HAMZA TZORTİS EVRİM VE BİLİM-DİN İLİŞKİSİ

 





Çeviren: Eylül Rana Saraç
Hamza Tzortis - Has Evolution Been Misunderstood? Revelation, Science and Certainty Makalesinin Çevirisi

 

EVRİM YANLIŞ MI ANLAŞILDI? VAHİY, BİLİM VE KESİNLİK

Sürüm 0.6 Şubat 2013

Not: Bu makalenin amacı evrimle ilgili bilimi reddetmek değildir. Amacı, bilimsel yöntem ve bilim felsefesi hakkında düşünceyi uyandırmaktır.

 Yazının orijinali şu adresten alınıp çevrilmiştir: Has Evolution Be Misunderstood?


~~~~~~~~~~

 

“Bilimsel sorularda bin kişinin otoritesi, tek bir bireyin mütevazi akıl yürütmesi etmez." Galileo Galilei

 

Geçtiğimiz birkaç on yılda bilim, evrim ve bunun İlahi vahiy ile uyumluluğu hakkında büyüyen bir söylem var. Bu söylem şu şekilde özetlenebilir: Evrim teorisi bilimsel bir olgu olarak ilan edilmiştir, bu nedenle belirli bir vahiy metnine, mesela Kuran’a inanan kişi, evrimi kutsal kitabı ile uzlaştırmalıdır. Uzlaşma için bir umut yoksa, bunun üç ana sonucu vardır: dini metin atılır, evrimden vazgeçilir veya gelecekte dini metin ve evrimin daha iyi anlaşılması umut edilir. Ancak, bu büyüyen tartışmada gizli bir öncül var. Bu öncül; bilimin kesinlik ürettiği, evrimin olgu olduğu ve bilimin, gerçek iddiaları ilan etmenin veya doğrulamanın tek yolu olduğudur. Bu popüler tartışmada bahsettiğimiz öncül; birçok dindar kişi, popüler bilim insanı ve hatta medya arasında varsayılmaktadır ve bu önerme tartışmanın öne çıkarılmayarak birçok Müslümanın (ve diğer teistlerin) kafası karıştırılmış ve cesareti kırılmıştır.

 

Alimlerin ve düşünürlerin evrim ile vahyi uzlaştırmak için sahip oldukları çeşitli yaklaşımlarla ilgili bir tartışmaya girmek bu makalenin kapsamında değildir. Tartışılacak olan şey; tartışmaya temel yaklaşımın nasıl tarif edilebileceği, ya da kimi zaman söylendiği şekliyle “epistemik yaklaşım”dır. Bu yaklaşımın evrim teorisinin bir olgu veya kesin olduğu şeklindeki yanlış varsayımı ortaya çıkardığına inanıyoruz. Bu nedenle uzlaşma ihtiyacı tamamen gerekli değildir. Bilimsel yöntemi ve bilim felsefesini anlayarak, kavram ve ilkeleri evrime uygulayarak bunun bir olgu olmadığı ve dolayısıyla kesinlik düzeyine ulaşamadığı aşikar olacaktır. Bu aynı zamanda bilimin entelektüel çıktılarının çoğu için de geçerlidir.

 

Bilimin bir kesinlik düzeyine ulaşabildiği unutulmamalıdır - ancak bu çok nadirdir - ve oldukça etkili olmasına rağmen katı sınırları vardır. İnsanların bunu anlamaları ve bilimi kendi alanıyla sınırlamaları gerekiyor. Bilimin kapsamının daraltıldığı, başka bir deyişle bilimin hiçbir söz hakkının olmadığı pek çok bilgi alanı vardır. Bu nedenle insanlar, bu tartışmada hakikatin kalesi ve herkesin izleyeceği meşaleler kılığına giren fanatiklerin farkında olmalıdır. Bu fanatikler, bilime dar ve dogmatik bir yaklaşımı savunan bilim yobazlarıdır. Hepsi tutarsız olan ve felsefi saçmalıklara yol açan natüralizmi, deneyciliği ve bilimciliği varsayar ve yayarlar. İnsanların bu popülaristlerden sakınmaları ve bilimin gerçekte ne olduğunu, hakikat iddialarının bazılarıyla ilgili sınırlamalar ve çözülmemiş sorunları olan Allah’ın bir nimeti olduğunu anlamaları gerektiğine şiddetle inanıyoruz.

 

Olguların ve Kesinliğin Tanımı Üzerine Bir Not

 

Bu makaledeki olgu ve kesinlik kelimeleri birbirinin yerine kullanılacaktır.Tartışma bağlamında, bir durumun (gerçekliğin) temsili anlamına geleceklerdir. İsabet seviyesi, durumu denemek ve tanımlamak için kullanılan varsayımların ve metafiziksel ön kabullerin türünden etkilenir. Olgu ve kesinlik kelimeleri, uygulanabilir bir teori veya henüz yanlış olduğu kanıtlanmamış en iyi teorik model anlamına gelmez; bu, belirli bir teorinin epistemik değerini dikkate almayan bilimsel ve pragmatik bir yaklaşımdır. Epistemik değer ile kastedilen, belirli bir teorinin gerçekliği tarif etmedeki isabet seviyesidir, bir teori bilimsel  bir açıdan bir olgu olup epistemik değeri çok düşük olabilir. Bilimsel terminolojide evrim bir olgudur; ancak terimin bu şekilde kullanımı, geçici tasdiki kabul etmemenin sapkın olacağı bir dereceye kadar doğrulanması anlamına gelir [1]."Olgu" terimini bilimsel bir açıdan çözümlemek için, anlaşılması gereken anahtar terim "doğrulanmış"tır. Evrim bağlamında bu onay, belirli varsayımlar ve metafizik ön kabullerle elde edilir. Bu makalenin amacı, bunların ne olduğunu ortaya çıkarmaktır. Böylece bu varsayım ve ön kabulleri anlamak okuyucunun çerçevenin dışında düşünmesine ve evrimin kesin olmadığını, başka bir deyişle, bilimsel olarak doğrulanmasına rağmen gerçekliği henüz tam olarak temsil etmediğini anlamasına olanak sağlayacaktır. Bu nedenle, bu makalede kullanılan olgu ve kesinlik terimleri, tümdengelimli argümanlardan elde edilen sonuçlar gibi garantili sonuçlara atıfta bulunacaktır (daha sonra tartışılacaktır). Kendimizi bilimin varsayımlarına ve ön kabullerine dayanan bir olgu ve kesinlik tanımıyla sınırlamak tutarsız olur çünkü bunlar yerleşik doğrular değildir - aslında bu makalede bazılarının tutarsız, sorunlu ve temelsiz oldukları ifşa edilmiştir.

Epistemik Yaklaşım

Kullanacağımız epistemik yaklaşım şu şekilde özetlenebilir; Tüm bu tartışma, evrimin bir olgu olduğu ve kesinlik düzeyine ulaştığı öncülüne dayandığından, entelektüel bir yanıt sağlamanın en kolay yolu, gizli önermeyi yeniden ele almaktır. Evrim bir gerçek mi? Vahiy hangi epistemik statüye sahiptir? Bu iki soruyu cevaplayarak sorun çözülür. Bu yaklaşım, aşağıdaki mantıksal yapıyı izlemektedir:

 

    i. Evrim, bilimin entelektüel bir ürünüdür.

    ii.  Bilim, bir süreçten ve bir felsefeden oluşur (bilimsel bilgiyi inşa ettiğimiz, bilim felsefesi olarak da bilinen mantık).

    iii.  Bilimsel süreç sınırlıdır.

    iv.  Bilim felsefesi - çoğu zaman - kesin bilgi üretmez (İslami düşüncede bu türden kesin olmayan bilgiler el-ilm ez-zann olarak bilinir). Bilim felsefesi anlaşılıp evrime uygulandığında, sonuç evrimin bir olgu olmadığı ve kesinlik seviyesine ulaşmadığıdır.

    v. İlahi vahiy, tümdengelimli argümanlar kullanılarak kanıtlanabilen kesin bilgidir (bu tür belirli bilgiler el-ilm el-kat’i olarak bilinir).

    vi.  Sonuçlar:

 

1. Bilim, kendi kapsamı ve alanı olan sınırlı bir çalışma yöntemidir.

2. Bilim felsefesi, bilginin teorisi ve çalışması (epistemoloji) ile ilgili bir dizi konu ve sorunu gün ışığına çıkarır.

3. Bilim felsefesi, evrime uygulandığında, onun kesinlik düzeyine ulaşmadığını ortaya koymaktadır.

4. Vahiy bir kesin bilgi kaynağıdır.

5. Bilimin ve ilahi vahyin uzlaşmaz olduğu durumlarda vahiy, bilimden öceliklidir.

 

 Yukarıdaki ifadeler için ayrıntılı bir analiz ve gerekçelendirme yapılacaktır. 

