Euthyphron ikilemine farklı yaklaşımlar (Swinburne ve Mawson )




 NOT :YAZIYA BAŞLAMADAN ÖNCE BİLMİYORSANIZ EUTHYPHRON İKİLEMİ NİN NE OLDUĞUNU ÖĞRENİNİZ .YAKINDA KONU İLE İLGİLİ YAZI YAZMAYI DÜŞÜNÜYORUM. 

Tanrı'nın bir şeyi iyi olduğu için istediği varsayılırsa, ahläki değerlerin Tanrı'nın istek ve iradesinden bağımsız bir niteliği olacağı düşünülür. Bu ise Tanrı'nın özgürlüğüne, yüceliğine ve kud rektine gölge anlamına gelir. Zira şöyle soruların gündeme gelmesi oldukça muhtemeldir: Bu bağımsız ahlâkî doğrular Tann'nın seçimlerini sınırlamış olmaz mı? Tannı bu değerleri değiştirebilecek kudrette değil mi? Tanrı'nın iradesinden bağımsız birtakım de- ğerlerin varlığı Ơnun yüceliği ile bir tenakuz yaratmaz mı? Tim Mawson bir teistin öncelikle Sokrates tarafından kurulan "ya, ya da" ikilemini reddetmesi gerektiğini düşünür. Çünkü bazı şeyler vardır ki, onlar iyi oldukları için Tannı tarafından emredilmiştir, başka bazı şeyler vardır ki, Tanrı emrettiği için onlar iyi olmuşlardır. Fakat burada bağımsız ahlâki değerlerin hem Tann'nın kudretine ve özgürlüğüne gölge düşürmemesi, hem de Tanrı'nın iradesiyle gerçekleşen ahlâkî değerlerin insanın makuliyet sınırlarının ötesine geçmemesi beklenir (Mawson 2008, 25-26)



Mawson kavramsal zorunlulukların Tanrı'yı da bağlayan bir niteliğe sahip olduğuna inanır. Örneğin acı veren bir eyleme maruz kalmak hem insan için hem de hayvan için her zaman kötüdür. Acının kötü olmadığı mantıksal olarak iddia edilemez. Bazen insanın sağlığına kavuşması için birtakım acılara katlanması gerekebilir, ancak burada acının kötü bir şey olmadığı sonucu çıkmaz. Buradaki muhtemel en rasyonel tutum bu acıya katlanıp sağlığa kavuşmaktır. Örneğin kavramsal zorunluluk nedeniyle işkence bir acıyı içerir. Böyle bir durumda Tanrı bile işkence kavramının iyi olarak nitelendirildiği bir evren yaratamaz. Bu nedenle Tanrı'nın işkenceyi iyi yapabileceği fikrini kabule zorlanmaya gerek yoktur, zira Tanrı'nın bekârları evli hale getirmesinin mantıksal imkânsızlığı gibi işkencenin iyi bir şey olması muhaldir (Mawson 2008, 27).



 Bununla birlikte, örneğin insan bedenine elektrik vermek bir işkence yöntemidir. Zira insanın biyolojik varlığı bu elektrik akımından büyük acı duyar. 

Fakat Tanrı, insan biyolojisinin farklı olduğu ve elektriğin insan vücuduna acı ve zarar vermeyeceği bir düzen yaratabilir ve insan vücuduna elektrik vermek işkence olmayabilirdi. Burada değişen şey işkence değil işkence olarak ta nimlanan eylemin kendisidir (Mawson 2008, 30).



Özetleyecek olursak Tanrı'nın, işkencenin iyi olacağı bir dünya yaratamayacağını varsaymalıyız. Fakat bunun sebebi O'nun kudretinin sınırlılığı değil, işkencenin iyi olmasının mantıksal imkânsızlığıdır. İnsanlara işkence yapmaktan kaçınmanın iyiliği mantıksal zorunluluktur. Tanrı işkencenin mutlak kötülüğünden dolayı insanlara işkence yapmaktan kaçınmamızı istemiştir. İşkence kötülük vasfını Tanrı'nın yasağından almaz. Ancak hangi eylemin işkence, hangilerinin işkence olmadığı tümüyle Tanrı'nın yaratma konusundaki özgürlüğüne dayanmaktadır.



