Ahlaki Realizm mi,Rölativizim mi?


 Ahlaki Realizm mi,Rölativizm mi ? 

 Ahlaki realizm nedir ?: Bizim inançlarımızdan ya da davranışlarımızdan bağımsız, ahlaki gerçeklerin olduğunu söyleyen görüştür ve evrensel bir ahlakın olduğunu savunur. 

 Ahlaki rölativizm nedir ?: Ahlaki doğru ve ilkelerin objektifliğini ve evrenselliğini reddeden, bunların bireye veya topluma göreli olduğunu savunan yaklaşımlara verilen genel isimdir. 

 Ahlaki Realizm lehindeki argümanlar:

 1-Felsefenin Alt Dalı Olarak Ahlak Ve Felsefenin Doğası:

 Ahlak felsefenin alt dallarından biridir, bunu neredeyse bütün felsefeciler kabul eder. Bu bilgi ilk başta önemsiz bir bilgi gibi gelebilir, ancak ahlakın doğası hakkında bize çok şey söylemektedir. Ahlak, felsefenin bir alt dalıysa onun temel özelliklerini taşıyor demektir. Felsefenin en temel özelliklerinden biri de nesnel doğrular üretme çabasıdır. Buradan hareketle ahlaki realizm lehinde şöyle tümdengelimsel bir argüman geliştirilebilir: 

 1. Ahlak, felsefenin alt dalıdır. 

2. Alt dallar, bağlı oldukları ana disiplinin tüm temel özelliklerini taşırlar. 

3. Felsefenin temel özelliklerinden biri, nesnel doğru ya da yanlış önermeler üretebilmesidir. 

Sonuç: Ahlak, nesnel doğru ya da yanlış önermeler üretebilir, dolayısıyla nesnel ahlaki önermeler vardır.

 Eğer tüm öncüller doğruysa sonuç kaçınılmaz olarak doğrudur.Birinci öncül tartışılmaz bir şekilde doğrudur ve “ahlak felsefesi” olarak isimlendirilmiştir.İkinci öncüle bakacak olursak bir disiplinin alt dalı olması için, ana disiplinle ortak birtakım özellikleri paylaşması gerekmektedir.Örnek gösterecek olursak fizik de, kimya da doğa bilimlerinin alt dalıdır. Doğa bilimlerinin deneysel metotları kullanma, evrenle ilgili gerçek önermeler üretmeye çalışmak gibi temel özelliklerin hepsini hem fizik hem biyoloji hem de kimyada bulmak mümkündür. Üçüncü öncül de doğru gözükmektedir, zira üçüncü öncülü reddeden biri bile, nesnel olarak doğru bir felsefi önerme olduğunu iddia edecektir. Çünkü “üçüncü öncül yanlıştır” iddiasının kendisi de felsefi bir önermedir. Dolayısıyla üçüncü öncülü reddetmek teşebbüsleri, kendini çürütmekle son bulacaktır; bu ise bu öncülün doğru olduğu anlamını taşımaktadır.[1] 

 İyi ama, üç öncül doğruysa, o zaman kaçınılmaz bir biçimde ana argümandaki beşinci öncül de doğrudur. Sonuçta, en az bir tane nesnel ahlaki önerme, yani aksiyolojik önerme vardır. Argüman ilk analizde başarılı gözükse de, bazı okuyucular bu argümanı fazla güçlü bulmayacaktır. Pekâlâ, filozoflar yanılmış olamaz mı? Belki de ahlakı felsefenin alt dalı olarak görmek hatalı ya da ahlakta bir istisna durumu olamaz mı? Bu soruların hepsi makul sorulardır ama yukarıdaki argümanın özünü kaçırmaktadırlar. Yukarıdaki argüman aslında bir çeşit konunun uzmanlarına atıf olarak okunabilir. Tarih boyunca, ahlak üstüne en çok kafa yoran düşünürlerin büyük çoğunluğu, ahlakı nesnel görmüştür. Elbette ki bu çoğunluk yanılabilir, ama yanıldıklarını iddia ediyorsak gerekçe vermesi gereken bizleriz. Dolayısıyla bu argüman aslında özellikle iki yöndeki deliller eşit olduğu durumda ahlaki realizmi seçmek için makul bir gerekçe vermektedir. 

