Tanrı’nın Varlığı Hakkındaki İnce -Ayar Kanıtı ’nı Yeniden Değerlendirme - Prof.Dr.Richard Swinburne

 



Tanrı’nın Varlığı Hakkındaki

İnce -Ayar Kanıtı’nı Yeniden

Değerlendirme 1

Richard Swinburne


Tanrı’nın varlığı hakkındaki a posteriori (deneyimden gelen bilgi

temelli) kanıtlar, öncüllerinin genelliğine göre bir sıralamaya konulabilir.

Kozmolojik kanıtla bir evrenin var olduğu gerçeğinden çıkarımda

bulunulur; tasarım kanıtının bir şekli, tabiat kanunlarının (evrenin bütün

unsurlarının kanun şeklinde davranması gibi) işleyişinden çıkarımda

bulunur; ayrıca tasarım kanıtının diğer bir şekli, eğer evrende

insan yaşamı evrimleşecekse oldukça özel değerlere sahip sabitlere ve

değişkenlere sahip kanunlar ve sınır koşullarının gerekli olduğunu iddia

ederek, insanların evrimine neden olacak şekilde var olan evrenin

sınır koşulları ve kanunlarından çıkarımda bulunur. Bu sonrakinin genel

ifade ediliş şekli; evrimleşen insan yaşamının var olması için, bu

1 Bu bölüm bu mesele ile ilgili önceki açıklamamdaki çeşitli eksiklikleri gidermektedir.

“Evrenin İnce-Ayar Kanıtı/Argument from the Fine-Tuning of the Universe” ilk

olarak Leslie’de (1989)basılmıştır ve Ek B Swinburne (1991) olarak tekrar basılmıştır.

Bu bölümdeki fizik teorileri ile ilgili tartışmalar konusunda bana rehberlik eden Dr

Pedro’ya minnettarım.

sınır koşulları, kanun sabiteleri ve değişkenlerinin oldukça dar sınırlar

içerisinde olmak zorunda olduğunu iddia etmektir. Bundan dolayı

bu kanıt “ince-ayar kanıtı” olarak adlandırılır.

Ayrıca, daha dar öncüllerden başlayan birçok farklı kanıt da vardır.

İnancım odur ki, kanıtlar birikimseldir. Bir evrenin varlığı, Tanrı’nın

var olma olasılığını, var olmama durumuna göre yükseltir. Tabiat kanunlarının

işleyişi, onu biraz daha arttırır, vesaire. Karşıt olarak sürülen

delil, örneğin kötülüğün varlığından olan ise bu olasılığı daha

azaltabilir. Başka bir yerde, toplam delilin (mesela, teistler ve ateistlerin

evren hakkında bildikleri konusunda hem fikir oldukları her şeyin)

Tanrı’nın varlığını var olmamasından daha olası kıldığını iddia

etmiştim.2 Bu bölümde benim ilgim, sadece ince-ayar kanıtının gücü

ile sınırlıdır: Sınır durumlarının ve kanunlarının insan yaşamını meydana

getirici özelliği, bir Tanrı’nın var olduğu gerçeğini, bu sınır durumları

olmadan kanunla yönetilen bir evrenin var olduğu bir durumdan

ne kadar daha fazla olası kılar?

“Sınır koşulları” ile, eğer evren sonlu bir zaman önce başladıysa,

kütle-enerji yoğunluğu ve Büyük Patlama anındaki ilk genişleme hızı

gibi, başlangıç koşullarını kastediyorum. Eğer evren sonsuz bir zamandan

beri var kabul edilse, bütün zamanlarda onu karakterize eden

kanunlarla belirlenmemiş olan evrenin tüm bu özelliklerini -örneğin

madde-enerjisinin olası toplam miktarını- anlıyorum. Ancak kanıtın

evrenin sadece sonlu bir zamanda var olmaya başlamasına ihtiyacı olmadığına

işaret ettikten sonra, araştırmanın basitliği için onun sadece

sonlu bir zamanda var olduğunu ve Büyük Patlama ile başladığını varsayacağım.

Eğer evren sonsuz bir zamandır varsa, kanıtın bir dereceye

kadar daha zayıf olduğu söylenebilir (çünkü insan evrimine olanak

sağlayan sınır koşulları aralığı o zaman daha geniş olurdu), ancak

2 Bkz. Swinburne (1991) ve Swinburne (1996)

benim tahminime göre kanıt bu durumda bile çok fazla zayıf olmazdı.

“Evren” ile bizim evrenimizi kastediyorum ve bununla, bizimle zamansal

ve uzamsal olarak ilişkili olan fiziksel nesneler sistemini anlıyorum.

(İki cisim eğer birbirlerinden belirli yönde belirli uzaklıkta

iseler uzamsal olarak ilişkilidirler. İki şey eğer birbirlerine göre önce,

sonra ve eşanlı ise zamansal olarak ilişkilidirler. Hem uzamsal olarak

ilişkili olma ilişkisinin, hem de zamansal olarak ilişkili olma ilişkisinin

dönüşümlü, simetrik ve geçişken olduğunu varsayacağım). Herhangi

bir uzamsal ve/veya zamansal olarak ilişkili nesnelerin başka

gerçek sistemlerini “başka evren” olarak sınıflandıracağım.

“Kişi” ile duygulara, düşüncelere, arzulara, inançlara (belirli dereceye

kadar çok yönlü olan) amaçlara sahip bir varlığı anlayacağım.

“İnsan olma” ile algıyla dünya hakkında öğrenme ve kendi yaşamının

bütün yönlerine, başkalarınkine ve dünyaya etki edebilme ve iyi veya

kötü gibi farklılıklar yapmayı seçme özgür irade kapasitesine sahip

birini, özel türde bir kişiyi anlayacağım. Böyle bir kişi, iyi ve kötü arzulara

(yönelimlere) -iyi arzular iyiyi tanıyabilmek için ve kötü arzular

iyi ve kötü arasında seçim yapabilmek için- sahip olacaktır. (İyiyi

seçebilmek için, onu tanıyabilmen gerekir ve eğer tanıyabilirsen, bu

sana onu gerçekleştirmek için minimum yönelimi verecektir. Ancak,

yaratılmış bir varlık, kötüye herhangi bir arzu duymuyorsa kaçınılmaz

bir şekilde iyiyi gerçekleştirecektir.)3 İnsan olma kavramıma, (en basit

haliyle de olsa) metafizik hakkında akıl yürütmeyi içeren bir akletme

ve Tanrı kavramına sahip olma kapasitesini de dâhil ediyorum. Bütün

bu kapasitelere sahip bir kişi olarak “insan olma”nın, bu anlamının

sıradan bir anlam olmadığını; aksine, bu bölümde savunulan argümanın

amaçları için gerekli olduğunu vurguluyorum.

3 Bu iddianın savunması adına kanıt için, bkz. (örn.) Swinburne (1994:65-71)

Biz, ben ve okuyucularım özsel olarak kişileriz (eğer arzulara,

inançlara vs. sahip olma kapasitesine sahip olmasa idik, var olmazdık),

fakat özsel olarak insanlar değiliz (örneğin kötü arzulara sahip olmasaydık

bile, var olmaya devam edebilirdik). Bununla birlikte benim

kastettiğim anlamda, bizim insanlar olduğumuzu varsayacağım.4 Benim

tanımıma göre bedenlileşme insanlığın özsel bir sıfatı olmamakla

birlikte, biz sadece insanlar değiliz aynı zamanda bedenleri olan insanlarız.

Bedenim herkese açık bir nesne, bir madde parçasıdır ki ondaki

doğal süreçler vasıtası ile dünya hakkında bilgi sahibi olurum,

onun hakkında inançlarımı muhafaza ederim ve doğal süreçler vasıtası

ile dünyada değişikliğe neden olurum ve bu doğal süreçler vasıtasıyla

bende hoş veya hoş olmayan duygular meydana gelir. Örneğin

bedenime etki eden ses ve ışık sayesinde dünya hakkında bilgi sahibi

olurum; kollarımı, ayaklarımı ve ağzımı vs. hareket ettirerek dünyada

değişiklik meydana getiririm. Bedenimi kullanmaksızın dünyayı etkilemenin

ve onun hakkında bilgi sahibi olmanın yolu yoktur ve benim

algılamama ve eylemde bulunmama olanak sağlayan bedenimin içerisindeki

ayrıntılı süreçlerdir. Sinirler retinama etki eden ışığı sinirsel

ateşlemelere çevirip aktarır, bu beynimde yerleşik olarak bulunan sinirsel

ağlarla etkileşimde bulunur; bu tip süreçler bendeki algıların sebebidir.

Bedenimdeki olaylar bende zevk veya acıya sebep olur. Gerçekleştirmeye

çalıştığımız amaçlar beyin durumlarına neden olur, bunlar

da, organlarımı harekete geçirmek için, hangi eylemlerin amaçlarımı

gerçekleştireceği ile ilgili inançlardan kaynaklanan beyin durumları ile

etkileşim içerisinde olur. Bir insan bedeni, insan algısı ve eylemi için

araç olmaya elverişli bu türde işlev gören, herkese açık bir nesnedir.

4 Bu varsayımdaki tek tartışmalı unsur bizim libertaryan özgürlüğe -yani seçim anında

dünyanın bütün detayları verili olduğunda alternatif eylemler arasında nedeni

belirlenmemiş olarak seçme özgürlüğüne- sahip olduğumuzdur. Bunun lehine (ihtimaliyete

dayalı) Swinburne (1997: blm.13)’de bir kanıt ortaya koydum.