    i. Evrim, bilimin entelektüel bir ürünüdür.

Bu genellikle doğrudur ve gerekçelendirme gerektirmez.

  ii. Bilim, bir süreçten ve bir felsefeden oluşur (bilimsel bilgiyi inşa ettiğimiz, bilim felsefesi olarak da bilinen mantık).

 

Bilimin; genellikle bir deney veya teorinin sonuçlarının bilimsel olmasını sağlamak için sadece bir yöntemi veya atılması gereken bir dizi adımı içerdiği düşünülür. Bu doğru olsa da, belirli bir deneyin sonuçlarından çıkarımlara ulaşma yolumuz olan bilim felsefesi, popüler bilimin genellikle ihmal edilen bir konusudur ve nadiren kamusal alanda tartışılır.

Peki bilimsel yöntem ve bilim felsefesi nedir?

Bilimsel yöntem

İngilizce bilim demek olan science kelimesi, bilgi anlamına gelen Latince scientia kelimesinden gelir. Filozof Bertrand Russell, bilimin özlü bir tanımını doğru bir şekilde ifade etmiştir:


Dünya hakkındaki belirli olguları ve olguları birbirine bağlayan yasaları kendisine dayalı olan gözlem ve akıl yürütme yoluyla keşfetme girişimi. [2]

 

Yukarıdaki tanımı detaylandırmak için bilimsel yöntem aşağıdaki şekilde tanımlanabilir. Bilimsel yöntem:

Fiziksel doğal dünyaya odaklanır. Bilim, yalnızca doğa olayları ve doğal süreçler açısından yanıt verebilir. Hayatın anlamı nedir gibi sorular sorduğumuzda? Ruh var mıdır? Genel beklenti, yanıtların doğal dünyanın dışında ve dolayısıyla bilimin dışında olmasıdır.

Fiziksel doğal dünyayı açıklamayı amaçlar. Müşterek bir kurum olarak bilim, doğal dünyanın nasıl işlediğine, bileşenlerinin ne olduğuna ve dünyanın nasıl şimdi olduğu hale geldiğine dair giderek daha doğru doğal açıklamalar üretmeyi amaçlamaktadır.

 Yalnızca test edilebilecek fikirleri kabul eder. Bir fikrin test edilebilir olması için mantıksal olarak belirli beklentiler oluşturması gerekir - başka bir deyişle, fikir doğru olsaydı yapmayı bekleyebileceğimiz bir dizi gözlem ve fikirle tutarsız olacak ve sizi onun doğru olmadığına inanmaya yönlendirecek bir dizi gözlem.

 Test edilebilir bir fikrin test edilmesinden elde edilen kanıtlara dayanır. Nihayetinde, bilimsel fikirler yalnızca test edilebilir olmamalı, aynı zamanda -tercihen birçok farklı insan tarafından birçok farklı kanıt hattıyla- test edilmelidir. [3]

 

Öyleyse bilim felsefesi buna nerede uyuyor?

Bilim felsefesi, test edilebilir bir fikrin test edilmesinden elde edilen kanıtlardan bilgi türetmeye ve inşa etmeye odaklanır. Bu nedenle; bir deneyden toplanan verilerden çıkabilecek sonuçlarla, verileri yorumlamak için kullanılan metafizik varsayımlarla ve bilimsel kanıtlara dayalı sonuçlar oluşturmak için kullanılan düşünme süreçleriyle ilgilenir.

 

iii.    Bilimsel süreç sınırlıdır.

 

Bilimsel sürecin sınırlamaları nadiren tartışılır. Bunun temel nedenlerinden biri, bilimin sosyal bir teşebbüs haline gelmesidir. Bilimin dinin yerini aldığını ve artık yeni yadsınamaz gerçek olduğunu iddia eden bir sosyal norm gelişti. Morfik alanlar ve morfik rezonans teorisi ile tanınan, dünyanın en yenilikçi biyolog ve yazarlarından biri olan Rupert Sheldrake, yeni kitabı The Science Delusion (Bilim Yanılsaması)’nda bu noktayı vurgulamaktadır:

 

Yine de yirmi birinci yüzyılın ikinci on yılında, bilim ve teknolojinin gücü zirvesinde, etkisi tüm dünyaya yayılmış ve zaferleri tartışılmaz görünürken, beklenmedik sorunlar bilimleri içten altüst ediyor. Çoğu bilim insanı, bu sorunların nihayetinde yerleşik hatlar boyunca daha fazla araştırmayla çözüleceğine kesin gözüyle bakar, ancak bazıları, ben de dahil olmak üzere, bunların daha derin bir rahatsızlığın belirtileri olduğunu düşünür ... bilim, dogmalara dönüşmüş asırlık varsayımlarla geride tutuluyor. [4]

 

İslâmî ruhani geleneğin bilimi reddetmediği unutulmamalıdır, tam tersine İslam bilim yanlısıdır. Bilim tarihçilerine göre, bilimsel yöntemin öncüleri Müslüman aydınlar ve bilim insanlarıydı. Örneğin, Müslüman fizikçi ve bilim adamı İbnü'l-Heysem, 1021'de yayınlanan Optik Kitabı'ndaki sonuçları elde etmek için deneyleri kullandı. Nüfuz görme teorisini desteklemek için gözlemleri, deneyleri ve rasyonel argümanları birleştirdi. [5] Ayrıca, Profesör Thomas Arnold'un The Preaching of Islam (İslam Vaazı) kitabında yazdığı gibi, Endülüs’ün kurulması yoluyla rönesans üzerindeki İslami etkinin benzeri görülmemişti:

… Endülüs, Orta Çağ Avrupa tarihinin en parlak sayfalarından birini yazmıştı. Etkisi, Provence'ten Avrupa'nın diğer ülkelerine yeni bir şiir ve yeni bir kültür doğurarak geçti ve Hristiyan alimleri, onun sayesinde Yunan felsefesi ve biliminden ulaştıkları üzerine Rönesans’a kadar akıl yordu. [6]


Bu nedenle İslam'ın bilimle çelişmediği sonucuna varmak adil olur, ve bu makale bilimi küçümseme niyetinde değildir. Aslında bilim, Tanrı'nın büyük bir lütfu ve Rahmetinin bir alameti olarak görülür.

Bilimsel yöntem şu nedenlerle sınırlıdır:

Duyusal algı:

 

Harvard'ın ünlü evrimcisi George Gaylord Simpson şöyle yazmıştır:

Gözlemlerle kontrol edilemeyen ifadelerin gerçekte hiçbir şeyle ilgili olmadığı -veya hiç olmazsa bilim olmadığı- bilimin kabul edilebilir herhangi bir tanımının doğasında vardır. [7]

 

Bu, gözlemlenemeyen şeylerin bilimin kapsamı dışında olduğu anlamına gelir. Örneğin, “Tanrı var mı?” ve “Bir ruh var mı?” gibi sorular bilimsel yöntem alanının dışındadır. Bu, bu tür soruların anlamsız olduğu anlamına gelmez, daha ziyade yukarıdaki sorulara cevap verebilecek başka yöntemler olduğu için bilimsel sürecin sınırlarını ortaya çıkarır. Bilim felsefecisi Elliot Sober, Deneycilik makalesinde bilimin bu sınırlamasını doğrular:

Bilim insanları her an ellerinde bulunan gözlemlerle sınırlıdırlar… sınırlama, bilimin dikkatini gözlemlerin çözebileceği sorunlarla sınırlamak zorunda kalmasıdır. [8]

 

Gözlem -ve daha geniş olarak bilim- yoluyla elde edilmeyen neticelerin anlamsız veya yanlış olduğunu iddia etmenin, bilimin hakikat iddialarını doğrulayacak tek yöntem olduğu şeklindeki yanlış varsayımı yapmak olduğuna dikkat etmek önemlidir. Bilimcilik olarak bilinen bu yanlış varsayım daha sonra tartışılacaktır.