Sezgiler Argümanı

 Sezgiler aslında nesnel bazı ahlaki önermelerin var olduğu iddiası lehinde önemli bir kanıt teşkil eder. Zira sezgilere ve sağduyuya güvenmeyen insanlar bile, aslında farkında olmadan en temel ontolojik inançlarını sezgileriyle temellendirmektedirler. 

Mesela birisinin, dıştan çeşitli elektrik sinyalleri ile uyarılan, kavanoz içindeki bir beyin olduğumuz iddiasında bulunduğunu varsayalım. buna göre duyduğumuz sesler, görüntüler, bedenimizin var olduğu hissi, beynimize bu sinyaller aracılığı ile veriliyor olabilir. Böyle bir senaryonun yanlış olduğuna bir kanıt gösteremesek de, bize çok sağlam kanıtlar sunulmadığı sürece bu senaryoyu kabul etmeyiz. Bunun sebebi, söz konusu iddianın sezgilerimizle çelişmesidir. Bu hem bilimde, hem felsefede, hem de günlük hayatta kullandığımız genel bir prensiptir, temel sezgilerimizle çelişen iddiaları kabul etmemiz için, söz konusu iddia lehinde ciddi kanıtların olması gerekmektedir. İddia lehinde hiç kanıt yoksa, o zaman temel sezgilerimizi kanıt sayıp, söz konusu iddiayı reddederiz. Dış dünyanın var olduğu, bilimin verilerinin şans eseri değil de evren böyle olduğu için geçerli olduğu, bedensiz bir beyin olmadığımız gibi çok temel ontolojik inançlarımızın temeli sezgilerimiz ve sağduyudur. Ancak sezgilerimiz, bu tarz olgusal önermelerin yanında; “Zevk için bebek öldürmek yanlıştır” gibi aksiyolojik önermelerin de nesnel olarak doğru olduğuna işaret etmektedir. Buradan hareketle ahlaki realizm lehinde şöyle bir argüman geliştirilebilir: 

 1. Aksi yönde bir kanıt olmadığı sürece, sezgisel olarak açık olan önermelerin nesnel olarak doğru olduğuna inanmakta rasyonel olarak haklıyız.

 2. Bazı ahlaki yargılar, sezgisel olarak açık önermedirler. 

Sonuç: Aksi yönde bir kanıt olmadığı sürece, bazı ahlaki yargıların nesnel olarak doğru olduğuna inanmakta rasyonel olarak haklıyız. 

 Birinci öncül, yukarıda da bahsettiğim akıl yürütme gereği doğrudur. Aritmetiğin dayandığı Peano aksiyomlarının doğruluğu, kavanoz içinde elektrik sinyalleri ile uyarılan bir beyin olmadığımız, ayrıca bilimin, matematiğin ve günlük yaşamamızın temel ontolojik birçok varsayımı, ancak birinci öncülün doğru olduğuna dair varsayım ile savunulabilir. İkinci öncül de açık bir biçimde doğru gözükmektedir. Bazı ahlaki yargıların sezgisel olarak apaçık doğru gibi algılandığı inkâr edilemez bir durumdur. Özellikle bize haksızlık yapıldığında, sezgilerimiz bu duruma tepki gösterir. Biri ister ahlakın nesnelliğine inansın ister inanmasın ahlaksız bir hareketle karşılaştığında isyan etmektedir. Bu da göstermektedir ki, görece ahlakı savunan bir kişinin kendisi bile pratikte buna inanmamaktadır. Çünkü görece ahlaka inanan birini karısı aldattığında ya da parası çalındığında, bu durumlara yanlış gözüyle bakar ve isyan eder. Bu isyanın kökeninde, sezgilerimizin bize açık bir biçimde haksızlığa uğradığımızı söylemesi yatmaktadır. 