Bedenleşmiş bir insan olma, sadece onunla o insanın algılayabileceği

ve eylemde bulunabileceği ve onda sadece o insanın hissedebileceği

herkese açık bir objenin var olmasını gerektirir. İnsanların bedenleri

olmaksızın var olabileceğinin; ayrıca insan bedenlerinin, insan

algısının ve eylemlerinin araçları olmaksızın var olabileceğinin ve bizimkilerin

davrandığı gibi davranabileceğinin mantıksal olarak mümkün

olduğunu varsayacağım.5 Şimdi “ince-ayar kanıtı”nı açılış paragrafımda

yapmış olduğumdan daha kesin bir şekilde, insan bedenlerinin

varlığına izin verecek şekilde dünyanın var olmasından kaynaklanan

bir kanıt olarak; ve böylece insan algısı ve eylemini mümkün kılan

herkese açık araçlar olarak insan bedenlerinin evrimine izin verecek

şekilde var olan bu evrenin, sınır koşulları ve kanunlarından ortaya

çıkan bir kanıt olarak nitelendirebiliriz.

İnce-ayar kanıtı, eğer bir Tanrı varsa, böyle bir ince-ayarın var

olması gerektiğinin çok da fazla ihtimal dışı olmayacağı; fakat eğer

Tanrı yoksa, evrendeki temel yasa ve değişkenlerle ilgili böylesi bir

ince-ayarın var olmasının yüksek oranda ihtimal dışı olacağından hareketle

güçlü bir kanıt olacaktır. Bu olasılıkları karşılaştırmaya girişirken,

araştırmanın basitliği adına, söz konusu Tanrı’nın, geleneksel

teizmin Tanrısı olduğunu varsayacağım. Kötü tanrıların veya daha

az önemli tanrıların ihtimaliyetini dikkate almayacağım. Başka bir

yerde ileri sürmüş olduğum gerekçemden hareketle; bu tür varlıkların

var olduğu hipotezleri geleneksel teizmin Tanrısı’nın var olduğu hipotezinden

daha komplekstir ve sonrakinden daha düşük olasılıklara

5 Birçok insan için bedenleri olmaksızın var olabileceklerini veya bedenlerinin herhangi

bilinçli yaşamla ilişkisi olmayan robotlar olarak var olabileceklerini ileri sürmede

mantıksal bir tutarsızlığın olmadığı açık gözüküyor. Bu iddianın detaylı bir savunması

için ve genel olarak insan tabiatı hakkında benim cevherci dualist görüşüm için bkz.

Swinburne (1997).

sahiptir.6 Geleneksel teizmin Tanrısı, O’nu değerlendirdiğim şekliyle,

özsel olarak ezeli, mutlak kudret sahibi (mantıksal olarak mümkün

olan her şeyi yapabilir anlamında), her şeyi bilen ve mükemmel bir

şekilde özgür ve iyidir.7

Eğer Tanrı Varsa İnsan Bedenlerinin Olduğu Bir Dünya

Neden Mümkündür?

Tanrı’nın mükemmel iyiliği O’nun ne tür bir dünya meydana getirmesine

neden olmuştur? Mutlak kudret sahibi bir Tanrı sadece mantıksal

olarak mümkün olanı yapabilir; örneğin hem iki alternatif arasında

seçim yapmak için libertaryan anlamda özgürlüğe sahip yaratıklar yaratmak,

aynı zamanda onların nasıl seçimde bulunacağını belirlemek,

mantıksal olarak yapılması mümkün bir şey değildir. Bu yüzden ne

tür bir dünyanın var olacağını belirlemek Tanrı için mantıksal olarak

mümkün olduğu sürece, sorumuz ne tür bir dünyaya O’nun sebep olacağı

olmalıdır.8 Mükemmel şekilde iyi bir varlık, yapabildiği kadar

6 Politeizmin geleneksel teizmden daha kompleks bir hipotez olduğu konusundaki iddiam

için bkz. Swinburne (1991:141).

7 Tanrı’nın bu niteliklere sahip olmasının ne anlama geldiği ve ilahi sıfatlarının nasıl

birbiriyle uyumlu olduklarının ispatı hakkındaki analiz için, bkz. Swinburne (1993)

ve Swinburne (1994: bölüm 6 ve 7). Mükemmel iyiliğin, mutlak ilim ve mükemmel

özgürlükten kaynaklandığına dair kanıt için, bkz. Swinburne (1994: 65-71, 134-6)

8 Plantinga’nın terminolojisinde, Tanrı’nın ne tür bir dünyayı “güçlü bir şekilde

gerçekleştireceği” sorundur. (1974:173). “Dünya” kelimesini Tanrı’nın dışındaki var

olan her şey ve onun davranış şekli için kullanıyorum; ister (kısmen veya tamamen)

belirlenmemiş olsun, isterse özsel güçleri veya düzenlenmiş tabiat kanunlarıyla eylemde

bulunmak için belirlenmiş olsun. Bir dünya birçok evrenler içerebilir veya içermeyebilir.

Mümkün dünyalar, bununla birlikte, metinde ifade edildiği gibi, mutlak

anlamda kudret sahibi bir Varlığın neden olabileceği özellikler tarafından somut hale

gelebilir. Bu terminolojide (ki standart değildir) bir dünya, sadece Tanrı’nın mutlak

kudretine atıfla -diğer niteliklerine atıf yapılmadan- sebep olduğu düşünülebilecek

mümkün bir dünya olarak kabul edilebilir. Tanrı’nın diğer sıfatlarının, örneğin O’nun

merhametinin, var etmeyeceği mümkün dünyalar da vardır.

çok iyiliği gerçekleştirmeyi deneyecektir. Bu yüzden en iyi yegâne bir

mümkün dünya varsa, Tanrı kuşkusuz onu var kılacaktır. Eğer bütün

mümkün dünyaların en iyi olanı yoksa, bunun yerine birbiriyle bağdaşmayan

eşit konumda en iyi dünyalar varsa, O kuşkusuz onlardan

birini var kılacaktır. Fakat her bir mümkün dünya, birbiriyle bağdaşmayan

başka bazı mümkün dünyalardan daha az iyi ise, O’nun mükemmel

iyiliği sayesinde yapabileceği şey, çok iyi bir dünya yaratmaktır.

Bu durumların herhangi birisinde, bir dünyanın iyiliği, bazı

kötü yönlerin mevcudiyetini veya bazı kötü yönlerin (Tanrı tarafından)

önlenmemiş olma ihtimaliyetini içerebilir. Tanrı, böylece, bütün

mümkün dünyaların en iyilerinden herhangi birinde veya bütün eşit

durumdaki en iyi mümkün dünyalarda veya bütün iyi mümkün dünyalarda

herhangi bir durumu zorunlu olarak yaratacaktır.

Ancak d aha iyi dünyalar serisinin bazı üyelerine veya sadece

eşit en iyi mümkün dünyaların bazılarına ait olan bazı durumlara,

Tanrı’nın sebep olma olasılığı ve kesinliği hakkında ne söyleyebiliriz?

Eğer belirli bir durumun var olması var olmamasından daha iyi ise, o

takdirde Tanrı’nın o duruma sebep olmasını mükemmel iyiliğinin sonucu

olduğunu varsayıyorum; eğer bu durumun var olması var olmaması

kadar iyi ise, Tanrı’nın bu duruma sebep olacağı bir 0,5 olasılık

vardır. Her birinin sonrakinden daha az iyi olduğu bir seriye ait durumlar

için -ki orada onların göreceli iyiliği ölçülebilir- zikredilmeye

değer herhangi birisinden Tanrı’nın serideki daha büyük iyiliğe sahip

bir durumu meydana getirmesi yüksek ihtimal dâhilinde olacaktır. Bu,

bahsedilen durumun altındansa üzerinde sonsuz sayıda daha geniş durumlar

düzeni olacağı içindir. En iyiyi meydana getiremeyen mükemmel

iyilik, çok yüksek ihtimalle çok cömert olacaktır.

Bu durumda özsel olarak mükemmel olarak iyi olan Tanrı, iyinin

dışında bir şey seçemez; O iyi ve kötü arasında özgür seçime sahip

değildir. Kendilerine, arkadaşlarına ve dünyaya dikkate değer bir şekilde

faydalı olabilmek ve zarar verebilmek için sorumluluğa ve bu çok

önemli seçme özelliğine sahip olan varlıkların var olacak olması, akla

uygun olarak iyi bir şeydir. Bizler çocuklarımız olduğunda ve onları

özgür ve sorumlu yapmaya çalıştığımızda bunu iyi bir şey olarak kabul

ederiz. Ve birbirlerine belirli bir sınıra kadar zarar verebilen özgür

varlıklar yaratmak, Tanrı için iyi olarak gözükmektedir. Ancak bu iyilik,

beraberinde daha fazla kötülük riskini de taşır. Herhangi bir anlamlı

özgürlük ve sorumluluk, anlamlı olacak şekilde daha fazla zarar

verme riskini içerir ve Tanrı’nın yaratılmış varlıkların birbirlerine karşı

yapabileceği mümkün zararlar üzerine bir takım sınırlamalar (sonlu,

kısa bir yaşama sahip yaratılmış varlıklar tarafından meydana getirilen

bir sınır örneğin) dayatması gerektiğini ileri sürüyorum. Mükemmel

bir şekilde iyi bir Tanrı’nın bu tür yaratılmış varlıklar var kılıp

kılmayacağı (birbirlerine yapabilecekleri zararın sınırları içinde bile),

yaratılmış varlıklar tarafından sahip olunan sorumluluğun kapsamına

ve onu yanlış kullanma riskinin derecesine bağlıdır; Tanrı’nın yapmak

zorunda olduğu farklı durumların ahlaki değerini tamı tamına düşünüp

tartmak, bizim kolaylıkla yapacağımız bir şey değildir. Ama meseleyi

basitleştirmek adına, anlamlı özgürlükten kaynaklanabilen kötülük

riskinden dolayı, yaratılmış varlıkların (belirli sınırlar içerisinde)

anlamlı özgürlüğe sahip olduğu herhangi bir dünyanın, bu türdeki bir

durumun olmadığı aynı dünya kadar iyi olacağını, durum başka türlü

nasıl olursa olsun, böyle bir durumda Tanrı’nın yaratacağı 0,5 bir olasılığın

var olduğunu ileri sürüyorum. Bütün zorluklara rağmen, özgürlük

ve sorumluluk iyi bir şey olduğundan, Tanrı’nın bu tür yaratıkların

olduğu bir dünyayı yaratacağı anlamlı bir olasılığın (diyelim ki 0,2 ve

0,8 arasında) var olmasının, rasyonel bir beklenti olduğu söylenebilir.