Zaman:


Bilim şeylerin geçmişini veya kökenini açıklayamaz. Örneğin, “Big Bang'den önce ne vardı?” ve “İlk canlı hücre nasıl ortaya çıktı?” gibi sorular teknik olarak bilimsel yöntemin dışındadır. Enno Wolthius bunu “Science, God and You” (Bilim, Tanrı ve Sen) kitabında şöyle açıklıyor:

 

Bilim, olanın davranışını açıklamaya ve açıklamasını deneyler vasıtasıyla kontrol etmeye çalışır. Ancak bu deneysel gereklilik sadece şimdiki zamanda karşılanabilir. Geçmiş ve özellikle şeylerin başlangıcı, bu yöntemin kavrayışının ötesindedir ve bu nedenle bilim dünyanın kökeni ve tarihi hakkında yalnızca spekülasyon yapabilir. [9]

 

Ahlak:

Başka bir deyişle bilim ahlak ile ilgisizdir. “Nasıl davranmalıyız?” ve “Ne yapmalıyız?” sorularına detaylı cevap. Bilim aynı zamanda nesnel ahlaki yükümlülük duygumuzun gerçek anlamını da ortadan kaldırır. Bununla ilgili olarak bilime güvenilecek olsaydı, sonuçlar saçmalıklara yol açardı. Charles Darwin, 19. yüzyılda bu noktayı düşündü:

Eğer ... erkekler kovan arılarıyla tam olarak aynı koşullar altında yetiştirilmiş olsalardı; evlenmemiş dişilerin, işçi arılar gibi, erkek kardeşlerini öldürmenin kutsal bir görev olduğunu düşüneceklerinden, annelerin doğurgan kızlarını öldürmeye çalışacaklarından ve kimsenin bunlara karışmayı düşünmeyeceğinden şüphe edilemez. [10]

 

Darwin'in burada işaret ediyor gibi göründüğü şey, bir dizi sosyo-biyolojik koşulun bir yan ürünü olduğumuzdan, değerlerimizin bilimsel bir açıdan nesnel bir anlamı olmayacağıdır. Bu nedenle, sık sık tekrarlanan “olan”dan “olması gereken” çıkaramayacağınız ifadesi doğrudur. Bilim bize ne olduğunu söyleyebilir ama ne olması gerektiğini söyleyemez.

İlahiyat ve Etik Profesörü Ian Markham, olması gerekenin bu anlamının en iyi bilimin kapsamı dışında açıklanması üzerine şu yorumu yapar:

 

Olması gereken kavramında, dünya ve gerçekliği aşan bir ahlaki olgu anlamı gömülüdür. ...

Ahlaki dilin altında mizaç, evrensel ve aşkın bir şeye işaret eder.[11]

 

iv.   Bilim felsefesi - çoğu zaman - kesin bilgi üretmez (İslami düşüncede bu türden kesin olmayan bilgiler el-ilm ez-zann olarak bilinir). Bilim felsefesi anlaşılıp evrime uygulandığında, sonuç evrimin bir olgu olmadığı ve kesinlik seviyesine ulaşmadığıdır.

 

Bu ifadenin anlamı şudur ki -çoğu zaman- teorik modellerin ve deneysel verilerin sonuçları veya çıkarımları, kesin olarak tanımlanabilecek bilgi düzeyleri sağlamaz. Bilimin sonuçsuz veya kesin olmayan doğası, bilimsel sonuçları yorumlamak için kullanılan büyük metafiziksel varsayımlardan kaynaklanmaktadır. Bu, bilimsel sonuçların göreceli doğasını ortaya çıkaran teorik ve deneysel önyargıyı içerir. Bu varsayımlar anlaşıldığında ve evrime uyarlandığında, sonuç net olacaktır - evrim bir olgu değildir ve kesinlik seviyesine ulaşmamıştır.

 

Bilim felsefesinde, bilimin tahmini ve farazi doğasını vurgulayan bir dizi kavramsal, mantıkî ve felsefi konu vardır:

 

Tümevarım sorunu: 

Tümevarım, kişinin tikelden genele geçerek sonuçlara varılan bir düşünme sürecidir. Tümevarıma dayalı argümanlar, olasılık açısından çok düşükten çok yükseğe değişebilir, ancak her zaman %100'den azdır.

İşte bir tümevarım örneği:

Bir boks torbasını koruyucu eldivenlerle düzgün bir şekilde yumruklamanın hiçbir zaman yaralanmaya neden olmadığını gözlemledim. Bu nedenle boks torbasıyla kimse yaralanmayacaktır.


Yukarıdaki örnekten de görülebileceği gibi, tümevarım, sonucu garanti edememe gibi temel bir sorunla karşı karşıyadır, çünkü sınırlı sayıda gözlemden çok kapsamlı bir genelleme yapılamaz. Tümevarımın sağlayabileceği en iyi şey, düşük ve çok yüksek arasında olasılıklardır. [A] Yukarıda bahsedilen örnekte; ifadenin sahibi, bir boks torbasını yumruklayacak bir sonraki kişinin yaralanmayacağını mantıksal olarak kanıtlayamadı.


Bu nedenle, tümevarımla ilgili sorun, kesinlik üretememesidir. [B] Bu mesele, 18. yüzyıl İskoç filozofu David Hume tarafından An Inquiry Concerning Human Understanding (İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma) adlı kitabında gündeme getirilmiştir. Hume, tümevarımlı muhakemenin asla kesinlik üretemeyeceğini savundu. Sınırlı sayıda gözlemlenen olaydan sınırsız sayıda gözlemlenen olay için sonuç çıkarmaya geçmenin, duyularımızın mevcut şahitliğinin ve hafızamızın kayıtlarının ötesinde olduğu sonucuna vardı. [12]

Pratik bilimsel bir bakış açısından, sınırlı bir veri kümesine dayanarak tüm bir grup için veya o grup içindeki bir sonraki gözlem için yapılan genellemeler hiçbir zaman kesin olmayacaktır. Örneğin bir bilim insanı Galler'e gitti ve koyunların rengini öğrenmek istedi (koyunun rengini bilmediğini varsayalım) ve koyunları gözlemleyip ne renk olduklarını kaydetmeye başladı. Diyelim ki 150 koyun gözleminden sonra hepsinin beyaz olduğunu buldu. Bilim insanı, verilerine dayanarak ve tümevarımı kullanarak tüm koyunların beyaz olduğu sonucuna varacaktı. Koyunların siyah da olabileceğini bildiğimiz için bu temel örnek, tümevarım sürecindeki sorunlu doğayı vurgulamaktadır. Tümevarım kullanarak kesinlik asla elde edilmeyecektir.

Profesör Alex Rosenberg, Philosophy of Science: A Contemporary Introduction (Bilim Felsefesi: Çağdaş Bir Giriş) adlı kitabında tümevarım sorununu açıklar ve bunun bilimin karşı karşıya olduğu temel bir sorun olduğu sonucuna varır:

Burada, bilimin resmi epistemolojisi olan deneyciliğin karşı karşıya olduğu başka bir sorunu inceledik: Hume'a kadar uzanan ve hem deneyciler hem de rasyonalistler için sorunların gündemine eklenen tümevarım sorunu. [13]

Evrim, doğrudan ve dolaylı gözlemler dahil olmak üzere verilerden gelen tümevarımsal genellemelere dayandığından, bunlardan elde edilecek sonuçlar asla kesin olmayacaktır.

 

Deneycilikle ilgili sorun:

Deneycilik (Empirizm), bir konuda veya bir konuda kullandığımız kavramlar için duyu deneyimi dışında hiçbir bilgi kaynağımızın olmadığını iddia eder. Felsefeci Elliot Sober Empiricism (Deneycilik) makalesinde deneycilerin tezini şöyle açıklıyor:

Deneyciler, gözlemlenemeyen gerçekliğe doğru tasvirler sağlayan teorilere inanmanın mantıksal olarak zorunlu olduğunu bile reddederler ... Bir deneyci için, eğer bir teori mantıken tutarlıysa, gözlemler, teorinin deneysel olarak yeterli olup olmadığına dair tek bilgi kaynağıdır. [14]

Deneycilik, sınırlamalardan ve mantıksal sorunlardan muzdariptir. Güçlü deneycilik olarak adlandıracağımız bir deneycilik türü, yalnızca gözlemlenebilen şeylerle sınırlıdır. Bu deneycilik türü, pek çok mantıksal problemle karşı karşıyadır. Güçlü deneyciliğin temel sorunu, sonuçlarını yalnızca gözlemlenen gerçeklere dayandırabilmesi ve gözlemlenmemiş gerçeklerden sonuç çıkaramamasıdır. Elliot Sober bu sorunu şöyle açıklar:

Deneycilerin algı felsefesindeki sorunları ele almaları gerekir. Bir nesneyi görmenin neyi içerdiğini söylerken en bariz ilk adım, sonucunda görsel bir deneyim meydana getiren ışığın nesneden göze geçişini tarif etmektir. Ancak kar fırtınasında beyaz kedilerin görünmemesi ve (tutulma sırasındaki ay gibi) silüetler görmemiz bunun ne yeterli ne de gerekli olduğunu göstermektedir. [15]


Sober örneğini daha ayrıntılı olarak keşfederken, bir evin dışında yaklaşmakta olan bir kar fırtınası yönüne yürüyen beyaz bir kedi gözlemlediğinizi hayal edin; kedinin kar fırtınasına kadar yürüdüğünü görebilir ve sonra artık kediyi göremezsiniz. Güçlü bir deneycinin açıklaması, kar fırtınasında bir kedi olduğunu reddetmek veya en azından herhangi bir bilgi iddiasını askıya almak olacaktır. Bununla birlikte, emrinizde olan diğer aklî araçlara dayanarak, gözlemleseniz de gözlemlemeseniz de kar fırtınasında beyaz bir kedi olduğu sonucuna varırsınız.


