Aksiyolojik Argüman : Değerlerin Ontolojik Temellendirmesi Tanrısız Mümkün Mü? Doç.Dr.Enis Doko




 Aksiyolojik Argüman : Değerlerin

Ontolojik Temellendirmesi

Tanrısız Mümkün Mü?

Enis Doko



Tarih boyunca felsefeciler, Tanrı’nın varlığını ispatlamak için çeşitli

argümanlar geliştirmişlerdir. Geleneksel olarak bu argümanlar dört kategoride

tasnif edilir: Ontolojik argümanlar, Kozmolojik argümanlar,

Teleolojik argümanlar, Aksiyolojik argümanlar. Türkiye ve genel olarak

doğu coğrafyasında bu argümanlar içersinde en az işlenmiş olanlar

aksiyolojik2 argümanlardır. Aksiyolojik argümanla, estetik veya ahlaktan

hareketle Tanrı’nın var olduğu gösterilmeye çalışılır. Aksiyolojik

argümanlar iç gözlem temelli, ontoloji temelli, yahut pratik temelli

olabilir. Ben burada ontoloji temelli bir aksiyolojik argüman geliştirmeye

çalışacağım. Ahlaki ve estetik algılarımızın kökeni veya ahlakın

ve estetiğin uygulamalarından ziyade, bu disiplinlerde ortaya çıkan

önermelerin3 doğası üstüne yoğunlaşacağım.

2 Aksiyoloji: Değerler bilimi.

3 Önerme doğruluk değeri olan cümledir. Mesela “Dünya düzdür” önermesi yanlış,

“Güneş bir yıldızdır” önermesi doğru bir önermedir. Sorular, emirler gibi doğruluk

değeri olmayan cümleler önerme değildir.

Argümanı incelemeye geçmeden önce birkaç önemli noktaya dikkatinizi

çekmek istiyorum. Ahlak hassas bir konu olduğu için, burada

sunulan argümanın doğru anlaşılması açısından, savunduklarımı anlatmadan

önce savunmadıklarımı anlatmak istiyorum. Bu makalede,

ahlaklı olmak için Tanrı’ya inanılması gerektiğini iddia etmeyeceğim.

Bu bariz bir biçimde yanlış bir iddiadır, ateistler tabi ki ahlaklı insanlar

olabilir. Tanrı’ya inanan insanların, ateistlerden daha ahlaklı olduklarını

da iddia etmeyeceğim. Tanrı’ya inanmadan, herhangi bir dine

mensup olmadan da ahlaki yargıları kavramak elbette ki mümkündür.

Ahlaki bir sistem kurulması için Tanrı’ya atıf yapılması gerektiğini

de iddia etmeyeceğim, insan hakları beyannamesi gibi karmaşık

ahlaki sistemler elbette ki Tanrı’ya hiç atıf yapmadan kurulabilir.

Argümandaki odak noktam, ahlakın doğası yani ontolojisi olacaktır.

Argümana geçmeden önce, onu anlamak için bilmemiz gereken bazı

temel kavramlara göz atalım.

1. Temel Kavramların Tanımlanması Ve Birkaç Not

Önce “temel yasa” kavramını tanımlamakla başlayalım. Temel

yasalar evrendeki bütün doğru önermelerin çıkarsanmasında kullanılan

önermelerdir. Temel yasalar başka hiçbir yasadan çıkarsanamazlar,

bunlar en temel doğru önermelerdir. Mesela Kepler yasaları,

Newton’un hareket ve yer çekimi yasalarından çıkarsanabildikleri için

temel yasa değildir. Diğer taraftan Einstein’ın yer çekimi yasası, eğer

yanlışlanmazsa, temel yasadır çünkü başka hiçbir yasadan çıkarsanamaz.

Evrendeki bütün doğru önermeler, evrendeki temel yasalardan

çıkarsanabilir.

Bilmemiz gereken önemli bir ayrım da “olgusal” ile “aksiyolojik”

önermeler ayrımıdır. “Olgusal önermeler” ya da diğer bir ismiyle “dirönermeleri”,

bize dış dünyayı betimler. Bildirme tümcelerini doğru ya

da yanlış yapan şeyler olgusal önermelerdir. Mesela “Ahmet kahvaltıda

börek yedi” önermesi, olgusal bir önermedir ve bu önermeyi doğru ya

da yanlış yapan şey Ahmet isimli kişinin kahvaltıda gerçekten börek

yiyip yemediğidir. Yani önerme, dış dünyada var olan cisimler arasındaki

ilişkiyi tarif eder. Diğer bir deyişle olgusal önermeler betimleyicidir.

Olgusal önermelerin en güzel örneği bilimsel önermelerdir.

Olgusal önermelerde bahsedilen cisim ve özellikler ampirik olarak

gözlemlenebilir. Nitekim olgusal önermelerin doğru olup olmadığını

gözlem yaparak anlayabiliriz.

“Aksiyolojik önermeler” ya da diğer bir deyişle “gerek-önermeleri”

ahlaki ve estetik önermelerdir. Bu önermeler betimlemeden ziyade, kural

koyarlar ya da gerekliliklerden bahsederler. Mesela, “Zevk için insan

öldürmemeliyiz” önermesi, aksiyolojik bir önermedir. Aksiyolojik

önermeler de doğru ya da yanlıştırlar, ama farklı olarak, bu önermelerin

işaret ettiği bilinçli varlıkların nasıl olması gerektiğini de tarif ederler.

Bu önermeler olgusal önermelere benzer şekilde “dır” son eki ile

yazılabilir olmalarına karşın; atıf yaptıkları cisim ya da özelliğin gözlemlenebilir

olmayışı, ya da “-meli” son ekli cümleye dönüştürülebilir

olmaları ile fark edilebilirler. Mesela, olgusal bir önerme olan “Çınar

yaprağı yeşildir” önermesinde, bahsedilen yeşillik özelliği dış dünyada

gözlemlenebilir. Diğer taraftan “Geçerli bir nedenimiz olmadan yalan

söylemek kötüdür” önermesindeki kötülük özelliğini dış dünyada gözlemlemek

mümkün değildir, dolayısı ile buradan bu önermenin aksiyolojik

önerme olduğunu anlayabiliriz. Nitekim aynı önerme “-meli”

son eki ile de ifade edilebilir; “Geçerli bir nedenimiz olmadığı sürece

yalan söylememeliyiz.” Aksiyolojik özelliklerin dış dünyada gözlemlenebilir

olmaması size garip geliyorsa, matematiksel ve mantıksal özelliklerin

de dış dünyada gözlemenemediğini, bunların doğruluk değerinin

de gözlemle belirlenemeyeceğini hatırlamak gerekir.

Olgusal önermelerde bahsedilen gerekli özellik ve cisimler olmasa

bu önermeler yanlış olurlardı. Mesela börek olmayan bir evrende, “Ahmet

kahvaltıda börek yedi” önermesi doğru olmazdı. Bu durum, olgusal

önermelerin evrendeki varlıklar arası ilişkileri tarif etmesinden

kaynaklanmaktadır, bu varlıkların olmadığı evrenlerde o varlıklarla

alakalı önermeler elbette ki doğru olamaz. Diğer taraftan dünyada

hiç tecavüz fiili işlenmeseydi bile “Çocuklara tecavüz etmek yanlıştır”

önermesi, hala doğru olacaktı. Bu olgusal önermelerle aksiyolojik

önermeler arasındaki diğer temel bir farktır. Aksiyolojik önermelerin

bu ilginç özelliğine, benzer şekilde matematiksel ve mantıksal önermelerde

de bulmak mümkündür. Mesela, evrende hiç üçgen olmasaydı

bile, “Üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir” önermesi doğru olacaktı.

(Aksiyolojik önermeler estetik önermeleri de kapsayabilir, ancak

biz burada ahlaki önermelere yoğunlaşacağız.)

“Ahlaki realizm” bazı (ya da en az bir) ahlaki yargıların, nesnel

olarak doğru (ya da yaklaşık olarak doğru) ya da yanlış (ya da çoğunlukla

yanlış) olduğunu iddia eden felsefi görüştür. Ahlaki önermelerin

nesnel (objektif) olduğu iddiası, onların doğruluk değerinin toplumun

ahlaki görüş ve teorilerinden bağımsız olduğu anlamına gelir. Ahlaki

realizm, bilimsel realizme,4 matematiksel realizme5 ve mantığa çok

benzer. Özellikle ahlaki realizm ile matematiksel realizm ve mantık

arasında çok büyük benzerlik vardır. Ahlaki realizmin savunucusuna

göre; nasıl ki bilimsel, matematiksel ve mantıksal önermelerin doğruluk

değeri toplumun inançları ve bizim teorilerimizden bağımsızsa,

aynı şekilde ahlaki önermelerin doğruluk değeri de toplumun inançları

ve bizim teorilerimizden bağımsızdır.

4 “Bilimsel realizm” bilimin doğru ya da yanlış önermeler ürettiğini iddia eden görüştür.

5 “Matematiksel realizm” matematik önermelerinin icat değil, keşif olduğunu iddia eden

görüştür.

Ahlaki önermelerin doğruluğunun nasıl belirleneceği konusunda

ise ahlaki realistler arasında görüş ayrılığı vardır. Bana göre bu görüşler

içerisinde “sezgisel ahlaki realizm” denilen görüş en makul olanıdır.

Bu görüşe göre ahlaki yargıların doğruluk değeri sezgilerimizin

yardımı ile bilinir. Bu yaklaşım bazılarına ilk başta garip gelebilir,

ancak birçok matematiksel önermeyle, mantıksal önermenin doğruluk

değerinin de sezgiler aracılığı ile bilindiği hatırlanmalıdır. Mesela

“2+2=4” ile “Sonsuz sayıda çift sayı vardır” matematiksel önermelerinin

doğru olduğu sezgisel olarak kolayca belirlenebilir.6 Aynı şekilde

birçok mantıksal önermenin de doğruluğu sezgiler yardımı ile belirlenebilir,

mesela “Bir şey hem A, hem de A-değil olamaz” mantıksal

yasasının doğru olduğu sezgiler aracılığı ile açıktır. Mesela “Bir kişi

hem evli hem de bekar olamaz” cümlesi ile “Bir çocuğu zevk için öldürmek

ahlaki olarak kabul edilemez” cümlelerini karşılaştırırsak; iki

cümlenin de doğrudan sezgisel olarak doğruluğunu kavradığımızı fark

edeceksiniz. Her ne kadar bu görüş en makul görüş olsa bile, burada

savunduğum argümanın, sezgisel ahlaki realizmin doğru olmasını

gerektirmediğini belirtmeliyim. Ahlaki realizmin herhangi bir türünün

doğru olması, burada savunduğum argüman açısından yeterlidir.

Ahlaki önermelerin sezgisel olarak kavranabileceğini iddia etmek,

bu önermelerin gerçeklik değerinin her zaman apriori olarak (anında)

belirlenebileceği anlamına gelmez, tam tersine, ahlaki bir yargıda

bulunmak için kişinin, söz konusu eylemin sonuçlarını incelemesi

6 Bazıları matematiksel önermelerin doğruluk değerinin sezgi aracılığı ile değil, ispatla

belirlendiğini iddia edebilir. Elbette ki matematiksel önermeler ispat yoluyla

çıkarsanır, ancak ispatta belli bir aksiyom kümesinin doğru olduğu varsayılır. Bu

aksiyomların doğru olduğunu nereden biliyoruz? İşte, sezgisel realizm savunucusu, bu

aksiyomların doğruluğunun sezgilerle belirlendiği konusunda ısrar edecektir. Nitekim

ahlakı da aksiyomatize edip, belli temel ahlaki aksiyomlar aracılığı ile ahlaki teoremler

ispatlanabilir. Spinoza’nın Ethica Ordine Geometrico Demonstrata (1677) eseri böyle

bir denemedir.

gerekmektedir. Bu incelemenin sonucu, araştırmayı yapan kişinin ontolojik

(varlığın doğasıyla ilgili) inançları ile yakından ilişkilidir. Dolayısı

ile bizim ontolojik görüşlerimiz, ahlaki yargılarımızı ciddi biçimde

etkiler. Örnek olarak kürtaj tartışmasını ele alalım, iki taraf da

“yaşama hakkı” ile “özgürlüğün” önemli haklar olduğunun farkındadır.

İki kampın asıl görüş ayrılığına düştüğü yer fetüsün hangi aşamada

kişi olarak kabul edilmesi gerektiğidir. Ancak kişilik tartışması,

ahlaki bir tartışmadan ziyade ontolojik bir tartışmadır. Dolayısı ile ontolojik

inançlarımızın değişmesi, ahlak teorimiz aynı kalsa bile, bazı

ahlaki yargılarımızın değişmesine neden olabilir.

Diğer önemli bir nokta da birden fazla ahlaki özelliğin olduğudur.

Bazı felsefeciler sadece tek bir ahlaki özelliğin, “İyi”nin var olduğunu

savunmuşlardır. Ancak bu görüş bence yanlıştır, birden fazla ahlaki

özellik vardır ve kimi zaman bu özellikler birbirleri ile çelişebilir. Bu

çelişkiler de gerçek ahlaki anlaşmazlıklara yol açabilir. Birbiriyle çelişmesi

mümkün ahlaki özelliklere örnek olarak “Adalet” ile “Merhamet”

verilebilir. Bu konuyu itirazlar kısmında daha detaylı ele alacağım.

