fizikçiler,
evrenin ezeli olduğunu ima eden varsayımı sorgulamaya başlamışlardır.
Davies, bunu, şu şekilde ifade eder:
Bugün, çok az kozmolog, en azından bildiğimiz kadarıyla, evrenin sonlu
bir geçmişte bir başlangıcının olduğundan şüphe eder. Bu veya şu şekilde,
evrenin daima var olduğunu ileri süren alternatif görüş, temel bir çelişkiye
düşer. Güneş ve yıldızlar sonsuza kadar yanmayı sürdüremezler; er ya da
geç onların yakıtları bitecek ve öleceklerdir.
Aynı şey bütün tersinmez fiziksel süreçler hakkında da doğrudur; onların
çalışması için evrendeki enerji stoğu sınırlıdır ve bu stok sonsuza dek kullanılamaz.
Bu, termodinamiğin ikinci kanunu olarak ifade edilen kanunun
kaçınılmaz bir sonucudur; bu kanunu bütün evrene uyguladığınızda, nihai
bir dejenerasyon durumuna doğru tek yönlü bir ilerlemenin ve maksimum
entropi -düzensizlik- durumuna doğru bozulmanın olacağını anlarsınız. Bu
nihai duruma şu ana kadar ulaşılmadığı için, bundan, evrenin sonsuz bir
zamandan beri var olmuş olamayacağı sonucu çıkar. 24
Davies, “Evren sonsuzdan beri var olmuş olamaz. Sonlu bir zaman
önce bir başlangıcın mutlaka var olmuş olması gerektiğini biliyoruz”
sonucuna varır.25
Böylece, bu kez termodinamik temelli bilimsel delil, Kelam Kozmolojik
Kanıtı’nın ikinci öncülünün haklılığını onaylar. Bu delil özellikle
etkileyicidir, çünkü termodinamik fizikçiler tarafından pratik olarak
bilimin tamamlanmış bir sahası olarak kabul edilir. Bu, burada hareket
noktası olan bilimsel delilin temelinin sarsılmaz olduğunu gösterir.
Görüldüğü gibi evrenin başlangıcı ile ilgili hem felsefi kanıta hem
de bilimsel doğrulamaya sahibiz. Bu temelde, evrenin var olmaya başladığı
ile ilgili öncül (2)’nin doğru olduğu sonucuna kolayca ulaşabileceğimizi
düşünüyorum.
İlk Öncül
Öncül (1)’in, diğer öncüllere kıyasla tartışmasız doğru olduğu kanaatindeyim.
Bir şeyin yoktan var olamayacağı metafiziksel sezgiye
dayanmaktadır. Bundan dolayı, bu ilke adına ortaya konan herhangi
bir kanıtın, ilkenin kendisi kadar açık olmaması muhtemeldir. Büyük
şüpheci David Hume bile, bir şeyin nedensiz olarak var olabileceği gibi
mantık dışı bir önermeyi hiçbir zaman iddia etmediğini ifade etmiştir;
O sadece bir kimsenin açık bir şekilde doğru nedensel ilkeyi “ispatlayabileceğini”
inkâr etmiştir.26 Eğer başlangıçta, mutlak bir şekilde
24 Paul Davies, “The Big Bang—and Before,” The Thomas Aquinas College Lecture
Series, Thomas Aquinas College, Santa Paula, Calif., March 2002.
25 Paul Davies, “The Big Questions: In the Beginning,” ABC Science Online, interview
with Phillip Adams, http://aca.mq.edu.au/pdavieshtml.
26 David Hume’dan John Stewart’a, Şubat, 1754, The Letters of David Hume içinde, J.Y.T.
Greig (der.) (Oxford: Clarendon Press, 1932), 1:187
-Tanrı, uzay, zamanın var olmadığı- yokluk olsaydı, o takdirde nasıl
evrenin bir şekilde var olması mümkün olabilirdi? Ex nihilo (yokluktan)
nihil fit (yokluk meydana gelir) ilkesinin doğruluğu bence barizdir.