Güçlü ampirizmin karşılaştığı sorunlar, ampiristler tarafından ele alınmadan gitmedi. Deneyciliğin tanımını zayıflatarak, ancak duyusal deneyim tarafından onaylanır veya desteklenirse bir şeyi bildiğimiz görüşü olarak yeniden tanımlayarak tepki verdiler -biz buna zayıf deneycilik diyeceğiz. Diğerleri bağnazca gerçeğe giden tek yolun doğrudan gözlem olduğu ve gözlemle desteklenmenin yeterince iyi olmadığı görüşünü savunmuşlardır. Bu tepkiler deneyciler için çözülmemiş bir ikilem yaratmıştır. Felsefeci John Cottingham, Rasyonalizm adlı kitabında bu sorunu ortaya koymaktadır:


Peki ya "Belirli bir atmosferik basınçtaki tüm su 100 santigrat derecede kaynar” ifadesi? Bu ifade, sınırsız bir evrensel genelleme biçimine sahip olduğu için, hiçbir sonlu sayıda gözlemin onun doğruluğunu kesin olarak ilan edemeyeceği sonucu çıkar. Ek ve belki de daha da endişe verici bir sorun, bilimin daha yüksek seviyelerine ulaştığımızda… hiçbir basit duyuyla gözlemlenemeyen yapı ve varlıklarla karşılaşma eğiliminde olduğumuzdur.

Atomlar, moleküller, elektronlar, fotonlar ve benzerleri oldukça karmaşık teorik yapılardır ... Burada doğrudan “deneysel gözlem” dünyasından çok uzak görünüyoruz ... Pozitivistler, bu zorluğa anlamlılık ölçütlerini zayıflatarak yanıt verme eğilimindeydiler ... Bir ifadenin duyusal deneyimle doğrulanabilir veya desteklenebilirse anlamlı olduğu öne sürüldü.

Bununla birlikte, bu zayıf ölçüt rahatsız edici derecede muğlaktır ... Tanrı veya Özgürlük veya Tözün doğası veya Mutlak ile ilgili ifadeler doğrudan deneyimle kontrol edilemez ... Dolayısıyla pozitivist ölümcül bir ikilemle karşı karşıya gibi görünüyor: Ya ölçütünü bilimin genellemelerini ve teorik açıklamalarını dışlayacak kadar katı yapmak zorunda kalacak, ya da metafizik spekülasyonlara kapı aralayacak kadar zayıflatmak zorunda kalacaktır. İkilem bu güne kadar çözülmeden kaldı… [16]


Yukarıdakilerin ışığında, deneycilik, evrimi haklı çıkarmak için metafizik bir varsayım olarak kullanıldığından, gözlenmemişlik gibi büyük bir sorun dolayısıyla kesinlik iddia edemez.

Gözlemlerimizin tüm olayları kapsamadığı varsayılabilir, bu nedenle evrim geçicidir, diğer bir deyişle gelecekteki gözlemlere dayalı olarak değişebilir. Evrimin kesin olması için, biyolojik popülasyonların kalıtsal özelliklerinin birbirini izleyen nesiller boyunca değişmesiyle ilgili tüm fenomenlerin gözlemlenmiş olması gerekir, türler ve bireysel organizmalar da dahil olmak üzere her seviyede çeşitliliğe yol açan tüm evrimsel süreçleri gözlemlemek dahil.

 

A Priori ve Nedensellik:

Deneycilik tutarsız bir metafizik varsayım olarak ortaya çıkar çünkü bilginin felsefe dilinde a posteriori olarak bilinen deneyime bağlı olması gerektiğini iddia eder. Deneyimden bağımsız, a priori bilinen gerçekler olduğu gösterilebilirse, deneycinin tezi bozulur.

Deneyimden bağımsız olarak bilinen ve zorunlu olarak doğru olan ve yalnızca deneysel genellemelerin ürünü olmayan birçok gerçek vardır. Bunlar, 

Matematik ve mantıksal gerçekler

Ahlaki ve etik gerçekler

Nedensellik

Anlambilimden (tümdengelimli mantık - daha sonra ayrıntılı olarak tartışılacaktır):

Hiçbir bekar adam evlenmemiştir.

Tüm bekar adam erkektir.

Bu nedenle tüm bekar adamlar evlenmemiş erkeklerdir.

 

Doğuştan gelen nedensellik bilgisi, deneycinin dünya görüşünü ifşa etmenin ilginç bir yoludur. Kuantum fiziği alanındaki birçok deneyci, belirlenimcilik (determinizm) olarak bilinen nedensellik fikrini, indeterminizm görüşü için reddetti. Bu tartışma, atom altı olayların herhangi bir neden olmaksızın kendiliğinden davrandığı kuantum vakumundaki açık gözlemler nedeniyle ortaya çıkmıştır. Felsefi bir bakış açısından, bu deneycilerin sonuçlarını haklı çıkarmaları son derece zordur. Bunun nedeni, nedensellik kavramı olmadan gözlemlerimizi ve deneyimlerimizi anlamak için zihinsel çerçeveye sahip olamayacağımızdır.

 

Yukarıda belirtildiği gibi nedensellik a priori, yani herhangi bir deneyim veya gözlemden bağımsız olarak sahip olduğumuz bilgidir. Nedenselliğin doğru olduğunu biliyoruz çünkü deneyimlerimizin onu bize getirmesinden ziyade tüm deneyimlerimize biz onu katıyoruz. Sarı renkli gözlük takmak gibi; her şeyin sarı görünmesi dış dünyadaki herhangi bir şey yüzünden değil, her şeye baktığımız gözlükler yüzündendir. Aşağıdaki örneği göz önünde bulundurun [C]; Washington DC'deki Beyaz Saray'a baktığınızı hayal edin. Gözleriniz kapıda, sütunların karşısında, sonra çatıda ve son olarak da ön bahçede gezinebilir.

Algılarınızın sırasını da tersine çevirebilirsiniz. Bunu başka bir deneyimle karşılaştırın, Londra'da Thames nehrindesiniz ve bir teknenin yüzerek geçtiğini görüyorsunuz. Bu deneyimleri yaşama sıranızı ne belirler? Beyaz Saray'a baktığınızda önce kapıyı, sonra sütunları vb. görme seçeneğiniz vardı ve bunun yanısıra algılarınızın sırasını tersine çevirme yeteneğiniz vardı. Ancak, teknede ilk görünen teknenin ön tarafı olduğu için başka seçeneğiniz yoktu.

 

Buradaki nokta; nedensellik kavramına sahip olmadıkça bazı deneyimlerin sizin tarafınızdan, diğerlerinin de bağımsız olarak sıralandığı ayrımını yapamayacağınızdır. Tekne örneğinde, teknenin önü ve arkası arasındaki mantıkî nedensel bağlantıyı anlama imkanınız olmazdı. Nedensellik olmadığında, deneyimlerimiz olduklarından çok farklı olacaktır. Bu yalnızca tek bir deneyimler dizisi olacaktır: birbiri ardına. Öyleyse atom altı olayların nedensellikle uyuşmadığını kabul etmek, kendi deneyimimizi reddetmekle aynı anlama gelir. Felsefecl John Cottingham, gözlemlerin nedenselliği nasıl önceden varsaydığını özetliyor:

 

Ancak Kant'ın argümanına göre, algılarımızın sırasının belli bir şekilde olmasını ve başka türlü olmamasını gerekli kılan bir kural olmadıkça, ... en başta olayı tanıyamayız. Kısacası, bir dış olay deneyimi zaten nedensel zorunluluğun anlayışını varsayar. [17]


Bu açıdan deneycilik büyük bir sorunla karşı karşıyadır. Ya bilginin duyusal deneyimin dışında elde edilebileceğini kabul ederler ya da nedenselliği reddederek deneyciliğin kendisini reddetmekle eşdeğer olarak kendi algılarını reddederler.

