Kuran'ın Kaynağı Hz.Ömer'dir,Hz.Peygamber Epilepsi Hastasıdır ve Garanik Meselesi İddialarına İSMAİL FENNÎ ERTUĞRUL’UN CEVABI



İSMAİL FENNÎ ERTUĞRUL’UN MÜSTEŞRİKLERİN KUR’ÂN
HAKKINDAKİ İDDİALARINA VERDİĞİ CEVAPLAR

1. Kur’an’ın Kaynağı
a) Vahyin Alınması (Telakkî-i Vahiy)

Kur’an hakkında çalışmalar yapan oryantalistlerin en çok üzerinde durdukları konu, vahyin kaynağı meselesidir. Kur’an vahyinin ilâhîliğine inanmayan
oryantalistlerin, ona gayri ilâhî bir kaynak arama çabası içinde olduklarını
görürüz. Bu kaynağın Yahudilik mi, yoksa Hristiyanlık mı olduğu, müsteşrikler
arasında çekişmelere konu olmuştur. Bu konuda müsteşrikler beş değişik görüş
ortaya koymuşlardır. Bazılarına göre Kur’an’ın kaynağında Yahudi tesiri vardır.
Bazılarına göre Hristiyan tesiri, bazılarına göre ise hem Yahudi, hem de Hristiyan tesiri vardır. Bazı müsteşrikler Kur’an’da putperest etkisi olduğunu düşü-
nür. Bir grup müsteşrik ise bunların dışında bir metod takip eder.
36
Hz. Peygamber’in getirdiği vahyin gayri ilâhî olduğunu ortaya koymak adına,
vahiy alma esnasında (telakkî-i vahiy) Hz. Peygamber’de hâsıl olan birtakım
halleri de değişik hastalıkların göstergesi olarak kabul etmişlerdir. Dozy, bu
hallerin, önceleri sara hastalığına delâlet ettiğinin düşünüldüğünü, fakat son
olarak aynı zamanda bir doktor olan müsteşrik Sprenger tarafından histeri
krizinin göstergesi olarak kabul edildiğini ifade eder.
37 Ertuğrul, Dozy’nin Hz.
Peygamber’e yönelik histeri (halüsinasyon) iddiasını cevaplandırırken, konunun
mütehassısı olan Paris Üniversitesi’nde ruh hastalıkları uzmanı olan Bayer de
Buamon (A. Baiere de Boismont)'un
“İhsâsât-ı Hayâliyye” (Des Halllucinations) adlı
eserinden uzun bir alıntı yapar. Bu eserde, Hz. Peygamber’in fedakârlıklarla