Buna rağmen, bazı düşünürler, mevcut bağlam içerisinde bu öncülün
işaret ettiği teizmden kurtulmak için, onun doğruluğunu inkâr etmek
zorunda hissetmişlerdir kendilerini. Onun teistik çıkarımlarından
sakınmak için, Davies “çok fazla ciddiye alınmaması gerektiği”ni itiraf
ettiği bir senaryo sunar, fakat bu senaryonun Davies için güçlü bir
cazibesi varmış gibi görünüyor.27 O bir kuantum kütle-çekim teorisine
referansta bulunur; buna göre uzay-zamanın kendisi, mutlak yokluktan
sebepsiz bir şekilde var olabilir. Henüz tatmin edici bir kuantum
kütle-çekim teorisi”nin var olmadığını kabul etmesine rağmen; böyle
bir teori; parçacıkların kendiliğinden ve nedensiz ani bir şekilde yaratılması
ve yok olmasına olduğu gibi uzay-zamanın kendiliğinden ve
nedensiz ani bir şekilde yaratılma ve yok olmasına olanak sağlar. Teori,
örneğin önceden olmadığı yerde bir uzay lekesinin meydana çıktığı,
matematiksel olarak belirlenmiş kesin bir olasılığı gerektirmektedir.
Böylece uzay-zaman, sebepsiz kuantum geçişlerinin sonucu olarak
hiçlikten ansızın meydana gelebilir.28
Aslında parçacık çifti üretimi, Davies’in işaret ettiği şekilde, bu radikal
yoktan oluş için analoji ortaya koymaz. Bu kuantum fenomeni,
her olayın bir nedeni vardır ilkesine bir istisna teşkil etse bile, bir şeyin
yokluktan var olduğuna dair analoji oluşturmaz. Fizikçiler bundan
parçacık çifti “yaratılması” veya “imhası” olarak bahsetmelerine
karşın, bu tür terimler felsefi olarak hatalıdır, zira gerçekten var olan
şey enerjinin maddeye dönüşümü veya tersidir. Davies’in ifade ettiği
gibi; “Burada tarif edilen süreç, maddenin yoktan yaratılması yerine,
27 Paul Davies, God and the New Physics (New York: Simon & Schuster, 1983), s. 214.
28 Age., s. 215
önceden var olan enerjinin maddi forma dönüşmesini gösterir.”29 Bu
yüzden, Davies; “parçacıklar... hiçbir yerden özel bir sebep olmaksızın
var olabilir” ve yine “ama kuantum fiziği rutin bir şekilde yokluktan
bir şeyler üretmektedir” diyerek, okuyucusunu son derece yanlış
yönlendirmiştir.30 Bilakis kuantum fiziği, “hiçbir zaman” yokluktan
bir şeyler üretmemektedir.
Aslında, kuantum teorisi, Davies’in işaret ettiği şekilde, yokluktan
kendiliğinden oluşu hiçbir şekilde içermez. Bir kuantum kütle-çekim
kuramı, bir temel kuvvet ve tek türde parçacığın var olduğu süper-simetrik
bir durumda bütün tabiat kuvvetlerini bir araya getiren Büyük
Birleşik Teori’de açıklanabilen uzay geometrisinden ziyade; parçacıkların
(gravitonlar) değişimine dayanan bir kütle-çekimsel teori ortaya
koyma gayesi güder. Fakat bunda, kendiliğinden ex nihilo oluşun imkanını
ileri süren hiçbir şey yoktur.
Aslında Davies’in açıklamasının rasyonel olup olmadığı bile açık
değildir. Yokluğun “öncesinde hiçbir şeyin var olmadığı” bir uzayzaman
bölgesini meydana getirmek durumunda olduğu matematiksel
bir olasılığın var olduğunu iddia etmekle, kastedilen ne olabilir? Yeterli
zaman var olduğunda, belirli bir mekânda bir uzay-zaman bölgesinin
aniden var olacağı anlamına gelemez; zira ne mekân ne de zaman,
uzay-zamandan ayrı vardırlar. Bir şeyin yokluktan var olduğu ile
ilgili bazı olasılıkların var olduğu düşüncesi tutarsız gözükmektedir.
