Din mi ? Mitoloji mi ? (Dinin Kaynağına yönelik eleştirilere cevap)

 


DİNİN VE "YÜCE VARLIK" İNANCININ KÖKENİNE
İLİŞKİN TARTIŞMALARA GENEL BİR BAKIŞ

Öz
"Din, insanlık tarihinin en eski müessesesidir" denebilir. Tarih boyunca fert ve toplum
hayatında din hep gündemde olmuştur, gündemde olmaya devam edecektir. Çünkü insan
yaradılışı gereği bir dine inanmaya yatkındır. Dinsizlik doğuştan gelen bir durum değildir,
daha sonraki dış etkenlerden kaynaklanmaktadır. Acaba dinin dolayısıyla tanrıya inancının
kaynağı nedir? Bu konuda, etnoloji ile ilgili yaklaşımlardan biri olan Kültür Tarihi Ekolü
insanlığın en eski kültür aşamasının avcı-toplayıcılar olduğunu iddia etmektedir. Bu metodu
kullanan Wilhelm Schmidt, insanlığın en eski dinini avcı-toplayıcıların temsil edebileceğini
savunmuştur. Schmidt yaptığı araştırmalarda en eski avcı-toplayıcılarda Yüce Varlık inancının
hâkim olduğunu göstermiştir. Schmidt, monoteizm ve Yüce Varlık meselesini bilimsel bir
yaklaşımla incelemiştir. Schmidt'in ilkel din araştırmaları ve ilkel "Yüce Tanrı" teorisinin
temelleri, negatif unsurlardan tamamen arınmış ideal/mükemmel dine yöneliktir. Negatif
unsurlar, göçler yoluyla karşılaşılmış olan kültürlerin etkisi altında ve dejenerasyon süreciyle
ortaya çıkmıştır. İşte bu makale dinin ve Tanrı inancının kökenine ilişkin tartışmalara
değinmekle birlikte Schmidt'in düşüncelerine dikkat çekmeyi amaçlamaktadır.

Giriş

İnsanlık tarihi incelendiğinde en ilkelinden en medenisine kadar hiçbir
topluluğun dinsiz yaşamadığı, dolayısıyla da en eski zamanlardan beri her
çağda yaşayan insanların bir "Yüce Varlık" başka bir deyişle "Tanrı" fikrine,
tapınma düşüncesine sahip olduğu görülmektedir. Tarihin şahitlik ettiği
gerçeklere göre; fert plânında dinsiz kimseler bulunmuş olsa da her insan
topluluğu bir dine ve inanca sahip olmuş, bilinebilen tarihten itibaren
insanlar üstün bir kudrete inanıp O’nun önünde eğilerek korku ve ümit ile
O’na bağlanmış, çeşitli ibadetler yaparak her şeyi kuşatan yüce kudrete
yaklaşmaya çalışmıştır.
Dinin, dolayısıyla Tanrı düşüncesinin insanlarda neden ve nasıl doğup,
başladığı hakkında Kutsal Kitapların verdiği bilgiler dışında herhangi bir
belgeye sahip olmasak da
1 konuyla ilgili olarak bilim adamlarınca çeşitli
görüşlerin ileri sürüldüğü bilinmektedir. Batı’da XVI. yüzyıldan başlayarak
ilkel kabilelerin hayat ve dinlerine ilgi duyulmuş; XVIII. yüzyıldan itibaren
ise dinin ve dolayısıyla Tanrı inancının menşei konusunda kutsal kitapların
verdiği bilgiler dışında, bilimsel araştırma girişimleri başlamıştır; arkeolojik,
antropolojik ve paleontolojik araştırmalarda elde edilen bulgular,
değerlendirilerek geçmişteki milletlerin, hatta tarih öncesi toplumların
dinleri ve inançları üzerine bazı tezler ileri sürülmüştür. Bu arada XIX.
yüzyıl ortalarında Auguste Comte (1798-1875) ve Ludwig Buchner (1824-
1899) ile doruk noktasına ulaşan pozitivist ve materyalist propagandalar
yanında, Charles Darwin’in (809-1882), 1859’da yazdığı
The Origin of Species
adlı kitabında ileri sürdüğü evrimci görüş, dinin kaynağı konusunda kutsal
kitaplarla çatışan yeni teorileri gündeme getirmiştir