Euthyphron dilemması söz konusu olduğunda Richard Swinburne'e göre mutlak (obligation) ve mümkün (contingent) ahláki doğrular arasındaki farkı dikkatten kaçırmamak gerekir. Burada- ki mutlak-mümkün (değişmez-değişebilir) ahlâki doğrular ayrımi Scotus'un ayrımına benzemektedir." Bazı eylemler Tanrı emrettiği için iyi ahlâkî olurken bazı eylemler ise Tanrı emrine gerek kalmadan bu vasfı kazanır (Swinburne 2009, 157). Swinburne Euthyphron dilemmasını aşmak için ahlâkî doğru ve ahlâkî iyi ayrımını hayati bir mesele olarak görmez. O genel olarak bazı ahlâkî doğruların ilahî emir teorisine, bazılarının ise doğal yasa teorisine mütenasip bir şekilde açıklanabileceği kanaatindedir. Swinburne açısından, herhangi bir durum ya Tanrı tarafından belirlenen zo- runlu olmayan ahlâkî doğrulara müracaatla, ya da Tanrı'nın emir- lerini yönlendiren zorunlu ahlâkî doğruya başvurarak değerlendi- rilebilir. Kuşkusuz her mutlak olmayan doğru, mutlak bir ahlâki prensipte temellenir (Swinburne 1980, 120-134).


Burada gündeme getirilmesi gereken soru Tann'nın niçin ahláki emirler verme gereği duymuş olmasıdır. Swinburne bu durumun farklı gerekçeleri olabileceğinden bahseder: (1) ilahi emirler ah- låkî iyiye yönelme motivasyonumuzu artırır. Öldürmekten imtina etmek için Tanr'nın yasağına elbette ihtiyacımız yoktur. Ancak ilahi yasak bizim bu hataya düşme ihtimalimizi azaltır. Bir başka deyişle, Tanrı'nın cinayetin kötü bir eylem olması nedeniyle bize ondan kaçınmamızı emretmesi gereksiz olsa da bu yasaktan kaçınma motivasyonumuzu olumlu yönde etkiler. (2) İlahî emirler insanlar arasında belli eylemlerin birlikte yapılması ve yaşanmasını sağlar. Yani bir standart getirir." (3) İnsanın başkaları için yapması iyi olan, fakat Tanrı'nın bir emri olmadığı sürece yapmak zorunda olmayacakları pek çok güzel şey vardır." (4) Tann bizim bazı iyi alışkanlıklarımızın yerleşik hale gelmesi için emirler verebilir. Emirler çoğu zaman güzel öğütlerden daha çok işe yarar. Ancak bazı güzel eylemler alışkanlık haline gelince ilahi emre ihtiyaç azalır (Swinburne 2009, 161-62).



Swinburne ahlâki eylemler üzerinde bir soruşturma yaparken eylemlerin doğalarından kaynaklı farklılıklarının görmezden ge- linemeyeceğini düşünür. Örneğin bir insanın aldığı borcu ödeme- si zorunludur, fakat aynı insanın arkadaşı için canını feda etmek zorunda olduğu söylenemez. Hırsızlık yapmak, yalan söylemek ve iftira atmak gibi eylemler kötü ve aynı zamanda yanlıştır; bu- na mukabil kişinin kendi yeteneklerini bir kenara bırakıp saçma sapan şeylerle meşgul olması sadece kötüdür. Mutlak ahlâki doğ- rular için Tanrı'nın varlığı ve eylemleri herhangi bir fark yaratmaz; O'nun varlığı ve eylemleri ancak zorunlu olmayan doğruların hangileri olduğu konusunda fark yaratır (Swinburne 2008, 7, 10).



Tanrı'nın kudreti ve özgürlüğü bu meseledeki kritik değerdeki konulardır. Swinburne Tanrı'nın bize bazı şeyleri emretme konu- sunda sınırları olduğunu düşünür. Eğer Tanrı özgür ve rasyonel varlıklar yaratmayı seçmişse, kendine ait bu varlıkların yaşamını kontrol etme hakkını sınırlamış olabilir. Tanrı, mükemmel doğasınedeniyle bize bu sınırlar dışında eylemler emretmez (Swinburne 2008, 12). Bir çocuğa eğlence olsun diye işkence yapmayı Tanrı emredemez! Bu eylem zorunlu ahlâkî doğrular kapsamında zaten yasaktır. Tanrı'nın kendine koyduğu bu sınır Ơnun mükemmel oluşuyla ilişkili bir durumdur. Zevk için masum bir çocuğa işkence yapmak, kim ne düşünürse düşünsün, iğrençtir. Bu tıpkı yerkürenin güneş sisteminde bir gezegen olması gibidir. İnsanlar bu gerçeğin farkında olsalar da olmasalar da durum değişmez (Swinburne 1980, 23). Yani Tanrı'nın kendine özgü mükemmel karakteri O'nun emir ve yasaklarını önemli ölçüde sınırlamaktadır.

Kaynak :Ahlak Tanrı ve Yasa/Mustafa Çakmak (syf 194-197)

YAZAR :SORGULAYAN ADAM