Eğer yaratılmış varlıklar, kendileri ve başkaları için anlamlı sorumluluğa

sahip olacaksa, kendilerinin ve başkalarının duygu ve inançları

ile ilgili zihinsel yaşamlarını etkileyebilmelidirler. Kendilerinde ve

başkalarında iyi veya kötü duygular meydana getirebilmeleri, dünyayı

araştırmaları ve (bilgi olarak adlandıracağım) doğru inançları elde etmeleri

ve başkalarına ondan bahsedebilmeleri gerekir: Ancak anlamlı

sorumluluk, bu kapasitelerin kendileri üzerinde uzun vadeli bir etkide

bulunma kapasitesini de içerir. Seçim yoluyla kendilerinin ve başkalarının

bu inançları elde etme ve duygulara sebep olma kapasitelerini ve

iyi veya kötü buldukları şeyleri ve doğal bir şekilde güçlerini kullanmaya

yöneldikleri (iyi veya kötü) yolları etkileyebilmelidirler. Olgular

ve ahlakla ilgili bilgide birbirlerinin gelişmesine yardım edebilmelidirler;

böylece nesneleri etkileme kapasiteleri olur ve iyi adına bilgi

ve güçlerini kullanma arzuları karşılığını bulabilir. Ve aynı zamanda

da anlamlı bir sorumluluğa sahip olabilmek için, iyi adına kendisinin

ve başkasının bilgi, istek ve kapasitelerini - eğer öyle seçerlerse - sınırlandırabilmelidirler.

Bu yüzden yaratılmış varlıklar hayata; sınırlı,

tercihe bağlı olmayan kudret, bilgi, iyi ve kötüye duyulan arzular ile

ve bu bilgi ve kudreti genişletip genişletmeyeceği ve bu arzuları karşılayacağı

veya dikkate almayacağı ile ilgili bir seçimle başlamalıdırlar.

Ve eğer bu seçim ciddi bir şey olacaksa, bir takım zorlukları içermelidir;

yeni bilgi, güç ve isteklerin karşılanması arayışında, zaman,

çaba ve başarı garantisi bulunmamalıdır.

Bu yüzden yaratılmış varlıklar temel eylemlerin bir ilk alanına gereksinim

duyarlar. (“Temel eylemler” başka eylemler vasıtasıyla yapılmayan

kasıtlı eylemlerdir. Ateş ederek seni öldürebilirim, tetiği çekerek

ateş edebilirim, parmağımı hareket ettirerek tetiği çekerim. Fakat

herhangi diğer bir kasıtlı eylem yaparak parmağımı hareket ettirmez

isem, parmağımı sıkmam temel bir eylemdir.) Yaratılmış bir varlığın

(belirli zamanlarda), temel eylemleri ile kasıtlı bir şekilde yol açtığı bu

şekilde etkilere temel kontrol bölgesi diyebiliriz. Yaratılmış varlıklar

bir ilk temel kontrol bölgesine ihtiyaç duyarlar ve daha önce ifade ettiğimiz

gibi yine yaratılmış varlıklar içerisinde büyük oranda gerçek

hakkında doğru inançları elde edebilecekleri bir alana gereksinim duyarlar.

Yaratılmış bir varlığın sahip olabileceği böyle inanç türlerine

temel algı bölgesi diyelim. Yaratılmış varlıklar temel bir ilk algı bölgesine

gereksinim duyarlar. Temel algı bölgesi temel kontrol alanını

içermek zorunda olacaktır. Zira hangi etkilere yol açtığımızı bilmezsek

etkilere kasıtlı olarak sebep olamayız.

Kontrol bölgemizi temel bölgenin ötesine genişletmek, hangi temel

eylemlerimizin (doğru inançları elde ederek) daha ileri etkilere

sahip olacağını keşfetmeyi içerecektir. Zira kontrol bölgemizin genişleme

olasılığı, temel eylemlerimizin yapıldıkları durumlara göre farklılaşan

temel bölgenin ötesinde farklı etkilere sahip olacağı durumu

gerektirir. Bu durumların ne olduğu, bizim temel eylemlerimizle değiştirilebilir

olmak zorundadır ve başkalarının kontrol bölgesini etkileyeceksek,

başkalarının bulunduğu bu durumları değiştirebilmeliyiz.

Temel bölgenin “ötesindeki” etkiler bir anlamda temel bölgeden daha

“uzaktaki” etkiler demektir ve “durumları” değiştirmek bir anlamda

“hareketi” içerir. Eğer temel algı bölgemiz temel kontrol bölgemizle

hareket ederse durumları değiştirdiğimiz zaman hangi etkilere sahip

olacağımızı öğrenebiliriz; eğer önceki bölge sonraki bölgeden çok daha

fazla genişse bu her zaman zorunlu değildir. Başka bir odaya girerek,

bir takım etkileri orada nasıl meydana getireceğimizi öğrenebiliriz ve

(burada değil de) orada olduğumuzda oradaki eylemlerimizin sonuçlarını

görebiliriz; bu durumda temel algı bölgemiz temel kontrol bölgemizle

hareket etmiştir. Ancak temel algı bölgemizi değiştirmeksizin

bizden uzaktaki bir kimseyi taşla nasıl vurabileceğimizi öğrenebiliriz,

zira atılan taşların etkilerini keşifte bulunmak için yeterli mesafeye sahibiz.

Kontrol bölgemiz sadece bir seferdeki hareketle değil, aynı zamanda

bazı temel türdeki eylemlerin nasıl uzak etkilere normal olarak

sahip olduğunu, önceki eylemlerimize dayanmak yoluyla arttırılabilir.

Silahı farklı köşelerden ateşlediğimizde kurşunumuzun nereye gittiğini

görerek, farklı köşelerde bir silahı ateşlemenin uzak etkilerini öğrenebiliriz

ve bu şekilde bir kere daha kontrol bölgemizi genişletebiliriz.

Algı alanı, normal olarak hangi temel algıların daha uzaktaki fenomenlerin

delili olduğunu (önceki hareket vasıtası ile) keşfederek arttırılabilir.

Teleskop yoluyla çok uzaktaki cisimlerin teleskoptaki yansımalarını

görebiliriz ve buradan, uzak mesafedeki cisimler ile onların

teleskoptaki yansımaları arasında bir ilişki kurarak sonuç çıkarmayı

öğrenebiliriz. Kontrol gelecekteki olayları bile içerecek şekilde genişletilebilir;

algı geçmişteki olayları da kapsayacak şekilde genişletilebilir.

Bu yüzden anlamlı özgürlüğe ve sorumluluğa sahip olmak için insanlar,

herhangi bir zamanda temel bir algı ve kontrol bölgesinin olduğu

bir “uzay”da olmak zorundadırlar. Ayrıca hangi temel eylemlerimizin

ve algılarımızın, hangi uzak etkilere ve nedenlere sahip olduğunu

ve hangi temel eylemlerimizin daha geniş bölgenin hangi kısmında

harekete sebep olduğunu öğrenerek, temel algı ve kontrol bölgemizi

genişletebileceğimiz geniş bir bölgede bulunmak zorundadırlar. Eğer

hangi temel eylemlerimizin nerede yapıldığını, uzaktaki hangi etkilere

sahip olduğunu ve hangi uzak olayların temel olarak hangi algılanabilir

etkilere sahip olacağını öğreneceksek, uzamsal dünyanın tabiat

kanunları tarafından yönetildiğini bilmemiz gerekir. Zira ancak

bu tür düzenliliklerin var olması durumunda, yaratılmış varlıkların

öğrenebileceği ve faydalanabileceği genişleyen bilgi ve değişen şeyler

için reçeteler olacaktır. Bu yüzden insanlar, kendi kapasitelerini gerçekleştirebileceği,

kanunla yönetilen bir evrendeki uzamsal bir konuma

gereksinim duyarlar. Böylece bizim bu şekilde bulunmuş olmamızda,

Tanrı’nın varlığı için bir kanıt vardır.

Zira eğer insanlar birbirlerinin inançları ve amaçları hakkında öğrenmeyi

ve karşılıklı eylem ve (dili içerecek olan) rasyonel tartışma

için gerekli olan birbirleriyle açık bir şekilde iletişimde bulunmayı da

seçebileceklerse, o takdirde insanları yeniden tanımlayabilmek gerekir.