Kimi bilimsel önermeler yaklaşık olarak doğrudur. Mesela “Dünya

küre şeklindedir” önermesi yaklaşık olarak doğrudur. Aynı şekilde

bazı ahlaki önermeler de yaklaşık olarak doğru olabilir, bütün ahlaki

önermelerin mutlak doğru ya da yanlış olduğunu iddia etmek için hiçbir

geçerli neden yoktur. Mesela “Bir kişiyi öldürmeye çalışan birine

iki yıl hapis cezası vermek adildir” önermesi mutlak doğru ise, “Bir

kişiyi öldürmeye çalışan birine yirmi üç ay hapis cezası vermek adildir”

önermesi yaklaşık olarak doğru olacaktır.

Gözden kaçan önemli bir nokta, bazı bilimsel ve matematiksel soruların,

doğruluk değeri olmayacak derecede muğlâk tanımlanmış olmasıdır.

Mesela “İki proton birbirini itecek mi” sorusu böyle muğlâk

bir sorudur. Çünkü iki proton arasındaki mesafeyi bilmeden bu soruya

cevap vermemiz mümkün değildir, eğer protonlar atom çekirdeğindeki

gibi birbirine çok yakınlarsa birbirini çekecek, eğer birbirlerinden yeteri

kadar uzak iseler elektromanyetik kuvvetin etkisi ile birbirlerini

itecektir. Ayrıca iki protonu etkileyecek başka proton ya da kuvvetlerin

olup olmadığı da belirlenmelidir. Dolayısı ile yukarıdaki soruya

cevap vermek için ekstra bilgilere ihtiyacımız vardır. Benzer şekilde

bazı ahlaki sorular da cevabı olmayacak kadar muğlâk olabilir. Örneğin

“Bir kişinin hayatını kurtarmak için başka birine işkence yapmak

ahlaki olarak kabul edilebilir mi” sorusu da açık bir cevaba sahip

olamayacak kadar muğlâktır. Bu soruya cevap vermek için bahsedilen

kişiyi kurtarmak için alternatif yöntemlerin olup olmadığı, işkenceden

ne kast edildiği gibi şeyleri bilmemiz lazımdır. Cevap verilemeyen

birçok ahlaki soru üstüne dikkatlice düşünülürse, bu soruların

aslında cevaplanamayacak kadar muğlâk oldukları fark edilecektir.

Diğer dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, toplumun bizim ahlaki

yargılarımızı etkileyebileceğidir; fakat toplumun, ahlaki önermelerin

doğruluk değerini etkilemesi, bundan tamamen farklıdır ve mümkün

değildir. Toplumların çeşitli adet ve gelenekleri vardır, kimi zaman

bu adetler ahlaki gerçeklikler gibi algılanabilir. Örnek olarak günümüz

toplumlarında kendisine uzatılan eli sıkma bir adettir. Bir kişinin, hijyen

konusundaki aşırı titizliğinden dolayı kendisine uzatılan eli sıkmayı

reddettiğini varsayalım. Şüphesiz bu davranış ne ahlaki ne de ahlaksız

bir harekettir. Bu kişinin, medeniliğin simgesi olan toplumsal bir âdeti

reddettiği için kaba olduğunu söyleyenler olabilir, ancak ahlaksız olduğu

söylenemez. Medenilik ya da geleneğe uymakla, ahlaklı olmak iki farklı

kavramdır, bunları birbirine karıştırmamak gerekir.

2. Argümanın Formülasyonu

Argümanımızın birinci kısmında, Tanrı’nın var olmadığı bir evrende

tüm temel yasaların olgusal olduğu, ve Hume’un mantık yasası gereğince,

olgusal önermelerden aksiyolojik önermeler çıkarsanamayacağı

için Tanrısız bir evrende nesnel aksiyolojik önermelerin var olamayacağını

göstermeye çalışacağız. Daha sonra ise en az bir nesnel aksiyolojik

önerme olmasından hareketle Tanrı’nın var olduğunu göstermeye

çalışacağız. Son olarak da aksiyolojik önermelerin kökeninin Tanrı’nın

sıfatları ve doğası olduğuna dikkat çekeceğiz. Bu iddiadan yukarıda

savunmayacağımı belirttiğim görüşlerin çıkmadığına dikkatinizi çekmek

isterim. Teistlerin kimileri doğrudan kimileri ise evrim yoluyla

Tanrı’nın gözümüzü tasarladığını iddia etmişlerdir. Elbette ki bu iddiadan

teistlerin, ateistlerden daha iyi gördüğü ya da ateistlerin kör olduğu

çıkarılamaz. Aynı şekilde ahlaki algılarımızın Tanrı tarafından

verildiği, ahlakın kökeninin Tanrı’nın karakteri ve doğası olduğu iddialarından

da, ateistlerin daha az ahlaklı ya da ahlaksız olduğu çıkarılamaz.

Nitekim yukarıda belirttiğim gibi ateistler de teistler de doğru

ve yanlışı halk arasında “vicdan” denilen sezgileri ile kavrarlar. Bu

sezgiler hem teistlerde, hem de ateistlerde vardır. Bu argümanda iddia

edilen şey, eğer Tanrı yoksa; bu sezgilerin, hem teistlerde, hem de

ateistlerde nesnel olmadığıdır. Diğer taraftan eğer Tanrı varsa, hem teistlerde,

hem ateistlerde sezgilerimiz nesnel bilgi sağlarlar. Ahlaklı olmakla,

ahlaki önermeleri ontolojik olarak temellendirmek farklı şeylerdir.

Mesela bir kişinin, satranç kurallarını iyi bilip, iyi uyguladığını

varsayalım; dolayısıyla bu kişi iyi satranç oyuncusu sayılabilir. Ama

satranç kurallarını toplumun koyduğunu, nesnel olmadığını da bilmektedir.

Satranç kuralları, matematiksel ya da fiziki yasalar gibi değildir.

İyi satranççı olmak, satrancın yasalarının nesnel olmasına inanmayı

gerektirmediği gibi, iyi ahlaklı olmak da ahlak yasalarının nesnel olduğuna

inanmayı gerektirmez. Dolayısı ile Tanrı yoksa (yani ateizm

doğruysa), nesnel ahlaki ilkeler yoktur dediğimiz zaman, kesinlikle

ateistlerin ahlaksız olduğunu iddia etmiyoruz.

Argümanımız tümdengelimsel7 formatta şu şekilde yazılabilir:

1. Nesnel aksiyolojik önermeler varsa bu önermeler ya temel yasalardır,

ya da temel yasalardan çıkarsanabilirler. (Öncül: Üçüncü

halin imkânsızlığı mantık yasası)

2. Eğer Tanrı yoksa temel yasalar doğa yasalarından ibarettir. (Öncül:

Doğalcılık tezi)

3. Bütün doğa yasaları olgusaldır. (Öncül)

4. Olgusal önermelerden aksiyolojik önermeler çıkarsanamaz.

(Öncül: Hume yasası)

Ara Sonuç: Dolayısı ile eğer Tanrı yoksa nesnel aksiyolojik

önermeler yoktur. (1,2,3,4’ten çıkan mantıksal sonuç)

5. En az bir tane nesnel aksiyolojik önerme vardır. (Öncül, Ahlaki

realizm)

Sonuç: Tanrı vardır. (Ara sonuç, 5)

Yukarıdaki argüman tümdengelimsel argüman olduğu için eğer

beş öncülü doğruysa sonuç kaçınılmaz bir şekilde doğrudur. Peki, öncüller

doğru mudur? Teker teker inceleyelim:

Birinci öncül, mantığın en temel ilkelerinden üçüncü halin imkânsızlığı

ilkesi gereği tartışılmaz bir şekilde doğrudur. Zira nesnel aksiyolojik

önermeler varsa, bu önermeler ya temel yasalardan çıkarsanabilirler

ya da çıkarsanamazlar. Eğer çıkarsanamazlarsa, o zaman tanım gereği

bu önermeler temel yasalardır. Üçüncü bir durum mümkün değildir.

İkinci öncül, bugün hemen hemen tüm ateistlerin (natüralistler

veya materyalistler de denebilir) kabul ettiği doğalcılık tezidir. Bu teze

göre yaşadığımız fiziksel evren ya da benzeri fiziksel evrenler dışında

başka ontolojik varlıklar yoktur. Diğer bir deyişle sadece doğa yasaları

ve bu yasalardan etkilenen maddi varlıklar vardır. Dolayısıyla, zaman

7 Tümdengelimsel argümanlarla ilgili gerekli bilgiler ileride verilecektir.

ve mekân dışındaki yasa veya varlıklardan bahsetmemiz mümkün

değildir. Sonuç olarak doğalcılara göre Tanrı yoktur. Doğalcılık doğruysa,

yani diğer bir deyişle Tanrı yoksa, o zaman yaşadığımız evrendeki

tüm temel yasalar doğa yasaları olacaktır. Dolayısıyla ikinci

öncül de doğrudur. (Çok ender de olsa bazı ateistler doğalcılık tezini

reddedebilirler. Bu konuya, itirazlar bölümünün Platonist Ateizm kısmında

göz atılacaktır.)

Üçüncü öncül de tartışılmaz doğru gibi gözükmektedir. Doğa yasaları

yapı gereği olgusaldır, evrendeki maddi varlıkların davranışını

ve aralarındaki etkileşimleri betimlerler. Ne fizikte, ne kimyada, ne

de biyolojide aksiyolojik bir yasa bulamazsınız. Fizik yasaları evrenin

nasıl “olduğunu” açıklar, nasıl “olması gerektiğini” açıklamaz. Bu öncülü

reddedecek kişinin, aksiyolojik bir doğa yasası göstermesi gerekirdi;

bu ise mümkün değildir.

3. Dördüncü Öncül Ve Hume Yasası

Dördüncü öncül, ilk olarak ünlü felsefeci David Hume tarafından

ileri sürüldüğü için,8 onun adıyla anılan tümdengelimsel mantığın temel

yasalarından biridir. Bu yasaya göre sadece olgusal önermelerden

oluşan öncüllerden aksiyolojik bir önerme çıkarsamak mümkün değildir.

Bu yasayı anlamak için işe tümevarımsal mantık hakkındaki bilgilerimizi

tazelemekle başlayalım.

Bütün insanların ölümlü olduğu iddiasının doğru olduğunu varsayalım.

Sokrates’in de insan olduğu biliniyor olsun. Bu iki bilgi ışığında

Sokrates için ne söylenebilir? Tabi ki Sokrates’in ölümlü olduğu

söylenebilir. Eğer Sokrates insansa ve bütün insanlar ölümlüyse, Sokrates

ölümlü olmak zorundadır. İlk iki iddiayı kabul edip mantıksal

8 Hume, David, (2009/1882) A Treatise on Human Nature (General Books LLC): Bölüm

1,§1.

çelişkiye düşmeden üçüncü iddiayı reddetmek mümkün değildir. Bu

argüman şu şekilde özetlenebilir:

1. Bütün insanlar ölümlüdür.

2. Sokrates insandır.

Sonuç: Sokrates ölümlüdür.

Yukarıda verdiğimiz örnek, geçerli bir tümdengelimsel argümandır.

İlk iki iddia argümanın öncülleri, sonuç ise onlardan çıkan mantıksal

sonuçtur. Bütün öncüllerin doğru olduğunu varsaydığımızda, sonucun

yanlış olduğunu varsaymak mantıksal çelişkiye9 yol açıyorsa, o

zaman verilen argüman, geçerli tümdengelimsel bir argümandır. Analitik

felsefecilerin en temel amaçlarından birisi, doğru öncüllere dayanan

tümdengelimsel argümanlar inşa etmektir. Eğer muhataplarına

öncülleri kabul ettirmeyi başarırlarsa, ulaşmak istedikleri sonucu da

kabul ettirmiş olacaklardır. Sonucu reddetmek isteyen biri, öncüllerden

birinin yanlış olduğunu, ya da en azından yanlış olma ihtimalinin

doğru olma ihtimalinden fazla olduğunu göstermelidir. Bu makalede

geliştirmeye çalıştığımız argüman da tümdengelimsel argümanlara

bir örnektir.

Tümdengelimsel argümanlarda dikkat edilmesi gereken husus, sonucun

zaten öncüllerde gizli olduğudur. Sonuç öncüllerde ima edilmek

zorundadır. Sokrates’in ölümlü olduğu önermesi zaten verilen iki öncülde

üstü kapalı şekilde mevcuttur. Dolayısı ile argümanla verdiğiniz

öncüllerde, olmayan bir bilgi sonuçta beliremez. Siz öncülleri bir bilgisayara

da verseniz, bilgisayar sonucu kolayca çıkaracaktır. Şimdi bu

bilgi ışığında dördüncü öncülümüze dönelim. Eğer bir argümandaki

bütün öncüller olgusalsa, o zaman sonuç olgusal olmak zorundadır,

yani diğer bir deyişle aksiyolojik olamaz. “Dir-cümleli” öncüllerden

9 Mantıksal çelişkilere örnek vermek gerekirse; bir kişinin hem evli hem bekar olduğunu,

bir arabanın hem yeşil olup, hem de yeşil olmadığını iddia etmek, mantıksal çelişkidir.

oluşan bir argümandan, “meli-cümleli” bir sonuç çıkarmak mümkün

değildir. Çünkü yukarıda dediğimiz gibi sonuç, zaten öncüllerde üstü

kapalı olarak mevcut olmak zorundadır. Eğer hiçbir öncülde aksiyolojik

bir iddia yoksa, sonuçta da hiçbir şekilde aksiyolojik bir iddia olamaz.

