Hassas Ayar İtirazlarının Açıklamaları - Pessimist Felsefe

                                     
   
                                     




İtiraz 1: Daha Temel Yasa İtirazı

  İnce-ayar argümanına yöneltilen bir eleştiri şudur: Bildiğimiz kadarıyla, fizik sabitlerinin sahip oldukları değerlere sahip olmalarını zorunlu kılacak daha temel bir yasa olabilirdi. Dolayısıyla, böylesi bir yasa olunca, fiziğin bilinen sabitlerinin, yaşama izin veren değerler aralığı içinde yer almaları ihtimal-dışı değildir.

Böyle bir yasayı postulatlamadaki problem, tamamen spekülatif olmasının yanı sıra, ince-ayarın ihtimalsizliğini bir kademe yukarıya, yani bizatihi postulatlanan fiziksel yasa seviyesine çıkarmasıdır. Astrofizikçiler Bernard Carr ve Martin Rees’in kaydettikleri gibi, “görünürdeki
antropik tesadüflerin hepsi [kapsamlı bir birleşik teori vasıtasıyla] açıklanabilir olsa bile, fiziksel teori tarafından dikte edilen ilişkilerin hayat için elverişli olan ilişkiler olması hâlâ dikkate değerdir.” (1979, s.612).

Benzer türden bir itiraz, fizik sabitlerinin hayatı mümkün kılan değerlere sahip olması mantıken zorunlu olabileceğinden dolayı inceayar ihtimal-dışı değildir şeklindeki iddiaya karşılık olarak verilebilir. Yani, bu iddiaya göre, tıpkı 2+2’nin 4 etmesi gerektiği, veya Öklid geometrisinde bir üçgenin iç-açılarının toplamının 180 derece olması gerektiği gibi, fizik sabitleri de hayata izin veren değerlere sahip olmak zorundadır. Ancak, yukarıdaki “daha temel yasa” önerisi gibi, bu postulat da basitçe, ihtimalsizliği bir kademe yukarıya taşımaktadır: zorunlu olabilecekleri tasavvur edilebilen bütün yasalar ve fizik sabitleri içerisinde, hayata izin verenlerin böyle [yani mantıkan zorunlu] olması son derece ihtimal-dışıdır.

İtiraz 2: Diğer Hayat Formları İtirazı

İnsanların, ince-ayar argümanına karşı umumiyetle gündeme getirdikleri başka bir itiraz şudur: Bilebildiğimiz kadarıyla, fizik sabitleri farklı olsaydı bile, başka hayat formları var olabilirdi. Dolayısıyla, iddiaya göre, ince-ayar argümanı bütün akıllı yaşam formlarının tıpkı
bizimki gibi olması gerektiğini varsaymaktadır. 

Bu itiraza verilecek bir karşılık, ince-ayarın birçok çeşidinin bu varsayımla yola çıkmadığıdır. Mesela, kozmolojik sabiti alalım. Eğer kozmolojik sabit, olduğundan daha büyük olsaydı, madde o kadar hızla etrafa saçılırdı ki hiçbir gezegen ve doğrusu hiçbir yıldız var olamazdı. Ancak, yıldızlar olmaksızın, herhangi bir tür karmaşık maddî sistemin gelişmesi için
gerekli hiçbir sabit enerji kaynağı var olamazdı. Bu sebeple, ince-ayarın bu örnekte varsaydığı tek şey, bizimkisine mukayese edilebilir hayat formlarının evriminin sürekli bir enerji kaynağını gerektirdiğidir. Bu ise kesinlikle çok makul bir varsayımdır.

Elbette ki eğer tabiat yasaları ve sabitleri yeterince değiştirilseydi, bedenli akıllı hayatın bizim tasavvur bile edemeyeceğimiz diğer formları da var olabilirdi. Fakat bu, ince-ayar ile alakalı değildir, çünkü ateistik tek-evren hipotezi altında ince-ayarın ihtimaliyetine dair hüküm sadece şunu gerektirmektedir: Mevcut tabiat yasaları göz önünde tutulunca, (çekim-kuvveti gibi) fizik sabitlerinin hayata izin veren değerlerinin aralığı, hayata izin vermeyen değerlerin etrafı çevreleyen aralığına kıyasla küçüktür. Bir hedef tahtası analojisi bu noktayı izah etmemize yardım edebilir. Eğer bir okun, çok ama çok büyük bir boş bölge tarafından çevrelenmiş çok küçük bir hedefe isabet ettiğini görseydik, biz hâlâ o okun hedefe isabet etmesini, hedef tahtasının diğer bölgelerinin hedeflerle dolu olup olmadığını bilmesek bile, okun hedefe hedef alındığına dair bir kanıt olarak sayardık. Niçin? Çünkü eğer hedef tahtasının diğer kısımlarında hedefler olmuş olsa bile, okun etraftaki boş alandaki bir nokta yerine hedefe isabet etmesi, şans hipotezi altında hâlâ çok şaşırtıcı olurdu, ama nişan alma hipotezi altında şaşırtıcı olmazdı.


İtiraz 3: Antropik İlke İtirazı


     Antropik İlke diye adlandırılan ilkenin zayıf versiyonuna göre, eğer tabiat yasaları ince-ayarlı olmasaydı, biz bu olguyu yorumlamak üzere burada olmazdık. Bu sebeple bazıları, ince-ayarın ateizm altında gerçekten ihtimal-dışı veya şaşırtıcı olmadığını, bilakis bu sonucun basitçe bizim var olduğumuz gerçeğinden çıktığını ileri sürmüşlerdir.