1) Dinin Kaynağı Meselesine İlişkin Tartışmalar

Modern dönemde ortaya çıkan gelişmeler dikkate alındığında dinin menşei
hakkında Batı Dünyasında temelde iki bakış açısının ortaya çıktığı
söylenebilir. Bunlardan ilki
evrimci yaklaşımlar, diğeri ise dinin kaynağını Yüce
Tanrı inanışına bağlayan yaklaşımlar
dır. Evrimci yaklaşımları daha çok dinin ve
onun temel unsuru olan Tanrı inancının köken itibariyle insan üretimi
olduğunu ve zamanla gelişerek bugünkü halini aldığını ileri sürenler
sahiplenmiştir. Bu şekilde yorumlanan evrimci yaklaşım kendi içinde
psikolojik ve sosyolojik vs. yaklaşımlar şeklinde alt başlıklara ayrılmıştır.
3
Bununla birlikte 19. yüzyılda dinlerin kökeniyle ilgili olarak geliştirilen ve
yaygın hale gelen görüşler beş ana gruba ayrılabilir. Öyle ki bu konuda fikir
üreten daha farklı görüşler bile ancak bu beş gruptan biri içerisine dâhil

edilebilecek kadar orijinal görülmüştür. Bu beş okul şunlardır: Naturizm4
(Max Müler, 1823-1900), Animizm5 (Edward B. Tylor, 1832-1917), Atalar
Kültü
6 (Herbert Spencer, 1820-1903), Totemizm7 (Emile Durkheim, 1858-
1917) ve Monoteist Okul (Wılhelm Schmidt, 1868-1954)
8.
19. yüzyılın pozitivist filozofu August Comte,
Cours de Philosophie Positive
adlı eseriyle, insan zihninin resmini çıkarmaya yönelik üç büyük devirden
söz etmiştir ki bunlar; başlangıçtan 4. yüzyıla kadar dinî devir, 4. yüzyıldan
16. yüzyıla kadar metafizik devir ve 20. yüzyıla kadar süren pozitif devirden
oluşmaktadır. Dinî devri de kendi içinde üç döneme şu şekilde ayırmıştır:

Fetişizm9, çoktanrıcılık ve tektanrıcılık. Antropolog Edward Bürnette Tylor,
1871’de yayınladığı ‚Primitive Culture (İlkel Kültür)‛ isimli kitabında
Comte’un bu üçlü aşamalı şemasını ele almış
10 ve dinin başlangıcını
‚Animizm‛e, onun öğrencisi R. R. Marett (1866-1943), 1909’da yayınladığı
Dinin Başlangıcı adlı kitabında ise dinin kaynağını animizmden önceki safha
olarak gördüğü ve umûmî dinamik güç olarak ifade ettiği ‚mana‛ya
dayandırmıştır. İngiliz Filozof Herbert Spencer (1820-1903) ilkel kabile
dinlerinin kaynağının korku sonucu ‚atalara tapınma‛ olduğunu ileri
sürmüş, W. R. Smith (1846-1894) ve S. Reinach (1858-1932) evrimin
"totemcilikle" başladığını iddia etmiştir, S. Freud (1856-1939) ise
Totem ve
Tabu
isimli kitabında totemciliği psikoanalitik açıdan ele almıştır. Sosyolog
Emile Durkheim, 1912’de çıkardığı
Dinî Hayatın İbtidaî Şekilleri isimli
eserinde dinin temelini "sosyolojik temele", Max Müler dinin kaynağını
tabiat olaylarının insana verdiği "korkuya" dayandırmıştır.
11
Dinin kaynağı hakkında Batı’da benimsenen diğer bakış açısı ise dinin
kaynağını Yüce Tanrı inanışına bağlayan yaklaşım
lardır. İskoçyalı Antropolog
Andrew Lang (1844-1912) eserlerinde din, mitoloji ve folklor gibi konularda
hâkim görüşlere aykırı izahlar getirmiş
12 ve vahşi halkların dini inançları ve
dini hayatlarında çok önemli bir rol oynayan bir ‚Yüce Varlık‛ düşüncesini
tespit etmiştir. Özellikle dinin gelişim sürecini ele alırken bir dejenerasyon
sürecinden bahsetmiştir.
13 Böylece o, dinin kökeni ile ilgili tartışmalarda
‚Yüce Varlık Teorisi‛ adını verebileceğimiz bir teorinin temellerini
oluşturmuş ve daha sonra "ilkel monoteizm" olarak ileri sürülecek teorisine
bir zemin sağlamıştır, öyle ki her şeyin evrimci bir anlayışla izah edildiği bir
dönemde Andrew Lang, bu yaklaşımlara karşı çıkarak kendi anlayışını
ortaya koymuştur. O, pozitivist veya materyalist olarak nitelenen bakış
açılarını eleştirmiş ve spiritüel olarak nitelendirilebilecek bir yol izleyerek
kendi yaklaşımının temeline "Yüce Bir Varlık" inancını yerleştirmiştir.
14
Başlangıçta hocası Tylor gibi monoteizmin uzun bir evrim sürecinin
sonucunda animizmden türediğini, Tanrı düşüncesinin başlangıçta yer