dolu hayatı, putperestliği yıkıp yerine ruhani bir dini ikame etmesi, memleketini
barbarlıktan kurtarması, sebat ve metanet göstermesi gibi hususlar vurgulanarak bu hallere sahip bir kişinin delilikle itham edilemeyeceği söylenir. Ertuğrul
der ki; Dr. Rönolden’in (Renaulden)de zikrettiği gibi, Hz. Muhammed’in başardığı işleri, sahip olduğu dehâ, sebat ve metaneti ancak sağlıklı ve kâmil bir fıtrat
üzere yaratılmış bir zat yapabilir. Bunlar, fizikî ve rûhî hastalığı olan kişilerin
yapabileceği bir iş değildir.
38
Dozy, eserinde histeri (isteryai adali) hastalığının fizikî ve ruhsal belirtilerini
anlatır. Hastalığa yakalananlarda kasların kasılması ve açılması, dudakların ve
dilin titremesi, gözlerin sağa sola dönmesi, başın kendi kendine hareket etmesi,
hamle şiddetli geldiği zaman yere düşme, nefes alma zorluğu gibi fiziksel; yalan
ve aldatmaya bazen kabiliyetli olmak, bazen olmamak, şehvetli ve heyecanlı
olmak, uyanık iken rüya görmek, halüsinasyon görmek veya işitmek, illüzyon
yani mevcut bir şeyi yanlış görmek veya hissetmek gibi psikolojik belirtilerinin
olduğunu belirtir. Bunların yanı sıra bu hastalığa yakalananların fikirlerinde
tazelik, ulviyet ve zahirî bir asliyet hali olduğunu ekleyerek Hz. Peygamber’in
vahiy alma esnasındaki halini bir hastalığa indirgemek için zemin hazırlamaya
niyet etmiştir. Nihayet, “Muhammed’in peygamberlikten önceki hayatında da
inanıp inanmadığını bilmek muhaldir.” diyerek okuyucularda şüphe oluşturmaya çalışmaktadır.
39Ertuğrul, Müslümanlar içinde bu tuzağa düşecek ahmaklar
çok azdır, çünkü Peygamberimizin sözleri, fiilleri ve evsafı en küçük ayrıntısına
kadar tespit edilmiştir ve kitaplarda yazılıdır, der. İtirazı şöyle devam eder: Bir
hastalığın teşhis edilmesi için hastanın bizzat muayene edilmesi gerekir. Muayene edilmesi durumunda bile pek çok defa hastalık teşhis edilemez. Hz. Peygamber hakkında böyle bir imkânın olmadığı açıktır. Üstelik Hz. Peygamber’den bahseden kaynaklar incelendiğinde onun, Dr. Sprenger’in bahsettiği
belirtilerden ne kadar uzak olduğu açıkça anlaşılır. Ayrıca kabileleri birbiri ile
sürekli bir savaş halinde olan Arap milletini bir kelime üzerinde birleştirerek
birbirleri ile kardeş yapmak, putperestliği ve her türlü kötü adetlerini yok
etmek, onlara komutanlık etmek, bütün dinî ve dünyevî işlerini yoluna koymak
gibi işler, hasta ve vehimli bir insanın kârı değildir. Bu ancak hilkaten ve ahlâken
mükemmel bir surette yaratılmış ve Allah’ın yardımına mazhar olmuş bir zatın
başarabileceği bir iştir. Dozy de bunun büyük bir başarı olduğunu itiraf eder.
Ertuğrul, bu başarıları histerili bir hastanın meydana getirdiğinin tarihte bir

örneğinin olmadığını belirterek Hz. Peygamber’in fiziken ve ruhen mükemmel
halde olduğunu örneklerle ifade eder. Hz. Peygamber’in, her insan gibi zaman
zaman hasta olduğunu, ancak yüzünün kızarması, sararması, yüzünden terler
dökülmesi gibi hallerin vefat edeceği sırada gerçekleştiğini bildirir. Histeriye
tutulmuş kişilerin gördüğü hayallerin onda korku ve heyecan hissi uyandıraca-
ğını, Hz. Peygamber’e gelen vahyin vehim değil hepsi de gerçekleşmiş olan
hakikatler olduğunu, peygamberliğinden önceki dönemde ve peygamberliğinin
ilk yıllarında gördüğü rüyaların ise Hz. Hatice’nin şehadetiyle gerçekleştiğini
anlatır. Şu halde, Ertuğrul’a göre, bazı Avrupalı âlimlerin de itiraf ettikleri gibi
Hz. Peygamber’in müşahedatını hayali duygular (ihsâsât-ı hayâliyye) olarak
nitelemek, sapıkça bir iddiadır.
40

b) Muvafakat-ı Ömer

Ertuğrul, “Hz. Ömer’in vahiyler üzerinde tesiri olduğunu ve bazı emirlerin Hz. Ömer tarafından gerekli görüldükten sonra vahyedildiğini Hz. Peygamber’in itiraf ettiği ve bu durumda, Kur’an’ın ilâhî kaynaklı olması konusunun şüpheli hale geleceği41 şeklindeki Dozy’nin
iddiasını dile getirerek bu iddiayı kitabında cevaplandırmıştır. Hz. Peygamber,
gerek kendisine sorulan sorular, gerekse başına gelen hadiselerin gereği olarak
bazı hususlarda ilâhî vahyi bekler ve Allah’tan aldığı emirler doğrultusunda
hareket ederdi. Bedir savaşında alınan savaş esirlerinin öldürülmesi, içkinin
haram kılınması, Hz. Peygamber’in evine izinsiz girilmemesi, Hz. Peygamber’in
münafıkların cenaze namazlarını kılmaması gibi bazı konularla ilgili ayetler, Hz.
Ömer’in isteklerine uygun şekilde inmiştir. Ancak bunlardan bazısı Hz. Ömer,
arzusunu Hz. Peygamber’e arz etmeden önce inmiştir.
(Sabah akşam… Rablerine dua edenleri yanından kovma…)42ayeti ise Hz.
Ömer’in arzusuna tam olarak aykırı bir hüküm ihtiva ediyordu. Kureyş kâfirlerinden bir grup, Ebu Talib’e gelip Hz. Peygamber’in, kendi azatlı köleleri ve
yardımcılarını, yani fakir ve zayıf Müslümanları yanından kovmasını, böylece
ona hürmet ve itaat edeceklerini ve bu davranışın ona tabi olmaları ve onu
tasdik etmeleri hususunda faydalı olacağını söylediler. Amcası Ebu Tâlib de
bunu Hz. Peygamber’e söyleyince Hz. Ömer “Böyle yapsanız da niyetlerinin ne
olduğunu ve sözlerinde ne kadar samimi olduklarını anlasak…” demiştir. Ancak
daha sonra, yukarıda bahsi geçen ayet nazil olunca Hz. Ömer Hz. Peygamber’in
evine giderek özür dilemiş ve söylediği sözden dolayı pişman olduğunu dile