Bu, onların yeniden tanımlayabildiği ve davranışı inançlarını ve

amaçlarını dışa vuran, herkese açık nesnelerin -insan bedenlerinin var

olması gerektiği anlamına gelir. Bu bedenler, davranışlarının en

basit açıklaması genellikle bir takım inanç-ve-amaç kombinasyonları

olacak şekilde, davranmak zorundadırlar. Sonuç olarak birbirimizden

gelen düşüncelere ve sözlere; duyarlı inançlar, örneğin gözlerimize bir

nesneden ışık geldiğinde o nesnenin var olduğu konusundaki inançlar

gibi, ve tamamen beyin durumlarıyla belirlenmemiş olmakla birlikte

süreklilik gösteren amaçlar atfedebilmeliyiz. Biz başka bir insanın dilini

bazı şartlara bağlı olarak anlarız; örneğin eğer o normal olarak hakikati

söylemeyi amaç edinmişse ve inançlarını onunla ifade ettiği zamanla

kaybolmayan bir dile sahipse ve onun inançları gelen uyarıcıya

bizimkilerinki gibi duyarlıysa. Yağmur gözlerinde ve kulaklarında uyarıcıya

sebep olduğu zaman “il pleut” dediğinin o zaman farkına varırız

ve buradan da “il pleut” ile “yağmur yağıyor”u kastettiğini çıkarırız.

Öğrenilebilen ve geliştirilebilen türdeki bu herkese açık iletişim,

dünyamızda elde edildiği gibi, bazıları sabit (böylece sürekliliğe sahip

düzenli bir bedene izin veren ), bazıları yarı sabit (örneğin, duyusal

dürtü gibi yeni girdilere tepki olarak konumlarını hemen değiştiren)

öğelerden meydana gelmiş ve böylece yeni hatıraları depo eden,

uzamsal olarak yer kaplayan bedenlerle elde edilebilir. Böyle bileşenler

verildiğinde, (olası geniş bir ürün çeşitliliği içindeki) girdilere duyarlı

olan ve bunlardan bir ürünü meydana getirme kapasitesi mevcut

makineler var olabilir, şöyle ki girdi var olduğunda herhangi başka

üründen ziyade büyük olasılıkla belirli bir takım hedefler gerçekleşecektir.

Eğer makinenin bilinçli olduğunu düşünseydik, bu bize, ona,

kullanılan araçlarla hedefi gerçekleştireceğine dair inanca ve hedefi

elde etme amacına, sahip olduğunu düşünmemizi sağlardı. Sabit veya

yarı sabit parçalar var olduğunda, böyle makineler inşa edilebilirler ve

parçaların sonsuz yeniden bir araya getirilmesiyle ara sıra ortaya çıkabilirler.

Bütün bunlar, bu bedenlerde bedenleşmiş insanların var olduğunu

garanti etmez; ancak insanlar başka türlü değil de bu şekilde

uzamsal olarak yer kaplayan böylesi bedenlere sahip olurlarsa, birbirleri

hakkında bilgi sahibi olabilecekleri koşulların, ayrıca öğrenme ve

gelişmelerini mümkün kılan birbirleriyle iletişim kurabilecekleri bir

ortamın mevcudiyetini sağlar.

Ama eğer insanlar sadece uzamsal konuma (location) sahip olsaydı

ve yer kaplamasaydı (extension), onlar sadece “parçacık-bedenler”

olurdu. O zaman, fiziksel dünyanın bileşenlerinin bazısı “parçacıkbedenler”

olurdu; diğer insanları anlamak için zorunlu olan girdi-ürün

davranışı göstermek zorunda olacak olanlar (onların kombinasyonları

değil) onlardır.

Sadece temelin ötesine algılarımızı ve kontrol bölgemizi genişletecek

güce sahip olmamız değil, aynı zamanda kendimizin ve başkalarının

temel algı ve kontrol bölgelerini ve sahip olduğumuz iyi veya

kötü duyguları sınırlandırma (veya başkaları ile tabi süreçler tarafından

sınırlandırılmayı önleme) veya genişletme gücüne sahip olmuş olmamız

iyi olurdu. Farklı durumlar altında duygularımızda, temel algı

ve eylem kapasitelerimizde farklılık meydana getirecek, yapabileceğimiz

temel eylemlerin veya yapmayı öğrenebileceğimiz temel olmayan

eylemlerin var olması gerekir. Bu bizim keşfedebileceğimiz ve böylece

etkileyebileceğimiz doğal süreçlerin orada var olmasını gerektirir,

öyle ki bize temel eylemlerimizi uygulama ve elde etme ile hafızada

temel algıları muhafaza etme ve acı ile zevki dindirme veya arttırma

olanağı versin. Ve eğer bu süreçler sadece onlara sahip olan insanlar

tarafından değil, başka insanlar tarafından da manipüle edilecekse,

herkese açık süreçler olmalıdır. Temel eylem ve algı kapasitelerimizin

herkese açık olabilmesinin yolu, yine uzamsal olarak yer kaplayan bir

bedene sahip olmamıza bağlıdır.

Biz gerçek insanlar temel bir kontrol alanına sahibiz, bu; dudaklarımız,

ağzımız ve organlarımızla -başka bir şey yapmaksızın, öylece-

yapabildiğimiz şeydir. Temel kontrol bölgesi bir insanın yaşına

göre farklılık gösterir; başka insanlar tarafından yardım edilmese bile

zamanla fonksiyonu artar ve daha sonra tekrar azalır (kollarımızı ve

ayaklarımızı ne kadar hızlı hareket ettirebildiğimiz diğerlerinden yardım

almaya ve öğrenmeye çok fazla bağlı değildir). Fakat biz bir dilin

cümlelerini ifade ederek başkalarını etkilemeyi, böylece birçok açıdan

kontrol alanını nasıl artıracağımızı keşfedebiliriz veya öğrenebiliriz.

Kasıtlı eylemden bağımsız olarak bir insanın yaşı ile artan veya eksilen

temel bir algı alanına sahibiz; cansız nesneleri tanımak çok fazla

yardım olmaksızın gelişen algısal bir kapasitedir, insanların kelimelerini

anlamayı öğrenmek ise başkalarının yardımını daha çok gerektirir.

Başkalarını incitmeyi veya onlardan çıkar sağlamayı, aletler kullanmayı,

evler inşa etmeyi veya ağaçları kesmeyi temel eylemlerimizle

öğreniriz. Ateşin kalıntıları ve parmak izlerinden başkalarının daha

önce var olduğunu ve yüksek teknolojiyle hazırlanmış proton çarpıştırıcılarındaki

özel bölgelerde temel parçacıkları keşfetmek için delilin

ne olduğu ile ilgili ilkelerden faydalanırız. Bilgimizin ve kontrolümüzün

genişlemesiyle, acı ve zevke nasıl sebep olacağımızı, başkalarına

nasıl bilgi vereceğimizi, onları nasıl kontrol edeceğimizi veya reddedeceğimizi

öğreniriz. İyiyi yapmanın zor olduğu durumları tercih

edebilir ve böylece kötü huylar edinebiliriz veya alternatif olarak bunun

olmasına engel oluruz. Öğrenme yoluyla, başkalarını, güçlerini

kullanma yöntemlerini tercih ettikleri hususlarda etkileyebiliriz; onları

ahlaklı veya gayri ahlaki şekilde eğitebiliriz.

Fakat algı ile kontrol bölgesini, temel alanın ötesine nasıl genişletebileceğimizi

öğrenmenin yanında, temel algı ile kontrol sahasının

kendisini nasıl sınırlandıracağımızı ve genişletebileceğimizi de öğrenebiliriz.

Kendimizi veya başkalarını aç bırakarak, temel yetilerimizi

ve algısal kapasitelerimizi sınırlandırabiliriz; kolları, dilleri ve gözleri

keserek yapabildiğimiz gibi. Biz ve başkaları tarafından istenmemiş

olsa bile, hastalık yoluyla güçlerimiz azalabilir ve ilaç ile tıp yoluyla

hastalığın etkilerini önlemeyi öğrenebiliriz; veya onun nasıl öyle olduğunu

keşfetmek için bir çaba içerisinde olmayabiliriz. Bizim algısal

güçlerimizi ve temel kapasitelerimizi mevcut kapasitelerimizin etkileme

imkânı, yaşadığımız milenyumda, tıp biliminin bize sağlayacağı

şeyle karşılılaştırıldığında oldukça sınırlı gözükmektedir. Tıbbi müdahale

kuşkusuz gelecek yüzyıl içerisinde yeni organlar ve duyu organları

yapmaya ve hafıza geriliğini yavaşlatmaya olanak sağlayacaktır.

Bir bedene sahip olmak böylece beden içerisinde (yani beyinde) var

olan zihin-beden etkileşim alanını içerir; temel olarak algıladığımız

şeyi ve temel olarak nasıl eylemde bulunabileceğimizi etkileyen bedenin

içerisinde başka bir yerdeki olayları da içerir. Böylece bir bedene

sahip olmak bize, birbirimizin temel algısal güçlerini ve kapasitelerini

arttırma veya azaltma veya doğal süreçler tarafından var kılınan noksanlığı

önleme olanağı sağlar. Bu tür güçlerle, birbirimizin üzerinde,

başka türlü olabileceğinden çok daha fazla etkin güce sahip oluruz.