almasının mümkün olmadığını ve bu inanışın doğadaki ruhlara inanıştan ve
atalar kültünden türediğini kabul etmiş olan Andrew Lang, yaptığı
araştırmalar sonucunda Avustralya’daki ve Andaman adalarındaki ilkel
halklarda ne atalar kültüne ne de doğa kültlerine rastlamıştır.
15
1898’de Dinin Oluşumu (The Making of Religion) adlı kitabıyla hocası Tylor’ın
animizm nazariyesine itiraz eden ve Tylor tarafından şekillendirilen klasik
dini evrim teorisini eleştiren Lang, yapılan araştırmalarda Güneydoğu
Avustralya ilkel kabilelerinde animizme rastlanmadığını belirterek ahlâkî
kurallara insanların uyup uymadığını denetleyen, gökte bulunan Tanrı
fikrine her yerde rastlandığına dikkat çekmiştir. Başka bir deyişle Anderw
Lang, dinin ilk şeklinin tektanrıcılık (monoteizm) olduğu görüşünün
temellerini atmış,
16 iptidaî insanın tanrıyla olan münasebetini
anlamlandırma çabasında bulunurken de farkında olmadan mitosları
ürettiğini ileri sürmüştür.
17

2) Tektanrıcılıktan Çoktanrıcılığa Uzanan Dejenerasyon

Andrew Lang’ın dinin kaynağı konusundaki araştırmalarını, görüşlerini
yankılandırarak derinleştiren araştırmacıların başında etnolog ve dil
bilimcisi, Alman Katolik din adamı Wilhelm Schmidt gelmektedir. Schmidt,
Lang’ın takipçisi olduğunu açık ve net olarak ifade etmiştir. Monoteizmin
ilk din şekli olduğunu bilimsel zeminde ispat etmeye adeta kendini adayan
Schmidt,
18 1912-1955 yıllarında yayınladığı Tanrı Düşüncesinin Kökeni adlı
kitabıyla ilkel kabilelerde bir Yüce Varlık inancının bulunduğunu delillerle
ortaya koymayı, ilkel ya da diğer bir ifade ile etnolojik açıdan en eski olan
halkların dinlerinde monoteist bir eğilimin varlığını ispat etmeyi
amaçlamıştır.
19 Tylor, Frazer (1854-1941), Durkheim’in yanı sıra
antropologların çoğunun benimsediği tarih dışı yaklaşımlara şiddetle karşı
çıkan Schmidt, Alman etnolog Robert F. Graebner’in (1877-1934) tarihsel
etnolojisi ve özellikle de etnolog Friedrich Ratzel’in (1844-1904) başlatıp
öğrencisi Leo Frobenius’un (1873-1938) geliştirdiği "kültürel devre" veya
"alan/kültür çevreleri" (
Kulturkreis) teorisini benimsemiştir.20 20. yüzyılın
başlarında Alman Antropoloji Okulu'nda hâkim olan bu teorinin temel
ilkesi, insanlığın dünyanın belirli bir yerinde meydana gelerek yeryüzüne
yayıldığı düşüncesine dayanmaktadır. Schmidt’e göre daha sonra
gerçekleşen göçlerle birlikte kültür, değişime uğramıştır.
21
Schmidt, söz konusu göçler sonucunda insanların yerleştikleri bölgelerin
kültürlerini meydana getirmeyip, başlangıçtaki kültürün değişime
uğratılmış şeklini devam ettirdiklerine dikkat çekmiştir. Değişik
kültürlerdeki benzerlikleri ve farklılıkları izah etmeyi amaçlamak üzere
geliştirilen "yayılma kanununa" göre en geniş çapta yaygın olan bir unsurun
en eski olması gerekmektedir. Kültürel Devir (
Kulturkreis) teorisine göre
tarihsel katmanlaşma sayesinde arkaik, hatta ilk gelenekleri daha sonraki
gelişmeler ve etkilerden ayırt etmek mümkün olacaktı. Tarihsel Etnoloji,
Avustralya’nın güney-doğusunda yaşayan kabileleri, Pigmeleri, Asya ve
Amerika’nın kuzeyinde yaşayan bazı kabileleri ve Fuegienleri en eski
uygarlıkların kalıntıları olarak değerlendirmiştir. Bu kalıntılardan hareketle
Schmidt, başlangıçtaki dinin ortaya konulabileceğini düşünmüştür.
Schmidt’e göre Tarihsel Etnoloji sayesinde insanlığın ilk dönemlerine
yaklaşarak en eski din şeklini keşfetmek mümkün olacaktı. Avcılık ve
toplayıcılıkla yaşamlarını sürdüren ilkel kabilelerin (
Urvölker) dinlerini
bilmek son derece önemliydi. Zira bu halklar gelişim safhasının en
