Evrende hassas ayar olduğunu Teistler mi uydurdu ?


 Evrende hassas ayar olduğunu Teistler mi uydurdu ?

Olağan fizik üçlü alfa süreci yoluyla karbon yaratımının oldukça az sayıda olması gerektiğini öngörüyor. Bunu dikkate alan Hoyle 1952’de berilyum çekirdeği ile helyum çekirdeğinin enerji toplamlarının, karbon izotopunu oluşturan kuantum durumunun enerjisi ile tam olarak aynı olması gerektiğini ileri sürdü; nükleer tepkimenin hızını büyük oranda artıran bu duruma rezonans denildi. O sıralarda böyle bir enerji düzeyi bilinmiyordu, ancak Hoyle’un önerisini dikkate alan Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nden William Fowler araştırdı ve buldukları karmaşık çekirdeklerin yaratımı konusunda Hoyle’un görüşlerine önemli bir destek sağladı. Hoyle şöyle yazıyor:

           “Kanıtları inceleyen herhangi bir bilim insanının nükleer fizik yasalarının, yıldızların içinde üretilen sonuçları özellikle dikkate alarak tasarlandığı çıkarımında bulunamamasına imkân yoktur.” O zamanlar kimse, tam olarak bu fiziksel yasalara yol açan rastlantısallığın boyutlarını anlamaya yetecek kadar nükleer fizik bilmiyordu. Ancak güçlü antropik ilkenin değerini araştıran fizikçiler, son yıllarda doğanın yasaları farklı olsaydı evren neye benzerdi sorusunu kendilerine sormaya başladılar. Günümüzde üçlü alfa tepkimesinin hızını doğanın temel kuvvetlerine göre hesaplayan bilgisayar modelleri yapabiliyoruz. Bu hesaplamalar gösteriyor ki, güçlü nükleer kuvvetin gücünde yüzde 0,5’lik bir değişiklik veya elektrik kuvvetinde yüzde 4’lük değişiklik bile her yıldızdaki bütün karbonu veya bütün oksijeni ve dolayısıyla bizim bildiğimiz anlamda hayat olasılığını ortadan kaldırabilirdi. Evrenin kurallarını azıcık değiştirmek bile bizim varlığımızın koşullarını ortadan kaldırıyor!
Fizik kuramları belli yöntemlerle değiştirildiğinde üretilen evren modellerini inceleyerek, fizik yasalarındaki değişikliğin etkileri üzerinde metodik olarak çalışılabilir. Bizim var olmamız için gereken düzeni kuranın sadece güçlü nükleer kuvvet ile elektromanyetik kuvvet olmadığı anlaşılmıştır. Kuramlarımızdaki temel değişmezlerin ince bir ayara sahip oldukları, minik miktarlarda yapılan değişikliklerde bile ortaya çıkıyor; evren niteliksel olarak farklı bir hale geliyor ve pek çok durumda hayatın gelişmesine elverişli olmuyor. Örneğin diğer nükleer kuvvet, zayıf kuvvet biraz daha zayıf olsaydı, erken evren döneminde kozmostaki bütün hidrojen helyuma dönüşürdü ve bu yüzden de normal yıldızlar olmazdı; biraz daha güçlü olsaydı patlayan süpernovalar dış muhafazalarını kıramazlardı ve böylece yıldızlararası uzayı, gezegenlerin hayatı beslemesi için gereken ağır elementlerle tohumlayamazdı. Eğer protonlar yüzde 0.2 oranında daha ağır olsaydı bozularak nötronlara dönüşür, atomların dengesini bozardı. Bir protonu oluşturan kuarkın kütle toplamı yüzde 10 gibi küçük bir oranda değiştirilseydi, bizi oluşturan sabit çekirdekli atomlardan çok daha az miktarda olurdu; aslında kuark kütlelerinin toplamının, sabit çekirdek sayısının en yüksek sayıda olması için ideal olduğu ortada.Gezegen hayatının gelişmesi için birkaç yüz milyon yıllık sabit yörünge gerektiği varsayılırsa, uzay boyutlarının sayısı da bizim varlığımızla sabitlenmiştir. Çünkü yerçekimi yasasına göre ancak üç boyutta dengeli eliptik yörüngeler mümkün olabiliyor. Dairesel yörüngeler bir başka boyutta olanaklı, ancak bunlar Newton’ın korktuğu gibi sabit değiller. 