 

Deneycilik, evrimi haklı çıkarmak için kullanılan anahtar metafiziksel bir varsayım olduğundan, birçok felsefi problemle karşı karşıya olması evrimin kesinliğe dayandığı görüşünü zayıflatır.

 

Popper’ın Sahtekarlığı, Kuhn ve Feyerabend:

 

Filozof ve düşünür Karl Popper, Thomas Kuhn ve Paul Feyerabend, bilimsel teoriler hakkındaki görüşümüzü kökten değiştirdi. Örneğin, Karl Popper, tümevarım sorununun asla çözülemeyeceğini anladı ve hangi bilimsel teorilerin hakiki, hangilerinin sahte bilim olduğunu göstermek için “yanlışlama”yı geliştirdi. Popper’ın yanlışlaması, teorilerin doğru olduğunun kanıtlanamayacağını, ancak yanlış olduklarının kanıtlanabileceğini söyler. Bir teori, belirli koşullar altında bir şeyin gözlemleneceğini iddia ediyorsa ve o şey gözlemlenmezse, teorinin yanlış olduğu kanıtlanır. [18]

 

Tersine, Thomas Kuhn ve Paul Feyerabend deneyci bilim modelinin yanı sıra Popper'ın kavramların, sonuçlarının deneyime göre kontrol edilerek yanlışlanabileceği görüşünü de reddettiler. Kuhn, "normal bilim" in varsayımlar ve uzlaşılmış uygulamalar çerçevesinde uygulandığını, başka bir deyişle kendi paradigmasına sahip olduğunu savundu. Bu çerçeveye uymayan veriler veya deneysel sonuçlar (anormal sonuçlar olarak bilinir) "rutin olarak dışarıda tutulur ve açıklanır" [19]. Feyerabend, hiçbir teorinin gerçeklerle tamamen tutarlı olamayacağını savundu. Paradigmayı kurtarmak için doğaçlama kavramların kullanılmasını bilimin ilerlemesi için elzem gördü. Feyerabend, bilim tarihinden örnekler aldı ve bilim insanlarının, ancak daha sonra teori tarafından gerekçelendirilen gözlemleri açıklamak için doğaçlama fikirleri kullandıklarında düzenli olarak bilimsel yöntemden saptıklarını savundu.


Kuhn ve Feyerabend'in kilit noktaları şu şekilde özetlenebilir:


     Bir sözde gözlem, gözlem önyargısına sahip olabilir (ve muhtemelen olacaktır).

   

    Yeni teoriler, şeyleri görmenin yeni bir yolu olan yeni "veri" üretecek farklı kavramsal gözlükler sağlar.

    

    Gözlemler bir teoriye dayanıyorsa ve teori bir anlamda dünyayı nasıl okuduğumuzu belirliyorsa, o zaman iki teori arasında nesnel olarak karar vermenin bir yolu yoktur. [20]

 

Dünyanın en yenilikçi biyolog ve yazarlarından biri olan Robert Sheldrake, yukarıdaki iddiaları yerinde bir şekilde özetliyor: 

Bilimsel araştırma yapan herkes, verilerin kesin olmadığını, çoğunlukla yorumlanma şekillerine bağlı olduğunu ve bütün yöntemlerin kendi sınırları olduğunu bilir. [21]


Popper, Kuhn ve Feyerabend hakkındaki bakış açıları göz önüne alındığında, bilimsel teorilerin onlara kesinlik konumu verecek şekilde ispatlanamayacağı açıktır. Kuhn ve Feyerabend tarafından geliştirilen kavramları uyguladığımızda, evrimin de bazı teorik problemlerle karşı karşıya olduğunu ve bu nedenle kesin olarak kabul edilemeyeceğini görebiliriz. Örneğin insanda dil edinimi, evrim için teorik sorunlara neden olmuştur. Bunu uzun uzun tartışmanın yeri değil. Ancak, insanoğlunun yetersiz dilbilimsel girdi alma ve öğrendiğinin çok ötesine uzanan dil bilgisini geliştirme konusunda doğuştan gelen bir yeteneğe sahip gibi görünmesi, evrimle açıklanamaz. [22] Dil edinimine ilişkin bu bakış açısının bir taraftarı olan Noam Chomsky, evrimin yeterli bir açıklama sağlamadaki zorluğunu tartışmaktadır:


... hayvan iletişim sistemlerinden insan dilinin "evrimi" hakkında spekülasyon yapmak oldukça anlamsız. [23]

 

İngiliz Bilgisayarlı Dilbilimci Simon M. Kirby, evrimin dil gelişimiyle ilgili karşılaştığı zorlukları da öne sürüyor:


    Bu, dil evrimi çalışmasının karşı karşıya olduğu önemli ve çetin bir zorluğun altını çiziyor: farklı disiplinler arasında ve sorunun farklı yönleri üzerinde çalışan araştırmacılar arasında işbirliği ihtiyacı. Bu işbirliği olmadan, insan dilinin evrimine ve dolayısıyla insan dilinin kendisine ilişkin tatmin edici bir açıklama, muhtemelen zor bulunacaktır. [24]

 

Natüralizm:

Natüralizm, doğaüstünün var olmadığı görüşüdür. Evren bir kutu gibi kapalı bir sistemdir, dışarıdaki hiçbir şey müdahale edemez ve doğa kanunları tüm olaylar için yeterli bir açıklamadır. Doğalcılık, çoğu ateist ve bilim insanının ontolojisidir. Sade soğuk maddenin gerçekliğin kaynağı ve doğası olduğuna inanıyorlar. Natüralizmin epistemolojik bir tez olmayıp -bize bilgiyi nasıl elde edeceğimizi söylemez- bir ontoloji olduğu, bazı insanların gerçekliğin kaynağını ve doğasını tanımlamak için kullandıkları gözlük olduğu burada açıklığa kavuşturulmalıdır. Bu nedenle, doğalcı bir ön kabule sahip olmak, açıkça bilimsel olguların ve deneysel verilerin yorumlanma şeklini çarpıtacaktır.

Felsefi natüralizm birçok sorunla karşı karşıyadır ve bu nedenle bilimsel teorilerin geliştirildiği gözlük olarak kullanılmamalıdır. Bu sorunlara "inatçı olgular" (recalcitrant facts) denir. İnatçı bir olgu, bir teoriye direnen bir olgudur. Örneğin, Joe Bloggs 6 Ocak 2013 Pazar günü saat 18: 00'de karısını öldürmekle suçlanmışsa, ancak o sırada ülke dışında bir futbol maçında olduğunu gösterebilirse; cinayet mahallinde olmadığı, karısını  öldürdüğü teorisine direnen bir olgudur. Yani teori tutarsızdır ve başarısız olur. Bu natüralizm için de böyledir. Natüralizmin tutarsızlığını gösteren pek çok inatçı olgu vardır, bunlardan bazıları şunlardır:

Bilinç

Dil edinimi

Nesnel ahlaki doğrular

”Big Bang" kozmolojisi

Özgür irade

 

Bilinç, natüralizmin tutarsızlığını ortaya çıkarmak için ilginç ve güçlü bir konudur. Örneğin, natüralist bir ontoloji, bilincin bir ürünü olan amaçlılığı açıklayamaz. Sinirbilim alanındaki öncülerden biri olan Wilder Penfield, bir deneğin serebral korteksi incelendiğinde öznenin elinin nasıl hareket ettiğini açıkladı. Sonrasında deneğe elini kimin hareket ettirdiği sorulduğunda denek kendisinin yapmadığını, sinirbilimcinin yaptığını söyledi. Elini hareket ettirmek isteyen denek gibi tüm bilinçli hareketlerin nedeni fiziksel beyin ise, o zaman beyni araştırarak, öznel bir şey yapma niyetine de neden olmalıdır. Ancak durum bu değildi; denek elini hareket ettirmeye niyetli olmadığını açıkça biliyordu. Penfield, serebral kortekste elektriksel uyartının hastanın karar vermesine neden olacağı bir yer olmadığı sonucuna vardı. [25]

 

Bilinç konusu, materyalist itirazlara ciltlerce cevap ve açıklama gerektirse de burada dikkat edilmesi gereken nokta, natüralizmin bilinci, özellikle de amaçlılığı tam olarak açıklayamamasıdır. Felsefeci J.P. Moreland, The Argument from Consciousness (Bilinç Argümanı) adlı makalesinde, bilincin ortaya çıkması için makul bir doğalcı açıklama olmadığını açıklar:


Gerçek şu ki, natüralizmin kozmosta zihinsel özelliklerin ortaya çıkışına makul bir açıklaması yoktur. Ned Block, bilinçsiz bir maddeden bilincin nasıl ortaya çıktığı konusunda hiçbir fikrimizin olmadığını şöyle itiraf ediyor: "Araştırma programı olarak adlandırılmaya değer hiçbir şeyimiz yok - sıfır- ... Araştırmacılar şaşkına döndü". [26]

 

Evrim, bir doğalcı projesidir. Bu nedenle ilgili veri ve gözlemlerin yorumları, metafizik natüralizm varsayımı yoluyla süzgeçten geçirilecektir. Natüralizm tutarsız olduğu ve kendi felsefi meseleleriyle yüz yüze olduğu için -natüralist ontoloji yoluyla formüle edilen- evrimin kesin olamayacağı sonucu çıkar.