başlarında bulunmaya devam ettikleri için bunların dini de ilk insanların
dinine yakın olmalıydı. Ona göre bu
Urreligion (İlk Din) ebedî, yaratıcı, her
şeyi bilen, iyiliksever ve gökte yaşadığına inanılan bir "Yüce Tanrı"
inancından ibaretti. Sonuç itibariyle Schmidt, başlangıçta dünyanın her
yerinde bir tür ilk monoteizmin (
Urmonotheismus) yer aldığını ve toplumlar
bünyesinde daha sonra meydana gelen değişimlerin bu inancı azalttığını,
tahrif ettiğini hatta çoğu zaman da yok ettiğini düşünmüştür.
22
Schmidt’in çalışmaları süresince şöyle bir metot takip ettiği görülmüştür; O
ilkel kültüre ait olan toplayıcılık ve avcılığı kendine meslek edinen (ekonomi
düzeyleri bu kadardır) insanları, insanlık tarihinin en eski insanları olarak
kabul etmiştir.
Handbuch der Methode Kulturhistorischen Ethnologie adlı
kitabında ekonomik durumun (avcılık, toplayıcılık, köy yerleşme
biçimleri...) dinî düşünce ile olan münasebetini inceleyen Schmidt,
toplumların iptidaîlikten gelişmişe doğru bir evrim geçirdiği görüşünü
kabul etmiştir. Bununla birlikte onun evrimciliği biyolojik evrimcilik değil,
23
kültürel evrimciliktir.24
Schmidt için insanların dininin araştırılması ve başlangıç probleminin
çözümü oldukça önemlidir. Zira avcılık-toplayıcılıkla uğraşan ilkel
insanların, insanoğlunun kültürel başlangıcına en yakın olarak düşünülen
gelişimin ilkel safhalarında kaldığı ve dönemin özelliklerinin birçoğunu
elinde bulundurduğu farz edilmiştir. O halde dinin başlangıcının en eski
ilkel insanlarda bulunabileceğini düşünülebilir. İşte bu düşünceden hareket
eden Schmidt, etnolojik olarak tespit ettiği ilkel avcı-toplayıcıların bir tanrı
hakkında farklı inançlara sahip olduklarını ve inançlarının yoğunluk
derecesinde de farklıklıların bulunduğunu gözlemlemiştir. Schmidt,
ilkellerdeki detayların düzgün bir şekilde analizini yaptıktan sonra benzer
öğeleri alarak ilkellerin dinini ortaya koymaya çalışmış, bu öğelerin ciddi
manada farklı ilkel kültürleri birbirinden ayıran geniş mesafeler arasında
bile köprü kurulmasına yardım ettiğine dikkat çekmiştir. Schmidt’in dinin
menşeini arama çalışmaları hem maddi kültür (sosyal yapı, coğrafi
konumları, evlilik ve aile, kullanılan araçlar vb.) öğelerini hem de dinî
öğeleri (Yüce Varlık inancı, onun sıfat ve özellikleri, dua, kurban ve
seramoniler) içermektedir.
25
Schmidt’in ilkellerde tespit ettiği Tek Tanrılı dinden anlaşılan tanım
şöyledir: ‚Tek Tanrılı din, ahlakî kuralları koyan sadece bir Tanrı'nın
kabulünü ve ona inanmayı içermektedir‛. Bu tek Tanrının kabulü ve ona
inanma ilkel insanda, fenomonolojik açıdan dua, kurban, seramonilerle
kendini göstermektedir.
26 Schmidt, ilkel kültürlerde Yüce Varlık fikrinin
yayılmasını, yine ilkel kültürlerin birbiriyle etnolojik olarak tarihsel bağını
mukayese ederek ortaya koyduktan sonra bu en ilkel kültürlerdeki Yüce
Varlık inancının yayılmasını daha sonraki kültür çevreleri ile mukayese
ederek ilkel kültürün bütün halk gruplarında, her yerde aynı derecede
olmasa da bir Yüce Varlık inancının yer aldığını söylemiştir.
27
Schmidt’in başkanlığını yaptığı Viyana Etnoloji Ekolü de, ‚ilkel kabile
inançları‛ arasında tespit edilen Yüce Varlığın merhametli, şefkatli, lütuf
sahibi olarak tasavvur edildiği ve gökte varlığını sürdürdüğü sonucuna
ulaşmıştır. Yapılan araştırmalarla bu ekol, evrimcilerin tersine,
tektanrıcılıktan çoktanrıcılığa doğru bir dejenerasyonun olduğu; sapmaların
ve çoktanrıcılık gibi durumların tek tanrıcılıktan sonra ortaya çıktığı
görüşüne vurgu yapmıştır.