Eğer bir “parçacık-beden”e sahip olsaydık da algı ve eylemlerle ilgili

temel kapasitelerimizin herkese açık süreçlere bağlı olması mümkün

olurdu.9 Bu durumda, herkese açık süreçlerin, uzamsal olarak yer kaplamayan

bir nesne için zamansal olarak yer kaplayan girdiden oluşması

gerekirdi. Uzamsal olarak yer kaplamayan bir nesne tamamıyla

içine girilemez bir kara kutu gibi olurdu. Görme gücümüzü nasıl geliştireceğimizi

veya zarar vereceğimizi veya hafızamızı nasıl güçlendireceğimizi

veya zayıflatacağımızı uzun süre boyunca kutuya belirli

bir bilgi koyarak keşfedebilirdik. Ancak kutu açılamaz; aslında onun

uzayda kapladığı bir alan yoktur. Bizim hafızalarımız da bu durumda

bir beyne bağlı değildir; zamana bağlı ve mesafeli bir eylem tarafından

hafızayı etkilemiş zamansal girdiye bağlıdırlar (fiziki olana gelince,

fiziksel girdinin etkilediği ve zihinsel yaşamın daha doğrudan

ona bağlı olduğu “zihinsel” alan -ruh- içerisindeki süreçlerle bağlantılı

olabilir). Bu daha az doğrudan bir bedenleşmeyi sağlar; zira zihnin

fiziğe bağlılığı anlık değildir. Ancak bununla birlikte, insanlar normal

türde bedenleşmeksizin başkalarının ve kendi temel kapasitelerini etkiyebilecekleri

alternatif bir yol var gibi gözükmektedir.

Dolayısıyla eğer insanlar birbirleriyle iletişimde bulunabilir olmaktan

ve temel algı ve kontrol alanlarını sınırlandırma ve genişletmekten

büyük fayda elde edeceklerse,10 insan bedenleşmesi düzenli bir

dünyadaki uzamsal konumdan daha fazlasına gereksinim duyar. İnsanlar,

sabit ve yarı sabit bileşenlerden veya alternatif bir şekilde özel

türde parçacık-bedenlerden meydana gelmiş uzamsal olarak yer kaplayan

bedenlere sahip olmak zorundadırlar.

Eğer evrenin sebebi Tanrı ise, insanların bir lokasyonda bulunduğu,

düzenli, uzamsal olarak yer kaplayan bir dünyayı meydana getirmesinin

anlamlı bir olasılığının (diyelim ki 0,2 ve 0,8 arasında) var

9 Bu öneriyi Joseph Jedwab ve Tim Mawson’a borçluyum.

10 Eğer insanlar bu şekilde yeniden kopyalanacaklarsa, özelliklerinin (bazı DNA gibi

bileşenler vasıtası ile), kısmen kalıtımsal olduğunu eklemeliyim.

olduğunu daha önce ileri sürdüm. Bu, O’nun, insanlara kendileri ve

başkaları adına sorumluluk verecek bir sebebe sahip olduğu içindir. Şu

anda ise şunu iddia ediyorum; eğer insanlar birbirleri hakkında açık

bir şekilde öğrenebileceklerse (veya öyle yapmamayı seçeceklerse) ve

karşılıklı olarak birbirlerinin ve başkalarının temel algı ve eylem kapasitelerini

etkileyebileceklerse, bedenleşme daha özel türde olmak zorundadır:

Bu, bazı evrenlerin, belli şekilde bileşenlerin varlığına izin

veren kanun ve şartlara sahip olmak zorunda olduğu anlamına gelir;

bunlar sabit ve yarı sabit (uzamsal olarak yer kaplayan) insan bedenlerinin

oluşmasına izin vermelidir, veya parçacık-gibi olanları açığa çıkarmalıdır

ki bunlar inanç ve amaçlarla ilgili yorumlanabilir cevap ve

dürtü yapılarını açığa çıkaracak türde olmalıdır. Hangisi olursa olsun,

bedenlerin davranışları tamamıyla belirlenmiş olmamalıdır ve muhtemelen

üreme için belirli bir faaliyet alanı var olmalıdır. Belki de Tanrı

için insanlara, bedenleştiklerinde, var olandan daha önemli türden bir

sorumluluk vermek bazı açılardan daha riskli olabilir. Buna rağmen,

birbirlerine zarar verme olasılığı, büyük oranda artmış gözükmüyor

(şu açıdan daha azdır ki bilgi ile doğmuş olmaktan ziyade nasıl zarar

vereceklerini öğrenmeyi seçmek zorundadırlar; şu açıdan daha büyüktür

ki eğer bilgi elde ederlerse birbirlerinin temel kapasitelerine zarar

verebilirler). Ve her şeyin ötesinde, kuşkusuz birbirlerini sevmeyi özgür

bir şekilde seçebilen varlıkları yaratan bir Tanrı, onların Kendisiyle

bir sevgi ilişkisine girebilmesini sağlayacaktır; mükemmel şekilde iyi

bir Yaratıcı, kuşkusuz bunu yapardı. Bu yüzden Tanrı kavramını anlayabilmek

zorundadırlar. Dolayısıyla eğer bir Tanrı varsa, O’nun bedenleşmiş

insanlar yaratmasının olasılığının, O’nun onlara sadece bir

konum vermesinin olasılığına benzer olduğunu ileri sürüyorum. Benim

belirlediğim olasılık aralığı (0,2 ile 0,8 arasında) rastgele olmasına

karşın, buradaki önemli nokta olasılığın kayda değer olmasıdır.

İyi bir Tanrı, kendilerinin ve başkalarının iyi olmaları için anlamlı bir

sorumluluğa sahip sınırlı özgür varlıklara sebep olmayı isteyecektir.

Olasılık değerlerinin belirsizliğiyle, orada böyle bedenlerin var olmasının

iyiliği ciddi bir şekilde ele alınır; bunu yaparken bir şeyin ne

kadar iyi olduğuyla ilgili hesaplayabilme yeteneğimiz ise abartılmaz.

Bizim iyi bir Tanrı’nın ne yapacağını tahmin etmek ile ilgili durumumuz,

belirli bir karaktere sahip herhangi bir kişinin yapma olasılığı

olduğu şeyleri tahmin etmedeki durumumuzla temelde benzerdir, biz

onların yapabilecekleri şeyleri tahmin edebiliriz fakat bu tahminimizin

mutlak bir kesinliğe sahip olduğu söylenemez. Birbirlerini anlayabilecek,

kendilerini ve başka şeyleri şekillendirebilecek ve Tanrı’nın

kendisi hakkında bilgi sahibi olabilecek şekilde güç ve anlamada gelişip

gelişmemeyi özgür bir şekilde seçebilecek yaratılmış varlıklara

neden olduğu; Tanrı’nın doğal olarak yapmayı seçeceği şeylerden birisi

olduğu varsayılmadıkça, Tanrı’nın mükemmel bir şekilde iyi olduğunu

iddia etmek içeriksiz olurdu. Eğer Tanrı öyle seçerse, bu sonucu

iki yoldan birisi ile gerçekleştirebilir. Birincisi, belirli aşamada

evrimleşecek, bedenleşmiş insanın yaşamına uygun başlangıç şartlarını

ve kanunları yaratmayı, evrenin başlangıcında gerçekleştirmesidir.

Diğer yol ise herhangi bir zamanda bedenleşecek insan yaşamına

uygun şartlara ve sınır koşullarına sebep olmak için, doğru türdeki

kanunları muhafaza edecek şekilde, (sonsuz veya sonlu zamanın) her

bir anında müdahale etmesidir.

Eğer Bir Tanrı Yoksa İnsan Bedenlerinin Olduğu Bir Dünya

Neden Mümkün Değildir?

Eğer Tanrı yoksa, insan bedenlerinin veya gerekli niteliklere sahip

insan “parçacık-bedenleri”nin var olma olasılığı nedir? Bilim henüz

uzamsal insan bedenlerinin bir takım özelliklerinin meydana gelme

olasılığını tartışacak durumda değilken (örneğin ahlaki farkındalığın

fiziksel ilişkisini gösterebilme gibi), insan bedenleri için gerekli koşulların

çoğuna haiz bedenlerin varlığı için gerekli zorunlu koşulları

tartışabilir ve tartışmıştır. Daha önce gördük ki uzamsal bedenler sabit

veya sabit olmayan temel bileşenlere ihtiyaç duyar. Şu anda evrenimizde

işlediğine inanılan kanun türleri (kuantum teorisi kanunu ve

dört kuvvet gibi), tabiat kanunlarının değişmezleri ve başlangıç koşullarının

değişkenlerinin değerleri düşünüldüğünde, eğer bu temel bileşenler

evrilecekse, oldukça dar sınırlar içerisinde olmak zorunda olduğu

konusunda fikir birliği vardır, diyebiliriz. Eğer büyük patlamanın

başlangıç hızı mevcut hızından biraz fazla olsaydı, yıldızlar ve bu şekildeki

daha ağır elementler oluşmazdı; eğer biraz az olsaydı, elementlerin

oluşması için yeterince soğumadan önce evren çökmüş olurdu.

Baryonlar anti-baryonlardan biraz fazla olmak zorundaydı. Eğer oran

biraz az olmuş olsaydı, yıldızların ve galaksilerin meydana gelmesi

için yeterli madde var olmazdı; eğer daha büyük olsa idi, gezegenlerin

meydana gelmesine izin vermeyecek şekilde çok fazla radyasyon

var olmuş olurdu.11 Benzer sabitler ve sınırlılıklar, evrenimizin sahip

olduğundan daha az yoğunluklu ve şiddetli bir başlangıca sahip bir

evren için de geçerli olurdu. Eğer gezegenler ve ağır elementler herhangi

bir zamanda meydana gelecekse, ezeli bir evren zikredilen fiziksel

değişmezlerin değerlerine ilave özelliklere sahip olmak zorunda

olurdu; her ne kadar bu sınırlılıklar başlangıca sahip bir evrendeki sınırlılıklardan

daha az olsaydı bile.