getirmiştir. Bazı ayetlerin onun arzu ve taleplerine uygun olarak inmesini,
kendisine “fâruk”lakabını kazandıran akl-ı seliminde ve isabetli görüşe sahip
olmasında aramak gerekir. Bu vasıflarının gereği olarak Hz. Peygamber ve
Müslümanlar için hikmet ve maslahat gereği olarak gördüğü bazı hususlarda
ayet inmesi, Müslümanları neden şüpheye düşürsün ve vahyin ilâhîliğine neden
zarar versin ki? Eğer Dozy’nin iddia ettiği gibi olsaydı Hz. Ömer’in arzusuna
uygun ayetleri tebliğ etmektense onu şüpheye düşürmemek için bu ayetleri
gizlemesi, ihtiyata daha uygun bir davranış olurdu. Dahası, öyle şüphe doğuracak bir hal olsaydı bundan ilk önce Hz. Ömer’in şüphelenmesi gerekirdi. Hâlbuki o, Yahudilerle görüşmesi esnasında onlara, “
Cebrail’e düşman olan Allah’a da
düşman olur.
” demiş ve bunu Hz. Peygamber’e gelip anlatmıştı. Bunun üzerine Hz.
Peygamber ona “Ey Ömer! And olsun ki Rabbin sana muvafık ayet indirmiştir”,
diyerek daha önce nazil olan
(Kim Cebrail’e
sa…
)43ayetini okumuştu. Bu sözler üzerine Hz. Ömer şüphelenmek şöyle dursun,
çok büyük bir memnuniyet duyarak şükretmiş ve “Kendimi İslâm dini üzere
taştan daha katı ve sağlam buldum.” demiştir.
44
Ertuğrul’a göre vahiy başkalarının arzusuna bağlı değildir, bilâkis Allah’ın
hikmeti ve iradesine göre cereyan eder. Hz. Peygamber de vahiyle ilgili hususlarda ne Hz. Ömer’in, ne de başka herhangi bir sahâbînin görüşüne göre hareket
etmiş değildir.
45
Dozy, iman eden kişilerin muhakeme ve düşünme yetisini kaybedeceğini ve
dolayısıyla bu gibi durumlarda şüpheye düşmekten uzak kalacağını söyler.
Böylece Hz. Ömer ve onun gibi büyük sahâbîlerin neden Hz. Peygamber hakkında şüpheye düşmediklerini izah etmeye çalışır. Ertuğrul bu iddiaya karşı da
şöyle der:
“Oysa imana bir defa şüphe bulaştı mı artık onun muhafaza edilmesi mümkün
olmaz. Hele Hz. Ömer gibi hak ile batılı ayırt etme vasfına sahip bir kişinin yalana ve aldatmaya kanmayacağı çok açıktır.”
46

c) Garânîk Hadisesi

Ertuğrul, Garânîk kıssasının uydurma olduğuna dair Fahreddin Râzî’nin
Tefsir-i Kebîr ve Kadı Iyaz’ın Şifâ adlı eserinden birtakım deliller nakletmiştir.
Bunlar özetle şu şekildedir:
1. Hz. Peygamber’in küfür anlamına gelecek putları tazim etmek ve yalan ve
iftira mahiyetindeki bir davranış olan kendisine nâzil olmayan bir şeyi Allah’a
isnat etmek gibi davranışlardan uzak olduğu pek çok ayetle sabittir. Şu ayetler
bunlara örnektir:

Eğer
(Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle
yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik
 ( Hâkka 69/44-46. )


O, nefis arzusu ile konuşmaz. (Size okuduğu) Kur’an, ancak kendisine bildirilen bir
vahiydir.
 ( Necm 53/3-4. )


Eğer biz sana sebat vermiş olmasaydık, az kalsın onlara biraz meyledecektin.(İsra 17-74.)