Mesela ilginç bir örnek verelim: Ünlü felsefeci Luois Pojman bir sınavda kağıtları çok iyi olmasına rağmen, görece ahlakı savunan bütün öğrencilerini, o dersten sınıfta bırakmış. Bunun üstüne öğrenciler “adaletsizlik” iddiasıyla itiraz etmişler. Hiç kimse notunu kabul etmek istememiş. Pojman’ın ise itirazlara cevabı basitmiş; “Kağıtlarınızı okurken sizin bakış açınızdan baktım olaylara (görece ahlak gözüyle) ve benim sizinkine uygun ahlaki görüşüme göre, bu adaletsizlik değildir”. Adaletten bahsetmek için nesnel bir temele ihtiyaç vardır. Doğal olarak öğrenciler, kendi savundukları ahlaki sistemle çelişmişler. Onları, daha önceki ifade ettikleri görüşlerine rağmen, bu itirazları yapmaya sevk eden şey elbette ki sezgileridir. İlk iki öncül doğru olduğuna göre, aksi yönde kanıt verilene kadar, sezgilerimize dayanarak bazı nesnel ahlaki önermeler olduğunu rahatlıkla savunabiliriz.[2] 

 Oliver Curry ve çalışma arkadaşları dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan 60 farklı topluluğun etnografik kayıtlarını incelediler[3]. Bu inceleme bütün bu kültürlerin 7 tane temel işbirliği stratejisinin bütün bu kültürler tarafından benimsendiğini ortaya çıkardı. Bu stratejiler şu şekilde özetlenebilir: 

 1. Akrabalara kaynak tahsis etmek 

2. Ortak faydanın koordine edilmesi 

3. Sosyal değiş tokuş 

4. Cesaret ve yetenek 

5. Alçak gönüllülük ve saygı 

6. Ayrım/adalet 

7. Sahiplik/mülk 

 Curry’nin çalışmaları bütün toplumların evrensel olarak yukarıdaki temel işbirliği stratejilerini uygulamanın iyi bir şey olarak görüldüğünü göstermiştir. Bu da gene kültürler arası temel bir ortak ahlak anlayış olduğuna işaret etmektedir. Her kıtayı kapsayacak şekilde 44 farklı ülkede toplamda 25.863 birey üstünde yapılan anket çalışması, bütün bu ülkelerdeki insanların temel değerler çerçevesinde anlaştıkları sonucunu göstermiştir[4] . Bu değerlerden bazıları şöyledir:

 1. Evrensellik: Tüm insanların ve doğanın refahı için anlama, takdir, tolerans ve koruma.

 2. Hayırseverlik: İletişimde olduğumuz insanların refahını koruma ve geliştirme. 

3. Uyum: Diğerlerini rahatsız edecek, zarar verecek ya da sosyal normlar ve beklentilerle uyumsuz davranış, eğilim ve dürtülerin dizginlenmesi.

 4. Güvenlik: Toplum ve ilişkilerde düzenin, uyumun ve güvenliğin korunması. 

 Burada örnek olarak sunulan, 44 ülkedeki her birey tarafından evrensel olarak kabul edilen bu değerler gene ahlak açısından çok temel konumda olan değerlerdir. Bunlara atıfla çok sayıda ahlaki ilkeyi çıkarsamak mümkündür. Sosyal psikologlar da son yıllarda, siyasi görüşlerden bağımsız bütün siyasi grupların ortak bazı ahlaki temelde anlaştıkları görüşündedirler. Örnek olarak Jonathan Haidth’in görüşü alınabilir. Haidth’e göre bütün bireyler ideolojileri ne olursa olsun şu altı ahlaki değere karşı hassastırlar, birinci eylemi savunurken ikincisini reddederler:

 1. Bakım/zarar 

2. Adalet/hilekarlık 

3. Sadakat/ihanet 

4. Otorite/iktidarı devirme 

5. Kutsallık/yozlaşma 

6. Özgürlük/baskı* 

 Farklı siyasi görüşler farklı değerleri daha çok vurgulayarak ortaya çıkar. Ancak bütün ideoloji ve siyasi görüşler bu değerlere önem verir ve kabul eder[5]. Dolayısıyla farklı siyasi görüşteki insanların ortak bir ahlaki temele sahip olduğu söylenebilir. Burada ele aldığımız ampirik verilerin tamamı kültürler arası temel ahlaki ilkelerde hatırı sayılır bir uzlaşma olduğuna işaret ediyor. Bu örneklerin sunduğu resim doğru ise o zaman ahlaki anlaşmazlık iddiasına dayanan itiraz ciddi anlamda zayıflamaktadır. 