Örnek bir argümana göz atalım,

1. Ferhat Tayfun’u öldürdü.

2. Tayfun’u öldürmek Tayfun’a ve yakınlarına zararlıdır.

3. Tayfun kimseye zarar vermemişti.

Sonuç: Ferhat Tayfun’u öldürmemeliydi.

Yukarıdaki argümanda, tüm öncüller olgusal önermeyken, sonuç

aksiyolojik önermedir. Argümanın sonucu doğru olsa da argüman geçerli

bir tümdengelimsel argüman değildir. Zira dört öncülü kabul edip,

sonucu reddetmek mantıken mümkündür. Sonucu reddeden kişiyi vicdansızlıkla

suçlayabilirsiniz, ama mantık bilmemekle suçlayamazsınız.

Nitekim vicdan sahibi olmayan bir bilgisayara yukarıdaki dört öncülü

verdiğimizi düşünelim. Bu durumda bilgisayar hiçbir şekilde verilen

sonucu yukarıdaki dört öncülden çıkarsayamaz, bu da yukarıdaki argümanın

geçerli bir tümdengelimsel argüman olmadığını gösterecektir.

Yukarıdaki argümanı geçerli yapmak istiyorsak, mutlaka aksiyolojik

bir önermeyi öncül olarak almamız gerekmektedir. Örnek olarak,

yukarıdaki argüman şu şekilde geliştirilebilir:

1. İnsanları geçerli bir neden olmadan öldürmemeliyiz.

2. Tayfun insandır.

Sonuç: Tayfun’u geçerli bir neden olmadan öldürmemeliyiz.

Yukarıdaki iki öncülü kabul edip, mantıksal çelişkiye düşmeden

sonucu reddetmemiz mümkün değildir. Demek ki yukarıdaki argüman

başarılı bir tümdengelimsel argümandır. İlk öncülün de sonuç

gibi aksiyolojik bir önerme olduğuna dikkatinizi çekerim. 

Bu analizden çıkarmamız gereken sonuç, eğer elimizde sadece olgusal

öncüllerden oluşan bir argüman varsa, sonucun da olgusal bir

önerme olması gerektiğidir. Eğer biri, olgusal önermelerden aksiyolojik

bir önermeyi mantık yasalarını kullanarak çıkardığını iddia ediyorsa;

ya çıkarımda bir hata yapmıştır, ya da önermelerinden biri ilk

bakışta olgusal görünen aksiyolojik bir önermedir. Bu analiz ışığında

dördüncü öncülün de doğru olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Argümanımıza dönersek, ilk dört öncül doğruysa ara sonuç tümdengelimsel

mantık gereği kaçınılmaz bir biçimde doğrudur. Ara sonucu

reddeden birinin, ilk dört önermeden birini reddetmesi gerekmektedir.

Birinci öncül gereği eğer nesnel aksiyolojik önermeler varsa;

bunlar ya temel yasadır, ya da temel yasalardan çıkarsanabilir olmalıdır.

Doğalcılıkta tüm temel yasalar, doğa yasaları olacağı için ve tüm

doğa yasaları olgusal önermeler oldukları için, temel aksiyolojik yasalar

var olamaz. Dolayısı ile Tanrı yoksa temel aksiyolojik önerme

olamaz. Ancak dördüncü öncülde bahsettiğimiz Hume yasası gereği,

olgusal yasalardan aksiyolojik önermeler çıkarsamak mümkün değildir.

Bütün temel yasalar olgusalsa, onlardan çıkarsayabileceğimiz tüm

önermeler de olgusal olacaktır. Dolayısı ile Tanrı yoksa hiçbir nesnel

aksiyolojik önerme olmayacaktır.

Ara sonuçta ifade edilen hususa, birçok önemli ateist felsefeci de

dikkat çekmiştir. Ünlü ateist felsefeci John Mackie, doğalcılıkta nesnel

ahlaki önermeler olamayacağını göstermiş; doğalcılığın da doğru

olduğu varsayımı ile ahlaki realizmi reddetmiştir.10 Modern zamanların

ünlü ateistleri Jean Paul Sartre, Friedrich Nietzsche, Bertrand Russell,

Richard Dawkins, Michael Ruse de Tanrısız bir evrende nesnel

ahlaki önermeler olamayacağını, yani burada ileri sürdüğüm ara sonucu

savunmuşlardır.

10 Mackie, J.L. (1977) Ethics: Inventing Right and Wrong (New York: Penguin).

Sartre’a göre Tanrı olmadığı için insanın hiçbir içsel değeri yoktur.

Ahlak dâhil tüm değerleri insan kendisi yaratır.11 Ünlü alman filozofu

Nietzsche, Tanrı’yı öldürmenin ahlakı öldürmekle aynı anlama geldiğini

düşünüyordu: Ahlakın, “sadece Tanrı gerçekse gerçekliği vardıro

Tanrı’ya inanıp inanmamakla ayakta kalır ya da yıkılır.”12 Tanrı’nın

var olmadığı kanaatinde olan Russell da nesnel ahlaki önermelerin var

olmadığını düşünüyordu. Ona göre ahlak, toplumun birey üstündeki

baskısından doğuyordu.13 Dawkins de evrende nesnel anlamda iyi ve

kötü olmadığı görüşündedir:

Gözlediğimiz evren, temelinde, tasarım olmayan, amaç olmayan, iyi ve

kötü olmayan, kör acımasız bir umursamazlık dışında hiçbir şey olmayan

bir evrenden beklediğimiz tüm özelliklere sahiptir.”14

Bunda şaşılacak bir şey yoktur aslında. Doğalcı bakış açısında insan,

sıradan bir hayvandır. Tamamen kör tesadüflerin sonucunda oluşmuştur.

Ontolojik anlamda baktığımızda, uyum içinde çalışan atom

topluluklarından başka bir şey değildir. Dolayısı ile doğalcı bir bakış

açısında, zaten nesnel ahlaki önermeler olduğunu iddia etmek, bence

mümkün değildir. Nitekim yukarıda bahsedildiği gibi, günümüz doğalcılarının

önemli bir kısmı, nesnel ahlaki önermeleri reddetmektedir.

Bu görüş ahlaki görecelik olarak tanımlanabilir. Peki, ahlaki görecelik

doğru mudur, diğer bir deyişle ahlaki realizm yanlış mıdır? Önce

ahlaki realizm lehinde argümanları inceleyip 5. öncülü savunacağım.

Daha sonra ahlaki realizm aleyhindeki argümanlara göz atacağım.

11 Sartre, Jean-Paul (1957) Existentialism and Human Emotions (New York: Philosophical

Library), s. 15.

12 Nietzsche, F. (1968) Twilight of the Idols and the Anti-Christ (New York: Penguin

Books),.s. 70.

13 Russell, Bertrand (1954) Human Society in Ethics and Politics (London: Allen &

Unwin), s. 124.

14 Dawkins, Richard (1995) River Out of Eden: A Darwinian View of Life (New York:Basic

Books/Harper Collins), s. 132-133.

4. Beşinci Öncül Ve Ahlaki Realizm Lehindeki Argümanlar

Bir tane bile nesnel aksiyolojik önerme varsa, o zaman beşinci öncül

doğrudur. Her insanın inandığı en az bir tane temel ahlaki ilke vardır.

Mesela “Çocuğa tecavüz etmek kötüdür” ilkesinin, nesnel olarak

doğru olduğuna inanıyorsanız, o zaman size göre beşinci öncül doğrudur.

Ya da “Kendimize yapılmasını istemediğimizi başkasına yapmamalıyız”

ilkesinin, nesnel bir ilke olduğuna inanıyorsanız, o zaman

size göre en az bir tane nesnel aksiyolojik önerme vardır.

Hatta ahlaki realizm tamamen yanlış olsa bile, eğer nesnel estetik

önermeler varsa, o zaman da beşinci öncül doğru olur. Yukarıda değinildiği

gibi aksiyolojik önermeler estetik önermeleri de kapsar. Mesela

Mozart’ın yaptığı müziğin nesnel olarak bir eşeğin anırmasından

daha estetik olduğuna, ya da Dostoyevski’nin yazdığı romanların sıradan

bir dilekçeden estetik açıdan daha değerli olduğuna inanıyorsanız,

size göre de beşinci öncül doğrudur.

Aslında aksiyolojik önermeler şeklinde ifade edilebilecek o kadar

çok temel inancımız vardır ki, nesnel aksiyolojik önermeler lehinde

argümana gerek duymadan bile, aksi yönde kanıt gösterilene kadar

nesnel aksiyolojik önermelerin var olduğuna rasyonel olarak inanabiliriz.

Ancak bana göre, nesnel ahlaki önermeler olduğuna dair, felsefi

açıdan ikna edici en az üç tane argüman verilebilir. Şimdi bu üç argümana

göz atıp beşinci öncülü savunacağım.

4. 1. Felsefenin Alt Dalı Olarak Ahlak Ve Felsefenin Doğası

Ahlak felsefenin alt dallarından biridir, bunu neredeyse bütün felsefeciler

kabul eder. Bu bilgi ilk başta önemsiz bir bilgi gibi gelebilir,

ancak ahlakın doğası hakkında bize çok şey söylemektedir. Ahlak, felsefenin

bir alt dalıysa onun temel özelliklerini taşıyor demektir. Felsefenin

en temel özelliklerinden biri de nesnel doğrular üretme çabasıdır.

Buradan hareketle ahlaki realizm lehinde şöyle tümdengelimsel bir argüman

geliştirilebilir:

1. Ahlak, felsefenin alt dalıdır.

2. Alt dallar, bağlı oldukları ana disiplinin tüm temel özelliklerini

taşırlar.

3. Felsefenin temel özelliklerinden biri, nesnel doğru ya da yanlış

önermeler üretebilmesidir.

Sonuç: Ahlak, nesnel doğru ya da yanlış önermeler üretebilir, dolayısı

ile nesnel ahlaki önermeler vardır.15

Yukarıda verdiğim argüman, tümdengelimsel bir argüman olduğu

için öncüller doğruysa sonuç kaçınılmaz bir biçimde doğrudur. Teker

teker öncüllere göz atalım. Birinci öncül doğru gözükmektedir, antik

çağlardan beri neredeyse tüm filozoflar ahlakı felsefenin bir alt dalı

olarak görmüşlerdir. Bugün de ahlak felsefenin dört temel dalından

biri olarak görülmektedir. Bütün büyük felsefeciler ahlakla da uğraşmışlardır.

Aksi yönde ciddi nedenler verilmediği sürece, birinci öncül

doğru gözükmektedir. İkinci öncül de tartışılmayacak kadar doğru gözükmektedir.

Zira zaten bir disiplinin diğer bir disiplinin alt dalı olması

15 Buradaki argüman temelde Russ Shafer-Landau’nun “Ethics as Philosophy: A

Defense of Ethical Non-Naturalism” (Felsefe olarak Ahlak: Ahlaki Anti-Doğalcılığın

Savunulması) isimli makalesindeki argümandır. Burada sunduğumuz argümanın bir

benzerini sunmasının yanında, Landau, felsefenin bilimsel olmayan sorulara cevap

aramasından hareketle, ahlaki soruların da felsefi sorular oldukları için, onlara bilimsel

yöntemlerle cevap verilemeyeceğine dikkat çekmiştir. Doğalcılık bütün sorulara

bilimin cevap verebileceğini iddia ettiği için, ahlaki realizm ile doğalcılık uyumlu olamaz:

Doğalcılık doğruysa ahlaki realizm yanlıştır, ahlaki realizm doğruysa doğalcılık

yanlıştır. Bu da tam olarak burada savunulan ara sonuçtur. Dolayısı ile ahlakın felsefenin

alt dalı olmasından hareketle, burada savunulan ara sonucu destekleyen alternatif

bir argüman da geliştirmek mümkündür. Landau’nun makalesi için bakınız:

Landau, Shafer, “Ethics as Philosophy: A Defense of Ethical Non-Naturalism”, Landau,

Shafer ve Cuneo, Terence (ed.), (2007) Foundations of Ethics An Anthology (Oxford:

Blackwell Publishing), s. 210-221.

için, ana disiplinle ortak bir takım özellikleri paylaşması gerekmektedir.

İşte zaten bu temel özellikler, ortak olarak paylaşılan özelliklerdir.

Mesela fizik de, biyoloji de, kimya da doğa bilimlerinin alt dalıdır.