Bu itiraza verilecek cevap, basitçe, argümanı bizim varlığımız açısından yeniden ifade etmektir: Bedenli, akıllı varlıklar olarak bizim var oluşumuz, ateistik tek-evren hipotezi altında son derece ihtimal-dışıdır (zira bizim var oluşumuz ince-ayarı gerektirmektedir), fakat teizm
altında ihtimal-dışı değildir. O zaman, bizim varlığımızın, ateistik tekevren hipotezinden çok teizmi güçlü bir şekilde tasdik ettiği sonucuna varmak için biz sadece öncelikli tasdik ilkesini uygularız.

Bu cevabı biraz daha örnekle izah etmek için, “idam mangası” (firing squad) analojisini düşünün. John Leslie’nin (1988, s.304) tesbit ettiği üzere, eğer elli keskin nişancının hepsi de beni ıskalarsa, buna verilecek “eğer onlar beni ıskalamamış olsalardı, ben bu olguyu düşünmek üzere burada olmazdım” cevabı yeterli değildir. Bunun yerine ben bundan, tabii olarak, tamamının beni ıskalamasının –onlar gerçekten beni öldürmek niyetinde değildiler gibi— bir sebebi olduğu sonucunu çıkarırdım. Neden böyle bir sonuç çıkarırdım? Çünkü benim varlığımın devam etmesi, onların beni şans eseri ıskaladıkları hipotezi altında ihtimal-dışı olacaktır, fakat beni ıskalamalarının bir nedeni olduğu hipotezi altında ihtimal-dışı değildir. Dolayısıyla, öncelikli tasdik ilkesiyle bakınca, benim varlığımın devam etmesi, sonraki hipotezi güçlü bir şekilde tasdik etmektedir.


İtiraz 4: “Tanrı’yı Kim Tasarladı?” İtirazı


   Ateistlerin, tasarım argümanına –ki ince-ayar argümanı bunun bir çeşididir— yönelttikleri muhtemelen en yaygın itiraz şudur: Tanrı’nın varlığını postulatlamak, tasarım problemini çözmemekte, fakat sadece onu bir kademe yukarıya taşımaktadır. Örneğin, ateist George Smith şu iddiada bulunmaktadır:

   Eğer evren harika bir tarzda tasarlanmışsa, elbette ki Tanrı daha harika bir tarzda tasarlanmıştır. Bu sebeple, O’nun, Kendisinden daha harika olan bir tasarımcısının olması gerekir. Eğer Tanrı, bir tasarımcıyı gerektirmediyse, o zaman evren gibi görece daha az harika bir şeyin bir tasarımcıya muhtaç olmasının da bir sebebi yoktur. (1980, s.56)

Veya filozof J.J.C. Smart bu itirazı şöyle dillendirir:

    Eğer biz yaratılmış evrene ilaveten Tanrı’yı bir postulat olarak koyarsak, hipotezimizin karmaşıklığını artırmış oluruz. Bizzat evrenin bütün karmaşıklığı önümüzde duruyor ve buna ilave olarak, Tanrı’nın en azından eşit karmaşıklığı da söz konusu. (Bir sanat eserinin tasarımcısı, en az tasarlanan sanat eseri kadar karmaşık olmalıdır) … . Eğer teist, bir ateiste, Tanrı’yı postulat olarak koymanın, insanın dünya görüşünün karmaşıklığını fiilen azalttığını gösterebilirse, o zaman ateistin, teist olması gerekir. (pp.275-276; italikler bana ait)

   Yukarıdaki ateist itiraza ilk cevap, bir sanat eserinin tasarımcısının, tasarlanan eser kadar karmaşık olması gerektiği şeklindeki ateist iddianın kesinlikle apaçık olmadığını tesbit etmektir. Fakat inancım odur ki onların iddiasının makul bir tarafı da vardır: Örneğin, tecrübe ettiğimiz dünyada, organize komplekslik, sadece, insan beyni/ zihni veya bir fabrika veya bir organizmanın biyolojik ebeveyni vb. gibi halihazırda o karmaşıklığa sahip olan sistemler tarafından üretiliyor gözükmektedir.

   İkinci ve daha iyi cevap, ateist itirazın, en iyi ihtimalle, sadece tasarım argümanının, bütün organize kompleksliğin bir açıklamaya muhtaç olduğu ve Tanrı’nın da dünyada bulunan organize kompleksliğin en iyi açıklaması olduğu iddiasını taşıyan versiyonuna karşı işe yaradığını ortaya koymaktır. Ancak, argümanın benim ateistik tekevren hipotezi aleyhine sunduğum versiyonu sadece, ince-ayarın ateistik tek-evren hipotezinden ziyade teizm altında daha muhtemel olmasını gerektiriyor. Fakat eğer Tanrı, özünde, evrenin karmaşıklığını fazlasıyla aşan muazzam bir karmaşıklık sergilese bile, bu şart hâlâ karşılanmaktadır. Dolayısıyla, bir sanat eserinin tasarımcısının sanat eseri kadar karmaşık olması gerektiği şeklindeki ateist varsayımı kabul etsek bile, ince-ayar hâlâ ateistik tek-evren hipotezinden çok teizmi tercih etmemiz için bize güçlü sebepler sunacaktır.

    Bunu örnekle anlatmak için, bu bölümün başında sunulan Mars’taki “biyosfer” örneğini ele alalım. Değinildiği üzere, biyosferin varlığı, akıllı yaşamın bir kez Mars’a uğradığı hipotezinde, şans hipotezi altında olduğundan çok daha fazla muhtemel olacaktır. Dolayısıyla, öncelikli tasdik ilkesince, böyle bir “biyosfer”in varlığı, bir zamanlar Mars’ta akıllı dünya-dışı hayatın bulunduğuna dair güçlü bir kanıt teşkil edecektir, her ne kadar bu uzaylı hayat, en yüksek ihtimalle, “biyosfer”in kendisinden çok daha karmaşık olmak zorunda olsa da.