     Üç boyut dışındaki herhangi bir boyutta küçücük bir bozulma, örneğin diğer gezegenlerin çekiminde oluşan bir değişiklik, gezegeni dairesel yörüngesinden çıkarır, Güneş’e uzak veya yakın dönmesine neden olurdu, yani ya donar, ya da yanardık. Ayrıca üçten fazla boyutta iki cisim arasındaki çekim kuvveti, üç boyutta olduğundan çok daha hızlı bir şekilde azalırdı. Üç boyutta uzaklık iki katına çıktığında çekim kuvveti değerini 1/4 oranında kaybeder. Dört boyutta 1/8, beş boyutta 1/16 oranında kaybeder. Sonuç olarak üçten fazla boyutta Güneş, içsel basıncının çekim gücünün çekimini dengelediği sabit bir konumda kalamaz. Ya parçalanır ya da çökerek bir kara deliğe dönüşür ki, öyle ya da böyle gününüz berbat olur. Atomik ölçekte elektrik kuvveti çekim kuvveti gibi davranır. Yani atomlardaki elektronlar ya kaçar ya da çekirdeğin içine düşer. Her iki durumda da bizim bildiğimiz anlamda atomların olması olası değildir. Zeki gözlemcileri destekleme becerisine sahip karmaşık yapıların ortaya çıkışları çok kırılgandır. Doğanın yasalarının biçim verdiği bir sistem olağanüstü ince bir ayara sahiptir ve bildiğimiz hayatın gelişme olasılığını ortadan kaldırmadan yapılabilecek değişiklik çok küçüktür. Fizik yasasının kesin ayrıntılarında bir dizi şaşırtıcı rastlantı olmasaydı, insanlar ve benzeri yaşam formları varlık kazanamazdı.
En etkileyici ince-ayarlı rastlantı, Einstein’ın genel görelilik denklemlerindeki kozmolojik sabitini içerir. Daha önce de belirttiğimiz gibi 1915’te kuramını formüle ettiğinde Einstein evrenin durağan olduğuna inanıyordu, yani evren ne genişliyor ne de daralıyordu. Bütün maddeler diğer maddeleri çektiğinden, evrenin kendi üzerinde çökme eğilimiyle savaşması için yeni bir karşı-çekim kuvvetini kuramına ekledi. Bu kuvvet, diğer kuvvetlerin tersine, herhangi bir kaynaktan gelmiyordu, uzay-zamanın kendi içinde oluşturulmuştu. Kozmolojik sabit bu kuvvetin gücünü tanımlar. Evrenin durağan olmadığı keşfedildiğinde Einstein kozmolojik sabiti kuramından çıkardı ve onu denklemlerine eklemeyi hayatının en büyük yanlışı saydı.

    Ancak 1998’de çok uzak süpernovaların gözlemleri, evrenin artan bir hızla genişlediğini ortaya çıkardı; bütün uzayda etkili olan bir tür itici kuvvet olmaksızın bunun olanaksız olduğu anlaşıldı. Kozmolojik sabit böylece yeniden doğdu. Artık bu sabitin değerinin sıfır olmadığını biliyoruz, ama neden böyle bir değeri var sorusu geriye kalıyor. Fizikçiler, kuantum mekaniklerinin sonuçlarına göre nasıl ortaya çıktığını açıklamak üzere tartışmalar başlattı, ancak buldukları değer 120 basamaklıydı (birden sonra gelen 120 adet sıfır) ve bu, süpernova gözlemlerinde ulaştıkları gerçek değerden daha güçlüydü. Ya hesabın mantığı yanlıştı, ya da mucizevi bir şekilde; hesaplanan sayının hayal bile edilemeyecek küçüklükteki kesri dışında kalan bölümünü geçersiz kılan başka bir etki vardı. Kesin olan tek şey, kozmolojik sabit sahip olduğu değerden çok daha büyük olsaydı evrenimiz galaksiler oluşmadan önce parçalanırdı ve yine bildiğimiz hayat olmazdı.
Bu rastlantılara ne anlam verebiliriz? Temel fizik yasasının kesin biçimi ve doğasındaki şans ile bizim çevresel unsurlarda bulduğumuz şans birbirinden farklıdır. Kolaylıkla açıklanamadığı gibi fiziksel ve felsefi sonuçlan çok daha derindir. Evrenimiz ve yasaları bizi desteklemek üzere oluşturulmuş bir tasarıma sahip gibidir ve eğer biz varsak bu tasarımda değişiklik olması pek mümkün değil. Bu kolayca açıklanabilecek bir durum değil ve doğal olarak niçin böyle olduğunu soruyoruz.[1]