Doğa bilimlerinin deneysel metotları kullanma, evrenle ilgili gerçek

önermeler üretmeye çalışmak gibi temel özelliklerin hepsini hem fizik,

hem biyoloji, hem de kimyada bulmak mümkündür.

Üçüncü öncül de doğru gözükmektedir, zira üçüncü öncülü reddeden

biri bile, nesnel olarak doğru bir felsefi önerme olduğunu iddia

edecektir. Çünkü “üçüncü öncül yanlıştır” iddiasının kendisi de

felsefi bir önermedir. Dolayısı ile üçüncü öncülü reddetmek teşebbüsleri,

kendini çürütmekle son bulacaktır; bu ise bu öncülün doğru olduğu

anlamını taşımaktadır.

İyi ama, üç öncül doğruysa, o zaman kaçınılmaz bir biçimde ana

argümandaki beşinci öncül de doğrudur. Sonuçta, en az bir tane nesnel

ahlaki önerme, yani aksiyolojik önerme vardır.

4. 2. Vazgeçilmezlik Argümanı

Elektronları beş duyularımızla göremememize rağmen onların var

olduklarına inanıyoruz, neden? Çünkü elektronlar, evrendeki çeşitli

gözlemleri açıklamamızda bize yardımcı olurlar. Mesela hızlandırıcılarda,

sis odalarında oluşan çeşitli izler, oradan elektronun geçmesi ile

açıklanabilir. Görmesek de bu açıklamanın kendisi elektronun nesnel

olarak var olduğuna, onunla ilgili doğru önermeler kurulabileceğine

dair bize bir delil sunar. Aynı şekilde ahlaki özellikleri de beş duyumuzla

-elektron örneğindeki gibi- hissedemezsek bile, çeşitli gözlemlerimizi

açıklamada bize yardımcı oldukları için onların nesnel olarak

var oldukları savunulmaktadır. Böyle nesnel özellikler varsa, onlarla

ilgili elbette nesnel önermeler olacaktır. Argüman tümdengelimsel formatta

yazılırsa, şöyle olacaktır:

1. Gözlemlerimizi en iyi şekilde açıklayan açıklamaların parçası

olan önermelerin, nesnel olarak doğru olduğuna inanmakta rasyonel

olarak haklıyız.

2. Ahlaki bazı önermeler, bazı gözlemlerimizi en iyi şekilde açıklayan

açıklamaların parçasıdır.

Sonuç: Bazı ahlaki önermelerin nesnel olarak doğru olduğuna inanmakta

rasyonel olarak haklıyız.

Bilimi ve bilimsel önermeleri ciddiye alan bir kişi, birinci öncülün

doğru olduğunu iddia etmek durumundadır. Yukarıda verilen elektronun

varlığı örneği gibi, çoğu bilimsel önermenin doğru olduğuna

inanmamızın en büyük sebebi bu önermelerin çeşitli gözlemleri en

iyi şekilde açıklayan açıklamaların bir parçası olmasıdır. Başka bir

örnek daha vermek gerekirse, çoğu bilim adamı evrenin “büyük bir

patlama” ile ortaya çıktığını düşünüyor ve bunun nesnel bir gerçeklik

olduğuna inanıyorlar. Elbette ki bu patlamayı, görmemiz ya da herhangi

bir şekilde beş duyumuzla sezmemiz mümkün değildir. Ancak

bu patlamanın gerçekleştiğini varsayan Büyük Patlama Teorisi, evrenin

genişlemesi, evrenin her tarafında 3 Kelvin civarında bir ışınım

olması, evrenin çoğunluğunun hidrojen olması gibi birçok farklı gözlemi

en başarılı şekilde açıklamaktadır. Bu patlama (evrenin başlangıcında,

bir tekillikten tüm evrenin oluşması, bu mecazi ifadeyle kastedilmektedir)

da bu açıklamanın bir parçası olduğu için, nesnel olarak

böyle bir patlama gerçekleştiğine inanıyoruz. Birinci öncülü reddedersek,

o zaman, çoğu bilimsel teori ve objeyi yok saymamız gerekecektir.

Ancak birinci öncülü, sadece bilimde değil, günlük hayatımızda

da kullanmaktayız. Hatta birinci öncülü reddedersek beş duyumuza

bile güvenemeyiz. Mesela siz şu anda beş duyudan gelen bilgi çerçevesinde

elinizde bu kitabı tuttuğunuza, bu kitabın nesnel olarak var

olduğuna inanıyorsunuz. İyi ama beş duyunuzun sizi kandırmadığını,

o kitabın gerçekten orada olduğunu nereden biliyorsunuz? Kitabın

gerçekten orada olduğuna inanıyorsunuz çünkü duyu organlarınızın

size bu bilgileri vermesinin en iyi açıklaması orada gerçekten bir kitap

olduğudur.

Peki, ikinci öncül doğru mudur? Tarihteki birçok olayın açıklamasında,

ahlaki özellik ve prensiplere atıflar bulmak mümkündür. Mesela

18. ve 19. yüzyılda, Kuzey Amerika’da kölelik karşıtı ciddi hareketler

ortaya çıktı. Neden bu hareketler tam da burada ve bu zamanda

ortaya çıktı? Ünlü felsefeci Sturgeon’a göre, tam da o zamanda ve o

yerlerde kölelik daha önce olduğundan çok daha kötüydü.16 Kölelik

karşıtı hareketlerin tam bu zamanda ve mekânda oluşmasının nedeni

işte buydu. Ancak bu açıklama, ahlaki bir değer olan “kötülüğe” atıf

yapmaktadır. Mesela Hitler’in neden dünya savaşı çıkarıp, milyonlarca

insanı öldürmeyi göze aldığı sorgulanabilir. Bazı tarihçilere göre bu

durumun açıklaması Hitler’in “kötü” ahlaklı bir karaktere sahip olmasıdır.

Ya da Gandi, Martin Luther King gibi halk kahramanlarının

neden lideri olduğu grupların düşmanları arasında bile sevildiği

sorulabilir? Bu durum da bu liderlerin “adalet” için verdikleri savaşa

atıf yaparak açıklanabilir. Tarihsel olayları irdeleyip, tarihle ilgili olguları

açıklamaya çalışırsanız, çoğu zaman ahlaki ilkelere atıf yaptığınızı

göreceksiniz. Peki, bu atıfların söz konusu olayları açıkladığından

nasıl emin olabiliriz? Bir önermenin açıklamanın bir parçası

olması için, o önerme reddedildiği zaman açıklanan olgunun oluşmaması

gerekir. Mesela elektronlar olmasaydı, sis odalarındaki elektron

izleri oluşmazdı. Buradan elektronun, o izlerin açıklamasının bir parçası

olması gerektiğini görürüz. Büyük Patlama gerçekleşmeseydi,

16 Burada verdiğim örneğin ve ahlakın çeşitli gözlemleri açıklamada vazgeçilmez

bir rolü olduğunun detaylı bir savunması için bakınız: Sturgeon, Nicholas “Moral

Explanations.”, G. Sayre-McCord (ed.) (1989), Essays in Moral Realism (Ithica: Cornell

University Press).

evrenin her tarafından bu patlamadan arta kalan 3 Kelvin’lik ışıma

olmazdı. Aynı şekilde “Hitler kötü karakterli biri olmasaydı, birçok

masum insanı öldürtmezdi” önermesinin doğru gözükmesi, Hitler’in

“kötü” karakterinin, bu insan ölümlerinin açıklamasının bir parçası

olduğunu gösterir. Benzer bir analiz yukarıdaki tüm örnekler üstünde

uygulanabilir; 19. Yüzyılda ABD’deki kölelik o kadar kötü olmasaydı,

bu kadar çok köle karşıtı hareket oluşmazdı, vs.

Buraya kadar anlatılanlardan çıkan sonuca göre bu başlık altında

ele alınan ilk iki öncül doğru gözükmektedir. İlk iki öncül doğruysa,

o zaman bazı ahlaki önermeler nesnel olarak doğrudur. Diğer deyişle

en az bir tane nesnel doğru aksiyolojik önerme vardır; dolayısı ile ana

argümanımızın 5. öncülü de doğrudur.

4. 3. Sezgiler Argümanı

Yukarıda ahlaki yargıların doğruluk değerini belirlemekte sezgilerimizin

öneminden bahsetmiştim. Sezgiler aslında nesnel bazı ahlaki

önermelerin var olduğu iddiası lehinde önemli bir kanıt teşkil

eder. Zira sezgilere ve sağduyuya güvenmeyen insanlar bile, aslında

farkında olmadan en temel ontolojik inançlarını sezgileriyle temellendirmektedirler.

Mesela birisinin, dıştan çeşitli elektrik sinyalleri ile

uyarılan, kavanoz içindeki bir beyin olduğumuz iddiasında bulunduğunu

varsayalım. buna göre duyduğumuz sesler, görüntüler, bedenimizin

var olduğu hissi, beynimize bu sinyaller aracılığı ile veriliyor

olabilir. Böyle bir senaryonun yanlış olduğuna bir kanıt gösteremesek

de, bize çok sağlam kanıtlar sunulmadığı sürece bu senaryoyu kabul

etmeyiz. Bunun sebebi, söz konusu iddianın sezgilerimizle çelişmesidir.

Bu hem bilimde, hem felsefede, hem de günlük hayatta kullandığımız

genel bir prensiptir, temel sezgilerimizle çelişen iddiaları

kabul etmemiz için, söz konusu iddia lehinde ciddi kanıtların olması

gerekmektedir. İddia lehinde hiç kanıt yoksa, o zaman temel sezgilerimizi

kanıt sayıp, söz konusu iddiayı reddederiz. Dış dünyanın var

olduğu, bilimin verilerinin şans eseri değil de evren böyle olduğu için

geçerli olduğu, bedensiz bir beyin olmadığımız gibi çok temel ontolojik

inançlarımızın temeli sezgilerimiz ve sağduyudur. Ancak sezgilerimiz,

bu tarz olgusal önermelerin yanında; “Zevk için bebek öldürmek

yanlıştır” gibi aksiyolojik önermelerin de nesnel olarak doğru

olduğuna işaret etmektedir. Buradan hareketle ahlaki realizm lehinde

şöyle bir argüman geliştirilebilir:

1. Aksi yönde bir kanıt olmadığı sürece, sezgisel olarak açık olan

önermelerin nesnel olarak doğru olduğuna inanmakta rasyonel

olarak haklıyız.

2. Bazı ahlaki yargılar, sezgisel olarak açık önermedirler.

Sonuç: Aksi yönde bir kanıt olmadığı sürece, bazı ahlaki yargıların

nesnel olarak doğru olduğuna inanmakta rasyonel olarak haklıyız.

Birinci öncül, yukarıda da bahsettiğim akıl yürütme gereği doğrudur.

Aritmetiğin dayandığı Peano aksiyomlarının doğruluğu, kavanoz

içinde elektrik sinyalleri ile uyarılan bir beyin olmadığımız, ayrıca

bilimin, matematiğin ve günlük yaşamamızın temel ontolojik

birçok varsayımı, ancak birinci öncülün doğru olduğuna dair varsayım

ile savunulabilir.

İkinci öncül de açık bir biçimde doğru gözükmektedir. Bazı ahlaki

yargıların sezgisel olarak apaçık doğru gibi algılandığı inkâr edilemez

bir durumdur. Özellikle bize haksızlık yapıldığında, sezgilerimiz

bu duruma tepki gösterir. Biri ister ahlakın nesnelliğine inansın,

ister inanmasın, ahlaksız bir hareketle karşılaştığında isyan etmektedir.

Bu da göstermektedir ki, görece ahlakı savunan bir kişinin kendisi

bile pratikte buna inanmamaktadır. Çünkü görece ahlaka inanan

birini karısı aldattığında, ya da parası çalındığında, bu durumlara yanlış

gözüyle bakar ve isyan eder. Bu isyanın kökeninde, sezgilerimizin

bize açık bir biçimde haksızlığa uğradığımızı söylemesi yatmaktadır.

Mesela ilginç bir örnek verelim: Ünlü felsefeci Luois Pojman bir sınavda

kağıtları çok iyi olmasına rağmen, görece ahlakı savunan bütün

öğrencilerini, o dersten sınıfta bırakmış. Bunun üstüne öğrenciler

“adaletsizlik” iddiasıyla itiraz etmişler. Hiç kimse notunu kabul etmek

istememiş. Pojman’ın ise itirazlara cevabı basitmiş; “Kağıtlarınızı okurken

sizin bakış açınızdan baktım olaylara (görece ahlak gözüyle), ve

benim, sizinkine uygun ahlaki görüşüme göre, bu adaletsizlik değildir”.

Adaletten bahsetmek için nesnel bir temele ihtiyaç vardır. Doğal

olarak öğrenciler, kendi savundukları ahlaki sistemle çelişmişler. Onları,

daha önceki ifade ettikleri görüşlerine rağmen, bu itirazları yapmaya

sevk eden şey elbette ki sezgileridir.