    Teistin bu itiraza verebileceği son ve bence en iyi cevap, Tanrı’nınki gibi bir “üst-zihin”in (supermind), evreni yaratmak için, yüksek dereceli izah-dışı organize bir kompleksliğe gerek duymayacağını göstermektir. Ben bu cevabı başka bir yerde (Collins, “Tanrı’yı Kim Tasarladı İtirazı,” yakında yayınlanacak) sunmuştum, ama onu burada sunmak bu makalenin kapsamı dışındadır. Burada sadece şunu kaydedeyim ki tasarım argümanından tamamen bağımsız sebeplerden ötürü, Tanrı’nın, varsa bile, çok az içsel karmaşıklığa sahip olduğu düşünülmüştür. Gerçekten de Ortaçağ filozofları ve teologları, ilahi basitlik öğretisini bile savunmuşlardır ki bu öğretiye göre Tanrı’nın, hiçbir içsel karmaşıklığa sahip olmaksızın, mutlak anlamda basit olduğu iddia edilmektedir. Dolayısıyla bunun tutmasını sağlamak için, bu itirazı ortaya koyan ateistlerin yapacağı bayağı çok tartışma var daha.


İtiraz 5: İhtimalsizlik İtirazı


   Bazı filozoflar, ince-ayarın ateistik tek-evren hipotezi altında son derece ihtimal-dışı olduğu iddiasına (yani yukarıdaki öncül (2)), sadece tek bir evrenimiz olduğu için, evrenin ince-ayarının muhtemel veya gayr-i muhtemel olması nosyonunun anlamsız olduğunu ileri sürerek itiraz ederler. Ayrıca, eğer anlamlı olsaydı bile, ateistik tekevren hipotezi altında ince-ayarın ihtimal-dışı olduğunu yeterli bir şekilde doğrulamanın, sezgiye başvurmanın dışında bir yolu olmadığını öne sürerler. Genellikle bu itirazın ilk kısmının arkasındaki iddia şudur: 

    İhtimaliyet, sadece, bir referans sınıf içerisindeki görece sıklık/tekerrür bakımından bir anlam ifade eder. Dolayısıyla, örneğin, rastgele seçilmiş bir erkek sigara içicisinin akciğer kanserinden ölme ihtimali %30’dur iddiası, erkek sigara içiciler sınıfının üyelerinin %30’unun akciğer kanserinden öldüğü anlamına gelir. Fakat eğer sadece bir tek evren varsa, bunu kendisiyle kıyaslamak için referans olacak bir evrenler sınıfı yoktur ve bu sebeple, ince-ayarın bu bağlamdaki ihtimal ve ihtimal-dışılığıyla ilgili iddialar bir anlam ifade etmemektedir.

   Bu argümandaki problem, diğer göze çarpan ihtimaliyet anlayışlarını tamamen göz ardı etmesidir. Bunlardan biri, epistemik ihtimaliyet nosyonudur. Epistemik ihtimaliyet, iddialara, ifadelere ve hipotezlere —yani, filozofların önerme dedikleri şeylere— uygulanan yaygın şekilde kabul gören bir ihtimaliyet türüdür.Kabaca, bir önermenin epistemik ihtimali, bizim o önerme hakkında rasyonel anlamda sahip olmamız gereken kabul edilebilirlik (credence) derecesi —yani, güven ve inanç derecesi— olarak düşünülebilir. Farklı bir ifadeyle, epistemik ihtimaliyet, bir önermenin doğru mu yanlış mı olduğuna dair bilgisizlik durumunda sahip olduğumuz inancımızın rasyonel derecesinin bir ölçüsüdür. 

   Örneğin, birisi evrenin muhtemelen on beş milyar yıldan daha yaşlı olduğunu söylediği zaman, o kişi bir epistemik ihtimaliyeti ifade ediyor demektir. Sonuçta evren ya gerçekten on beş milyar yıldan daha yaşlıdır ya da değildir. Fakat hangisi olduğunu kesin olarak bilmiyoruz, dolayısıyla onun on beş milyar yıldan daha yaşlı olduğuna, daha genç olmasından daha fazla itimad etmemiz gerektiğini göstermek için “muhtemelen” kelimesini kullanıyoruz. Yalın haliyle epistemik ihtimaliyetin yanı sıra, filozoflar bir önermenin, başka bir önermenin [doğruluk] şartına bağlı epistemik ihtimaliyeti diye bilinen şeyden de bahsederler. (Bir önerme, alem hakkındaki herhangi bir iddia, beyan, ifade veya hipotezdir.) Bir R önermesinin
başka bir S önermesine dayalı şartlı epistemik ihtimaliyeti —P(R/S) diye yazılır— bizzat S önermesinin kendisinin, rasyonel olarak bizim R’nin doğru olduğu beklentisi içine girmemize yol açtığı derece diye tanımlanabilir. Bu sebeple, epistemik ihtimaliyet anlayışı gereğince, kozmosun ince-ayarı, ateistik tek-evren hipotezi altında pek ihtimaldışıdır ifadesi bir anlam taşımaktadır: 

    Bu ifade, ateistik tek-evren hipotezinin, kendiliğinden, bizi rasyonel olarak kozmik bir ince-ayar beklentisine sevkedeceği veya sevketmesi gerektiği dereceye dair bir beyanda bulunmak şeklinde anlaşılmalıdır. Bu sebeple, bir olgusal durumun epistemik olarak ihtimal-dışı olduğu iddiası, onun beklenmedik veya şaşırtıcı olduğu iddiasıyla eşdeğer olarak düşünülebilir. Böylece, örneğin, bizim ana argümanımız 2. öncülü, ince-ayarın ateistik tekevren hipotezi altında çok şaşırtıcı olduğunu söyleyecek şekilde yeniden ifadelendirilebilir. 1. ve 2. öncülleri ve öncelikli tasdik ilkesini şaşırtıcılık dereceleri açısından yeniden ifadelendirmek, ihtimaliyeti esasen bir tür görece oluş sıklığı/tekerrür ile ilişkilendiren bilimciler için özellikle faydalı olabilir. Fizik sabitlerinin ince-ayarının ateistik tekevren hipotezi altında oldukça ihtimal-dışı olduğunu gördükten sonra, şimdi, böyle bir ifadenin nasıl doğrulanabileceğini kısaca özetlemenin zamanıdır. 