Belki de Büyük Patlama anında başlangıç koşullarının ince-ayarını

oluşturan kanun türlerinin, başlangıç koşullarının çok daha az inceayarının

gerekli olduğu gerçek kanunlara yaklaşmış bir tahminden

11 Fiziksel sabiteler ve başlangıç koşulları ile ilgili sınırlılıklar hakkında tam detaylar için,

bkz. Tipler ve Barrow (1986), özellikle Bölüm 5 ve 6.

başka bir şey olmadığı, bir gün ispatlanacaktır. Bir kimse, aşağı yukarı

her başlangıç koşulundan birkaç saniye sonra, evrenin genişlemesi

için değerler sağlayan, böylece gezegenlerin ve ağır metallerin

evrilmesine sebep olan, kanunların var olduğunu iddia edebilir. Ancak

bu kanunların diğer bütün verilerimizle örtüşmesi için, muhtemelen

oldukça ince-ayarlanmış bir takım sabiteleri, daha özel başlangıç

koşulları varsayarsanız ondan bile daha ince-ayarlanmış olanını, içermek

zorunda olacaktır. Birçok şekli olan “enflasyon teorisi” başlangıç

koşullarının ince-ayara olan gereksinimini, onu kanunlar ile açıklayarak,

ortadan kaldırmada sanki başarılı olabilir gibi gözüküyor.12

Daha derinde, şu anda temel olduğuna inandığımız kanunların daha

temel kanunlardan türetilmiş olduğu ispatlanabilir, ki bunların fiziksel

sabitelerinin bir veya ikisinin değerleri geri kalan değerleri oluşturmuş

olabilir; böylece doğru temel kanunlar sadece sınırlı sayıda

sınır koşullarına müsaade ediyor olabilir. Böylesi bir senaryoda, var

olan değişkenlerin ve sabitelerin değerleri ile ilgili “ince-ayara” ihtiyaç

çok daha azaltılmış olurdu.13 Fakat eğer evrende yaşam evrimleşecekse,

daha özel kanunlara ve sınır koşullarına gereksinim duyulacak

şekilde evrenin “ince ayarlanmış” olmak zorunda olduğu gerçeği

12 Doğal olmayan bir şekilde, oldukça kompleks bir hal almaksızın, çözülmesi düşünülen

söz konusu problemleri enflasyon teorisinin çözmediğine dair yaklaşım için, bkz.

Earman ve Mosterin (1999).

13 Sicim teorisinden temel tabiat kanunlarını türetmenin büyük oranda ince-ayara gereksinimi

azaltması mümkündür. Bu Kane ve başkaları tarafından iddia edilmiştir (2000).

Bütün sicim teorilerinin eşit olduğunu ve farklı mümkün “boşluk”un bütüncül bir

şekilde tabiat kanunlarının değişkenlerinin bütün başlangıç değerlerini ve sabitelerini

belirlediğini ileri sürerler. Sicim teorisinin ispatlanmasından önce ve sonuçlarının

ispatlanmasından önce, çok fazla çalışma yapılması gerektiğini kabul etmektedirler.

Ancak, bu belirsiz spekülasyonlar kabul edilse bile, “çok sayıda mümkün boşluğun”

olduğunu, ayrıca hem herhangi diğer temel kanunların yerine sicim teorisine sahip

olmanın, hem de başlangıç koşulları için özel değerlerin olmasının gerektiğini kabul

etmektedirler.

aynı kalır. Bizimkinden farklı türdeki kanunları olan birçok mümkün

evren, sabiteleri her ne olursa olsun, bedenleşmiş yaratıkların var olmasını

mümkün kılmazdı; örneğin bütün atomları sonsuzdan beri

var olan ve sadece birbirleri arasında itme güçleri olan bir evren gibi.

Başka evrenler (diyelim ki dört yerine yedi kuvvetin olduğu evrenler),

ancak kanunlarının sabitelerinin kesin değerlerinin olması durumunda

elverişli olabilir.

Öyleyse önceki olasılığı, yani yaşamın evrimleşmesini mümkün

kılan sınır koşullarına ve kanunlara sahip bir evrenin, a priori (önsel)

temellere dayanan (“özsel olasılık (intrinsic pobability)” dediğim şey)

olasılığını belirleyen ilkeler nedir? Evrenlerin sınır koşulları ve kanunları,

basitliklilerine göre çeşitlilik gösteren özsel olasılıklara sahiptir

ve kanunların aldığı değerlerin içinde yer aldığı aralıklar da böyledir.

Böyle de olmalıdır, çünkü eğer olmasaydılar, şu ana kadar gözlemlediğimiz

evrenimizin tabiatı hakkındaki herhangi bir hipotez (ne kadar

kompleks ve üstünkörü olursa olsun), gözlediklerimize göre eşit derecede

mümkün olurdu. Bu açık bir şekilde öyle değildir ve bu yüzden

a priori unsurlar, delil hakkındaki hipotezlerin olasılığını değerlendirmede

işin içine girer. Bu unsurların “kapsam” ve “basitlik” olduğunu

iddia etmiştim. Bir hipotezin “kapsamı” bize ne kadar çok şey söylediğine

- iddialarının kaç nesne hakkında ve ne kadar detaylı olduğunabağlıdır;

fakat evrenlerin sınır koşulları ve kanunlarıyla ilgili bütün

hipotezler aynı kapsama sahip olacağı için, bu unsuru göz ardı edebiliriz.

“Basitlik” kendi başına, evren açıklayan hipotezlerin özsel olasılıklarını

belirleyecektir. Şu ana kadar tahminlerinde aynı başarı ve

kapsama sahip olmuş olan (başka tecrübi delilin veya “arkapalan”da

delilin olmadığı durumda) hipotezlerin göreceli olasılıklarını muhakeme

etmek için, kullanmayı doğru bulduğumuz kriterler hakkındaki

tam bir araştırma; basitliğin, özsel olasılığı nasıl belirlendiğine dair bir

kriterler kümesi geliştirmeyi mümkün kılmalıdır. 14

Aynı tabiat kanunlarının mantıksal olarak sayısız eşit şekillerde

ifade edilebileceğini belirtelim. Bir hipotezin basitliğini belirlemenin

ölçüleri, onun en basit formülünün basitliğinden yararlanarak basitliğini

belirleyen ölçülerdir; yani değişkenlerin gözlemlenmeye yakın

niteliklere sahip olması ve eşitlikleri matematiksel olarak daha basit

şekilde, daha az terimler içererek, daha az kanunlarla birbirine bağlama.

Bu ölçülerin sabiteleri ve değişkenleri belirli bir sınır içerisinde

olanın, sabiteleri ve değişkenleri eşit uzunlukta farklı bir sınırın içerisinde

olan kadar özsel olarak olası olacağı, genel olarak doğru olacaktır.

Yani, sınır koşullarının değişkenlerinin ve fiziksel sabitelerin

değerlerinin gerçek olasılığının yoğunluğu, belirli bir tür hakkındaki

( örneğin, sadece bu değişkenlere ve sabitelere göre farklılaşan) hipotezler

için sabittir.15

14 Hipotezlerin göreceli basitliğini belirleyen çeşitli özellikler ile ilgili bir analiz teşebbüsü

için, bkz. Swinburne (2001: bölüm 4)

15 Aynı genişlikteki mümkün değerlerin herhangi bir aralığı içerisindeki bir değişkenin

veya bir sabitenin olasılığının bu sebeple aynı olacağı ve en basit ve en temel formlardaki

kanunlarla belirlendiği konusundaki görüşüm, Bertrand paradoksunun

versiyonları göz önünde buluşturularak oluşturulmuştur. Problemlerin başka şekilde

olabileceğine dair çok basit bir örnek olarak şunu verebilirim; Newton’un kütleçekim

kanunu F=G (mm,//r2), d’nin G-1/3 olarak tanımlanması durumunda, F=mm,/d3r2

olarak, ifade edilebilir. d’nin sabit olasılık dağılımı G’nin sabit olasılık dağılımını vermeyecektir;

bu, bu durumun tersi için de geçerlidir. Tabiat kanunları çok komplike

formlarda ifade etmek, mantıksal olarak onları en basit formunda ifade etmeye eşittir

ve formlarının değişkenleri ve sabiteleri adına sabit bir olasılık yoğunluğu olduğunu

varsaymak, bunların çok daha büyük versiyonlarının (daha az ince-ayarlılarının)

evrenin insan yaşamını üretmesi için gerekli olabileceği gibi sonuçlara sahip olabilirdi.

Fakat kanunlar, en basit formlarının özellikleri vasıtasıyla daha büyük önsel olasılığa

sahip olmak için, daha basitleştirilir. Bir sabite (örneğin G’deki -1/3), üssel olarak ifade

edilecek bir sabiteden daha basit olduğu için, Newton’un kanunun geleneksel formu,

mümkün olabilecek en basit şekilde ifade edilişidir ve böylece en temel formdur.

Ve daha genel olarak, bir kanunun en basit formunda ısrar, bu türdeki kanunların

Bu ölçüleri kullanarak, bedenleşmiş insanlara elverişli olan mümkün

evrenlerden birisine ait bir evrenin özsel olasılığının ne olduğunu

hesaplamak benim kapasitemin ötesindedir. Zannımca, bunu hesaplamak,

günümüzdeki herhangi bir matematikçinin yeteneğinin de ötesindedir.