İlk iki öncül doğru olduğuna göre, aksi yönde kanıt verilene kadar,

sezgilerimize dayanarak bazı nesnel ahlaki önermeler olduğunu

rahatlıkla savunabiliriz. Peki, aksi yönde kanıt var mıdır? Şimdi de

buna göz atalım:

5. İtirazlar

Eğer yukarıdaki beş öncül doğruysa o zaman Tanrı kaçınılmaz

bir biçimde vardır. Ateistlerin argümanı reddetmek için iki seçeneği

vardır. Birincisi, nesnel ahlaki önermeler olmadığını iddia edip, ahlaki

göreceliği savunarak 5. öncülü reddetmek. İkincisi ise doğalcılığı

reddedip, aksiyolojik temel yasaların var olabileceği ateistik bir sistem

önererek 2. öncülü reddetmek. Şimdi iki yaklaşıma sırayla göz atalım:

Nesnel ahlaki önermeler olmadığını düşünmemiz için güçlü bir

argüman var mıdır?

5.1 . Beşinci Öncüle İtirazlar

5.1.1. Anlaşmazlık Argümanı

Ahlaki realizme yapılan en yaygın ve güçlü itiraz, kültürler ve insanlar

arası ahlaki anlaşmazlıklara dayanmaktadır.17 Bu itiraza göre

kültürler ve insanlar belirli ahlaki konularda anlaşamamaktadırlar.

En basitinden kürtajın ahlaka uygun olup olmadığı açık bir konu değildir.

Aynı şekilde ahlakla ilgili bazı görüşler zamanla değişmiştir.

Geçmişte, mesela insan kurban etmeyi ahlaka aykırı bir durum olarak

kabul etmeyen kültürler olmuştur, ama bugün bu, kabul edilemez

bir pratiktir. İtiraz edenler, kültürler arası derin farklılıklarla ilgili bu

gözlemlere dayanarak, bu anlaşmazlıkların, ahlakın göreceli olduğunu

gösterdiğini iddia etmektedirler.

Her şeyden önce dikkat etmemiz gereken ilk nokta; kültürler arası

bu tip anlaşmazlıkların, bizi göreceliğe götürmek zorunda olmadığıdır.

Bir konuda görüş ayrılığının olması, o konuda nesnel bir gerçeğin

olmadığı anlamına gelmez. Anlaşmazlıklar, hem matematikte,

hem bilimde, hatta mantıkta bile açığa çıkar. Mesela iki kişi dünyanın

şekli konusunda anlaşamayabilirler. Biri yuvarlak, diğeri de düz

olduğunu iddia edebilir. Ancak bu tartışma dünyanın şeklinin olmadığını

göstermez. Aynı şekilde ahlaki konulardaki tartışmalar da tartıştıkları

konuda nesnel bir gerçek olmadığını göstermez. Mesela bir

pedofille18 çocuk tecavüzünün doğru olup olmadığını tartışabilirsiniz,

ama bu durum, çocuk tecavüzü tartışmasında bir haklı taraf olmayacağı

anlamına gelmez. Görüş ayrılığı olması nesnel ahlak olmadığını

göstermez.

17 Bu argümanın bir savunması için bakınız: Mackie, J.L. (1977) Ethics: Inventing Right

and Wrong (New York: Penguin Books).

18 Pedofili: Yetişkin bir bireyin, ergenlik öncesi çocukları cinsel açıdan çekici bulması ve

cinsel eğiliminin çocuklara yönelik olmasıdır.

Bu noktada anlaşmazlık argümanının savunucusu, bilimdeki anlaşmazlıklar

ile ahlaktaki anlaşmazlıklar arasında bazı temel farklar

olduğunu iddia edecektir. Bilim ve matematikteki anlaşmazlıkların bilgimiz

arttıkça çözülebilir olmalarına karşın, ahlaktaki bazı tartışmalar

ne kadar araştırma yaparsak yapalım çözülmezmiş gibi gözükmektedir.

Bu yeni itiraza bilim, matematik ve mantıkta çözülemez gibi gözüken

anlaşmazlıklara dikkat çekilerek cevap verilebilir. Fizikteki hareket

göreceli midir yoksa mutlak mıdır, diğer bir deyişle mutlak bir

boş uzay var mıdır,19 kuantum mekaniğinin doğru yorumu hangisidir,

gibi birçok temel sorunun çözümü üzerinde de anlaşma yoktur. Bu

soruların bir gün, tartışmaları ortadan kaldıracak şekilde cevap bulacağını

düşünmememiz için herhangi bir neden yoktur. Bu soruların

cevabını deneysel bir testle sınamak çok zor gözükmektedir. Ancak

bu sorulara cevap veremememiz, bu soruların cevabı olmadığı anlamına

gelmez. Elbette ki hareket ya mutlak ya da görecedir. Matematik

ilk bakışta anlaşmazlıklara yer olmayan bir disiplin gibi gözükse

de, aslında matematikte birçok çözülmesi çok zor ikilem mevcuttur.

Matematikte bu tarz anlaşmazlıklara, “Süreklilik Hipotezi”20 ya d a

19 Newton’dan günümüze kadar hareketin göreceli mi yoksa mutlak mı olduğu sonuçsuz

bir biçimde tartışılmıştır. Newton gibi mutlak hareketi savunanlara göre boş uzay

vardır ve hareket bu boş uzayda yer değiştirmeye tekabül eder. Göreceli hareketi savunan

Mach gibi fizikçilere göre ise boş uzay diye bir şey yoktur, hareket bir cismin başka

bir cisme göre göreceli olarak yer değiştirmesidir. Dolayısı ile birinci cismi hareket

ettirmekle, ikinci cismi ters yönde hareket ettirmek eşdeğer şeylerdir. Einstein önce

Mach’ın görüşünü savunsa da, hayatının sonlarına doğru mutlak uzay olabileceğini

yazmıştır. Mutlak uzayın olup olmadığı hâlâ açık bir sorudur.

20 Gerçek hayatta bir sonsuzdan bahsetsek bile, matematikteki bütün sonsuzlar birbirine

eşit değildir. Doğal sayılar kümesi de, reel sayılar kümesi de sonsuz sayıda eleman

içermektedir. Ancak reel sayılar kümesi, doğal sayılar kümesinden daha çok eleman

içermektedir. Ünlü matematikçi George Cantor 19. yüzyılda doğal sayılar kümesinin

eleman sayısına ℵ0 dersek, reel sayılar kümesinin eleman sayısının doğal sayılar kümesinin

alt kümeleri kadar eleman içereceğini (buna da ℵ1 dersek, ℵ1=2ℵ0) ispatlamıştır.

Yani reel sayıların eleman sayısı doğal sayılardan fazladır (diğer taraftan tek

“Seçim Aksiyomu”21 gibi “karar verilemez önermeler” örnek olarak

verilebilir. Benzer şekilde mantık içinde de çözümsüz tartışmalara

rastlamak mümkündür; mesela Hegel ya da tutarlılık ötesi mantığın

savunucuları mantığın çelişmezlik ilkesini reddetmişlerdir. Çelişmezlik

ilkesinin doğruluğu konusundaki tartışma, bu ilkeyi sezgilerle temellendirme

reddedildiğinde çözümsüz gibi görünmektedir. Sonuç

olarak bu örneklerin de gösterdiği gibi, ahlaktaki anlaşmazlıklar ile

doğal sayıların sayısı, tüm doğal sayıların sayısına eşittir, ikisinin de sayısıℵ0’dır! ).

Doğal olarak aklımıza gelecek ilk soru, ℵ1 ile ℵ0 arasında bir sonsuz var mıdır? Diğer

bir deyişle doğal sayılar kümesinden çok, reel sayılar kümesinden az eleman içeren

bir küme var mıdır? George Cantor’a göre böyle bir küme bulmak mümkün değildir.

İşte George Cantor’un bu iddiasına “Süreklilik Hipotezi” denilmektedir. 1940 yılında

Gödel soruya vereceğimiz negatif cevabın kümeler teorisi ile tutarlı olduğunu, 1964

yılında ise Paul Cohen soruya vereceğimiz pozitif cevabın da kümeler teorisiyle tutarlı

olduğunu ispatladı. Diğer bir deyişle Zermelo-Fraenkel Kümeler teorisinde bu

soruya cevap vermek mümkün değildir. Hipotezin yanlış olduğu da, doğru olduğu da

ispatlanamaz. Söz konusu hipotezin doğru olup olmadığı matematikçiler ve felsefeciler

arasında hâlâ tartışma konusudur. Gödel gibi büyük matematikçiler hipotezi reddederken,

Cantor gibi diğer bir dev matematikçi savunmuştur. Bu sorun, matematikte

ortaya çıkan çözülmesi çok zor sorunlara güzel bir örnektir.

21 “Seçim Aksiyomu” standart küme teorilerinden birinin temel aksiyomlarından biridir.

Tychonoff Teoremi gibi çok önemli matematiksel teoriler bu aksiyomun yardımı

ile ispatlanmıştır. Ancak bu aksiyomun doğruluğu da matematikçiler arasında hâlâ

tartışma konusudur. Bu aksiyoma göre eğer elimizde boş olmayan sonlu ya da sonsuz

kümeler topluluğu varsa, her bir kümeden birer eleman seçebiliriz. İlk bakışta bu

apaçık bir gerçek gibi gözükebilir ama bu aksiyomu kabul ettiğimiz zaman çok garip

sonuçlarla karşılaşırız. Mesela bu aksiyomu doğru kabul edersek, üç boyutlu uzaydaki

bir küreyi sonlu sayıda parçalara bölüp, bu parçaları başka şekilde birleştirip ilk küreye

eşit büyüklükte iki küre elde edebileceğimizi ispatlayabiliriz. Hatta aynı prosesi devam

ettirip, bir küreden sonsuz tane eşit büyüklükte küre elde etmemiz bile mümkün

görünmektedir. Bu matematikte Banaç-Tarski paradoksu olarak bilinir. Bu paradoks

kimi matematikçileri “Seçim Aksiyomu”nun yanlış olduğu konusunda ikna etse de,

başka matematikçiler, aksiyomu, çok önemli teoremlerin ispatında kullanıldığı gerekçesi

ve matematikte bazı garip sonuçların çıkabileceği gerekçesi ile doğru kabul etmektedirler.

Seçim Aksiyomu’nun da doğru olup olmadığına, Süreklilik Hipotezi gibi

Zermelo-Fraenkel Kümeler teorisinde cevap vermek mümkün değildir.

diğer disiplinler arasındaki anlaşmazlıklar arasında temel farklar olduğu

iddiası yanlıştır.

Buna rağmen “anlaşmazlık olan konularda nesnel gerçek yoktur”

gibi bir ilke kabul edilirse, o zaman “nesnel ahlak önermeleri yoktur”

iddiasının kendisi de nesnel bir gerçeklik olarak kabul edilemez..

Çünkü nesnel ahlaki önermelerin var olup olmadığı konusunda da anlaşma

yoktur.

Ayrıca ahlaki konularda anlaşmazlıklar olması beklendik bir durumdur.

Anlaşmazlıkların olmasının birkaç nedeni vardır. Birincisi,

yukarıda da değindiğim gibi, çeşitli ahlaki önermelerin doğruluk değeri

ontolojik inançlarımıza yakından bağlıdır. Farklı zamanlardaki toplumların

bazı ahlaki doğrular üstünde anlaşamamalarının en önemli

sebebi bu bağımlılıktır. Çünkü farklı zamanlardaki toplumların, ontolojik

inançları da farklıdır. Örnek olarak, insan kurban eden çoğu

kabile insan öldürmenin ahlaki olarak doğru bir şey olduğunu düşündüğü

için insan kurban etmeyi haklı görüyor değildir. Tam tersine, bu

kabilelerin insan kurban etmesine sebep olan inanç; bu eylemleriyle,

binlerce insanın hayatını kızgın tanrılardan kurtaracakları olmuştur.

Bu kabileler bu tanrılara inanmayı bıraktıklarında, yani ontolojik görüşleri

değiştiğinde, insan kurban etmeyi de bırakmışlardır. Bu durum

çoğu ahlaki tartışmanın neden çözümsüz olduğunu da açıklar. Birçok

konuda farklı ontolojik yaklaşımlar benimsenmiştir, dolayısı ile bu

farklılık ahlaki yargıları da etkilemiştir. Mesela insan fetüsünün, insan

olup olmadığı tartışılan bir ontolojik sorudur. Bu soruya verilen farklı

cevaplar, ahlaki bir tartışma olan kürtajı da tartışmalı kılmaktadır.

Ahlaki anlaşmazlıkların arkasındaki bir diğer neden ise bazı ahlaki

soruların, cevap verilemeyecek kadar belirsiz tanımlanmış olmaları

ya da elimizde cevap için yeteri kadar bilgi olmamasıdır. Yukarıda

da değindiğim gibi, ahlaki bir yargıda bulunmak için kişinin,

söz konusu eylemin sonuçlarını incelemesi gerekmektedir, ancak elimizde

böyle bir inceleme için yeterli veri yoksa, o zaman bu soruya

cevap vermemiz mümkün olamaz. İnsanlar genelde verilen ahlaki sorudaki

bilgi eksikliğini fark edemezler ve bu da sözde ahlaki anlaşmazlıklara

yol açar.