   Burada kayıtsızlık ilkesi (principle of indifference) diye bilinen ilkeyi uygulamamız gerekir diye düşünüyorum. Eldeki meseleye uygulandığında, kayıtsızlık ilkesi kabaca şöyle ifade edilebilir: 

     Bir parametrenin herhangi bir değerini bir diğerine tercih etmemiz için hiçbir sebebimiz yok ise, söz konusu parametrenin doğrudan doğal bir parametreye tekabül ettiği göz önünde tutulunca, o parametrenin eşit aralıklarına eşit ihtimaliyetler tayin etmeliyiz. Hassaten, eğer böyle bir parametrenin “teorik olarak mümkün” aralığı (yani, ilgili arkaplan teorilerinin izin verdiği aralık) R ve hayata izin veren aralık dar ise, o zaman ihtimaliyet, r/R’dir. Örneğin, farzedelim ki çekim-gücü şiddeti için söz konusu olan değerlerin “teorik olarak mümkün” aralığı, R, sıfır ilâ kuvvetli nükleer gücün şiddeti aralığındadır —yani, 0-10 üzeri 40G0 (Burada G0 çekim-gücünün en son değerini temsil etmektedir). Yukarıda gördüğümüz üzere, çekim-gücü şiddeti için hayata izin veren aralık r, en fazla 0 ilâ 10 üzeri 9G0’dır. 

    Şimdi, ateistik tek-evren hipotezi kendi özü itibariyle (ve özellikle de bizim var olduğumuz bilgisinden ayrı olarak) bize, çekim-gücü şiddetinin, teorik olarak mümkün bölgenin başka herhangi bir kısmı yerine, hayata izin veren bölgede yer alacağını düşünmemiz için hiçbir sebep sunmamaktadır. Dolayısıyla, güçlerin şiddetinin doğal bir değişken oluşturduğunu varsayarsak, kayıtsızlık ilkesi şunu ifade edecektir: 

    Bu gücün eşit aralıklarına, eşit epistemik ihtimaliyetler tanınmalıdır ve böylece, hayata izin veren bölgede yer alan çekim-gücü şiddetinin epistemik ihtimaliyeti, en fazla, r/R=10 9/1040=1/1031 olacaktır. Özetle, ateistik tek-evren hipotezi altında, tabiattaki güç şiddetlerinin muazzam aralığı göz önünde tutulunca, çekim-kuvveti şiddetinin hayata izin veren aralığa denk gelmiş olmasını çok hayret verici bulmalıyız.


Kayıtsızlık ilkesinin bu kabataslak versiyonuyla alakalı önemli bir sorun, ünlü Bertrand Paradokslarıdır (mesela bkz. Weatherford, 1982, s.56), ki buna göre, bir fiziksel niceliğe doğrudan tekabül eden eşit derecede iyi fakat çatışan iki parametre bulunmaktadır. Bertrand paradoksunun meşhur bir örneği şudur: 

    Bir fabrika var ve bu fabrika, kenarları sıfır ila dört cm arasında değişen küpler üretmektedir. Bu, fabrikanın, hacimleri sıfır ilâ onaltı cm3 arasında değişen küpler ürettiğini söylemekle eşdeğerdir. Fabrika hakkında bildiklerimizin hepsinin bu olduğunu hesaba katınca, kayıtsızlık ilkesinin sade (naive) formu şunu ima eder: 

    Hem eşit uzunluk aralıklarına eşit ihtimaliyet hem de eşit hacim aralıklarına eşit ihtimaliyet tayin etmemiz gerekir, çünkü hem uzunluklar hem de hacimler, gerçek fiziksel büyüklüklere tekabül etmektedir. Ancak, bunun çatışan ihtimaliyet tayinlerine yol açtığını görmek de kolaydır—mesela, uzunlukları kullanarak, sıfır ilâ iki cm uzunluk aralığında bulunan 0.5 ihtimalli bir küp elde ederiz, halbuki hacimleri kullanarak 0.125 ihtimalini elde ederiz.

    Her ne kadar birçok filozof, Bertrand Paradokslarının kayıtsızlık ilkesine yönelik öldürücü bir itiraz teşkil ettiğini kabul etmiş olsa da bu itirazı şu iki yoldan biriyle kolayca savuşturabiliriz: 

   Ya kayıtsızlık ilkesinin tatbikini, içerisinde Bertrand Paradokslarının ortaya çıkmadığı durumlarla sınırlayarak ya da ihtimaliyete tam/kesin bir değer değil de bir değerler aralığı atfedilmesi gerektiğini iddia ederek. Bu aralık, çeşitli çatışan parametrelerce verilen değerleri kapsayan bir aralık olacaktır. Ancak, çatışan parametreler sorunu, çoğu ince-ayar tezleri için ortaya çıkıyor gözükmemektedir. Başka bir problem ise bir fizik sabitinin sahip olabileceği toplam teorik-olarak mümkün değerler aralığı R’dir. Bu, ele alınması bu makalenin
sınırları dışında kalan zor bir meseledir. Burada sadece şunu kaydedelim: insan genellikle, teorik olarak mümkün aralık için bir alt sınırın makul bir tahminini yapabilir—mesela, tabiattaki güçlerin gerçek aralığı, 1040’lık bir aralığı kapsadığından ötürü, 1040 değeri, güç şiddetlerinin teorik-olarak-mümkün aralığı için doğal bir alt sınır sağlamaktadır.

