Şeriat Mevcudata Akıl Tarikiyle Bakmağı Vâcib Kılar - İbn Rüşd

 




  [Gerek Islam dünyasında gerekse banda büyük bir filozof ve Aristo şarihi olarak kabul görmüş olan Ibn Rüşd (1126-1198) aynı zamanda Müslüman bir din felsefecisidir de 0, din ve felsefe arasındaki ilişkileri sağlıklı bir zemine oturtma gayreti vermiş ve bu konuda da bir çok çalışma kaleme almıştır. Aşağıda yer alan metinde onun bu mesele karşısındaki felsefi tutumu görülmektedir.

    Çevirmen, Nevzad Ayasbeyoğlu (1888-1966), yüksek tahsilini Darülfünun Edebiyat Fakültesinde tamamlamış olan bir önceki kuşak hocalardandır. Eğitimle ilgili bir çok idari görev yanında uzun yıllar felsefe öğretmenliği de yapan Ayasbeyoğlu'nun, Leibniz' den, Insan Akilesi Hakkında Yeni Deneyişler (1939) adlı çevirisi de vardır.)



     Bu sözlerden maksadımız, felsefe ile mantık ilimlerindeki nazar, şeran mubah, memnu mu, yoksa memurun bih midir, son şikka göre bu memuriyet; mendubiyeti mi, yahut vücubu mu mutazammındır? İşte bunu şeriat nokta-i azardan araştırmaktır. Binaenaleyh, deriz ki:


      Felsefenin işi: mevcudata bakmak ve onu delâleti cihetinden, yani masnu olmak nokta-i nazarından nazar-i itibara almaktan ibarettir. Çünkü, mevcudat, ancak nasıl yapıldığına marifetin taallüku hâlinde sania delâlet edebilir. Şu halde mevcudattaki sanata müteallik marifet, ne kadar tam olursa sånia müteallik marifet de o derecede tam olur. Şeriat ise mevcudata nazar-i ibretle bakmayı 

istihsan etmiş ve buna tergıb eylemiştir. Bu tergibin seriate ya (vadb) veya (mendubunileyh) manasına delalet edebileceği aşikardır. Diğer taraftan şeriatı mevcudati, akıl vasıtasıyla nazar-ı itibare almayı ve ona ait bilginin yine vasıtasıyla istihsalini istemektedir. Bu, Allah'ın kitabındaki "Ey akıl sahipleri ibret alın" gibi birçok ayetlerden müstebandır. Bu ayet, "Kiyasi akli'nin yahut kıyas-i akliyle şerinin birlikte istimali vacib oldugunu gosteren bir "nas"tır. Yine bu cümleden olan "Allah'ın yarattığı her şeyi... düşünmüyorlar mı?" ayet-i kerimesi de bütün mevcudata nazar-i ibretle bakmaya teşviki mutazammin bir nastır.

Şu da bilinmelidir ki, Allah'ın bu ilm ile haiz-i ihtisas ve şeref kıldığı insanlardan biri de Hazret-i Ibrahim'dir: "Yakinen bilenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin hukumranlığımı şöylece gösteriyorduk", "Bu insanlar devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildigine yerin nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?"), "göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler" gibi sayısız birçok ayetler bu müddeâyı isbat eder.

    Şer'in mevcudata akıl tarikiyle bakmağı ve onu nazar-ı itibare almağı vacib kıldığı şu suretle sabit olunca, bu nazar-ı itibare almak keyfiyetinin de "malumdan meçhulu istinbat ve istihraç etmek" -ki bu da kıyastan ibarettir veyahut kıyas vasıtasıyla olur-ten başka bir şey olmadığı malum bulununca mevcudata "Kıyas-i akli" ile nazar eylememiz de artık vacib olur. Şer'in davet ve tergib ettigi böyle bir nazarın da kıyasın en mükemmel nevilerini kullanmak suretiyle elde edilen en tam bir nazar bulunduğu aşikardır " İste bu da. " Burhan namı verilen kıyastan ibarettir.

(...)



     Hiçbir sınaat yoktur ki onu tek başına bir adam aynen meydana getirebilmiş olsun. Şu halde "saatlerin saatı" olan hikmet için bunun aksi nasıl tasavvur olunabilir? Bu böyle olunca, bizden evvel gelip geçen ümmetlerin (milletlerin) -serait-i burhanın muktazasına göre-mevcudata nazar-ı itibar atfettiklerini görürsek bu hususta ne söylediklerine, kitaplarında neler isbat ettiklerine, bakmamız üzerimize vacib olur. Bunlardan hakka muvafik olanları, mennuniyet ve şükran ile kabul, hakka muvafik olmuyanlar hakkında da alâkadarını iykaaz ve tahzir eder, kaaillerini de mazur görürüz. Bundan anlaşılıyor ki kudemanın kitaplarındaki maksad ve gaye, şeriatin bizi tesvik eylediği maksad ve gayeden ibaret bulundukça bu kitaplara bakmak, şer'an vacib olur. Bundan başka bu kitaplara bakmak ehliyetini haiz olanlar ki bir zekay-i fırti, diğeri adaleti şeriyve ve hulkiyye olmak üzere iki sifat nefsinde cemetmiş  bulunanlardır -onlarla iştigalden menetmege kalkışan kimse, insanları şeriatin marifetullaha davet için açtığı kapıya girmekten menetmiş olur. Bu kapı da Allah a hakkıyle marifetin  taalukunu mueddi bulunan" nazar" kapısıdır. Böyle bir harekete tasaddi en büyük bir cehalet eseridir. Allah'tan pek ziyade uzak düşmeyi intaç edecek bir keyfiyettir. Fitri bir nakısa dolayısıyle, yahut usul ve tertip dairesinde nazar edememek, yahut kendi heva ve hevesine maglub olmak, yahut ta bu kitapların mündericatını  anlamak hususun da kendisine rehberlik edebilecek bir muallim bulamamak yüzünden veyahut bu sebeplerin kaffesinin veya birden ziyadesinin bir araya gelmesi neticesinde volunu şaşıran ve ayağı kayan bazı adamlar bulunduğuna bakıp ta ehliyet-i matlubeyi haiz olanları da bu kitaplarla iştigalden menetmek lazımgelmez. Çünkü, onlardan bu nokta-i nazara göre gelecek zarar, zat itibariyle değil, arazi bir surette lähik olmuş bir şeydir. Hadd-i zátinde, mahiyyeten nafi olan bir şeyden, kendisinde araz halinde mevcut bir mazarret dolayisiyle sarfynazar edilmesi iycab etmez. (...) Hatta diyebiliriz ki bazi pespaye kimselerin bu kitaplarla iştigal yuzunden dalalete duştuklerini zannederek haiz-i salahiyet olanları da hikmet (felsefe) kitaplarını mütalaadan men'e kalkışmak; adeta bazılarının, suyun boğaza tıkanıp durması yüzünden öldüklerini vesile ittihaz ederek susayan insanı, tatlı ve soğuk su içmekten menetmeye ve nihayet susuzluktan ölümüne sebebiyyet vermeye benzer. Çünkü, suyun boğaza tıkanıp durması yüzünden hasıl olan ölüm, bir emri arizidir, susuzluktan ölmek ise zati ve zaruri bir keyfiyettir.


Recep Alpyağıl, Din Felsefesine Dair Okumalar - I , ss. 147-149