     Eğer Elektronun yükü,az bir farkla başka bir değerde olsaydı,yıldızlar hidrojeni yakıt olarak kullanamaz ve sonuçta ışıldayamazdı.Böyle bir durumda patlayarak ölüme giden yıldızlardan artakalan demir,fosfor gibi hayat için gerekli olan ağır elementler de üretilemezdi.Sonuçta hayat gerçekleşemezdi.Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir orandadır ki,Big Bang’ten sonra birinci saniyede bu oran eğer,yüz bin milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı,evren şimdiki durumuna gelmeden kendi içine kapanarak çökerdi. [2]
Çok erken evrendeki küresel kozmik enerji yoğunluğu ρ, sözde kritik değeri ρc'ye oldukça yakındır. Kritik değer ρc, negatif eğimli evrenlerden (ρ <ρc) düz (kritik yoğunluk ρ = ρc) pozitif eğimli (ρ> ρc) evrenlere geçişle tanımlanır. Ρ, çok erken evrende ρc'ye aşırı derecede yakın olmasaydı, yaşam var olamazdı: biraz daha büyük değerler için, evren hızla geri dönerdi ve yıldızların tekamül etmesi için zaman yeterli olmazdı; biraz daha küçük değerler için, evren o kadar hızlı genişlerdi ki yıldızlar ve galaksiler yoğunlaşmayı başaramazdı (Rees 2000: bölüm 6; Lewis & Barnes 2016: bölüm 5).
Erken evrendeki yoğunluk dalgalanmalarının göreceli genliği Q, kabaca 2⋅10−5 olduğu bilinen, yaşam için ince ayarlı görünmektedir (Tegmark & ​​Rees 1998; Rees 2000: bölüm 8). Eğer Q yaklaşık bir büyüklükte daha küçük olsaydı, yerçekimi kuvveti galaksiler ve yıldızlar gibi astronomik yapılar yaratmak için yeterli olmayacağından, evren esasen yapıdan yoksun kalırdı. Buna karşılık, Q önemli ölçüde daha büyük olsaydı, galaksi boyutundaki yapılar evrenin tarihinin erken dönemlerinde oluşacak ve kısa süre sonra kara deliklere dönüşecekti.Evrenin başlangıç ​​entropisi son derece düşük olmalı. Penrose'a göre, “içinde yaşadığımıza benzeyen” (2004: 343) evrenler, mevcut faz uzay hacminin 10 üzeri 10 üzeri 123'te yalnızca bir bölümünü doldurur.
Elektromanyetizmanın gücüne karşı ölçüldüğünde yerçekiminin gücü yaşam için ince ayarlanmış gibi görünüyor (Rees 2000: bölüm 3; Uzan 2011: bölüm 4; Lewis & Barnes 2016: bölüm 4).
Yerçekimi olmasaydı veya önemli ölçüde daha zayıf olsaydı, galaksiler, yıldızlar ve gezegenler ilk etapta oluşmazdı. Sadece biraz daha zayıf (ve / veya elektromanyetizma biraz daha güçlü) olsaydı, güneş gibi ana dizi yıldızları önemli ölçüde daha soğuk olurdu ve birçok ağır elementin ana kaynağı olan süpernovalarda patlamazlardı (Carr & Rees 1979). Aksine, yerçekimi biraz daha güçlü olsaydı, yıldızlar daha küçük miktarlarda malzemeden oluşacaktı, bu da, hala kararlı olsalar da, çok daha küçük ve daha kısa ömürlü olacakları anlamına gelecekti (Adams 2008; Barnes 2012: Bölüm 4.7.1).