     Son olarak, kayıtsızlık ilkesinin, yukarıda açıklanan tarzlarda sınırlandırıldığı takdirde muteber olacağına dair birkaç güçlü sebep sunulabilir. İlk olarak, bu ilke çok geniş bir uygulama sahasına sahiptir. Filozof Roy Weatherford’un, Philosophical Foundations of Probability Theory adlı kitabında kaydettiği gibi, “ ihtimaliyet teorisinin hayret verici sayıdaki çok karmaşık problemleri, tamamen eşit-ihtimalli (equiprobable) alternatifler varsayımına [yani, kayıtsızlık ilkesine] dayalı hesaplama yoluyla çözülmüş bulunmaktadır ve çok da yararlı olmuştur” (s.35). İkinci olarak, bu ilkeye, Shannon’ın önemli ve meşhur enformasyon ölçümü veya negatif entropi’sinden türetilebilen enformasyon teorisi içinde önemli teorik bir temel kazandırılabilir (Sklar, s.191; van Fraassen, s.345). Üçüncü olarak, belli gündelik örneklerde kayıtsızlık ilkesi, ihtimaliyet tayini için elimizdeki tek gerekçelendirme( justification) gibi gözüküyor. Bunu örnekle izah etmek için, farzedelim ki bir fabrika son on dakika içerisinde ilk defa üretilen elli-yüzeyli zarı üretti. Yine farzedelim ki zarın her bir yüzeyi, her bir yüzeyde farklı numaraların olması hariç, (gözle görülebilecek şekilde) diğer her bir yüzeyle tamamen simetriktir. (Tahayyül ettiğimiz zar, normal bir altı-yüzeyli zar gibidir, fakat tek farkı, altı yerine elli yüzeyi var.) Şimdi hepimiz hemen biliriz ki bu zar atıldığında, zarın herhangi bir yüzey üste gelecek şekilde durmasının ihtimali ellide birdir. Ama biz bunu elli-yüzeyli zarla yaşadığımız bir tecrübeden bilmeyiz, zira hipotez gereği, hiç kimse, zarın her bir yüzeyin üste gelecek şekilde durmasıyla ilgili görece oluş-sıklığı/tekerrürü (frequency) belirlemek için henüz elli-yüzeyli bir zar atmış değildir. Bunun yerine, öyle gözüküyor ki bizim bu ihtimali tayin etmemizin tek doğrulaması, kayıtsızlık ilkesidir: Yani, zarın her bir yüzeyinin gözle görülür şekilde diğer her bir yüzeyle simetrik olduğunu göz önünde tutunca, zarın bir yüzey yerine başka bir yüzey üste gelecek şekilde duracağına inanmamız için hiçbir sebep yoktur ve dolayısıyla biz onların hepsine, eşit ellide-bir ihtimalini tayin ederiz.

   Her ne kadar yerimiz sadece, ince-ayarın ateistik tek-evren hipotezi altında oldukça ihtimal-dışı olduğu iddiasını ciddi bir şekilde savunmamın nasıl kotarılacağına dair kısa bir izah sunmaya yetecek kadar olsa da, kanaatimce yukarıdaki izah, ince-ayarın ateistik tek-evren hipotezi altındaki ihtimal-dışılığına dair sezgisel hükmümüzü ciddi olarak desteklemenin başlangıç itibariyle makul bir metodunun mevcut olduğunu göstermektedir. Ama yine de vurgulanmalıdır ki bizim metodumuz nihayetinde başarısız olsa bile, bu, ince-ayar argümanı için öldürücü değildir. Bilimdeki argümanlarda olduğu gibi, ince-ayar argümanı da ilk aşamada sezgisel makuliyete sahiptir. Bu itibarla, söz konusu ilk aşama makuliyetini çürütmek için, ince-ayar argümanının açıkça hatalı akıl yürütme tarzına dayandığını gösterme sorumluluğu şüphecilere aittir.

Tuning, and the Laws of Nature isimli bir kitapta ise çok daha derinlemesine tartışılacaktır.


IV. ÇOK-EVRENLER HİPOTEZİ

Çok-Evrenler Hipotezinin Açıklaması

   İnce-ayarın bu teistik ya da akıllı tasarım açıklamasına cevaben, birçok ateist alternatif bir açıklama önermişlerdir. Ben bunu çokevrenler hipotezi diye adlandırıyorum, ama literatürde çeşitli isimlerle anılmaktadır: çok-dünyalar (many-worlds) hipotezi, çok-alanlar (many-domains) hipotezi, dünya-topluluğu (world-ensemble) hipotezi, çok-evren (multi-universe) hipotezi, vs. Bu hipoteze göre, çok büyük – belki de sonsuz— sayıda evrenler vardır, fizik sabitler de evrenden evrene değişmektedir. Elbette bu evrenlerin büyük çoğunluğunda fizik sabitleri, hayata izin veren değerlere sahip değildirler. Buna rağmen, evrenlerin küçük bir bölümünde, fizik sabitleri o değerlere sahiptirler ve sonuç itibariyle, bizimkisi gibi evrenlerin var olması ve burada da fizik sabitlerinin akıllı yaşam için doğru değerlere sahip olması artık ihtimal-dışı değildir. Ayrıca, genellikle bu evrenlerin, benim çok-evren üreteci diye adlandırdığım, bir tür fiziksel mekanizma tarafından üretildiği düşünülmektedir. Evren üreteci, bir piyango bileti üretecine benzer bir şey olarak düşünülebilir: nasıl ki yeterince bilet üretildiği takdirde bir kazanan numaranın nihayetinde ortaya çıkmasında şaşılacak bir şey yoksa, yeterince evren üretildiği takdirde ince-ayarlı bir evrenin meydana gelmesinde de şaşılacak bir şey olmayacaktır.