Bilimcilik:

Bilimcilik, bilimsel olarak kanıtlanamayan bir önermenin doğru olmadığını iddia eder. Başka bir deyişle, bir şeyin bilimsel yöntemle doğru olduğu gösterilemiyorsa, o zaman yanlıştır. Bilimcilikle ilgili, bazılarını daha önce tartıştığımız birkaç sorun var, örneğin:

 Bilimcilik kendi kendini boşa çıkarır. Bilimcilik, bilimsel olarak kanıtlanamayan bir önermenin doğru olmadığını iddia eder. Ancak bu önermenin kendisi bilimsel olarak kanıtlanamaz! "Türkçede üç kelimeden uzun cümle yoktur.” veya "Tek kelime Türkçe konuşamıyorum.” demek gibidir.

Bilimcilik, matematik ve mantık gibi gerekli gerçekleri ispatlayamaz. Örneğin, P ise Q. P, o halde Q [27] ve 3 + 3 = 6 gerekli gerçeklerdir ve sadece deneysel genellemeler değildir.

Bilimcilik, ahlaki ve estetik gerçekleri kanıtlayamaz. Örneğin aşk, güzellik, doğru ve yanlış.


Bilim, diğer bilgi kaynaklarını kanıtlayamaz. Örneğin, “özgün (otantik) tanıklık" yoluyla gerekçelendirilmiş inançlar.

 

Bilimciliğin önemli bir sorunu, gerçeklerin bilimsel paradigmanın dışında da ispat edilebilmesidir. Daha önce belirtildiği gibi, özgün tanıklık, epistemologların başkalarının söyleminin -belirli kriterler dahilinde- hakikat için bir temel sağlayabileceğini açıklamak için uzun uzadıya tartıştıkları geçerli bir bilgi kaynağıdır. 

Tanıklık epistemolojisi, bilgi teorisinin "diğer insanların sözlerinden nasıl bilgi ve gerekçelendirilmiş inanç edindiğimizle ilgilenen" dalıdır. [28] Bu nedenle, yanıtlamaya çalıştığı temel sorulardan biri, "başkalarının bize söylediklerine dayanarak, gerekçelendirilmiş bir inanç veya bilgiyi nasıl başarılı bir şekilde elde ettiğimiz”dir. [29]

 

Sahip olduğumuz birçok doğru özgün tanıklığa dayanır çünkü başkalarının ifadelerine güveniriz ve söylediklerini reddetmek için iyi bir nedenimiz yoktur. Bu, özellikle aynı şeyi farklı aktarım zincirleri aracılığıyla söyleyen birçok kişi söz konusu olduğunda böyledir (İslami düşüncede tevatür haber olarak bilinir). Profesör C.A.J. Coady, tanıklığa dayanarak kabul ettiğimiz bazı gerçekleri vurgularken şöyle yazar:

Çoğumuz bir bebeğin doğumunu görmedik ve çoğumuz kan dolaşımını incelemedik… [30]

 

Yardımcı Doçent Benjamin McMyler, Testimony, Truth and Authority (Tanıklık, Gerçek ve Otorite) adlı kitabında, bildiği bazı şeylerin tanıklıktan kaynaklandığını açıklıyor:

 

İşte bildiğim birkaç şey. Bakır kafalı çıngıraklı yılanın Houston bölgesindeki en yaygın zehirli yılan olduğunu biliyorum. Napolyon'un Waterloo Savaşı'nı kaybettiğini biliyorum. Yazarken, ABD'de benzinin ortalama fiyatının galon başına 4,10 dolar olduğunu biliyorum. Ve anne babamın yakın zamanda Kanada'ya yaptığı bir geziden eve döndüklerini biliyorum. Tüm bunları, epistemologların tanıklık dedikleri temelde, bunların başka bir kişi ya da bir grup tarafından söylenmesine dayanarak biliyorum. [31]

 

Bu geniş bir konu olmasına rağmen, özgün tanıklığın bir bilgi kaynağı olduğu konusunda genel bir fikir birliği vardır. Bununla birlikte, bilginin aktarımını tanıklık yoluyla nasıl doğruladığımız konusunda epistemologlar arasında anlaşmazlıklar vardır. Bilim insanları bile bilimin kendisini anlamak için bir bilgi kaynağı olarak tanıklığa ihtiyaç duyarlar.

Örneğin, bilimde tamamen diğer bilim insanlarının sözlerine dayanan birçok varsayım vardır.


Tanıklıkla ilgili ne gibi tartışmalar olursa olsun; burada dikkat edilmesi gereken kilit nokta, geçerli bir bilgi kaynağı olmasıdır. Bu nedenle, gerçeği tespit etmenin tek yolunun bilim olduğu görüşü yanlıştır. Profesör Keith Lehrer, bir bilgi kaynağı olarak tanıklığın geçerliliğini şöyle özetliyor:

 

Tanıklığı kabul etmemizle ilgili ortaya çıkan son soru şudur: Başkalarının tanıklığını kabul etmemizi bilgiye dönüştüren nedir? Cevabın ilk kısmı, başkalarının güvenilirliğine ilişkin değerlendirmelerimizde güvenilir olmamız ve bunun böyle olduğunu kabul etmemiz gerektiğidir. Dahası, bizim güvenilirliğimiz başarılı bir şekilde gerçeğe bağlı olmalı, yani aslında diğerleri güvenilir olmalı ve güvenilirlikleri gerçeğe bağlı olmalıdır. Bunu böyle kabul etmek zorundayız. Kısacası, tanıklıklarını kabul etmemiz, onları ve tanıklıklarını değerlendirirken yaptığımız herhangi bir hata tarafından reddedilmeyecek veya boşa çıkarılmayacak şekilde gerekçelendirilmelidir. Başkalarının tanıklığının boşa çıkmamış veya reddedilemez gerekçelendirilmiş kabulü bilgidir. [32]

 

Bilim felsefesinde bir mesele olarak bilimcilik, evrim için sorun teşkil etmiyor gibi görünse de, bilimsel olmayan bilgi kaynaklarının da kim olduğumuz ve nereden geldiğimizi anlamamızda hayati bir rol oynayabileceğini vurgulamakta fayda var. Bilim şeyler hakkında sonuca varmanın tek yolu olmadığına göre, mantıken bilgiye giden diğer yolların olasılığını aklımızda bulundurmamız gerekir.

 

v.  İlahi vahiy, tümdengelimli argümanlar kullanılarak kanıtlanabilen kesin bilgidir (bu tür belirli bilgiler el-ilm el-kat’i olarak bilinir).

 

İlahi vahiy Tanrı'dan geliyorsa, tanımı gereği bilgi iddiaları doğru veya kesindir. Bunun, vahyin ne söylediğine dair anlayışımıza bağlı olduğuna dair bariz bir uyarı var ama yine de doğru yoruma ulaşırsak, buradaki mesele, Her Şeyi Bilen ve sınırlarımızın ötesinde olan İlahi'den geldiği için vahyin söylediği şey doğru olacak. Vurgulanması gereken önemli bir nokta, Kuran'da bazı ayetlerin net olduğu ve bazılarının yoruma açık olduğudur. Kuran'ın bazı ayetlerinin ne ima ettiği ve ne anlama geldiği açısından belirsiz olduğunu söylemek çelişkili görünmektedir. Ancak Kuran'ı yorumlamak, uygun niteliklere sahip tefsirciler arasında entelektüel bir çaba olmuştur. Burada söylediğimiz şey, buradaki önermenin bilginin ontolojisiyle -kaynağı ve doğasıyla- ilgili olduğudur. Bu nedenle, eğer Kuran ilahi ise, bilgi iddialarının ne olduğunu anlamamızdan bağımsız olarak, onun bilgi iddiaları doğrudur, çünkü tanım gereği Tanrı Her Şeyi Bilendir ve O'nun bilgisi insan bilgisini aşar. Evrimle ilgili olarak, Kuran'daki ayetlerin bilimle bağdaştırılamaması halinde, Kuran'ın ilahi doğası gereği öncelikli olduğunu varsayıyoruz.