İlaveten, bazı ahlaki sorulara vereceğimiz cevaplar bazı gruplara

çeşitli yararlar sağlayabilir. Bu da belli ahlaki sorulara taraflı yaklaşmamıza

neden olabilir. Hatta bazı ahlaki doğruları gizlemek amacıyla

birden fazla ahlaki özellik olmasından faydalanılması mümkündür.

Buna ahlaki propaganda diyebiliriz. Örnek vermek gerekirse, soykırımı

haklı çıkarmak için Naziler şöyle bir propagandaya başvurdular:

“Soykırım yanlıştır” önermesini karşılamak için, Yahudilerin olmadığı

bir dünyanın daha iyi olduğunu savunmaya çalıştılar. Yani başka

ahlaki özelliklere atıfta bulundular. Bu tarz ahlaki propagandalar normal

şartlarda net olan ahlaki sorularda bile anlaşmazlıklara neden olabilmektedir.

Yahudi soykırımı buna güzel bir örnektir. Ancak kimi

durumlarda ahlaki özelliklerin birbiri ile gerçekten çelişebileceğinin

ve bunun çözülmesi çok zor gerçek ahlaki önermelere yol açacağının

da farkında olmak gerekir. Elbette ki çeşitli ahlaki özelliklerin var olduğu

göz önüne alındığında, bu tarz anlaşmazlıkların ortaya çıkması

beklendik bir durumdur.

Sonuç olarak, anlaşmazlıklar sadece ahlak alanında değil fizik,

matematik, felsefe ve mantık gibi diğer disiplinlerde de açığa çıkmaktadır.

Bu anlaşmazlıkların matematiksel, fiziksel, felsefi ve mantıksal

önermelerin görece olduğunu gösterdiği iddia edilmemektedir.

Bu yüzden, bahsedilen anlaşmazlıkların ahlaki önermelerin de

görece olduğunu gösterdiğini iddia edemeyiz. Ayrıca yukarıda gösterdiğimiz

gibi bu tarz anlaşmazlıkların olması ahlaki realizm görüşü

açısından da beklendik bir durumdur. Bundan dolayı ahlaki

anlaşmazlıkların, ahlaki realizm aleyhinde bir argüman oluşturduğu

iddia edilemez.

5.1.2. Evrimsel Argüman

Diğer bir itiraz da Evrim Teorisi’ne dayanılarak getirilmeye çalışılmıştır.

Bu itiraza göre “ahlak” dediğimiz şey, herhangi bir organımız

gibi evrim süreci boyunca gelişmiş, tek amacı çoğalma ve bizi

hayatta tutmak olan bir içgüdüdür. Buna göre nesnel ahlaki önermeler

yoktur, bilim felsefecisi Michael Ruse ve sosyobiyolojinin babası

kabul edilen Edward Wilson bu durumu şu şekilde özetlemektedir:

Ahlak bizim çoğalmaya yönelik amaçlarımızı güçlendirmek için oluşmuş

bir adaptasyondur... Anladığımız haliyle ahlak, iş birliği yapmamız için

genlerimiz tarafından oluşturulan bir illüzyondur22

İlk dikkat etmemiz gereken şey, bu itirazın bilimsel olmaktan ziyade

felsefi olduğudur. Söz konusu iddiayı deneysel olarak sınamak

ya da doğrulamak mümkün değildir. Zaten standart Evrim Teorisi, insanın

biyolojik yönünü açıklar; bence, canlıların davranışlarını veya

psikolojisini açıklamak, standart Evrim Teorisi’nin sınırlarının dışındadır.

Bu evrimsel psikolojinin alanıdır ve bu alanın bilimsel olup olmadığı

hâlâ tartışma konusudur. Ancak evrimsel psikolojiyi bilimsel

bir alan olarak kabul etsek bile, gene de bize ahlakın doğası hakkında

fazla bilgi sunamaz. Bu durumu şöyle bir örnekle anlatabiliriz; mesela

evrimsel psikoloji, insanın gökteki yıldızlara baktığı zaman hissettiklerini,

algıladığımız görüntünün beyine nasıl ulaştığını, gözümüzdeki

hangi mekanizmalarla algılandığını Evrim Teorisi’ne atıfla açıklamaya

çalışabilir. Ancak böyle bir açıklamayı ortaya atan hiçbir evrimsel

psikolog, aynı zamanda bize, yıldızların ve gökyüzünün yapısı ya da

22 Ruse, M. ve Wilson, E. O. (1989) “The Evolution of Ethics”, New Scientist, s. 51.

doğası hakkında bilgi verdiğini iddia etmez. Açıklama sadece algıların

kendisi ile alakalı olabilir, algılanan objeyle alakalı olamaz. Aynı

şekilde bir evrimsel psikolog, ahlaki algılarımızın nasıl geliştiği hakkında

bize makul açıklama sunduğunu varsaysak bile, ahlakın yapısı

ve nesnelliği gibi temel özellikleri hakkında açıklama sunamaz. Böyle

bir açıklama yaptığı anda, çalıştığı bilimin sınırlarının dışına çıkar.

Ancak söz konusu itiraz ciddi anlamda sorunludur, zira mantıkta

“kökensel hata (genetic fallacy)” olarak bilinen mantık hatası23 işlenmektedir.

Bu mantıksal hatayla işlenen yanlışlığın özelliği, bir şeyin

kökeni ya da tarihine referans verilerek bir iddianın yanlışlanmaya

çalışılmasıdır. Ancak bu her zaman mümkün değildir. Örnek vermek

gerekirse şöyle bir iddia “kökensel hataya” sahiptir: Bilim adamı olan

Kekule, benzen molekülünün yapısını rüyasında gördü. Dolayısı ile

Kekule’nin benzen molekülü teorisine inanmamalıyız. Kekule’nin benzen

molekülünü rüyasında gördüğü doğrudur, ancak bu durum molekülün

o şekilde olmadığını göstermez. Nitekim benzen molekülünün

o şekilde olduğunu düşünmemiz için elimizde ciddi kanıtlar vardır.

Bu mantık hatasına verilecek diğer bir örnek de şöyle bir iddia olabilir:

“Sen demokrasiyi savunuyorsun zira sen demokratik bir toplumda

doğdun”. Bir iddianın doğru ya da yanlış olduğu o iddianın nasıl ortaya

çıktığına bakarak bulunamaz. Konumuza dönersek “Çocuklara

işkence yapmak yanlıştır” iddiasının kökeni evrimsel mekanizmalar

olabilir. Ancak bu söz konusu iddianın yanlış ya da yanılsama olduğunu

göstermez. Mesela bir akıl hastasını alalım, bu kişi etrafta uçan

atlar görüyor olsun. Aldığı bir ilaç sayesinde bu atların gerçekten var

olmadığına inanmaya başlasın. Onun bu inancının ilaç etkisinden oluşması

bu inancının doğru olduğunu, gerçekten de uçan atlar olmadığı

gerçeğini değiştirir mi? Tabi ki hayır. Aynı şekilde ahlakın kökeninin

23 Mantık hatalarına “mantıksal safsata” diyenler de vardır. Mantık hataları ilk bakışta

doğru görünen ama aslında yanlış olan çıkarımlardır.

evrimsel mekanizmalar olduğunu göstermek, ahlaki iddiaların gerçek

olmadığını göstermez.

Ancak ikinci bir evrimsel argüman daha mevcuttur. Elbette ki ahlak

algımızın kökenine atıf yaparak ahlakın kesin olarak görece olduğu

iddia edilmekle kökensel mantık hatası işlenir. Ancak gene de

Evrim Teorisi’nin, ahlakın nesnel olması ihtimalini ciddi olarak düşürdüğü

iddia edilebilir. Bu yeni argümana göre, insan ahlakı doğal

seçilimin bir sonucu olduğuna göre, hayatta kalma mücadelesinin bir

ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Böyle bir mücadele sonucunda, nesnel

ahlaki prensiplerin ortaya çıkması çok düşük ihtimaldir. Buna göre ahlaki

realizm büyük ihtimal yanlış olmalıdır. Bu itiraz yerinde midir?

Her şeyden önce ahlakın gerçekten de evrimsel mekanizmalarla gelişip

gelişmediği tartışılabilir. Sosyobiyologlar her şeyi evrimle açıklamaya

çalışmaktadırlar. İnsanın bütün davranışlarını evrime bağlamak

şüphesiz yanlış olacaktır. Ünlü evrimci felsefeci Daniel Dennett’in örneğini

kullanırsak; insanların kullandığı tüm mızraklardaki uç sivri

olmuştur. Bu seçimi evrime bağlamak, insanda bir çeşit mızrak ucu

geni olduğunu iddia etmek, elbette ki komik olacaktır. Mızraklar uçları

sivriyken daha çok işe yaradıkları için, zeki bir varlık olan insan,

hep sivri uçlu mızraklar kullanmıştır. Kökende evrimsel bir mekanizma

söz konusu değildir. Buna göre aynı şekilde ahlak da evrimsel

süreçlerden bağımsız olabilir.

Ahlakın, gerçekten de çoğalmayı ve hayatta kalmayı destekleyip

desteklemediği de tartışmalı bir konudur. Tecavüzün serbest olduğu

bir toplumda, insanların daha hızlı çoğaldığı savunulabilir. Zayıflara

yardım etmenin, onlara zarar vermemenin, “güçlüler ayakta kalır” ilkesiyle

çeliştiği savunulabilir. Mesela yabancı biri için hayatımızı feda

etmemizin hiçbir şekilde bizim ya da genlerimizin hayatta kalmasına

faydası olmadığı açıktır. “Tecavüz” ve “zayıflara yardım etmemek”

evrimle uyuşmasına rağmen, ahlakla açık bir biçimde çelişmektedir.

Bu da ahlakta, evrimsel süreçlerden fazlası olduğunu göstermektedir.

Ancak bu sorunları görmezden gelsek bile, söz konusu evrimsel

itirazın iki büyük sorunu vardır, ki bu ikisi bu itirazı geçersiz kılmak

için yeterlidir. Birincisi, söz konusu itirazın başarılı olması için doğalcı

(ateist) evrim teorisini kabul etmemiz gerekmektedir. Evrim teorisinin

iki tane felsefi yorumu mevcuttur. Bu iki felsefi yorum da deneysel

verileri aynı başarıyla açıklar. Birinci yoruma göre doğa dışında

hiçbir şey yoktur, bu yukarıda bahsettiğimiz doğalcılık tezidir. Buna

göre insan, kör tesadüfî süreçlerle, şans eseri ortaya çıkmış bir hayvan

türüdür. Bu evrimin doğalcı-ateist yorumudur. Doğalcılık tezi bilimsel

metotlarla doğrulanıp yanlışlanamadığı için felsefi bir iddiadır.

Bu iddiaya dayanan evrimin doğalcı yorumu da dolayısı ile felsefi bir

yorumdur. Bu arada bilimsel evrim teorisinde kullanılan “tesadüf “kelimesi

ile günlük hayatta kullandığımız “tesadüf” kelimelerinin birbirinden

farklı anlam taşıdıklarına dikkatinizi çekmek isterim. Çağımızın

önemli biyologlarından Ernst Mayr, biyolojide kullanılan “tesadüf

(randomness)” kelimesini şu şekilde tanımlamaktadır:

Mutasyon ya da değişim tesadüfîdir dediğimiz zaman kastettiğimiz şey

yeni genetik özellikler ile verilen ortamdaki organizmanın adapte olma ihtiyacı

arasında bir ilişki olmadığı iddiasından ibarettir.24

Önemli biyoloji felsefecilerinden Eliot Sober de Mayr’a benzer bir

“biyolojik tesadüf” tanımı vermektedir:

24 Mayr, Ernst (1988) Towards a New Philosophy of Biology: Observations of an

Evolutionist (Cambridge: Harvard University Press), s. 98.

Mutasyonların yararlı olacağını saptayıp, mutasyonun gerçekleşmesine

neden olan fiziksel bir mekanizma (onların içinde veya dışında) yoktur.25

Hatta bu itirazın en önemli savunucularından, yukarıdaki alıntının

sahibi Michael Ruse da bu tanımlara çok yakın bir tesadüf tanımı

vermektedir:

Biyolojik evrimin “ham maddesi” (diğer bir deyişle mutasyonlar) tesadüfidir,

ki bundan kasıt onun ihtiyaca göre gerçekleşmemesidir. 26

Fakat “tesadüfü” bu anlamda anladığımız zaman, evrimin Tanrı’nın

varlığı ile çelişmediği açıkça görülebilir. Daha ziyade burada “tesadüf”

ifadesiyle kastedilen şey, canlılarda Lamarckçı bir yapının olmadığıdır.