Enflasyoncu Çok-Evrenler Modeli

Çok-evrenler modellerinin çoğu tamamen spekülatiftir, günümüz fiziğinde çok az dayanağı vardır. Ancak, günümüz fiziğinde makul bir temele sahip olan bir “çok-evrenler modeli” vardır —o da enflasyoncu kozmolojiye dayalı olandır. Enflasyoncu kozmoloji (inflationary cosmology), evrenin kökenini açıklamaya çalışan, günümüzde yaygın bir şekilde tartışılan bir kozmolojik teoridir. Özü itibariyle bu teorinin iddiası şudur: Bizim evrenimiz, varsayılan bir inflaton alanı tarafından muazzam derecede şişirilmekte olan ön-uzayın (pre-space) küçük bir alanınca oluşturulmuştur, tıpkı sabunla dolu bir okyanusta bir sabun köpüğü kabarcığının oluşmasına benzer tarzda. Kaotik enflasyon modellerinde—ki yaygın olarak onların en makul olduğu düşünülür— ön-uzayın çeşitli noktaları rastgele şişer ve bu da sayısız kabarcık evrenler oluşturur. Ayrıca, inflaton alanından ötürü, ön-uzay o kadar hızla genişler ki kabarcık evrenlerin bitmez tükenmez kaynağı haline gelir, tıpkı hızla genişleyen sabun dolu bir okyanusun sabun kabarcıklarının tükenmez bir kaynağı haline gelmesi gibi.  Bu şekilde, şişmeci kozmoloji, doğal olarak birçok evrene sebebiyet verebilir.  


   Gerçeğini açıklayabileceği tek yol, “gözlemci seçimi” efektine başvurmaktır. Yani, Lewis ve Tegmark ancak bu yönüyle bizimkine benzer evrenlerin akıllı yaşamı destekleyebileceğini ve dolayısıyla da gözlemlenebileceğini iddia etmelidirler. Bu açıklamadaki sorun, akıllı yaşam için gerekli türden düzene sahip yerel adaların var olmasının, bütün evrenin böylesine intizamlı bir düzenlemeye sahip olmasından çok daha muhtemel olmasıdır. Dolayısıyla, birçok evren arasından rastgele seçilmiş bir gözlemci, kendisini, geniş düzensiz bölgelerle çevrelenmiş yerel bir düzenli adası olan bir evrende bulmayı beklemelidir. Bu çerçevede, Lewis ve Tegmark’ın hipotezleri, jenerik gözlemciler olarak kabul edilen bizlerin neden baştan sona oldukça düzenli bir evrende yaşadığımızı açıklayabilecek gibi gözükmüyor. (Başkalarının yanı sıra, George Schlesinger (1984), Lewis’in hipotezine bu itirazı yükseltmiştir. Bu türden bir itiraz, evrenimizdeki yüksek dereceli düzenliliğe dair meşhur fizikçi Ludvig Boltzman tarafından önerilen benzer bir açıklamaya karşı gündeme getirildi ve bu itirazın Boltzman’ın açıklamaları için öldürücü olduğu genelde kabul edilmiştir (Davies, 1974, p. 103)


     Başlangıç şartlarının ve fizik sabitlerinin evrenden evrene değişmesini sağlamak için –ki şayet bu senaryo ince-ayarı açıklayacaksa değişmek zorundadırlar— değişime sebep olacak ilave bir fiziksel mekanizmanın bulunması gerekir. Böylesi bir mekanizma, süper-sicim teorisi tarafından temin edilebilir, ama bunu söylemek için henüz çok erken. Süper-sicim teorisi, fiziksel evrenin temel yapısı hakkında günümüzde en hararetle tartışılan hipotezlerden biridir (Greene, 1999, s.214). Süper-sicim teorisine göre, maddenin nihai kurucu unsuru, 10 (veya 11) boyutlu bir uzay-zamanda kuantum titreşimlerine maruz kalan enerji sicimleridir, ki bunların altı veya yedi boyutları son derece küçük hacimlere “sıkıştırılmışlardır” (compactified) ve dolayısıyla da gözlemlenemezdirler. Ancak, sıkıştırılmış boyutların biçimi, sicimlerin titreşiminin modlarını ve dolayısıyla temel parçacıkların türleri ve kütleleriyle birlikte bunların arasındaki güçlerin birçok karakteristiğini de belirlemektedir. Böylece, içerisinde sıkıştırılmış boyutların farklı biçimlere sahip olduğu evrenler, farklı fizik sabitlerine ve o güçleri yöneten farklı alt-kademe yasalara sahip olacaklardır. Süper-sicim teorisinin, sıkıştırılmış boyutların biçiminde önemli değişimlere izin verip vermediği şu an itibariyle tartışmalıdır, her ne kadar günümüzdeki araştırmaların yönü, izin verdiğine işaret etse de. (Bkz. Susskind, yakında çıkacak). Ancak, eğer izin veriyorsa, o zaman, bir şişmeci/süper- sicim senaryo, sıkıştırılmış boyutların ve dolayısıyla da fizik sabitlerinin, ince-ayarı açıklamaya yetecek derecede evrenden evrene değişime uğradığını gösterecek şekilde düzenlenebilir. Dolayısıyla fizik sabitlerinin ince-ayarını açıklayacak elverişli bir enflasyoncu/süper-sicim çok-evrenler senaryosunun inşa edilebilmesi, reel fiziksel olabilirlik dairesi içindedir. Yine de kaydedilmelidir ki hem enflasyoncu kozmolojinin hem de süper-sicim teorisinin günümüzdeki popülerliğine rağmen, her ikisi de hayli spekülatiftir. Mesela, Michio Kaku’nun süper-sicim teorisi hakkında yazdığı son dönem ders kitabında kaydettiği gibi, “süper-sicimleri … onaylamak için en ufak bir deneysel kanıt bulunmuş değildir” (1999, s.17). Sicim teorisinin ana cazibe noktası, onun matematiksel zarafeti; ve birçok fizikçinin, bu teorinin son dönemde, modern fiziğin iki köşe taşını yani yerçekimi ile kuantum mekaniğini mezcedecek hakikaten birleşik bir fiziksel teorinin temini için en makul öneriyi sunduğunu düşünmesidir (Greene, 1999, s.124). Ancak altı çizilmelidir ki süper-sicim teorisinin veya enflasyoncu kozmolojinin yanlış olduğu ortaya çıksa bile, bunlar ince-ayarın çokevrenler açıklamasının ciddi bir fiziksel imkan olarak kabul edilmesine kapı aralamışlardır, zira diğer bazı mekanizmalar, fizik sabitlerinde yeterli sayıda değişimi olan çok evrenler meydana getirebilir. Bu kapıyı kapatmanın tek yolu, nihai fizik yasaların ne çok evrenlere ne de evrenler arasındaki fizik sabitlerde ve yasalarda yeterli değişime izin vermediğini keşfetmemizdir.