Ona ne önünden ne de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir.(Fussilet 41/42)

3)Hz. Peygamber, İslâm’ın ilk yıllarında Kâbe’de, müşriklerin saldırılarından

emin olarak namaz kılamaz ve Kur’an okuyamazdı. Hatta bunlar bazı kereler
ona saldırıda bile bulundular. Bu sebeple o,müşriklerin olmadığı zamanlarda
veya geceleri Kâbe’de namaz kılardı. Dolayısıyla kıssanın, anlatıldığı şekliyle
gerçekleşmesi mümkün değildir.

4) Müşriklerin Hz. Peygamber’e olan düşmanlığı, bu kadarcık bir söze aldanıp işin iç yüzüne vâkıf olmaksızın hemen secdeye varmalarına el vermeyecek  derecede büyüktü. Şu halde; görünüşte Hz. Peygamber onlara muvafakat etmiş-
se de, onların ilâhlarını tâzim ettiği hakkında nasıl bir görüş birliğine vardılar ve
hatta secde ettiler.
 
5)Müslüman olduklarını söyledikleri halde kalplerindeki hastalık sebebiyle
en küçük bir şüpheye düştüklerinde irtidat etmek, münafıkların, inatçı müşriklerin ve zayıf kalpli cahil müminlerin âdeti iken, bu olaydan sonra böyle bir
şeyin gerçekleştiği asla rivayet edilmemiştir. Eğer bu kıssa sahih olsaydı onun
vesilesi ile Mekke müşrikleri üstün konuma gelebilirlerdi ve Yahudiler de
“Muhammed müşriklerin putlarını övdü ve onları Allah’a vesile olduğunu itiraf etti.”diyerek
bu olayı müminlere karşı delil gösterirlerdi. 

Hâsılı, Fahreddin Râzî’nin, “Bu kıssa zahiri boyutta kalan müfessirlerin rivayetidir, muhakkık ulema bunun mevzu ve bâtıl olduğuna kail olmuşlar ve buna
karşı Kur’an, Sünnet ve mâkul kelâm ile ihticac etmişlerdir.” dediği gibi Kadı
Beydâvî de bu rivayetin muhakkıklar nezdinde merdut olduğunu beyan etmiştir.
Kadı Iyaz da, bu ve bunun gibi haberlere, ancak garip rivayetlere meraklı olup
kitaplarında sahih olan olmayan her şeyi alan müfessir ve tarihçilerin düşkün
olduğunu ifade etmiştir. Râzî ve Kadı Iyaz’ın ortaya koyduğu ve yukarıda
özetlenen deliller, garânîk kıssasının uydurma olduğunu ispat eder. Putlardan
nefret eden ve bu nefretini müşriklerin yüzlerine söylemekten çekinmeyen
Resulullah Efendimizin bir gün sözlerini değiştirip putlardan şefaat ümit edileceği kanaatine varması imkânsızdır.Eğer bu doğru olsaydı iman edenlerden
çoğunun irtidat etmesi tabii olurdu. Hâlbuki böyle bir durum söz konusu