Yine bu gelişmelere paralel olarak Nathan Söderblom (1866-1931), 1914’de
yayınlanan
Tanrı İnancının Kaynağı isimli kitabıyla Yüce Varlığın yaratıcı bir
tanrı olduğunu belirterek bu Yüce Varlığın kabilenin ve içtimaî kurumların
destekleyicisi konumunda olduğu tespiti üzerinde önemle durmuştur. Daha
sonra Raffaella Pettazzoni (1883-1953), G. Widengren (1907-1996), M. Eliade
(1907-1986) gibi bilginlerde bu tezi destekleyici ve geliştirici mahiyette
çalışmalar yapmıştır.
29 Bununla birlikte fenomenolog Raffaella Pettazzoni,
Schmidt’i şiddetli bir şekilde eleştirmekten de geri kalmamış, onun
monoteizm inancını bir yakıştırmadan ibaret olduğunu düşünmüştür.
Essays
on the History of Religions
isimli eserinde Pettazzoni ‚Bizim medenileşmemiş
halklarda bulduğumuz şey, tarihî anlamda monoteizm değil, fakat ‘Semavî
Yüce Bir Varlık Fikri’dir. Bu fikrin gerçek bir monoteizmle hatalı olarak
özdeşleştirilmesi ve uyarlanması yalnızca yanlış anlamalara yol açar.‛
ifadelerini kullanmıştır.
30
Anlaşılacağı üzere Batı Dünyası’ndaki konuya ilişkin birinci yaklaşım
evrimin dine uygulanması sonucu ortaya atılan dinin Animizm, Totemcilik,
Büyü, Atalara tapınma, Naturizm’den (Tabiatçılık) geliştiği iddialarını
ortaya koyarken, ikinci yaklaşım
dinin Yüce Varlık inanışından ortaya çıktığı
tezi üzerinde yoğunlaşmıştır. İslam Dünyası’nda ise dinin kaynağı konusuna
yönelik bakış açısı, İslam’a göre şekillenmiş ve insanlığın ilk dininin
tevhid
dini
olduğu vurgulanmıştır. Müslüman tarihçilerin kitaplarına baktığımızda,
evrenin yaratılmasına dair bilgiler verildikten sonra insanlık tarihi ve
peygamberliğin Hz. Âdem’le başlatıldığı ve Hz. Muhammed’e kadar
Allah’ın pek çok peygamber gönderdiği ifade edilmiş, Allah inancı ve tevhîd
ilkesinin ilk insanda bulunduğu tezi üzerinde durulmuştur.
31
Tarihçi Mutahhar b. Tahir el-Makdisî’nin kaydettiğine göre ırkları, ülkeleri,
din, dil ve felsefeleri değişik olmasına rağmen belli bir seviyeye ulaşabilmiş
bütün milletler evrende hâkim bir yaratıcının eserlerini gördüklerinden
şüphe etmemişlerdir. Buna göre ezelî bir yaratıcının varlığını, yeterli aklî
kapasiteye sahip bütün insanlar kabul etmişlerdir. Bu yüce yaratıcıya her
zaman tapınılmış, O her dilde bilinmiş, her lisanda anılmıştır. Öyle ki her
insan Allah’ın varlığını bilmeye ve O'na sığınıp-şükretmeye dair içinde bir
eğilim, bilinenlerden hareketle bilinmeyene ulaşmayı sağlayan bir akıl
yürütme yeteneği taşımaktadır. İnkârı doruk noktasına ulaşmış kişilerin bile
büyük bir felaketle karşılaştığı zaman taşa, toprağa, maddî nesnelere
sığındığı görülmemiştir. Zira insan denilen varlık türüne bahşedilen fıtratta
yani insanî donanımda yer alan akıl ve vicdan gücünün doğru çalışması