Çok-Evrenler Üreteci Senaryosuna Verilen Teistik Cevaplar


    İster enflasyoncu çeşidinden olsun ister başka bir türden olsun, çokevrenler üreteci senaryosuna verilen esaslı bir teistik cevap, yaşamı destekleyen evrenler üretebilmesi için bir “çok-evrenler üreteci”nin “pekiyi-tasarlanmış” olması gerekiyor gibi gözükmesidir. Sonuçta, evrenler yerine sadece ekmek somunları üreten bir ekmek makinesi gibi dünyevi bir eşya bile, düzgün ekmek somunları üretmek için çok iyi tasarlanmış olmalıdır. Eğer bu doğruysa, o zaman ince-ayarın bir açıklaması olarak bir tür çok-evrenler üretecine başvurmak, sadece, tasarım meselesini bir kademe yukarıya, yani çok-evrenler üretecini kim tasarladı sorusuna yükseltecektir. Yukarıda tartışılan enflasyoncu senaryo, bu düşünme tarzının iyi bir test örneğidir. Enflasyoncu/süpersicim çok-evrenler üreteci, ancak aşağıdaki “bileşenlere” veya “mekanizmalara” sahip olduğu için yaşamı- destekleyici evrenler üretebilir:

i) Kabarcık evrenler için gerekli enerjiyi tedarik edecek bir mekanizma. Bu mekanizma, varsayılan inflaton alanıdır. Boş uzaya sürekli bir enerji yoğunluğu yaymak suretiyle, uzay genişledikçe, inflaton alanı, kabarcıklar için “sınırsız bir enerji rezervuarı” görevi görebilir. (Peacock, 1999, s.26).

ii) Kabarcıkları oluşturacak bir mekanizma: Bu mekanizma, Einstein’ın genel izafiyet denklemidir. Kendine has formundan ötürü, Einstein’ın denklemi şunu dikte etmektedir: Uzay, boş uzaya sürekli (ve homojen) enerji yoğunluğu yayan, inflaton alanı gibi bir alanın içerisinde muazzam bir hızla genişlemektedir. Bu hem kabarcık evrenlerin oluşmasına ve hem de kabarcıkların birbirine çarpmasını engelleyen ön-uzay’ın (“okyanus”) hızla genişlemesine sebep olmaktadır.

iii) İnflaton alanınıne nerjisini, kendi evrenimizde gördüğümüz normal kütle-enerjiye dönüştürecek bir mekanizma: Bu mekanizma, Einstein’ın kütle ve enerjinin eşdeğerliği (yani, E=mc2) anlatımının, evrenimizde gördüğümüz normal kütle-enerji alanları ile inflaton alanı arasında olduğu varsayılan eşleşmeyle birleşmiş halidir.

iv) Evrenler arasında fizik sabitlerinde yeterli varyasyona izin verecek bir mekanizma: Bu mekanizma için fiziksel olarak en elverişli aday, süper-sicim teorisidir. Yukarıda anlatıldığı üzere, süper-sicim teorisi, kabarcık evrenler arasında fizik sabitlerindeki varyasyonlarda bir ince-ayarlı evrenin üretilmesini makul derecede muhtemel kılmaya yetecek varyasyona elverişli olabilir. Süper-sicim teorisinin, fizikçiler tarafından araştırılmakta olan diğer ana alternatifleri –mesela Grand Unified Field Theories (GUTS) için son dönemde önerilen modeller gibi— yeterli varyasyon için elverişli gözükmemektedirler. Bütün bu “bileşenler” olmaksızın, çok-evrenler üreteci, bir tek yaşam destekleyici evren üretmekte kesinlikle başarısız olacaktır. Örneğin, Einstein’ın denklemi ile inflaton alanı, uzayın ufak bölgelerini muazzam derecede şişirmek için birlikte uyumlu bir iş görürken, aynı zamanda hem bu bölgelere önemli derecede kütle-enerjiye sahip bir evren için zorunlu olan pozitif enerji yoğunluğunu yaymakta ve hem de ön-uzayın, kabarcık evrenlerin çarpışmasını engelleyecek kadar yeterli hızda genişlemesine sebep olmaktadır. Bu faktörlerden birinin olmaması durumunda, ne şişen uzay bölgeleri olacaktır ne de bu bölgeler bir evrenin var olması için zorunlu olan kütle-enerjiye sahip olacaklardır. Örneğin, eğer evren, Einstein’ınki yerine Newton’ın çekim teorisine uysaydı, inflaton alanının vakum enerjisi, en iyi ihtimalle, uzayın genişlemesine değil sadece büzülmesine sebep olan yerçekimsel bir cazibe yaratacaktı. Böylece hiçbir evren oluşmayacaktı.