Bu bağlamda, bir şeyin nedensiz olarak var olabileceği hususunda
Jonathan Edwards tarafından ileri sürülen bir kanıt hakkında A.N.
Prior tarafından yapılmış bazı yorumları hatırlatırım. Edwards, bunun
imkânsız olduğunu söylemiştir, çünkü o zaman, neden bir şeylerin
veya her şeyin nedensiz olarak var olamadığı veya olmadığı
29 Age., s. 31
30 Age., s. 215, 216
açıklanamaz. Bir kimse, sadece belirli yapıdaki şeyler nedensiz olarak
var olurlar şeklinde cevap veremez, çünkü onların var olmalarından
önce onların var olmalarını sağlayacak bir doğaya sahip değildiler.
Prior, Edwards’ın yaklaşımını kozmolojiye uygulamıştır; bunu yaparken
yokluktan sürekli hidrojen atomlarının yaratıldığını kabul eden
Durağan Durum Modeli’ni hareket noktası yapmıştır:
Bu sürecin nedensiz olması Hoyle’un teorisinin bir parçası değildir, fakat
bunun hakkında daha kesin olmak istiyorum ve söylemek istiyorum ki eğer
nedensiz ise, o takdirde aniden olduğu ifade edilen şey fantastik ve inanılmazdır.
Eğer objelerin –şu anda gerçekten obje olanların, kapasitelere sahip
cevherlerin- bir neden olmaksızın var olmaya başlamaları mümkünseo
zaman onların hepsinin aynı çeşit objeler olarak, yani hidrojen atomları
olarak, sonuçta ortaya çıkmaları inanılmazdır. Hidrojen atomlarının kendine
has doğası, bu tür var olmaya başlamayı, başka herhangi türdeki objeler
için değil de, hidrojen atomları için mümkün kılan şey olamaz. Zira hidrojen
atomları, onlar ona sahip olmak için orada olana kadar, bu tabiata sahip
değildirler; yani onların var olmaları zaten gerçekleşene kadar. Edward’ın
kanıtı budur esasında; ve burada tamamen ikna edici gözüküyor….31
Mevcut durumda, eğer mutlak olarak yokluk olsaydı, o takdirde
boşluktan kendiliğinden çıkan, diyelim ki hidrojen atomları veya tavşanlar
değil de, niçin uzay-zaman olmuş olmalıdır? Bir kimse, herhangi
tikel bir nesnenin aniden sebepsiz olarak yokluktan var olma
olasılığından nasıl bahsedebilir?
Davies, bir keresinde, fizik kanunlarından sanki nedensiz var olabileni
belirleyen kontrol edici unsurlarmış gibi cevap veriyor görünüyor:
“Peki ya kanunlar? Evrenin varlığa gelebilmesi için ilk evvela
31 A.N. Prior, “Limited Indeterminism,” Papers on Time and Tense içinde (Oxford:
Clarendon Press, 1968), s. 65.
onlar ‘orada’ olmak zorundadırlar. Bir kuantum geçişinin evreni meydana
getirebilmesi için, ilk olarak kuantum fiziği (bir anlamda) var
olmak zorundadır.”32 Bu aşırı tuhaf gözükmektedir. Davies, kendiliğinden
oluşu sınırlandıracak şekilde, tabiat kanunlarına bir çeşit ontolojik
ve nedensel konum bahşetmiş gibidir. Bunun açıkça yanlış bir
bakış olduğu açıktır: Fizik kanunlarının kendileri herhangi bir şeye
neden olamaz veya onu sınırlandıramaz; onlar sadece, evrende meydana
gelen şey hakkında belirli bir yapının ve genellemenin önermesel
betimlemeleridir. Edward’ın gündeme getirdiği soru şudur: Mutlak
bir şekilde yokluk olsa, başka bir şeyin değil de onun yerine herhangi
bir şeyin, nedensiz aniden var olması neden doğru olsun? Öyle olmasının
bir şekilde uzay-zamanın tabiatından kaynaklandığını söylemek
faydasızdır, çünkü eğer mutlak olarak yokluk varsa, o takdirde, uzayzamanın
var olmasını belirleyecek bir tabiat var olmuş olmayacaktır.