olmadı. Hatta içlerinde, bazı müşrikler tarafından teklif edilen himayeyi reddedecek kadar cesaret gösterenler oldu. Bu husus bile, kıssanın uydurma olduğunu
anlamak için yeterli bir delildir.
57
Garânîk kıssasının birtakım âlimler tarafından sahih kabul edilmesinde,
onun “sultanül müfessirîn” İbn Abbas tarafından rivayet edilmesinin büyük
etkisi vardır. Ancak bu konuda şu dikkate alınmalıdır ki İbn Abbas, ashabın
gençlerindendir. Hicretten üç sene önce dünyaya gelmiştir. Hz. Peygamber
hicretin on birinci yılında vefat ettiğine göre onun vefatı esnasında henüz on üç
yaşında bir delikanlı idi. Dolayısıyla hicretten önceki bir zamana ait olarak
rivayet edilen garânîk vakasında bulunamayacağı açıktır. Ayrıca kendisine
nispet edilmiş tefsir de, ona ulaşan rivayetleri bir araya getirip yayınlayan İmam
Süyûtî’ye aittir.
58
İsmail Fennî’nin naklettiğine göre, son dönemde yaşayan meşhur âlimlerdenMısır müftüsü Muhammed Abduh, Fatiha tefsirine ilaveten garânîk kıssası-
nı ele aldığı makalesinde yukarıdaki delilleri sıraladıktan sonra şu noktaya
parmak basar:
“Garnûk ve garnîk, sözlükte, siyah ve beyaz bir su kuşu olan turna; garnîk ise
güzel beyaz genç anlamına gelir. Arapların putlarını garânîk diye isimlendirmeleri, ne şiirlerinde, ne de hitabelerinde yer almış değildir. Bu vasfın onların lisanında kullanıldığı, hiç
kimseden nakledilmiş değildir. Gerçi Yakut’un Mu’cem’inde nakledilmiş ise de bu rivayet bir
senede dayandırılmış ve sahih bir tarik ile maruf değildir. Kıssada müşriklerin secde etmeleri,
Kur’an’ın fesahat ve belâgatinden kaynaklanmış olmalıdır.”
Abduh, bu hadisenin zındıkların uydurması olduğu görüşündedir.59
Ertuğrul, muasırı Mısırlı Ferid Vecdi Efendi’nin, 1321 yılında Mısır’da basılıp
neşredilen
“Safvetü’l-Beyân fi Tefsiril Kur’an” adlı tefsirinden naklettiği açıklamaya
binaen şu görüşe varıyor: Garânîk kıssasının gerçek olduğu farz edilse bile

Senden önce hiç bir peygamber göndermedik ki, bir şeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmış olmasın. Ama Allah, şeytanın karıştırdığını giderir ve ayetlerini sağlamlaştırır. Allah alîmdir, hakimdir.(Hacc 22/52)
 ayetinde anlatıldığı
gibi, şeytanın ilkâsı, (vesvesesi) derhal feshedildiği (etkisiz kılındığı) için bu,
Hz. Peygamber’in ismet vasfına bir halel getirmez. Yukarıdaki ayete göre, Hz.
Peygamberin kalbine bu tür bir şeytanî ilkânın gerçekleşmesinin mümkün
olduğu anlaşılmaktadır.
61 Buna göre putların övülmesi anlamına gelecek sözler
Hz. Peygamberin kalbine gelmiş, o da o sözleri Kur’an zannederek okumuş,
sonra Cebrail gelerek onu uyarınca mahzun olmuştur. Allah da onu teselli için
yukarıda zikrettiğimiz Hacc Suresinin 52. ayetini indirmiştir. Bu olay gerçekleşmiş ise, bu, ismet sıfatına halel getirecek ve müminleri şüpheye düşürecek bir
şey değildir. Çünkü peygamberler vahyi melekten alır. Şeytan ise, derece olarak
melekler aşağısında olsa da o da ruhani bir varlıktır. Şeytanın ilkâsı ise meleğin
ilhamına benzemez. Şu halde şeytanın bu kapıdan peygamberlere doğru girmesi
mümkündür, ancak şeytan bunu yapar yapmaz Allah meleği gönderir. Yukarı-
daki ayet gereğince şeytanın ilkâ ettiğini neshedip, silip, kendi ayetlerini tahkim
eder. Ancak Hz. Peygamber, kendisine inzal olan ayetler arasına, bilerek ve
kasdi olarak başka herhangi bir şeyi karıştırmış olması asla söz konusu olamaz.
62
İsmail Fennî Ertuğrul, yukarıda özetlediğimiz şekliyle, garânîk kıssasının
gerçekleşmemiş olduğuna dair görüş beyan etmekte, ancak gerçekleştiği varsayılsa bile bunun, Hacc Suresi’ndeki ayet gereğince Hz. Peygamber’in ismet
sıfatına zarar vermeyecek bir durum olacağını, bunun Hz. Peygamber’in kabine
yönelik bir şeytani ilkâ olacağını, ancak melek vasıtası ile bunun derhal düzeltilmiş olacağını ifade etmiştir. 

(Kaynak ve Diğer iddialara cevap için: http://www.tefsir.gen.tr/img/KTA04-hakan-ugur.pdf )