    Yukarıda sıralanan dört faktöre ek olarak, doğru arka-plan yasaları yerli yerinde olduğu için genişlemeci/süper-sicim çok-evrenler üreteci yalnızca yaşam-destekleyen evrenler üretebilir. Örneğin, daha önce zikredildiği üzere, kuantizasyon ilkesi olmaksızın, bütün elektronlar atom çekirdeklerinin içine soğurulurdu ve dolayısıyla atomlar imkansız olurdu; Pauli-dışlama (Pauli-exclusion) ilkesi olmasaydı, elektronlar en-alt seviye atom yörüngesini işgal ederdi ve dolayısıyla karmaşık, değişik atomlar imkansız olurdu; bütün kütleler arasındaki evrensel ölçekteki cazibe gücü olmasaydı, madde, hayatın gelişmesi için veya yıldızlar gibi uzun ömürlü sürekli enerji kaynaklarının var olması için yeterince büyük (gezegenler gibi) maddi cisimler oluşturamazdı.

Özetle, bir enflasyoncu/süper-sicim çok-evrenler üreteci var olsa bile, arka-plan yasaları ve ilkeleriyle birlikte onun, hayata izin veren evrenlerin üretilmesi için yasaların ve alanların doğru bir kombinasyonuna sahip, biyokimyacı Michael Behe’den (1996) ödünç alacağımız bir ifadeyle söylersek, indirgenemez şekilde karmaşık bir sistem olduğu söylenebilirdi: Bileşenlerden biri olmasaydı veya farklı olsaydı, mesela Einstein’ın denklemi veya Pauli-dışlama ilkesi gibi, hayata izin veren herhangi bir evrenin üretilebilmesi ihtimal-dışı olurdu. 

   Alternatif açıklamaların yokluğunda, böylesi bir sistemin varlığı tasarımı akla getirmektedir, zira böyle bir sistemin tam da doğru kombinasyonlara şans eseri sahip olması ihtimal-dışı gözükmektedir. Bu sebeple, insan sırf bir tür çok-evrenler üreteci hipotezi kurmak suretiyle tasarım sonucuna varmaktan kaçabilecek gibi gözükmüyor. Ayrıca, çok-evrenler üreteci hipotezi, evrenin, bariz bir tasarım sergiliyor gözüken diğer özelliklerini açıklayamazken, teizm açıklayabilir.


    Örneğin, Albert Einstein gibi birçok fizikçi, fiziğin temel yasalarının fevkalade güzellik, zarafet, uyum ve hüner sergilediğini gözlemlemişlerdir. Mesela, Nobel Ödüllü fizikçi Steven Winberg, Dreams of a Final Theory isimli kitabında bütün bir bölümü (Böl. 6, “Beautiful Theories”), güzellik ve zarafet kriterlerinin, doğru yasaları formüle ederken fizikçilere yol göstermede nasıl yaygın bir şekilde kullanıldığını açıklamaya ayırmaktadır. Gerçekten de bu asrın en ünlü teorik fizikçilerinden biri olan Paul Dirac, “bir kişinin denklemlerinin güzelliğe sahip olması, onların deneye uygun hale getirilmesinden daha önemlidir” (1963, s.47) iddiasında bulunacak kadar ileri götürmüştür işi.

   Şimdi, böylesi güzellik, zarafet ve hüner, eğer evren Tanrı tarafından tasarlanmışsa bir anlam ifade edecektir. Ancak, çok-evrenler hipotezi altında, temel yasaların zarif veya güzel olmalarını beklemek için hiçbir sebep yoktur. Teorik fizikçi Paul Davies’in yazdığı gibi,

“eğer tabiat, maharetleriyle bizi hayrete düşüren mekanizmaları işletecek kadar “zeki” ise, bu, evrenin arkasındaki akıllı tasarımcının varlığı için ikna edici bir delil değil midir? Eğer dünyanın en keskin zihinlileri, tabiatın derin işlerini sadece zorlukla çözebiliyorlarsa, bu işlerin sadece zihinsiz bir kaza sonucu, bir kör şans eseri olduğu nasıl düşünülebilir?” (ss.235-36).

Son olarak, ben başka bir yerde (Collins, “A Theistic Perspective on the Multiverse Hypothesis,” yakında yayınlanacak), böyle bir evren üretecine dair zorlayıcı bilimsel bir kanıt elde etsek bile bunun teizm için bir tehdit oluşturmayacağını savunmuştum. Tanrı’nın sonsuz ve sonsuz şekilde yaratıcı olduğu göz önünde tutulunca, Tanrı’nın, sadece hem uzay hem zaman olarak geniş bir evren değil, aynı zamanda belki de böylesi birçok evren yaratacağı da anlamlı hale gelmektedir. Dolayısıyla teistlerin, böyle bir hipotezi Tanrı’nın sonsuz tabiatına dair ilave bir açıklama olarak memnuniyetle karşılamaları gerektiği bile ileri sürülebilir.


http://pessimistfelsefe.blogspot.com/search/label/Hassas%20Ayar%20İtirazlarının%20Açıklamaları