sayesinde, acziyetini fark ederek edindiği sosyo-kültürel alışkanlıklarından
sıyrılabilen insan doğal bir eğilimle Allah'a yönelebilmektedir. Ancak
önyargı, inat, tembellik, cehalet gibi etkenler doğruya ulaşmayı engelleyen
perdeler gibi insanın aklını ve iradesini yanlış kullanmasına neden
olmaktadır. İnsanî fıtrat dediğimiz insanın yapısındaki potansiyel güçler ise
insanı hiçbir zaman irâdeyi ortadan kaldıracak bir zorlamaya
sürüklememektedir, zaten irâdenin ortadan kalktığı durumlarda imandan
söz etmek mümkün değildir. Ayrıca Makdisî, bütün insan topluluklarının
dillerinde Allah’a mahsus isimlerin bulunduğunu belirtmiştir.
32
Görüldüğü üzere, İslam’ın kaynaklarına atıf yapan müslüman bilginler,
dinin kaynağının ilâhî olduğunu belirtmişlerdir. Evrimcilerin anlattığı
şekilde insanların ve dinlerin evrimi İslam’a ters düşmektedir, buna göre bir
ibtidaî durumdan (Totemizm, Animizm, Naturizm gibi) çoktanrıcılığa
oradan da tektanrıcılığa geçişten değil, ancak durumun kendi içinde bir
tekâmülünden söz edilebilir.
Günümüzde dinler tarihi alanında yapılan araştırmalar, geçmişin dinlerinde
de, günümüzün dinlerinde de şirkle karışık olsa da tek tanrı inanışı
bulunduğu tezini desteklemektedir. Eski Mısır’da (M.Ö. XIV. yüzyılda) IV.
Amenofis, ‚Aton‛ adlı bir tektanrı inancı getirmiştir. Eski Yunan’da ise tek
tanrı inancını kabul eden ve savunan filozofların bulunduğu da
bilinmektedir. Babil Kralı Buhtunnasır’ın tektanrıcılığa yakın bir görüşü
olmuştur. Sümerlerde Tanrı’nın insanı balçıktan yaratıp ona can verdiği
görüşü yanında, ‚mana‛ inancına sahip toplumlarda ‚tektanrı‛ inancının
bulunduğu belirtilmektedir. İslam’dan önce Türklerde bir tek tanrı (Gök
Tengri) inancı vardır. Zerdüşt, Eski İran’a, tek tanrı inanışını getirmiştir.
Çinlilerde tarihî gelişim içerisinde Şang-ti, Tien, Tao şeklinde adlandırılan
bir ‚Yüce Tanrı‛ inanışı varolagelmiştir. Hindistan’da çok tanrılı ve üçlemeli
bir yapı içinde bile bir ‚tek tanrı‛ inanışı vardır (Hind kutsal kitabı
Vedalar’da ‚Tanrı tektir‛ denilmektedir). Yahudi dininde bugünün tek tanrı
inanışı, hâkim inanıştır ve dinin temel unsurudur. Hıristiyanlıkta üçleme
(Baba-Oğul-Kutsal Ruh), günümüzde, bir tanrının üç ayrı tezahürü olarak
izah edilmektedir. İslam’dan önce Arap Yarımadasında ise bir tek tanrıya
inanan Hz. İbrahim’in getirdiği Hanîf Dini’ne uyan insanlar yaşamaktaydı.
Bütün bu saydığımız dinler arasında tevhîd inancını en saf ve sade şekliyle
muhafaza eden din ise, İslâm Dini olmuştur. İslâm’da Allah, birdir,
doğmamış ve doğurmamıştır; eşi, benzeri ve ortağı yoktur. Hiçbir şeye
muhtaç değildir. Her şey O’nunla kâîmdir. Kendine mahsus sıfatları ve
isimleri vardır. İslâm’da Tanrı ile insan, Yaradan’la yaratık arasındaki
mesafe muhafaza edilmiş; Hıristiyanlıktan en ayırıcı özelliği ile ne insan
tanrılaştırılmış, ne de Tanrı insanlaştırılmıştır. Öyle ki Hıristiyanlıktaki
üçleme (teslis), tek tanrı şeklinde yorumlansa da Hz. İsa tanrılaştırılmış,
Tanrı’da insanî niteliklerle nitelendirilmiştir. Yahudilikteki ‚Tek Tanrı