Ahlaki Rölativizm Lehindeki Argümanlar Ve Cevaplar:

 Anlaşmazlık Argümanı 

Ahlaki realizme yapılan en yaygın ve güçlü itiraz, kültürler ve insanlar arası ahlaki anlaşmazlıklara dayanmaktadır.* Bu itiraza göre farklı kültürler ya da toplumlar belirli ahlaki konularda anlaşamamaktadırlar. Mesela, geçmişte insan kurban etmeyi ahlaka aykırı bir durum olarak kabul etmeyen kültürler olmuştur ama bugün bu ahlaki olarak kabul edilemez bir pratiktir. Hatta aynı kültür içerisinde bile ahlaki anlaşmazlıklar mevcuttur. Kürtajın ahlakiliği tartışması buna örnek olarak gösterilebilir. Ahlaki realizme itiraz edenlere göre, bu kültürler ya da insanlar arasındaki ahlaki anlaşmazlıklar ahlakın nesnel olmadığını, yani ahlaki realizmin yanlış olduğunu göstermektedir. Bir konuda görüş ayrılığı olması elbette ki o konuda nesnel bir gerçek olmadığı anlamına gelmez. Bundan dolayı anlaşmazlıklar bizi göreceliğe götürmek zorunda değildir. Anlaşmazlıklar her disiplinde, hatta bilim ve matematik gibi nesnel olduğu noktasında çoğunlukla hem fikir olduğumuz disiplinlerde bile açığa çıkar. Mesela, Dünya’nın şekli konusunda farklı kültürler farklı tasavvurlara sahip olmuş olabilirler. Bu, dünyanın nesnel bir şekli olmadığı anlamına gelmez. Benzer şekilde, ahlaki konulardaki tartışmalar da tartışılan konuda nesnel bir gerçek olmadığını göstermez. Mesela bir pedofille çocuk tecavüzünün doğru olup olmadığını tartışabilirsiniz, ama bu durum, çocuk tecavüzü tartışmasında bir haklı taraf olmayacağı anlamına gelmez. Görüş ayrılığı olması nesnel ahlak olmadığını göstermez. Dolayısıyla itirazı sunanın anlaşmazlıklar dışında ek bazı gerekçeler sunması gerekir. Bu noktada anlaşmazlık argümanının savunucusu, bilimdeki anlaşmazlıklar ile ahlaktaki anlaşmazlıklar arasında bazı temel farklar olduğunu iddia edebilir. 

Bilim ve matematikteki anlaşmazlıkların bilgimiz arttıkça çözülebilir olmalarına karşın, ahlaktaki bazı tartışmalar ne kadar araştırma yaparsak yapalım çözülmezmiş gibi gözükmektedir. Yani bu itirazı sunanlara göre bilim ve matematikteki anlaşmazlıklar ile ahlaki anlaşmazlıklar arasında mahiyet farkı vardır. Ancak bu yaklaşım doğru gözükmemektedir. Bilim ve matematikte de çözülemeyecek anlaşmazlıklar vardır. Mesela fiziği örnek alalım. Hareket göreceli midir yoksa mutlak mıdır? Diğer bir deyişle mutlak bir boş uzay var mıdır? Newton’dan günümüze kadar hareketin göreceli mi yoksa mutlak mı olduğu sorusu fizik felsefesi alanında tartışılmaya devam etmektedir.* Newton gibi mutlak hareketi savunanlara göre boş uzay vardır ve hareket bu boş uzayda yer değiştirmeye tekabül eder. Göreceli hareketi savunan Mach gibi fizikçilere göre ise boş uzay diye bir şey yoktur, hareket bir cismin başka bir cisme göre göreceli olarak yer değiştirmesidir. Dolayısıyla birinci cismi hareket ettirmekle, ikinci cismi ters yönde hareket ettirmek eşdeğer şeylerdir. Einstein önce Mach’ın görüşünü savunsa da hayatının sonlarına doğru mutlak uzay olabileceğini yazmıştır. 