 

Bu makale, Kuran'ın nasıl Tanrı'dan olduğuna dair ayrıntılı bir görüş sunma niyetinde değildir; ancak bilimsel paradigmanın dışında yöntemler kullanılarak bu kitabın bir insan ürünü olmadığı gerçeğinin akla uygun olarak gösterilebileceğini belirtmek önemlidir. Başka bir deyişle, Kuran'ın yazarını açıklayacak hiçbir doğalcı açıklama yoktur. Yukarıdaki iddiayı haklı çıkaran çeşitli argümanlar var. Örneğin Müslümanlar, Kuran'ın mucizevi doğasını açıklamak için tümdengelimli argümanlara güvenebilirler. Tümdengelimli argümanlar, öncüllerin sonucun doğruluğunu garanti ettiği argümanlardır. Tümdengelimli bir argümanın önermeleri doğruysa, sonucun yanlış olması imkansızdır.

 

İşte bazı tümdengelimli argüman örnekleri: 


1.        Var olmaya başlayan her şeyin bir nedeni vardır

 

2.        Evren var olmaya başladı

 

3.        Dolayısıyla evrenin bir nedeni vardır

 

 

 

1. Stockholm, Norveç veya İsveç'tedir.

 

2. Stockholm Norveç'teyse İskandinavya'dadır.

 

3. Stockholm İsveç'teyse İskandinavya'dadır.

 

4. Bu nedenle Stockholm İskandinavya'dadır.

 

 

 

1. Bütün insanlar ölümlüdür.

 

2. George bir insandır.

 

3. Bu nedenle, George ölümlüdür.

 

 

Yukarıdakiler geçerli ve sağlam argüman örnekleridir. Tümdengelimli bir argüman, sonuç öncüllerinden çıkıyorsa geçerlidir. Öncülleri doğru ve geçerliyse sağlamdır. Kuran ile ilgili olarak, onun ilahi bir kitap olduğu iddiasını doğrulayabilecek birçok tümdengelimli argüman vardır. Örneğin, Kuran'ın edebi mucizesi ile ilgili iyi bilinen tümdengelimli bir argüman vardır,

 

    1.   Bir mucize, doğanın üretim imkanının dışında kalan bir olaydır (olay ile olayın doğası arasında nedensel bağlantı yoktur.

    2.   Kuran’ın edebi biçimi, doğanın üretim imkanının dışında yer alır (edebi biçimi mantıksal olarak Arap dili kullanılarak açıklanamaz).

    3.   Bu nedenle, Kuran bir mucizedir (mucize, Allah'ın bir eylemidir).

 

Bu tümdengelimli argüman geçerlidir çünkü sonuç mantıksal olarak öncüllerinden çıkar. Sağlamdır, çünkü öncül iddialarını doğrulayan çok büyük miktarda kanıt vardır. Bununla birlikte, bu argümanı gerekçelendirip ve açıklamanın yeri burası değildir, daha fazla bilgi için lütfen Exhibition Islam tarafından yayınlanan The History of the Magnificent Qur’an (Muhteşem Kuran’ın Tarihi) kitabından The Challenge in the Qur’an (Kuran’daki Meydan Okuma) bölümünü okuyunuz. [33]


Burada anlaşılması gereken nokta, Kuran'ın ilahi vahiy olduğunun gösterilebildiği ve dolayısıyla bilgi iddialarının kesin ve olgusal olduğudur.

 

vi.    Sonuçlar

Yukarıdakilerin ışığında, yalnızca birçok insanın evrimi yanlış anladığı değil, bilimin kendisini de yanlış anladığı sonucuna varılabilir. Evrim, kendi metafiziksel varsayımlarına, teorik sınırlamalarına ve felsefi ön kabullerine dayanan tutarlı bir açıklama olabilir, ancak kesin bilgi değildir. Bunun nedeni, bilimsel yöntemin sınırlı olması ve bilimsel deneylerden elde edilen sonuçları ve verileri anlamak için kullanılan zihinsel araçların -çoğu zaman- kesinlik üretmemesidir. İndirilen metinler kesin olduğundan ve bilim kesin bilgi üretemediğinden, uzlaşmaya ihtiyaç varsa ve uzlaşmaz farklılıklar varsa indirilen metinler her zaman bilimden öncelikli olacaktır. Müslüman için bu vahyedilmiş metin Kuran'dır ve bu metin, tümdengelimli argümanlar kullanılarak bilim yöntem ve felsefesinin dışında bir ilahi bir kitap olarak kurulabilir.


Bu evrim tartışmasının ironisi, evrime inanan insanların çoğunun evrime başkalarının tanıklığı, yani okuldaki öğretmenlerimiz veya okuduğumuz kitaplar nedeniyle inanıyor çünkü deneyleri kendimiz yapmadık. Bu, yeni bir ruhbanlık biçiminden farklı değildir - bilimsel ruhbanlık! Ama temkinli olmalıyız, öğretmenler ve bilim insanları ve din adamları insandır ve insanlar hata yapar. Örneğin, Harvard'da biyoloji profesörü olan Marc Hauser, maymunlar üzerinde yapılan deneylerde verileri uydurup tahrif etmesi gerekçesiyle suistimalden suçlu bulundu. Bu, diğer hakemler tarafından değil, muhbir bir öğrenci tarafından tespit edildi. Bir ateist olan Hauser, ahlakın miras alınan bir içgüdü olduğunu ve ateistlerin de kiliseye gidenler kadar ahlaklı olduğunu iddia ettiği Moral Minds: The Nature of Right and Wrong (Ahlakî Zihinler: Doğru ve Yanlışın Doğası) kitabını yazdı. [34] Burada vurgulanan nokta, bilim adamlarına ve öğretmenlere saygı duymamız gerekse de, bunu körü körüne yapmamamız gerektiğidir. Bunun yerine, bilgiyi ve hakikat iddialarını her zaman epistemolojik bir bakış açısıyla, yani bu bilginin kesinlik iddia etme hakkı var mı, manasında anlamalıyız. Bilimsel yöntemi ve felsefesini anlayarak, bunun Tanrı'nın bir lütfu ve rahmeti olduğu sonucuna kolayca varabiliriz, ancak çoğu zaman kesin bilgi üretmez.

 Bu da bizi bilimsel fikir birliğine kısaca değinmeye götürür. Evrimin kesin olduğunu iddia eden pek çok insan, bunu başkalarının sözleriyle yapar. Konuyla ilgili bilimsel fikir birliğinden aksini iddia edenlere karşı bir yenilgi olarak bahsederler. Bununla birlikte bilim tarihine bakarsak bu görüş sağlam değildir. Dönemin bilimsel ve akademik otoritelerinin  bir şeyin %100 kesin olduğunu düşündükleri, fakat sonradan yanlışlandıkları birçok örnek vardır. Örneğin 1843'te Oliver Wendell Holmes, lohusa humması (ateşinin) bulaşıcılığı üzerine bir çalışma yayınladı, ancak bilim camiası onun bu çalışmasının neticesine saldırdı. 1775'te Wendell'den sadece birkaç yıl önce Dr. Alexander Gordon, lohusalık hummasının bulaşıcı doğası üzerine bir makale yayınladı. Makalesi, hastalığın yayılmasını önlemenin bir yolu olarak doğru temizliğin önemini vurguluyordu. Bununla birlikte, makalesi sert  eleştiriler ve muazzam muhalefetle karşı karşıya kaldı. Bilimsel fikir birliği daha az dogmatik olsaydı ve bozulacak fikir birliğinin olması gerektiği gerçeğine açık olsaydı  birçok hayat kurtarılabilirdi, ki bunların hepsi bilimsel sürecin ruhunda vardır. Bilim  tarihinde pek çok benzer örnek vardır ve bunlardan bir şey öğreneceksek bu, bir konuda bilimsel bir fikir birliği olmasının onu mutlaka doğru yapmayacağıdır.