inancı ise, millileştirilip Yahudilere hasredilmiş ve insanî sıfatlarla
nitelendirilmiştir.
33
Yeryüzündeki bütün dinlerde dikkati çeken husus; ya İslâm’daki gibi saf bir
tek tanrı anlayışını koruyamamış olması ya da şirkle karışık da olsa bir Yüce
Tanrı inanışından da vazgeçilememiş olmasıdır. Hemen her dinde ayrıntılar
farklı olsa da, özde bir ‚tektanrı‛ telakkisi olduğu anlaşılmaktadır. Zaten
İslâm, ilk peygamberlerden sonuncusuna kadar, bütün peygamberlerin
tektanrıcılığı yani Allah inancını tebliğ ettiklerini açıklamaktadır. Öyle
anlaşılıyor ki inançsızlık ya da çoktanrıcılık, sapma ve dejenerasyondan
başka bir şey değildir.

Sonuç

Akıl yürütme yeteneğine sahip olan her insan, başta kendi varlığı olmak
üzere varlığın ve hayatın anlamına, amacına dair bir arayış içerisindedir.
Öyle anlaşılıyor ki insanın kendini arayışı tarih boyunca sürmüş, insan
varlığı devam ettiği müddetçe de sürecektir. Kendinde ve çevresinde
gözlemleyebildiği nesne ve olaylara karşı kayıtsız kalamayan her insan
farkındalığını arttırdığı oranda ve işaretlerin götürdüğü yolda önyargısız bir
şekilde yürüyebildiği müddetçe hayatı anlamlandırma çabasında başarılı
olabilmiştir. Varlığı, hayatı, insanın ve toplumun huzuru, mutluluğu için
gerekli olan ahlâkî davranışı anlamlandırma yolunda insanlık tarihinde
gözlemlenen en temel dayanak, kendisine yönelip sığınılan yüce bir
Kudret'e olan güven yani bir Yüce Varlık inancı, dolayısıyla tüm
toplumlarda evrensel bir olgu olarak karşılaşılan dindir.
Kişinin iç dünyasından sosyal hayatına kadar geniş bir alana hitap eden ve
her insanın fıtratında bulunan sevme, güvenme, sığınma gibi temel
duyguları "Yüce Bir Varlık"a yöneltme içgüdüsünü tatmin eden din olgusu,
her toplumda görmezden gelinemeyecek bir rol üstlenmiştir. İnsanın
yapısında bulunan sevgi, cömertlik, merhamet, güven, adalet, şükür,
sadâkat gibi olumlu duyguların açığa çıkarılarak geliştirilememesi ve doğru
bir yöne kanalize edilemeyip tatmin edilememesiyle irâde eğitimi
zorlaşmakta böylece acımasızlık, cimrilik, korkaklık, tembellik, egoizm gibi
ahlâkî zaaflar, ruhî bozukluklar kendini göstermektedir. Zaten kulluk
duygusunun yanlış varlıklara yöneltilmesi, insanı doğal olarak
çoktanrıcılığa sürüklemektedir. İşte insanın zihnî ve ahlâkî gelişiminde
eğitici bir rol oynayarak rehberlik edebilen bir din ancak, hayatı
anlamlandırabilen sorumluluk sahibi, dengeli ve mutlu bireylerden oluşan
bir toplum vaat edebilecektir.
Esasen basit bir akıl yürütme ile tüm toplumlarda görülen Yüce Varlık
algısının, Yüce Varlık tarafından gönderilen akla ve fıtrata uygun bir dini,
rehberliği gerekli kıldığı söylenebilir. İnsanın dinin rehberliğine olan ihtiyacı