Yani canlılar dış koşulları sezip, genetik yapılarını koşullara

göre değiştirmezler. Genetik değişimler çevre koşullarından bağımsız

bir şekilde gerçekleşir ve çevre kendine uygun olmayan mutasyonları

eler. Bu tarz bir iddia ise hiçbir şekilde Tanrı’nın bu dış koşulları yaratıp,

canlıların bu yöntemle ortaya çıkardığı iddiası ile çelişmez. Bu

da evrimin ikinci bir yorumunu mümkün kılmaktadır: Teistik evrim

görüşü. Bu görüşe göre Tanrı insanı, Evrim Teorisi’nde bahsedilen

mekanizmalarla yaratmıştır. Teistik evrim ile doğalcı evrim, bilimsel

olarak eşdeğerdir, ikisi de aynı deneysel öngörülerde bulunur. Nitekim

Evrim Teorisi’nin ilk versiyonunu ortaya atan Cahız, Evrim Teorisi’nin

babaları sayılan Alfred Wallace, modern Evrim Teorisi’nin kurucularından

Theodosius Dobzhansky, günümüzde Evrim Teorisi’nin en

ünlü savunucularından Kenneth Miller gibi birçok önemli evrimci biyolog,

evrimin teistik yorumunu kabul etmiştir. Teistik yorumu kabul

25 Sober, Eliot “Evolution Without Metaphysics?”, J. Kvanvig (ed.), Oxford Studies in

Philosophy of Religion, cilt 3.

26 Ruse, Michael (1988) Philosophy of Biology Today (Albany: State University of New

York Press), s. 75.

ettiğimiz zaman, yukarıdaki söz konusu itiraz geçersiz olur. Çünkü

Tanrı, bize, pekâlâ nesnel ahlakı görmeye yarayan sezgileri evrimsel

süreçlerle vermiş olabilir. Teistik evrim yorumunda, nesnel ahlakın ortaya

çıkma ihtimalinin düşük olduğunu varsaymak için hiçbir gerekçemiz

yoktur. Dolayısı ile Evrim Teorisi’ni kullanarak nesnel ahlakın

var olmadığını iddia etmek için ona doğalcılığı eklememiz gerekmektedir.

Ancak argümanımızın ilk dört öncülünde de gösterdiğimiz gibi

zaten doğalcılık doğruysa nesnel ahlaki önermeler yoktur, doğalcılığa

evrime ekleme bu anlamda doğalcılığa ekstra bir yardımda bulunmaz.

İkinci önemli probleme gelirsek, ahlakın evrim kökenli olduğunu

savunanlara göre, matematiksel sezgilerimiz (ki sayelerinde matematiği

biliriz), tümevarım yeteneğimiz (ki sayesinde bilim yaparız), duyu

organlarımız (ki sayelerinde dış dünya hakkında bilgi alırız) da evrim

kökenlidir. Ancak eğer ahlaki sezgilerin kökeni evrimsel süreçler

olduğu için ahlakı yanılsama (illüzyon) olarak değerlendireceksek

o zaman, evrimsel süreçlerden gelen yeteneklerimizle geliştirdiğimiz

matematik, bilim hatta dış dünya algımız da yanılsamadır. Ancak

bir kere bilimin yanılsama olduğunu iddia edersek, o zaman bilimsel

bir teori olan evrimin kendisi de yanılsama olacaktır. Evrim yanılsamaysa,

o zaman söz konusu itiraz evrim üstünden geliştirilmeye çalışıldığı

için geçersiz olacaktır. Yani itiraz kendi kendini baltaladığı

için kabul edilemezdir.

5.1.3. Doğrulamacılık/Yanlışlamacılık İtirazı:

Doğrulamacılık felsefe tarihinde önemli bir yere sahip olan, ama

1950’lerde gözden düşen pozitivizmin temel prensibidir. Pozitivizmin

bugün akademik felsefe camiasında ciddi bir savunucusu kalmamasına

rağmen, hâlâ bilimsel çevrelerde ve halk üstünde çok etkilidir.

Çoğu insanın ahlaki önermeleri göreceli olarak algılamasının en

büyük sebebi pozitivizmdir. Bu yüzden bu pozitivist itirazın ciddi bir

savunucusu kalmasa da incelememiz faydalı olacaktır.

Yanlışlamacılık doğrulamacılığın alternatif bir yorumu olarak düşünülebilir.

Doğrulamacılık/yanlışlamacılık ilkesine göre, bir cümle ya

analitikse27 ya da ampirik (deneysel) olarak doğrulanabiliyorsa/yanlışlanabiliyorsa

anlamlıdır. Bu ilkeyi savunanlara göre ahlaki önermeler

analitik veya deneysel olarak doğrulanabilir/yanlışlanabilir önermeler

olmadıklarına göre anlamsızdır. Bu tarz bir argüman pozitivist felsefeci

Alfred Ayer tarafından geliştirilmişti.28 Bu tarz bir argümanın savunucusu,

ahlakın göreceli olduğunu savunmakla kalmaz, daha ileri

giderek ahlaki önermelerin anlamsız olduğunu da iddia eder.

Öncelikle ahlaki ilkelerin analitik olmadığı, yahut ampirik olarak

doğrulanabilir/yanlışlanabilir olmadığı açık bir durum değildir. Dolayısı

ile doğrulamacılık/yanlışlamacılık ilkesini kabul etsek bile ahlaki

önermelerin anlamsız ya da göreceli olduğu açık bir durum değildir.

Nitekim “tecavüz yanlıştır” gibi ahlaki önermelerin anlamsız

olmadığı, her insanın bu önermenin söylemek istediğini kavramasından

bile bellidir. Fakat söz konusu ilkenin iki tane büyük sorunu vardır

ki, bu iki sorundan dolayı bütün felsefeciler bu ilkeyi (doğrulamacılık/

yanlışlamacılık ilkesini) reddetmiştir.

Birincisi, söz konusu ilke kendi kendini reddetmektedir, zira

ilkenin kendisi, ne analitik ne de deneysel olarak test edilebilir

bir önermedir: “Yalnızca doğrulanabilen/yanlışlanabilen cümleler

27 Analitik önermeler, yüklemi öznesine ek olarak bir bildirimde bulunmayan önermelerdir.

Mesela “Bütün bekarlar evli değildir”; “Bütün üçgenlerin üç kenarı vardır” önermeleri

analitik önermelerdir. Zira “bekar” öznesi zaten evli olmama bilgisini içerir,

“üçgen” öznesi de üç kenara sahip olmayı içerir. Analitik önermelerin doğru veya

yanlış olduğu doğrudan içeriğinden anlaşılabilir.

28 Argümanın savunması için bakınız: Ayer, Alfred (1954) “The Analysis of Moral

Judgments” Philosophical Essays, (London: Macmillan).

anlamlıdır” cümlesinin kendisi doğrulanamaz/yanlışlanamaz. Dolayısı

ile bu ilkeyi kabul edersek, ilkenin kendisinin anlamsız olduğunu

da kabul etmememiz gerekir! Kısacası bu ilke kendi kendini

reddetmektedir.

İkincisi, bir sürü önemli bilimsel iddiayı deneysel olarak yanlışlamak

ya da doğrulamak mümkün değildir. Kuantum mekaniğindeki

istatistiksel önermeler, deneysel olarak doğrulanamaz ya da yanlışlanamaz.

Bu tarz önermeler için deneysel kanıt bulmak mümkündür,

ancak bu önermeler hiçbir zaman yüzde yüz kesinlikle doğrulanamaz

ya da yanlışlanamaz. Mesela “Paranın tura gelme olasılığı yüzde ellidir”

önermesini alalım. Diyelim ki parayı 10 defa attık ve her seferinde

tura geldi, söz konusu iddiayı yanlışladığımızı söyleyebilir miyiz?

Tabi ki hayır, belki bir sonraki 10 atışta hep yazı gelecek. Ya da

“Tura gelme ihtimali yüzde yetmiştir” önermesini ele alalım, diyelim

ki parayı 100 kere attık, 70 kere tura geldi. Bu önermeyi doğrulamış

olduk mu? Tabi ki hayır, belki bundan sonraki atışlarda yazı daha fazla

gelecek ve oran değişecek. Ne kadar deney yaparsanız yapın istatistiksel

bir önermeyi deneysel olarak doğrulayamazsınız.

Dolayısı ile söz konusu ilke (doğrulamacılık/yanlışlamacılık ilkesi),

hem kendi kendini reddettiği, hem de önemli bilimsel önermeleri anlamsız

gibi gösterdiği için anlam kriteri olarak kabul edilemez. Bu ilkeyi

reddettik mi ona dayalı ahlaki realizme getirilen itiraz da geçerliliğini

yitirmiş olur.

Bu bölümde görüldüğü gibi, ahlaki realizm aleyhinde güçlü bir argüman

yoktur. Yukarıda verdiğim üç argümanı da göz önüne alırsak,

beşinci öncülün doğru olma ihtimali yanlış olma ihtimalinden fazladır.

Şimdi ikinci öncüle gelebilecek itiraza göz atalım.

5.2. İkinci Öncüle İtirazlar ve Platonist Ateizm

Bütün doğalcılar ateist olmak zorundadırlar, ancak bütün ateistler

doğalcı olmak zorunda değildir. Günümüzde kendilerine “yeni ateistler”

diyen bütün ateistler doğalcı olmalarına rağmen, bu böyle olmak

zorunda değildir. (Kamuoyunda ateist olarak ünlü tüm isimler doğalcı

olmalarına rağmen, bunların dışında olabilecek ateist yaklaşımı irdelemeyi

yararlı buluyorum.)Tanrı’nın varlığını reddetmek, doğanın var

olan tek şey olduğunu iddia etmeyi gerektirmez. Dolayısı ile bir ateist,

doğalcılığı reddedip ikinci öncülümüzü reddedilir. Ancak bu yeterli

değildir, zira ikinci öncül ateistin yeni pozisyonunu da kapsayacak şekilde

güncellenebilir. Ateistin argümanımızı geçersiz kılmak için, yeni

pozisyonunda aksiyolojik bir takım temel önermeler olduğunu göstermesi

lazımdır. Aksi takdirde ateistin yeni poziyonuna “x-ateizm” dersek,

argümanımızı şu şekilde yeniden oluşturabiliriz:

1. Nesnel aksiyolojik önermeler varsa bu önermeler ya temel yasalardır,

ya da temel yasalardan çıkarsanabilirler. (Öncül, Üçüncü

halin imkânsızlığı mantık yasası)

2. Eğer Tanrı yoksa temel yasalar x-ateizmin içerdiği yasalardan

ibarettir. (Öncül)

3. Bütün x-ateistik temel yasalar olgusaldır. (Öncül)

4. Olgusal önermelerden aksiyolojik önermeler çıkarsanamaz.

(Öncül, Hume yasası)

5. Dolayısı ile eğer Tanrı yoksa nesnel aksiyolojik önermeler yoktur.

(1, 2, 3, 4’ten çıkan mantıksal sonuç)

6. En az bir tane nesnel aksiyolojik önerme vardır. (Öncül, Ahlaki

realizm)

Sonuç: Tanrı vardır. Ateistin böyle bir güncellenmiş argümandan kaçmasının tek yolu,

güncellemede 3. öncülün yanlış olmasıdır. Yani x-ateizmin içinde aksiyolojik

bir takım önermeler içermesi gerekmektedir. Doğa yasaları

olgusal olduğu için, ateistin söz konusu yasaların zaman ve mekân dışında

olduğunu savunması gereklidir. Bu görüş Platonizmi andırdığı

için, bu görüşe “Platonist ateizm” diyeceğim. Platonist ateizm doğruysa,

yani evrenimizin dışındaki Platonik bir evrende, zaman mekan

dışında aksiyolojik yani ahlaki bir takım temel yasalar varsa, o

zaman argümanım başarısız olur. Peki, böyle bir görüş doğru olabilir

mi? Teizm mi, böyle bir görüş mü daha rasyoneldir?

Platonist ateizmin birçok önemli sorunu vardır. Birincisi, her şeyden

önce görüşün kendisi çok gariptir, zaman-mekân dışında merhamet,

adalet, iyilik gibi normal şartlarda kişilere özgü özelliklerin var

olduğu iddiasını anlamak gerçekten güçtür. Normal şartlarda ahlaki

önermeler ve özellikler kişilerle alakalıdır, bir cisim, ya da fiziksel

olgu merhametli olamaz. Merhametlilik, adil olmak, bilinçli varlıkların

özelliğidir. Nitekim çoğu felsefeciye göre bu özelliklere sadece özgür

iradeye sahip varlıklar sahip olabilir. Ancak eğer Platonist ateizm

doğruysa, o zaman bu özellikler ve ahlaki yargılar zaman-mekân dışında

oldukları için hiçbir varlık olmasaydı dahi var olmalıydılar. İyi

ama bu nasıl olabilir? Merhametlilik özelliğinin hiçbir varlığın var olmadığı

bir yerde var olduğu nasıl iddia edilebilir? Bu iddianın anlamı

nedir? Bu sorulara cevap vermek mümkün gözükmemektedir. Dolayısı

ile Platonist ateizm ahlaki özellikleri temellendirme noktasında

bir açıklama sunamamaktadır. Dolayısı ile böyle bir görüş kurmanın

mümkün olup olmadığı bile bir soru işaretidir. Diğer taraftan teizmin

Tanrısı bir zihne sahip, kişisel bir varlık olduğu için onun doğasına

atıf yaparak merhamet, adalet gibi kavramları temellendirme benzeri

bir sorunla karşılaşmaz.