Ancak problem iyi tanımlanmış görünüyor ve bu yüzden

gelecekteki bazı matematikçiler tarafından çözülebileceği konusunda

ümitvar olabiliriz. Bu çözüm elde edildiğinde, (geniş anlamda) inceayarlanmış

olan tek bir evrenin önsel olasılığı ile ilgili soruya, tam bir

şekilde ispatlanmış bir cevaba sahip olurduk. Bedenleşmiş insanlara

elverişli olan mümkün evrenlerden birisine ait bir evrenin özsel olasılığının

ne olduğu problemine ispatlanmış bir çözümün olmaması durumda,

tahminde bulunmak zorundayız. Bizimki gibi sınır koşulları

ve kanunları olan evrenlerin, sadece cüzi bir parçasının ince-ayarlanmış

olmak açısından farklı olduğu varsaymak için bir gerekçenin olmadığını

iddia ediyorum (başlangıç koşulları ve kanunlarının göreceli

basitliği olarak izah ettiğim özsel tabiatlardan kaynaklanan olasılıklar

düşünüldüğünde).

Ancak ateistler, belki de çok sayıda gerçek evrenlerin olduğunu, onlardan

en az birisi ince-ayarlanmışsa bunun sürpriz olmayacağını iddia

etiler. Fakat ince-ayarlanmış bir evrenin neden var olduğunu açıklamak

için, çok sayıdaki bu türdeki evrenlerin sebepsiz olarak var olduğunu

ileri sürmek, irrasyonelliğin zirvesi olarak gözükmektedir.16 Rasyonel

değişkenleri ve sabiteleri adına ortaya çıkacak temel olasılık yoğunluğunun dağılımını

ortaya koymalıdır (veya azami olarak, bir kanunun eşit olarak basit formları varsa,

ince-ayara gereksinim açısından önemli bir fark oluşturmayacak birkaç tane olasılık

yoğunluğu dağılımı da olabilir).

16 Bununla birlikte, bazı yazarlar tam olarak bunu önermişlerdir. Örneğin, Tegmark şöyle der:

Bizim HŞT (Her Şeyin Teorisi) matematiksel anlamda... var olan her şeyin fiziksel

anlamda da var olduğunu ileri sürer. Bu teorinin zerafeti son derece basit olmasında

yatar, çünkü matematiksel eşitliklerinin hangilerinin “gerçek” olduğu konusunda, ne

çıkarım, çok sayıda kompleks varlığın neden var olduğunu açıklayabilmek

için basit bir varlığın ileri sürülmesini gerektirir. Fakat daha az

kompleks olmayan bir varlığın, neden var olduğu açıklamak için, birçok

kompleks varlıkların olduğunu ileri sürmek çılgınlıktır. Olasılık

itibarı ile bu, sebebi olmayan birçok sayıda evrenlerin var olmasının

özsel olasılığının, sebebi olmayan tek bir evrenin var olmasının özsel

olasılığından, çok daha az olması sebebiyledir. Eğer ateist, ince-ayarlanmış

bir evrenin farklı türlerde sayısız evrenler olduğu için var olduğunu

iddia edecek olursa, iddiasını makul kılmak için yapmak zorunda

olduğu şey, ara sıra meydana gelen ince-ayarlanmış olanları da

içeren, bütün evren türlerini var kılan bir mekanizma ileri sürmektir.

herhangi rastgele varsayımlara ne de herhangi serbest parametrelere sahiptir. (1998: 38)

O açık bir şekilde basitlik hakkında bir açıklama ileri sürer; buna göre bir teori, bu

teorinin açıklanması için daha az işlemsel sembollere ihtiyaç hissederse daha basittir

(Tegmark 1998:44). Bu “algoritmatik” hesap şu sonuca sahiptir:

...Einstein alan denklemleri için bütün ideal akışkan çözümler kümesi, jenerik tikel

çözümden daha kısa algoritmik kompleksliğe sahiptir, çünkü önceki basit bir şekilde

birkaç denklemle belirlenmiştir ve daha sonraki hiper yüzeyde çok yüksek oranda başlangıç

koşullarının belirlenmesini gerektirir. (Tegmark 1998:44)

Buna göre her bir mümkün evrenin var olduğunu ileri sürmek hepsinin en basitidir,

çünkü bu oldukça az işlemsel sembol gerektirir!

Bu bize, tamamıyla tümevarımsal pratiğimize aykırı, basitlik hakkında tuhaf bir açıklama

gibi görünmektedir. Eğer fenomenleri açıklamak için (birbirleri arasında bazı

nedensel ilişkileri olan)nesneler varsayıyorsak, işin olması için, olası en az sayıda nesnenin

varlığını varsayarız. (Tegmark’ın kullandığı basitlikle ilgili “işlemsel” açıklamanın

daha detaylı bir eleştirisi için, bkz. Ek not F Swinburne (2001).) Tegmark ne kadar

ciddi bir şekilde “her bir mümkün dünya”yı ele almıştır? Onun ele aldıkları sadece tabiat

kanunları tarafından yönetilenlerdir ve kişilerin bedenlendiğini varsayıyor. Fakat

bu koşulların yerine gelmeyeceği sonsuz mümkün dünyalar vardır. Bedenlenmemiş

olma ve/veya insan olmayan kişiler olma olasılığı, benim kastettiğim anlamda “ince-

ayarlanmış” olmayan sayısız evrenlerde var olabileceğimiz (sen, ben ve Tegmark

gibi tikel bireyler) gibi bir sonuca sahiptir. Ancak bedenleşmiş bir birey için belirli bir

zamanda bir evrenden daha fazlasında var olmak mantıksal olarak mümkün değildir.

Dolayısıyla ince-ayarlanmış bir evrende niçin var oluyoruz? Tegmark için, bu büyük

oranda imkânsız bir şey olmalı. Bir teist, bunun, bu bölümde daha önce ifade edildiği

şekilde, bedenleşmiş insanlar olarak var oluşumuzun iyiliği sayesinde açıklayabilir.

Bu “mekanizma” hipotezine biraz daha detaylı bakalım. Farklı

türlerdeki yeni evrenlerin sürekli bir şekilde var olmasını dikte eden,

kendi başına çalışan bir kanun olduğu ileri sürülebilir. Ancak bu hemen

kabul edebileceğimiz bir “açıklama” değildir. Kanunlar sayesinde elde

edilen bilimsel açıklamalar, yeni durumlar meydana getirmek için (veya

belirli türdeki durumların meydana gelmesini önlemek için) kanunların

işlediği durumları talep eder. “Bütün bakırlar ısıtıldığında genleşir”

kanunu, herhangi ısıtılmış bir bakır olmadığında dünya üzerinde bir

etkiye sahip değildir. Koruma kanunu gibi kanunlar, durumların nasıl

evrilebileceği hususunda gerçek sınırlandırmalardır; neyin var olduğu

hususunda ise bu tip kanunların varlığından bir sonuç çıkarsanamaz.

(Aslında benim görüşüme göre, tabiat kanunları var olan nesnelerin

olasılıkları ve güçleri hakkında basit şekilde genellemelerdir. Bu noktaya

burada değinmeyeceğim.) Bana öyle geliyor ki, “bir evren meydana

getiren mekanizma” ile ilgili bir hipotezi makul kılmanın alternatif

iki yolu vardır: Bunlardan birincisi, ya ilk anda ya da sürekli bir

şekilde sayısız başlangıç koşullarına ve farklı kanunlara sahip yavru

evrenleri meydana getiren kanun tarafından yönetilen “esas- bir evrenin

(master-universe)” var olduğunu varsaymaktır. Diğeri ise, her bir

eski evrenin farklı kanunları ve başlangıç koşullarını (çoğu durumlarda,

meydana getirme kanununu içeren) olan birçok yeni evrenleri

meydana getirdiği; bütün evrenleri yöneten bir kanunun var olduğunu

varsaymaktır. Her bir durumda yeni evren, uzamsal olarak değil, zamansal

olarak ebeveyniyle ilişkili olacaktır. Bu hipotezleri tutarlı buluyorum.

Aynı zamanda, evrenimizin varlığını Tanrı’nın fiili ile açıklayan

rakip teistik hipotezlerden çok daha az basit gözükmektedirler.

Bir ateist hipotezin, sonuçta, var olan evrenlerin farklılığını garanti

eden oldukça detaylı bir kanuna sahip olması gerekir; eğer evrenlerin

bu farklılığı sonuçta var olacaksa, sayısız olası diğer yapılardan

ziyade belirli bir yapıya ve dar anlamda (ve üzerinde kanunların işleve

sahip olacağı, belirli türden başlangıç koşullarına sahip evrenler

olabilir) ince-ayarlamaya gereksinim duyan sabitelere de sahip olması

gerekir. Kanunun tam da bunun gibi olmuş olması, ateistin temel olgusu

olurdu. Teizm basit bir şekilde dört niteliğin (güç, bilgi, özgürlük

ve zamansal kaplam) sonsuz derecelerinin olduğunu; bunların bir

miktarının kişilerin kişi olması için gerekli olduğunu, başka her şeyin

bunlardan kaynaklandığını ileri sürer. Ayrıntılı bir şekilde ifade

edilen ateistik kanunlarla, evren ölçeğindeki maddenin başka evrenleri

meydana getirirken, her bir evrenin içerisindeki maddenin hiçbir

şekilde daha fazla madde üretmediği, ifade edilmek zorunda olacaktır;

zira evrenimiz içerisinde herhangi bir böyle madde üretme sürecine

şahit olmuyoruz. Evrenimizde, kuantum teorisi tarafından yönetilmeyen

küçük bölgeleri dışarı atan mevcut bir süreç yoktur. Bu

kanunlarla, küçük ölçekte işlemeyip büyük ölçekte geçerli olan süreç

türlerinin ileri sürülmesi zorunludur ve böylece süreçlerin sınırlarını

sınırlandırma hususunda muğlak bir durumdadır. Bunun aksine teizm,

evren yaratılırken var olan nedensellik türünün, evren içerisinde çok

küçük ölçekte gördüğümüzle -kendilerine bir şekilde iyi olarak görünen

şeyleri var kılmanın yolunu arayan faillerin kasti nedenselliğiyle aynı

olduğunu ileri sürer. Eğer evren-oluşumu hipotezi, bütün evrenlerin

yeni evrenler oluşturduğu şeklinde olsaydı; neden şu ana kadar

bu tür süreçlerin başlangıcının evrenimiz içerisinde gözlemlenmediğine

dair bir açıklamaya gereksinim duyardık.