genel kabul gören bir tespit olsa da çoktanrıcılığa kadar varan dinlerin farklı
özellikleri olduğu da göz önünde bulundurulmalı, dejenerasyonun izleri
sürülmelidir. İlkel Kabileler üzerinde yapılan incelemeler sonucunda bir
Yüce Varlık inancının insanlığın dayandığı ortak nokta olduğu tespiti,
esasında başlangıçta monoteizm (tektanrıcılık) başka bir deyişle tevhid
inancının var olduğu, daha sonraki dejenerasyon süreciyle çoktanrıcılığın
ortaya çıktığı tezini desteklemektedir, öyle ki Wilhelm Schmidt gibi
araştırmacıların bu yöndeki çalışmaları dikkat çekmektedir. Bu çalışmalar ile
elde edilen bulgular fıtrat ve tevhîd dini olarak vasıflanan İslâm'ın tezine
uygunluk göstermektedir. Allah inancını merkeze alarak hayatın anlamı ve
değeri sorusunu muhatap alan İslâm, kendi vicdanına kulak veren, olay ve
olgular üzerinde doğru bir akıl yürütme süreciyle önyargısız düşünebilen
her insanın "Yüce bir Varlık" inancına sahip olacağını yani Allah'a
yöneleceğini savunmaktadır. İslâm'ın Yüce Kitâbı Kur'an-ı Kerim'de
insanlığın inanç tarihi özetlenmekte,
35 başlangıçta hakikate inanan insanlığın
doğru yolda olduğu, ancak daha sonra değişim, sapma ve ayrılıkların
yaşandığı belirtilmektedir, insanların doğru yola ulaşması için peygamberler
ve kitaplar gönderildiği, dahası insanların kıskançlık ve ihtirasa kapılarak
kitaplar üzerinde ihtilaf ettikleri, ayrılığa düştükleri ifade edilmektedir.
İnsanları doğru yola ulaştırmak için gönderilen elçilerin rehberliğinden
bahseden âyeti kerîme de, samimi, doğruyu arayan insanların Allah'ın
lütfuyla doğru yola, hakikâte erişeceği şöyle anlatılmaktadır;
Bütün insanlık (başlangıçta) tek bir topluluk idi, (sonradan yoldan çıkıp
parçalandı). Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberlerini gönderdi. Onlarla
birlikte hakikati ortaya koyan vahiyler (kitaplar) gönderdi ki, o insanlar arasında
ihtilafa düştükleri konularda hakem olsun. Kendilerine Kitap verilmiş olanlar,
apaçık deliller gelmesine rağmen ihtiras (hırs ve kıskançlık) yüzünden onda ihtilafa
düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği
izniyle gösterdi. Allah, dileyen kimsenin doğru yola yönelmesini işte böyle diler.
 
 (Bakara 2/213.)
(Aygün, Fatma . "DİNİN VE "YÜCE VARLIK" İNANCININ KÖKENİNE İLİŞKİN TARTIŞMALARA GENEL BİR BAKIŞ". KADER Kelam Araştırmaları Dergisi 14 / 1 (Şubat 2016): 203-215 )
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/179988