Elektromanyetizma ile ölçüldüğünde, güçlü nükleer kuvvetin gücü, yaşam için ince ayarlanmış gibi görünüyor (Rees 2000: ch. 4; Lewis & Barnes 2016: ch. 4). Yaklaşık% 50'den fazla güçlü olsaydı, neredeyse tüm hidrojenin çok erken evrende yanması gerekirdi (MacDonald & Mullan 2009). Benzer miktarda daha zayıf olsaydı, yıldız nükleosentezi çok daha az verimli olacaktı ve eğer varsa, hidrojenin ötesinde çok az sayıda element oluşacaktı. Yıldızlarda kayda değer miktarda hem karbon hem de oksijen üretimi için, güçlü kuvvetin gücünün gerçek değerinden çok daha küçük sapmaları bile ölümcül olacaktır (Hoyle ve diğerleri 1953; Barrow & Tipler 1986: 252-253; Oberhummer et al. al.2000; Barnes 2012: bölüm 4.7.2).
En hafif iki kuarkın (yukarı ve aşağı kuark) kütleleri arasındaki fark, yaşam için ince ayarlanmış gibi görünüyor (Carr & Rees 1979; Hogan 2000: bölüm 4; Hogan 2007). Bu farktaki küçük değişiklikler, bu kuarkların bağlı durumları olan proton ve nötronun kararlılık özelliklerini büyük ölçüde etkileyecek veya proton ve nötron dışındaki kuarkların bağlı durumlarının hakim olduğu çok daha basit ve daha az karmaşık bir evrene yol açacaktır. Aşağı ve yukarı kuark arasındaki kütle farkından kabaca on kat daha küçük olan elektronun kütlesi, bu farka göre biraz daha büyük olursa, benzer etkiler ortaya çıkacaktır. En hafif kuark kütlelerinin zayıf kuvvetin gücüne göre ince ayarı da bulunmuştur (Barr & Khan 2007).
Zayıf kuvvetin gücü yaşam için ince ayarlanmış gibi görünmektedir (Carr & Rees 1979). Yaklaşık 10 kat daha zayıf olsaydı, erken evrende çok daha fazla nötron olurdu, bu da başlangıçta döteryum ve trityum ve yakında helyum oluşumuna çok çabuk yol açar. Helyuma kadar yakabilecekleri hidrojene bağlı olan güneş gibi uzun ömürlü yıldızlar olmayacaktı. Yaşamın varlığı için zayıf gücün gücünü değiştirmenin diğer olası sonuçları Hall ve diğerleri tarafından araştırılmıştır. (2014).

Kozmolojik sabit, vakumun enerji yoğunluğu ρV'yi karakterize eder. Bu makalenin 5. Bölümünde özetlenen teorik gerekçelere göre, onun gerçek değerinden çok sayıda büyüklükte daha büyük olması beklenir. (Yapılan belirli varsayımlara bağlı olarak, tutarsızlık 10 üzeri 50  ile 10 üzeri 123 arasındadır.) Bununla birlikte, yalnızca gerçek değerden birkaç kat daha büyük olan ρV değerleri galaksilerin oluşumuyla uyumludur (Weinberg 1987; Barnes 2012: bölüm 4.6 ; Schellekens 2013: bölüm 3).
Fizik kanunlarının sadece içlerinde görünen sabitler açısından değil, aynı zamanda formlarının kendisi açısından da yaşam için ince ayarlandığı iddia edildi. Bilinen dört temel kuvvetten üçü - yerçekimi, güçlü kuvvet ve elektromanyetizma - karmaşık malzeme sistemlerinin organizasyonunda anahtar rol oynar. Bu güçlerden birinin olmadığı ve diğerlerinin kendi evrenimizde olduğu gibi bulunduğu bir evren, en azından bildiğimiz şekliyle yaşama benzeyen herhangi bir biçimde büyük olasılıkla hayata yol açmayacaktır. Varlığı yaşam için en az ihtiyaç duyulan temel güç zayıf güçtür (Harnik ve diğerleri 2006). Yaşamın varlığı için gerekli olduğu iddia edilen gerçek doğa yasalarının diğer genel özellikleri, kuantum kuramındaki kuantumlama ilkesi ve Pauli dışlama ilkesidir (Collins 2009: 213f.).

Michael Behe ​​(1996), hareketi mümkün kılan bir bakteri organı olan kamçı (flagellum), standart olarak izin verildiği gibi, ardışık küçük ölçekli bireysel evrimsel adımların sonucu olamayacağı için, indirgenemez derecede karmaşık olduğunu iddia eder. , Darwinci, evrim teorisi. Benzer bir şekilde William Dembski (1998), Darwinist tarafından varsayılmış olan bazı evrimsel adımların o kadar olasılık dışı olduğunu ve bunların görünür evrenin büyüklüğünde bir ciltte bir kez bile meydana gelmelerinin rasyonel olarak beklenmeyeceğini ileri sürer. Behe ve Dembski, akıllı bir tasarımcının olayların evrimsel gidişatına muhtemelen müdahale ettiği sonucuna varıyor.

[1]Stephan Hawking-Büyük Tasarım  sayfa  130-135
[2]Stephan Hawking-Zamanın Kısa Tarihi
https://plato.stanford.edu/entries/fine-tuning/...
https://en.wikipedia.org/wiki/Fine-tuned_universe...
Ayrıca Bakınız:
https://arxiv.org/abs/1112.4647