Bununla birlikte, eğer biz bir evren-oluşumu mekanizması ileri

sürersek; en az bir tane ince-ayarlanmış ve böylece insan bedenlerini

içeren bir evrenin var olması beklenmelidir. Fakat bölümün başında

tarif edilen anlamda insanlar olsak bile, neden kendimizi böyle bir

evren içerisinde bulmamız gerektiği konusunda özel bir sebebe sahip

değiliz. İnsanlar ince-ayarlanmış bir evrende sadece bedenlere sahip

olabilirlerken, herhangi düzenli bir evrende var olabilirlerdi. Başka

evrenlerde, (daha önce tanımlanmış anlamda parcacık-beden olmamamıza

karşın) parçacık bir konuma ve öğrenmeyle arttırabildiğimiz

bir algı ve kontrol alanına sahip olabilirdik; bu, parçacık içerisindeki

herhangi bir süreçteki işleyişe bağlı olmamasına karşın. Parçacığın

kendisi zihin-beden etkileşiminin yeri olurdu. Başkalarının kamusal

davranışlarını araştırarak inançları ve amaçları hakkında bilgi edinemeyebilirdik,

fakat belki de kendimizi bazı parçacıkların diğer insanlar

tarafından kontrol edildiğine inanıyor bulabilirdik; veya belki

de solipsist olurduk. Dahası, kişiler olarak bizler bedenlere sahip olsaydık

bile, bu bölümün başında tanımlanmış anlamında insanlar olmaya

gereksinim duymazdık ve böylece ince -ayarlanmış bir evrende

kendimizi bulmazdık. Zira insan olmak, onu tanımladığım gibi, kendimize

ve başkalarına dikkate değer bir şekilde iyi ve kötü yapabilmemizi

(Tanrı’yı algılama kapasitesine sahip olmayı da) ve ahlaki

inançlara sahip olmamızı içerir. Biz kırılmaz kabuk içerisine hapsedilmiş

olabilirdik ve birbirimizde acı veya zevke neden olamayabilirdik;

bol miktarda yiyecek ve başka istediğimiz her şey olabilirdi ve böylece

başkalarını bundan mahrum bırakmanın bir imkânı da olmayabilirdi.

Sabit olmayan ahlaki karakterlere sahip olabilirdik. Ve nesilleri

iyi veya kötü konusunda etkilemek bir yana, onlara sahip da olmayabilirdik.

Evrenimiz, Tanrı’nın bilinçli bir varlığa vermeyi isteyebileceği

bütün özelliklere bolca sahiptir. Evrenimizde bilginin genişleme

ve kontrol alanı, olması muhtemel birçok ince-ayarlanmış evrenlerle

kıyaslandığında bile muazzamdır. Bir evren, örneğin gelecek nesilleri

etkileme gücüne sahip olmayan sadece bir nesle sebep olsa bile, yine

de ince-ayarlanmış olurdu. Evrenimizde, insanlar, çocuklarını ve torunlarını

birçok gelecek nesli (örneğin daha sonrakilerin yaşayacağı

iklimi ve onların ham maddelerini etkilemek suretiyle) etkileyebilir.

Evrenimiz, insan gibi varlıkların evrimine imkân veren -ki bu kısa

bir zaman ve mekân periyodunu değil, bütün evrenin her bir parçasının

uzun bir zaman periyodunu kapsayan bir özelliktir- düzenlilik

özelliği açısından da benzersizdir. Tanrı’nın bize bir takım sorumluluklar

ve özgürlükler vermesi, özgürlüğün derecelerinin ve sorumluluğun

miktarının ölçülebilmesi ve Tanrı’nın hediyesinin iyiliğinin ölçüye

nispetle olması iyi bir şeyse, O’nun bize daha fazla ve daha iyi

konusunda verebileceği ile ilgili bir sınır olmasa bile, daha önceki sonuçtan

büyük ihtimalle çok fazla (örneğin bir insan yaşamının uzunluğuyla

verilmiş sınırlar gibi, bireysel kişilere yapabileceğimiz zararların

sınırları içerisinde) vereceği sonucu çıkar. Fakat ateist hipoteze

göre, bizim herhangi bir nesile sahip olmamız bile büyük bir şanstır.

Bu yüzden ateistik meydana geliş hipotezi, çok da basit olmamasının

yanında, evrenimizin mevcut özelliklerini öngörme konusunda da oldukça

zayıftır. Bir evren-oluşumu mekanizması hipotezine dayalı olan

bütün bu diğer olasılıklar ve ihtimaliyetler dikkate alındığında, bir insanın

kendisini ince-ayarlanmış bir evrende bulması çok küçük bir olasılık

olurdu. Bu yüzden bizim konumlanmış olduğumuz evrenin neden

ince-ayarlanmış olduğu hakkındaki daha iyi bir açıklama varsa

eğer, biz onu tercih etmeliyiz. Teizm, bu bölümün ilk kısmında özetlendiği

gibi, bunu sağlayabilir; zira Tanrı’nın bizi ince-ayarlanmış bir

evrene (orada başka evrenlerin var olduğunu hiçbir şekilde iddia etmeksizin)

niçin koymuş olduğunun bir gerekçesini verir.

Benzer sonuçların “parçacık-bedenler”de bedenleşmiş insanlarla

ilgili olasılık açısından da ortaya çıktığını ileri sürüyorum. Bu bedenler

için özel türdeki kanunlar gereklidir; bunlarla başka insanlar,

onların davranışlarından bedenleşmiş insanların inançlarının ve

amaçlarının ne olduğunu çıkarabilecek ve onların temel kapasitelerini

etkileyebilecektir. Bildiğim kadarıyla, bunun için neyin gerekli olduğu

ile ilgili hiçbir detaylı matematiksel çalışma şu ana kadar yapılmamıştır;

bu yüzden böyle bir durumun büyük oranda ihtimal dışı olması bir

varsayımdır. Ancak akla uygun bir varsayımdır; fizikçiler tarafından

araştırılan mümkün evrenlerin hiç birinin böyle bir ortamı sağlayamayacak

olması bile, bu varsayımı makul kılmaya yeterlidir. Bunların

hiç birinde, onlara inançlar ve amaçlar atfedebileceğimiz şekilde,

veri akışlarına duyarlı parçacıklar bulunmamaktadır. Sıradan bedenlerle

ilgili daha önce verilmiş olanlara benzer argümanlarla, evren

meydana getiren bir mekanizmanın belirli bir kompleksliğe sahip olması

ve böylece tartışılan türden parçacık-bedenleri içeren bir evreni

meydana getirmesi için, imkânsız denebilecek türden özelliklere sahip

olması gerektiği sonucuna varıyoruz. Eğer böyle bir evren var olsaydı

bile, biz insanlar olarak kendimizi böyle bir evrende bulacak olmamızda

çok fazla olasılık yoktur, çünkü ister insanlar olarak veya

değil, başka birçok evrende var olabilirdik.

Eğer bir Tanrı varsa, insan bedenlerinin veya “parçacık-bedenler”in

var olması için ince-ayarlanmış bir evrenin var olmasının anlamlı bir

şekilde ihtimal dâhilinde olduğu; eğer bir Tanrı yoksa, böyle bir evrenin

var olmasının hiçbir şekilde ihtimal dâhilinde olmadığı sonucuna

varıyorum. Bunun sonucu olarak, burada ele aldığım şekliyle “inceayar

kanıtı”, Tanrı’nın varlığı için birçok kanıtın birleşmesinden oluşan

birikimsel kanıta anlamlı bir şekilde katkıda bulunmaktadır.

Kaynakça

Barrow, J.D. ve Tipler, FJ. (1986) The Anthropic Cosmological Principle,

Oxford: Clarendon Press.

Earman, J. ve Mosterin, J. (1999) “A Critical Look at Inflationary Cosmology,”

Philosophy of Science 66:1–49.

256

ALLAH , FELSEFE VE BİLİM

Kane, G.L., Perry, M.J., and Zytkow, A.N. (2000) “The Beginning of the

End of the Anthropic Principle,” internet erişimi için: www.lanl.gov/

abs/astro-ph/0001197.

Leslie, J. (der.) (1989) Physical Cosmology and Philosophy, New York: Macmillan.

Plantinga, A. (1974) The Nature of Necessity, Oxford: Clarendon Press.

Swinburne, R. (2001) Epistemic Justification, Oxford: Oxford University Press.

——(1997) The Evolution of the Soul, Oxford: Clarendon Press.

——(1996) Is There a God?, Oxford: Oxford University Press.

——(1994) The Christian God, Oxford: Clarendon Press.

——(1993) Coherence of Theism, revised edn, Oxford: Clarendon Press.

——(1991) The Existence of God, Oxford: Clarendon Press.

Tegmark, M. (1998) “Is ‘The Theory of Everything’ Merely the Ultimate

Ensemble Theory?,” Annals of Physics 270:1–51.