İlginç bir şekilde evrimdeki felsefi meselelerle ilgili entelektüel alışverişler ve tartışmalar olmuştur. Örneğin, evrimsel biyoloji teori ve pratiğinde ortaya çıkan kavramsal sorunları vurgulamak için yazılmış olan Conceptual Issues in Evolutionary Biology (Evrimsel Biyolojide Kavramsal Sorunlar) adlı akademik ciltte editör şöyle yazıyor:

Evrimsel biyoloji yaşayan, büyüyen bir disiplindir ve aynı şey evrimsel biyoloji felsefesi için de geçerlidir. Bir disiplinin büyüdüğünün bir işareti, birden fazla cevabın hala rekabet halinde olduğu açık sorular olmasıdır. [35]

 

Deneysel ve teorik açıdan bile evrimin tutarlılığını hala sorgulayan hakem incelemesinden geçmiş çalışmalar yayınlamış birçok akademisyen var. Örneğin Wolf-Ekkehard Lönnig, Kurt Stüber, Heinz Saedler ve Jeong Hee Kim tarafından Bioremediation, Biodiversity and Bioavailability (Biyolojik İyileştirme, Biyoçeşitlilik ve Biyoyararlanım) hakemli dergisinde yayınlanan ‘Biodiversity and Dollo’s Law: To What Extent can the Phenotypic Differences between Misopates orontium and Antirrhinum majus be Bridged by

Mutagenesis’ (‘Biyoçeşitlilik ve Dollo Yasası: Misopates Orontium ile Antirrhinum Majus Arasındaki Fenotipik Farklılıklar Mutajenez Vasıtasıyla Ne Boyutta Birleştirilebilir?) makalesi; mutasyonların ve seçilimin tek başına sitoplazma, zarlar ve hücre duvarları için gerekli tüm yeni genetik fonksiyonları ve yenilikleri üretmeye yeterli olup olmayacağı tartışmasının devam ettiği sonucuna varmıştır. [36]

 

Son olarak, bu bana Richard Dawkins ile yaptığım kişisel bir sohbeti hatırlattı. Bir keresinde İrlanda'daki Dünya Ateist Kongresi’nde bir seyirci üyesine verdiği cevabı sorgulamıştım: “Neden onlara bilim felsefesini incelememelerini ve 'sadece bilim yapmalarını’ söyledin?” Sessizliği gerçekten çok şey ifade ediyordu. Bir kez bilim felsefesini inceledikten sonra bilimi olduğu gibi takdir etmeye başlayacaksınız: evrilen yararlı bir araç (kelime oyunu değildir). Gerçeklik iddiaları doğrulamanın tek yolu bilim değildir ve size mutlaka kesinlik vermez; özellikle de varsayımlar, teorik ön kabuller ve sınırlamalarla yüklü ise.


Dipnotlar:

 

[A]   İki ana tümevarım türü vardır, güçlü tümevarım ve zayıf tümevarım. Güçlü tümevarım, tüm grup için bir sonuca varacak şekilde özelden genele doğru hareket eder. Zayıf tümevarım, bir sonraki gözlem için bir sonuca varacak şekilde özelden genele doğru hareket eder.

Güçlü tümevarımın bir örneği, şimdiye kadar gözlemlenen her kuzgunun siyah olmasından dolayı tüm kuzgunların siyah olduğu sonucudur.

Zayıf tümevarımın bir örneği, şimdiye kadar gözlemlenen her kuzgunun siyah olması nedeniyle, bir sonraki gözlemlenen kuzgunun siyah olacak olmasıdır. 


[B] Tümevarım kesinliklere ulaşabilir ama bu genelleme şeklinde olamaz. Örneğin,

Bir A olayında B niteliğini gözlemliyorum.

Bu nedenle, A'nın doğası B'ye izin verir.


Eğer siyah kargaları gözlemlediyseniz, kesin olarak bazı Kargaların siyah olduğu sonucuna varabilirsiniz. Fakat sınırlı sayıda gözleme dayanarak tüm kargaların siyah olduğu sonucuna varırsanız kesinliğe ulaşamazsınız. Genelleme şeklindeki tümevarımsal akıl yürütmeler kesin olmadığı için kesinlik üreten bu tür tümevarım evrime uygulanamaz.

 

[C]   Bu argüman, 18. yüzyıl Alman filozofu Immanuel Kant’ın Kritik der Reinen Vernuft (Saf Aklın Eleştirisi) adlı kitabından uyarlanmıştır.

 

Kaynakça

 [1]   http://www.stephenjaygould.org/library/gould_fact-and-theory.html

[2] Bertrand Russell. Religion and Science. Oxford University Press. 1935, p. 8.

[3]   Adapted and taken from Understanding Science: How Science Really Works http:// undsci.berkeley.edu/article/whatisscience_03

[4]   Rupert Sheldrake. The Science Delusion. Coronet. 2013, p. 6.

[5]   D. C. Lindberg. Theories of Vision from al-Kindi to Kepler. University of Chicago Press. 1976, pp. 60–7.

[6]   Thomas Arnold. The Preaching of Islam, p. 131.

[7]   George Gaylord Simpson. The Nonprevalence of Humanoids. 1964. Science, 143:769, Feb. 21.

[8]   Elliot Sober “Empiricism” in The Routledge Companion to Philosophy of Science. Edited by Stathis Psillos and Martin Curd. 2010, pp. 137-138.

 [9]   Enno Wolthius. Science, God & You. Baker Book House. 1963.

[10]   Charles Darwin. The Descent of Man and Selection in Relation to Sex. Second Edition. New York. 1882, p. 99.

[11]   Ian Markham. Against Atheism: Why Dawkins, Hitchens, and Harris Are Fundamentally Wrong. 2010, p. 34.

[12]    David Hume. An Enquiry Concerning Human Understanding, p. 108.

[13]   Professor Alex Rosenberg. Philosophy of Science: A Contemporary Introduction. 2012, p. 198.

[14]   Elliot Sober “Empiricism” in The Routledge Companion to Philosophy of Science. Edited by Stathis Psillos and Martin Curd. 2010, p. 129.

[15]   Elliot Sober “Empiricism” in The Routledge Companion to Philosophy of Science. Edited by Stathis Psillos and Martin Curd. 2010, p. 131.

[16]    John Cottingham. Rationalism. Paladin. 1984, pp. 109 -110.

[17]    Ibid p. 88.

[18]   See Karl Popper. Conjectures and Refutations. Routledge and Keagan Paul, 1963, pp. 33-39; from Theodore Schick, ed., Readings in the Philosophy of Science. Mountain View, CA: Mayfield Publishing Company. 2000, pp. 9-13.

[19]    Rupert Sheldrake. The Science Delusion. Coronet. 2013, p. 297.

[20]   See Thomas Kuhn. The Structure of Scientific Revolutions and Paul Feyerabend’s article “Explanation, Reduction and Empiricism”.

[21]    Rupert Sheldrake. The Science Delusion. Coronet. 2013, p. 298.

[22]    Recent Contributions to the Theory of Innate Ideas, p. 123.

[23]    Noam Chomsky cited in A. Denkel’s “The Natural Background of Meaning” p. 108.

[24]   [Prefinal Draft] Kirby, S. (2007). The evolution of language. In Dunbar, R. and Barrett, L., editors, Oxford Handbook of Evolutionary Psychology, pp. 669–681. Oxford University Press.

[25]   See Mystery of the Mind: A Critical Study of Consciousness and the Human Brain. Princeton University Press. 1978.

[26]   J. P. Moreland. “The Argument from Consciousness” in The Blackwell Companion to Natural Theology. Edited by William Lane Craig and J. P. Moreland. 2009, p. 340.

[27]   Access the following link to understand what this means http://www.philosophy- index.com/logic/forms/modus-ponens.php

[28]   Benjamin McMyler. Testimony, Truth and Authority. Oxford University Press. 2011. p. 3.

[29]   The Epistemology of Testimony. Edited by Jennifer Lackey and Ernest Sosa. Clarendon Press: Oxford. 2006, p. 2.

[30]   C. A. J. Coady. Testimony: A Philosophical Study. Oxford University Press. 1992, p. 82.

[31]   Benjamin McMyler. Testimony, Truth and Authority. Oxford University Press. 2011. p 10.

[32]   Keith Lehrer cited in The Epistemology of Testimony. Oxford University Press. 2006, p. 158

[33]   To purchase the book please access the following link http:// www.exhibitionislam.com/books.aspx?ID=28

[34]    http://en.wikipedia.org/wiki/Marc_Hauser#Scientific_misconduct

[35]   Conceptual Issues in Evolutionary Biology. Edited by Elliot Sober. The MIT Press. 2006, p. ix.

[36]   Wolf-Ekkehard Lönnig, Kurt Stüber, Heinz Saedler, Jeong Hee Kim, “Biodiversity and Dollo’s Law: To What Extent can the Phenotypic Differences betweenMisopatesorontium and Antirrhinum majus be Bridged by Mutagenesis,”Bioremediation, Biodiversity and Bioavailability, Vol. 1(1):1-30 (2007).