İkincisi, eğer Platonist ateizmin iddia ettiği gibi bazı ahlaki değerler

ve ahlaki yargılar zaman-mekân dışında varlarsa, o zaman nedensel

ilişkilere girememelerinden ötürü,29 onların varlıklarından haberdar

da olmamamız gerekiyordu. Çünkü bir şey hakkında bilgi elde

etmek için o cisimle bir çeşit ilişkiye girmek şarttır, öyle ki bu ilişki

sırasında cisimle ilgili bilgiler ondan bize geçebilsin. Ancak Platonist

ateizmin savunduğu mekânda olmayan, nedensel ilişkilere girmeyen

cisimlerle böyle bir ilişki sağlamak imkânsızdır. Ancak biz ahlaki değerlerin

varlıklarından haberdarız. Bu gerçek de Platonist ateizmin

yanlış olduğunu göstermektedir.

Üçüncüsü, ahlaki yasa ve özelliklerin zaman-mekân dışında olduğunu

düşünmekteki bir başka sorun da, ahlaki özelliklerin zamanmekân

içinde yaşayan varlıklarla alakalı olmasıdır. Diğer bir deyişle

ahlaki önerme ve özellikler felsefecilerin amaçlılık dediği özelliğe sahiptir.

Ancak bu çok garip bir durumdur, zaman-mekân dışında, değişmeyen,

nedensel ilişkiye girmeyen değerler nasıl olur da zaman-mekân

içindeki varlıkların (yani kişilerin merhametli, cömert... olması gibi)

tariflere dönüşebilirler? Bu soruya da cevap vermek mümkün değildir.

Ayrıca ahlaki önermelerin önemli bir özelliği, yukarda bahsedildiği

gibi bize yükümlülükler yüklemeleridir. “Zevk için insan öldürmemeliyiz”

önermesi, bir doğruya işaret etmesinin yanında, bize

öldürmeme yükümlüğü de yükler. Birincisi, nasıl oluyor da zamanmekân

dışındaki soyut bazı yasa ve özellikler bize yükümlülük yükleyebilir?

İkincisi, neden biz bu yükümlülüklere uyalım ki? Diyelim

29 Cisimler ancak zaman-mekanda nedensel ilişkiye girebilirler. Çünkü zaman dışında

değişimden bahsetmek mümkün değildir. Değişim olmayan yerde ise nedensel

ilişkiden bahsetmek mümkün değildir. Zaten aksiyolojik özelliklerin nedensel ilişkiye

girmediği de apaçık bir durumdur. Merhametten (merhametli bir insandan değil,

soyut bir değer olarak merhametten) tokat yediğiniz, ya da şefkate çarptığınız oldu

mu?

ki “Merhametli olmak iyidir” veya “Bencil olmak kötüdür” önermeleri

doğru olsun. Neden birinci özelliğe sahip olmak isterken, ikinci

özellikten uzak durmaya çalışmalıyız? Platonist ateizm bu soruları da

cevapsız bırakmaktadır.

Platonist ateizmin diğer bir zayıflığı ise kör-tesadüfî evrimsel süreçlerle

ortaya çıkan insanın, bu zaman-mekân dışındaki yasaları kavrayacak

şekilde evrimleşmiş olduğunu iddia etmek zorunda kalmasıdır.

Ancak bu savunulması çok zor bir iddiadır. Zira ateistin, maddenin

kör-tesadüfî bir süreçle, zaman-mekân dışındaki bazı özellikleri kavrayacak

bir mekanizma geliştirmiş olduğunu iddia etmesi gerekmektedir.

İyi ama zaman-mekân dışından bilgi alabilen bir mekanizma,

ateizmin öngördüğü bir evrendeki fiziki yasa ve maddelerden nasıl

yapılabilir? Böyle bir mekanizma bilimsel olarak bilinmemektedir;

ayrıca böylesi bir mekanizmanın oluşması hiç de mantıklı gözükmemektedir.

Zaman-mekân dışındaki bir takım özelliklerin, bu dünyada

hayatta kalmamızla alakası olamayacağı için, doğal seçilimin -böyle

bir yapı olmuş olsaydı bile- onu seçmesi de olasılık olarak mümkün

gözükmemektedir.

Bütün bunlar göz önüne alındığında, Platonist ateizmin pek ciddi

ve ikna edici bir pozisyon olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bu

sorunlar kanaatimce o kadar büyüktürler ki; Platonist ateizmi doğalcılık

ve teizme ciddi bir alternatif olarak görmek mümkün değildir.

5.3. Euthyphro İkilemi

Platon, Euthyphro diyaloğunda, kutsalın tanrılar tarafından istenen

şey olduğunu savunan hayali bir karakter olan Euthyphro’ya,

Sokrates’in ağzından şu soruyu sormaktadır: “Bir şey bizatihi kutsal30

30 Diyalogta geçen “τὸ ὅσιον” kelimesi Türkçe’ye genelde “kutsal” olarak çevrilmektedir,

ancak kelime “erdem” anlamına da sahiptir.

olduğu için mi tanrılar tarafından sevilir, yoksa tanrılar tarafından sevilen

bir şey olduğu için mi kutsal sayılır?”31

Bu sorudan hareketle bazı ateistler, teizm için benzeri bir ikilem

yaratmayı amaçlayan şu soruyu sorarlar: “Ahlaki davranışlar Tanrı

tarafından emredildiği için mi ahlakidir, yoksa ahlaki olduğu için mi

Tanrı tarafından emredilmiştir?”

Burada sunulan ikilemden birinci seçeneği seçersek, ahlaki ilkeler

Tanrı’nın keyfi seçimlerine dönüşmüş olacaklardır. Öyle ki Tanrı

fikrini değiştirip aniden cinayeti ahlaklı görürse cinayet ahlaki olarak

kabul edilebilir olacaktır. Ama ateistlere göre bu kabul edilebilir

bir şey değildir, bu durumda ahlakın nesnel olduğu iddia edilemez,

dolayısı ile verdiğimiz argümanın 5. öncülü yanlış olacağı için argüman

da yanlış olacaktır.

Diğer taraftan ikinci seçeneği seçersek, bu sefer ahlaki önermeler

Tanrı’dan bağımsız olacaktır. Eğer ahlaki önermeler Tanrı’dan bağımsızsa,

o zaman Tanrı olmasaydı bile onlar hâlâ var olabilecekti. Bu

da bizim ara sonucumuzun, dolayısı ile muhtemelen 2. öncülümüzün

yanlış olduğu anlamına gelecektir.

Bu ikilem argümanımızı geçersiz kılmış mıdır? Her şeyden önce

birinci seçenek 5. öncülü reddetmemizi gerektirmez. Teistlere göre

Tanrı fizik yasalarını da yaratmıştır, bundan hareketle fizik yasalarının

keyfi, nesnel olmayan önermeler olduklarını söyeleyebilir miyiz?

Söyleyemeyiz, aynı şey ahlak için de geçerlidir.

Ancak Euthyphro ikilemi gerçek bir ikilem değildir, üçüncü bir seçenek

daha vardır ve bence doğru olan seçenek de budur. Bu seçeneğe

göre ki Augustine, Anselm, Aquinas gibi teistik felsefecilerin birçoğu

bu görüşü savunmuştur; merhamet, adalet gibi temel ahlaki özellikler

31 Platon (1961) “Euthyphro”, Hamilton, Edith ve Cairns, Huntington (ed.), The Collected

Dialogues of Plato (Princeton: Princeton University Press), 10a.

Tanrı’nın Doğası’nın bir parçasıdır. Tanrı ne dışarıdaki bir ahlak standardına

uyar, ne de böyle bir standardı yokluktan yaratır. Bu ahlaki

değerlerin standardı Tanrı’nın Doğası’nın kendisidir. Nitekim bu görüş

teizmle ilk seçenekten daha uyumlu durmaktadır, zira teistik görüşte

Tanrı her zaman merhametlidir, her zaman adildir, her zaman

iyidir. Bu sıfatlar onun temel ve zorunlu sıfatlarındandır.

Bu noktada ateist üçüncü seçeneğe şöyle bir soruyla itiraz getirmeye

çalışabilir: “Tanrı’nın Doğası, Tanrı nasılsa öyle olduğu için mi iyidir;

yoksa dışsal bir ölçütle örtüştüğü için mi iyidir?” Birinci seçeneği seçersek,

o zaman ateist, “Tanrı’nın doğası başka türlü olsaydı ahlak da

başka türlü olurdu, demek ki ahlak mutlak anlamda nesnel değildir”

diyebilir. İkinci seçeneği seçersek ise, yukarıdaki ikinci seçenek gibi,

iyiliğin Tanrı’dan bağımsız bir kavram yapıldığını iddia edebilir. Dolayısı

ile ateist Euthyphro ikileminin yeniden belirdiğini söyleyebilir.

Bu aslında anlamsız bir sorudur. Özellikler zorunlu ya da bağımlı

olabilir. Bir özelliğin, bir varlığın temel ya da zorunlu özelliği ya da sıfatı

olduğunu söylemek, o varlığın bütün mümkün evrenlerde o özellik

veya sıfata sahip olduğunu iddia etmek demektir. Mesela A isimli

bir üçgenimiz olsun. A üçgeninin üç kenarı vardır ve bu onun zorunlu

özelliğidir. Zira üçgeninin üçten az ya da fazla kenarı olması mümkün

değildir. Diğer taraftan üçgenlerin iç açıları toplamı, Öklid geometrisinde

180 derece, Rieman geometrisinde 180 dereceden fazla,

Lobacevski geometrisinde ise 180 dereceden azdır. Dolayısı ile A üçgeni,

Öklid uzayındaysa iç açılar toplamı 180 derece olacaktır. Diğer

taraftan A üçgeni eğer Rieman uzayındaysa iç açılar toplamı 180 dereceden

fazla olacaktır. Dolayısı ile üçgenin iç açılar toplamının 180

derece olması bir bağımlı özelliğidir. Bu bilgi ışığında bir üçgenin iç

açılar toplamının neden 180 derece olduğu ya da olmadığı sorgulanabilir.

Ancak şöyle bir soru anlamsız olacaktır: “A’nın üçgen olduğu

için mi üç kenarı vardır, yoksa üç kenarlı olduğu için mi üçgendir?”.

Zira üç kenarlı olmak üçgenin temel özelliğidir, üçgenin üç kenarlı olmaması

mümkün değildir.

Yukarıda da değindiğim gibi “iyilik” Tanrı’nın Doğası’nın temel

özelliğidir (sıfatıdır), bütün muhtemel evrenlerde Tanrı sonsuz iyidir,

farklı olması zaten mümkün değildir. Dolayısı ile ateistin sorusu, yukarıdaki

üçgenin neden üç kenarı olduğu sorusu gibidir, anlamsızdır.

Zira birinci seçenek ateistin iddia ettiği sonucu gerektirmez. “Tanrı’nın

Doğası başka türlü olsaydı ahlak da başka türlü olurdu, dolayısı ile bu

bakışta ahlak nesnel değildir” iddiasının, Tanrı’nın ahlaki sıfatlarının

zorunlu olduğu (Doğası’ndan kaynaklandığı) bilgisinin ışığında yanlış

olduğu açıktır. Tanrı’nın Doğası zaten başka türlü olamazdı ki, ahlak

da başka türlü olabilsin. Tıpkı üçgenin üç kenar dışında başka bir sayıda

kenarı olamayacağı gibi.

6. Sonuç

Evrendeki bütün doğru önermeler, makalenin başında belirtildiği

gibi temel önermelerden çıkarsanabilir. Argümanımın birinci kısmında,

tümdengelimsel mantığın temel ilkelerinden biri olan Hume yasası gereği,

bütün temel önermeler olgusalsa, bütün nesnel doğru önermelerin

de olgusal olması gerektiğini göstermeye çalıştık. Ateistin bu noktada

iki seçeneği vardır, birincisi doğalcılık veya benzeri bütün temel önermelerin

olgusal olduğu bir görüşü benimsemek ve bu önermelerden

nesnel ahlaki önermeler çıkarsayamayacağı için nesnel ahlaki önermelerin

varlığını reddetmek. Ya da Platonist ateist bir pozisyon benimseyip,

zaman-mekân dışında bazı temel ahlaki önermeler olduğunu iddia

etmek. İkinci seçenek, yukarıda itirazlar bölümünde ayrıntılıca gösterdiğim

gibi, savunulması makul olmayan bir görüştür. İlk seçenek

ise nesnel ahlaki önermelerin reddini gerektirdiği için savunulmazdır.

Zira itirazlar bölümünde görüldüğü gibi, ahlaki önermelerin nesnel olmadığını

düşünmemiz için geçerli hiçbir argüman yoktur. Bütün nesnel

ahlak karşıtı argümanların çok ciddi sorunları vardır. Diğer taraftan,

nesnel ahlaki önermeler olması gerektiği yönünde üç tane geçerli

argüman vermeye çalıştım. Dolayısı ile ateistin elindeki iki seçenek

de rasyonel açıdan güçlü gözükmemektedir. Nesnel ahlaki değerlerin

(aksiyolojik önermelerin) varlığı, teizm lehinde önemli bir delil oluşturmaktadır.

Bu delil, bu kitapta sunulan ve sunulmayan diğer delillerle

birleştirildiğinde, teizmin ateizmden daha rasyonel olduğu daha

da iyi anlaşılacaktır.