Bilinç Problemi Nedir? - Dr.Öğr.Üyesi Ferhat Onur


 



   “Bilinç problemi” denildiğinde birden fazla bilinç probleminden söz ediliyor olabilir. Örneğin, hangi varlıkların bilinçli olduğu bir problem olarak karşımıza çıkabilir. Bizler bilinçliyiz, belki kapımızın önündeki bir kedi de öyle, fakat yuvasına yiyecek götürmeye çalışan bir karınca da öyle mi? Peki ya vücudumuzun önemli bir kısmını oluşturan bakteriler? Bilincin ne işe yaradığı sorusuna da cevap arayabiliriz. Şayet bilinç doğal bir fenomense, o takdirde doğa tarafından kayırılmasını (doğal seçilim) gerektirecek bir avantajı olsa gerektir. Fakat tam olarak nedir bu avantaj? Başka bir problemse, bilincin konum itibarıyla nerede yerleşik olduğudur. Bilinç, bir canlının bedeninde mi konumlanır veya onunla mı sınırlıdır, yoksa organizma-çevre etkileşiminden mi doğar? Bu problemlerin her biri çağdaş zihin felsefesinde tartışılagelen ve çözümü de hayli güç görünen problemlerdir. Bununla birlikte, bu problemlerin de altında yattığı söylenebilecek, filozofları olduğu kadar bilim insanlarını da çokça uğraştıran bir problem vardır ki tüm tartışmaların merkezine oturmaktadır. Bu, zor problem adıyla bilinen bilinç problemidir. “Gerçek anlamda zor olan bilinç problemi deneyim problemidir.” (Chalmers, 2010: 4). Beyin bütünüyle fiziksel bir organ, maddi bir sistemdir, fakat beyinde gerçekleşen fizyolojik olaylar bilinçli haller olarak yaşanan deneyimler biçiminde ortaya çıkabilmektedir. Bir yiyeceği tadar, acı çeker, hüzünlenir, âşık olur, şakalara güleriz ve görünüşte bunlar gövdemizin üstünde yer alan o korunaklı cıvık şeyle pek ilgili değil gibidir. Buna göre, “zor problem fiziksel süreçlerin nasıl ve neden fenomenal bilinci ortaya çıkardığını açıklama problemidir.” (Chalmers, 2010: 105).Problemin “zor problem” olarak adlandırılması, bilince ilişkin tüm diğer problemleri (Chalmers’ın deyişiyle “kolay problemler”) bir şekilde çözebilsek bile bilincin nasıl ve neden ortaya çıktığı sorusunu cevaplayamayabileceğimiz endişesinden kaynaklanır. Çünkü bu durumda beyin hakkındaki bilgimizin yetersizliğinden ziyade Joseph Levine’ın (2001: 69) “izah boşluğu” dediği kavramsal bir zorlukla karşı karşıyaymışız gibi görünmektedir. 19. Yüzyılın tanınmış biyologlarından “Darwin’in Buldog’u” lakaplı Thomas Huxley (1825-95) bu zorluğu şöyle dile getiriyor: “Bir bilinç hali gibi dikkat çekici bir şeyin sinir dokusunu harekete geçirmenin sonucu olarak açığa çıkması, Aladdin’in lambasını ovuşturduğunda cinin açığa çıkması kadar anlaşılmazdır.” (Huxley’den aktaran McGinn, 2004: 56). Beynimizde gerçekleşen elektrokimyasal nöral aktivite ile hislerimiz, duygularımız ve düşüncelerimiz arasında nasıl bir ilişki vardır? Nasıl bir kavramsal çatı altında bu olgu, yani maddi bir sistemin söz konusu hisleri, duyguları ve düşünceleri ürettiği gerçeği doğal bir anlayışa kavuşturulabilir?


   Cevap aranan sorular bunlardır. Zor problem olarak bilinç probleminin kendisini biri epistemolojik/metodolojik diğeri ontolojik/metafizik olmak üzere iki farklı güçlük şeklinde gösterdiğini söyleyebiliriz. Birinci güçlüğün sebebi, bilimin üçüncü-şahıs bakış açısından yapılan nesnel bir girişim olmasına karşın bilinçli hallerin birinci-şahıs bakış açısından deneyimlenen öznel olaylar olmasındandır. Bilimsel yöntem araştırmacıyı zorunlu olarak incelediği fenomenin dışında konumlandırdığına göre, yalnızca içeriden, deneyimlerin sahibi tarafından keşfedilebilirmiş gibi görünen, dolayısıyla inceleme için yalıtılamayan bir fenomeni anlamayı nasıl umabiliriz? Şayet elimizdeki araç ve prosedürler bilincin doğasını kavramamıza imkân vermiyorsa onun gerçekte ne olduğunu hangi yolla öğrenebiliriz?



   Bu noktada şu an için yapabileceğimiz tek şey, bilincin ortaya çıkmasında rol oynayan beyin yapılarını ve bilincin nöral karşılığını bulmaktan, yani bilinçli hallerin kendisine karşılık geldiği beyin hallerinin tespit edilmesinden başka bir şey değildir. Bundan bir adım daha öteye giderek hangi nöron gruplarının ne tür bir karmaşıklık düzeyinde bilinci açığa çıkardığını belirlemiş olsaydık bile bir soru güncelliğini korurdu: Ne düzeyde olursa olsun herhangi bir nöral karmaşıklık neden bilinci ortaya çıkarsın? Beynimizde sürüp giden birtakım fiziksel süreçler niçin belli şekillerde hissettiriyor da başka şekillerde hissettirmiyor veya hiçbir deneyime yol açmadan karanlıkta gerçekleşmiyor? İkinci güçlüğü yaratan olgu, bu sorulara cevap verebileceğimiz teorik bir kavrayışa sahip olmayışımızdır. Bu nedenle Colin McGinn (1999) gibi bazı filozoflar beyin-bilinç ilişkisini bir türlü anlaşılır kılamadığımızdan bir maymunun genel görelilik teorisini anlamasının mümkün olmadığı şekilde insanın da bilinç konusunda “bilişsel olarak kapalı” olabileceğini, dolayısıyla bilinç probleminin hiçbir zaman çözmeyi umamayacağımız bir gizem olarak kalabileceğini söylerler. Bilimin fiziksel olan ve zihinsel olan arasındaki bağı kurmakta, başka bir deyişle, izah boşluğunu kapatarak gizemi ortadan kaldırmakta henüz önemli bir mesafe kat edemediği böyle bir ortamda felsefi spekülasyona (metafizik) da kapı aralanmaktadır. Probleme yönelik birçok felsefi/metafizik teori veya yaklaşım geliştirilmiş ve geliştirilmeye de devam etmektedir.


(Yapay Zeka ve Zihin Felsefesi Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 1, Haziran 2019, 67-91)