Mutlak uzayın olup olmadığı hâlâ tartışılan bir sorudur. Yüzyıllarca tartışılan bu soruya bir gün kesin bir cevap bulacağımızı düşünmek için hiçbir gerekçe yoktur. Fizik içindeki çözülmesi güç, belki de çözülemeyecek başka bir tartışma örneği de kuantum mekaniğinin yorumu ile ilgilidir. Kuantum mekaniğinin mevcut deneylerle uyumlu bir düzine yorumu mevcuttur. Bu yorumlardan hangisinin doğru olduğunu belirlemek deneysel olarak şu aşamada mümkün gözükmemektedir. Belki de hiçbir zaman bu konudaki tartışma bitmeyecek olabilir. Bilim felsefesinde eksik belirlenim olarak bilinen bir sorun mevcuttur. Buna göre herhangi bir deneysel veriyi eşit derecede başarılı açıklayan çok sayıda hatta muhtemelen sonsuz teori vardır. Deneylere atıf yaparak bu alternatif teoriler arasında ayrım yapmak mümkün olmadığı için, iki farklı bilim insanının iki farklı teoriyi savunması pekâlâ mümkündür. Bu iki bilim insanı deneysel veriler dışında bir kriterde anlaşamazsa hangi teorinin evreni doğru tarif ettiği noktasında hemfikir olması mümkün değildir. Yani bilim içinde de cevabı üstünde mutabık olunmasında ciddi zorluklar gözüken tartışmalar mevcuttur. Ancak bu tartışmaları (çoğunda ikiden çok alternatif var) çözemememiz, bunların nesnel bir çözümü olmadığı anlamına gelmez. Mesela hangisinin doğru olduğunu bilemesek de elbette ki hareket ya mutlak ya da görecedir.

 Matematik ilk bakışta anlaşmazlıklara yer olmayan bir disiplin gibi gözükse de aslında matematikte birçok çözülmesi çok zor, hatta çözülemez ikilem mevcuttur. Matematikte bu tarz anlaşmazlıklara, “Süreklilik Hipotezi” ya da “Seçim Aksiyomu”* gibi “karar verilemez önermeler” örnek olarak verilebilir. Gerçek hayatta bir sonsuzdan bahsetsek bile, matematikteki bütün sonsuzlar birbirine eşit değildir. Doğal sayılar kümesi de reel sayılar kümesi de sonsuz sayıda eleman içermektedir. Ancak reel sayılar kümesi, doğal sayılar kümesinden daha çok eleman içermektedir. Ünlü matematikçi George Cantor, 19. yüzyılda, doğal sayılar kümesinin eleman sayısına ℵ0 dersek, reel sayılar kümesinin eleman sayısının doğal sayılar kümesinin alt kümeleri kadar eleman, yani 2ℵ 0 eleman içereceğini ispatlamıştır. Doğal olarak aklımıza gelecek ilk soru, “2ℵ0 ile ℵ0 arasında bir sonsuz var mıdır?” şeklindedir. Diğer bir deyişle doğal sayılar kümesinden çok, reel sayılar kümesinden az eleman içeren bir küme var mıdır? George Cantor’a göre böyle bir küme bulmak mümkün değildir, ikinci büyük sonsuz ℵ1 , şu eşitliği sağlar ℵ1 =2ℵ0 . İşte George Cantor’un bu iddiasına “Süreklilik Hipotezi” denilmektedir. 1940 yılında Gödel soruya vereceğimiz negatif cevabın kümeler teorisi ile tutarlı olduğunu* , 1964 yılında ise Paul Cohen soruya vereceğimiz pozitif cevabın da kümeler teorisiyle tutarlı olduğunu ispatladı**. Diğer bir deyişle, Zermelo-Fraenkel Kümeler teorisinde bu soruya cevap vermek mümkün değildir. Hipotezin yanlış olduğu da doğru olduğu da ispatlanamaz. Söz konusu hipotezin doğru olup olmadığı, matematikçiler ve felsefeciler arasında hâlâ tartışma konusudur. 

Gödel gibi büyük matematikçiler, hipotezi reddederken, Cantor gibi diğer bir dev matematikçi savunmuştur. Bu sorun, matematikte ortaya çıkan çözülmesi çok zor sorunlara güzel bir örnektir. Benzer şekilde mantık içinde de çözümsüz tartışmalara rastlamak mümkündür; mesela Hegel ya da tutarlılık ötesi mantığın savunucuları mantığın çelişmezlik ilkesini reddetmişlerdir. Çelişmezlik ilkesinin doğruluğu konusundaki tartışma, bu ilkeyi sezgilerle temellendirme reddedildiğinde çözümsüz gibi görünmektedir. Sonuç olarak bu örneklerin de gösterdiği gibi, ahlaktaki anlaşmazlıklar ile diğer disiplinler arasındaki anlaşmazlıklar arasında temel farklar olduğu iddiası yanlıştır. Dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da anlaşmazlığın, meta-etik de dahil felsefenin her disiplini içinde hep var olan bir olgu olduğudur. Felsefi tartışmaların ciddi bir kısmı da çözümsüz gözükmektedir. Bir kişi eğer “Çözülemez anlaşmazlık olan konularda nesnel gerçek yoktur” gibi bir ilke kabul edilirse, o zaman “Nesnel ahlak önermeleri yoktur” iddiasının kendisi de nesnel bir gerçeklik olarak kabul edilemez. Çünkü nesnel ahlaki önermelerin var olup olmadığı konusunda da anlaşma yoktur.[3] 