Bununla birlikte, daha temelde Davies’ın düşündüğü şey, tereddüde
mahal bırakmayacak şekilde metafiziksel olarak anlamsızdır. Onun senaryosu
bilimsel bir teoriymiş gibi sunulmuş olmasına karşın, kralın
çıplak olduğunu söyleyecek kadar cesur olunmalıdır. Uzay-zamanın
ortaya çıkışı için zorunlu ve yeter şartların var olduğu ve var olmadığı
durumları değerlendirelim; eğer varsa, o zaman yokluğun var olduğu
doğru değildir, eğer yoksa, o zaman varlığın mutlak var-olmayandan
meydana gelmesi ontolojik olarak imkansız gözükmektedir. Yokluktan
kendiliğinden var olmaya “kuantum geçişi” demek veya ona “kuantum
kütle-çekimi” atfetmek, hiçbir şeyi açıklamaz; aslında bu açıklamada
bir açıklama yoktur. O sadece olur!
Bu yüzden, bana göre, Davies burada sunulan kanıtın ilk öncülünün
doğruluğunun yadsınması için herhangi makul bir temel ortaya
koymamıştır. Var olmaya başlayan her şeyin bir nedene sahip olduğu,
32 Davies, God, s. 217.
bizim tecrübemizde devamlı doğrulanan, ontolojik olarak zorunlu bir
doğru olarak gözükmektedir.
Zati/Kişisel Yaratıcı
(1) ve (2) öncüllerinin doğruluğu göz önünde bulundurulduğunda,
(3)’le ifade edildiği gibi evrenin varlığının bir nedeni olduğu mantıksal
olarak ortaya çıkar. Esasen, evrenin sebebinin Zati bir Yaratıcı olması
gerektiği, makul bir şekilde iddia edilebilir. Zira başka türlü,
ezeli bir sebepten zamansal bir etki nasıl çıkabilirdi? Eğer sebep, basit
bir şekilde ezelden beri var olan zorunlu ve yeter şartların mekanik
olarak işlemesi olsa idi, o takdirde neden sebebin etkisi de ezelden
beri var olmasın? Örneğin suyun donmuş olmasının sebebi sıfır
derecenin altında sıcaklığın olması ise, eğer derece de ezelden beri
sıfır derecenin altındaysa; o zaman şu anda var olan herhangi bir su
ezelden beri donmuş olurdu. Ezeli bir sebebin zamansal bir etkiye sahip
olmasının tek yolu, ancak, eğer sebep zamandaki bir etkiyi yaratmayı
özgür bir şekilde seçen zati bir failse mümkün görünmektedir.
Örneğin ezelden beri oturan bir adam, ayağa kalkmayı irade edebilir;
böylece, ezeli olarak var olan bir failden, zamansal bir etki ortaya çıkabilir.
Aslında failde değişimi gerektirmeyecek şekilde, fail ezelden
zamansal bir etkiyi irade edebilir. Böylece biz, sadece evrenin ilk sebebinin
olduğu sonucuna değil, aynı zamanda onun Zati Yaratıcısı olduğu
sonucuna varırız.
Özet ve Sonuç
Sonuç olarak, evrenin var olmaya başladığının makul olduğunu, hem
bilimsel doğrulama hem de felsefi kanıta dayalı olarak görmüş olduk.
Var olmaya başlayan her ne varsa, varlığının bir sebebi olduğu ilkesinin
sezgisel olarak açık bir ilke olduğu göz önünde bulundurulduğunda,
evrenin varoluşunun bir nedeni olduğu sonucuna varmış oluruz. Kanıtımıza
göre, bu neden; nedensiz, maddi olmayan, ezeli, değişmez,
zamansız olmak zorundadır. Dahası, zamanda bir etki yaratmayı özgür
bir şekilde seçen Zati Bir Fail olmak zorundadır. Bu yüzden Kelam
Kozmolojik Kanıtı’na dayanarak, Tanrı’nın var olduğuna inanmanın
rasyonel olduğu sonucuna varıyorum.