 Evrimsel Argüman

 Ahlaki realizm ve dolayısıyla ahlak argümanlarına getirilen bir başka itiraz evrim teorisine dayanmaktadır. Bu itiraza göre “ahlak” dediğimiz şey, herhangi bir organımız gibi evrim süreci boyunca gelişmiş, tek amacı çoğalma ve türü hayatta tutmak olan bir içgüdüdür. Buna göre nesnel ahlaki önermeler yoktur, bilim felsefecisi Michael Ruse ve sosyobiyolojinin babası kabul edilen Edward Wilson bu durumu şu şekilde özetlemektedir: “Ahlak, bizim çoğalmaya yönelik amaçlarımızı güçlendirmek için oluşmuş bir adaptasyondur... Anladığımız haliyle ahlak, iş birliği yapmamız için genlerimiz tarafından oluşturulan bir illüzyondur.” İlk dikkat etmemiz gereken şey, bu itirazın bilimsel olmaktan ziyade felsefi olduğudur. Söz konusu iddiayı deneysel olarak sınamak ya da doğrulamak mümkün değildir. Zaten standart evrim teorisi, insanın biyolojik yönünü açıklar; bizce, canlıların davranışlarını veya psikolojisini açıklamak, standart evrim teorisinin sınırlarının dışındadır. Bu evrimsel psikolojinin alanıdır ve bu alanın ne kadar bilimsel olduğu hâlâ tartışma konusudur. Ancak evrimsel psikolojiyi bilimsel bir alan olarak kabul etsek bile, gene de bize ahlakın doğası hakkında fazla bilgi sunamaz. 

 Bu durumu şöyle bir örnekle anlatabiliriz; mesela evrimsel psikoloji ve fizyoloji, insanın gökteki yıldızlara baktığı zaman hissettiklerini, algıladığımız görüntünün beyine nasıl ulaştığını, gözümüzdeki hangi mekanizmalarla algılandığını evrim teorisine atıfla açıklamaya çalışabilir. Ancak böyle bir açıklamayı ortaya atan hiçbir evrimsel psikolog, aynı zamanda bize, yıldızların ve gökyüzünün yapısı ya da doğası hakkında bilgi verdiğini iddia etmez. Açıklama sadece algıların kendisi ile alakalı olabilir, algılanan objeyle alakalı olamaz. Aynı şekilde bir evrimsel psikolog, ahlaki algılarımızın nasıl geliştiği hakkında bize makul açıklama sunduğunu varsaysak bile, ahlakın yapısı ve nesnelliği gibi temel özellikleri hakkında açıklama sunamaz. Böyle bir açıklama yaptığı anda, çalıştığı bilimin sınırlarının dışına çıkar. Söz konusu itiraz bir de şu açıdan sorunludur; mantıkta “kökensel hata (genetic fallacy)” olarak bilinen mantık hatası işlenmektedir. Bu mantıksal hatayla işlenen yanlışlığın özelliği, bir şeyin kökeni ya da tarihine referans verilerek bir iddianın yanlışlanmaya çalışılmasıdır. 

 Ünlü evrimci felsefeci Daniel Dennett’in örneğini kullanırsak; insanların kullandığı tüm mızraklardaki uç sivri olmuştur.* Bu seçimi evrime bağlamak, insanda bir çeşit mızrak ucu geni olduğunu iddia etmek, elbette ki komik olacaktır. Mızraklar uçları sivriyken daha çok işe yaradıkları için, zeki bir varlık olan insan, hep sivri uçlu mızraklar kullanmıştır. Kökende evrimsel bir mekanizma söz konusu değildir. Buna göre aynı şekilde ahlak da evrimsel süreçlerden bağımsız olabilir. Ahlakın, gerçekten de çoğalmayı ve hayatta kalmayı destekleyip desteklemediği de tartışmalı bir konudur. Tecavüzün serbest olduğu bir toplumda, insanların daha hızlı çoğalacağı savunulabilir. Zayıflara yardım etmenin, onlara zarar vermemenin, “güçlüler ayakta kalır” ilkesiyle çeliştiği savunulabilir. Mesela yabancı biri için hayatımızı feda etmemizin hiçbir şekilde bizim ya da genlerimizin hayatta kalmasına faydası olmadığı açıktır. “Tecavüz” ve “zayıflara yardım etmemek” evrimle uyuşmasına rağmen, ahlakla açık bir biçimde çelişmektedir. Bu da ahlakta, evrimsel süreçlerden fazlası olduğunu göstermektedir. 

Ahlaki Rölativizm aleyhinde soru: 

 Yukarıda Enis Doko’nun “Allahsız Ahlak Mümkün Mü?” kitabından oldukça alıntılama yaptım.Yazıyı fazla uzun tutmamak amacıyla Ahlaki realizm lehindeki birkaç argümanı ve itirazı çıkarmak zorunda kaldım,isteyen internetten ücretsiz bir şekilde daha detaylıca okuyabilir. 

 Ahlaki Rölativistlerin cevaplaması gereken birçok argümanın yanında cevaplaması gerçekten mümkün gözükmeyen birkaç soru da vardır. O sorulardan biri “Bir dönem insanların çoğu kabul etti diye ırkçılık/soykırım kabul edilebilir mi?”dir. Ahlaki Rölativistlere göre kendi toplumumuz dışındaki insanları ahlaksızlıkla suçlayamayacağımız için bu soruya “evet” demekten başka çaremiz yoktur.Peki bu soruya evet demek mantıklı mıdır? Şuan etrafımızdaki insanların hepsi ırkçılık doğru derse kabul etmemiz ahlaksızlık olmaz mı ? Argumentum ad populum, ya da Ortak Tutuma Başvurma Safsatası. Genel kanıya bağlı olarak bir fikrin doğru veya yanlış olduğunu ileri sürme durumudur. Mantıksal bir safsata olarak kabul edilir. Felsefedeki mantıksal bir safsatayı yaparak kendilerini oldukça zor ve savunulması güç bir noktaya getirdikleri aşikar.Ahlaki Rölativistler bu soruya her ne kadar evet dese de mantıklı düşünen bir insan vicdanımızın bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyler. 

 Başka bir soru yöneltmemiz gerekirse “Bir çocuğa tecavüz etmek kabul edilebilir mi?” Ahlaki rölativistlere göre bazı zamanlarda kabul edilebir.Tüm toplumlarda yapılan anket sonuçlarına göre hiçbir toplum bunu kabul etmıyor pekı neden? Hiçbir toplum kabul etmiyorsa bir evrensel ahlaktan bahsetmiş olmaz mıyız?Buna cevap olarak “Çocuğa tecavüz etmek kabul edilmiyor çünkü toplumların “kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapma(empati)” mantıkları vardı.” Bu cevap Ahlaki realizm lehinde bir cevap aslında bakarsanız.Çünkü empati yapmamızı sağlayan hiçbir organımız veya biyolojiksel uzvumuz yoktur.Bu cevabı veren kişi farkına varmasada Ahlaki realizm lehinde bir aksiyolojik önerme vermiş oluyor.Kısaca formüle etmemiz gerekirse eğer “Kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapmamalıyız” ilkesinin,nesnel bir ilke olduğuna inanıyorsanız, o zaman size göre en az bir tane nesnel aksiyolojik önerme vardır.

 Kaynaklar : 

 Ana Kaynak: Enis Doko-Allahsız Ahlak mümkün mü? 

 3 - Curry, O. S. (2016) “Morality as cooperation: A problem-centered approach”, Todd K. Shackelford ve Ranald D. Hansen (ed.), The evolution of morality, (Cham: Springer International Publishing), s. 27-51 

 4 - Schwartz, S.H. (1994), “Are there universal aspects in the structure and contents of human values?”, Journal of Social Issues, c. 50(4), s. 19-45.

 5- Haidth, J. (2012), The righteous mind: Why good people are divided by politics and religion, (New York: Vintage).; Iyer, R. vd, (2012), “Understanding libertarian morality: The psychological dispositions of self-identified libertarians”, PLoS ONE, c. 7(8),s. e42366.