ARZU DELİLİ: ARZULARDAN ALLAH’A ULAŞMAK - Prof.Dr.Caner Taslaman

 



ARZU DELİLİ: ARZULARDAN

ALLAH’A ULAŞMAK(1)


Caner Taslaman


ÖZET

Biz insanların en temel özelliklerinin başında doğal arzularımız

gelmektedir. Bu makalede, insanların altı tane doğal ve temel arzusunu

ele alacağım. Bunlar; 1- yaşam arzusu, 2- korkuların giderilmesi

arzusu, 3- mutluluk arzusu, 4- gaye arzusu, 5- şüpheden uzak bilgi

edinme arzusu ve 6- başkaları tarafından iyi davranılma arzusudur.

Bütün bu doğal ve temel arzularımızın karşılanmasının Allah merkezli

bir varlık anlayışını -ontolojiyi- gerektirdiğini ve birbirlerinden

bağımsız bu temel arzuların hep aynı varlık anlayışını gerektirmesinin

en iyi açıklamasının; insanın, bu varlık anlayışının merkezindeki

Allah tarafından insanın yaratılması olduğunu savunuyorum. Burada

sunulan arzu delilinin dört tane sonuca ulaşılmasında katkı yapacağı

kanaatindeyim: Birincisi, teizmin yani Allah inancının, natüralizm-ateizmden

daha rasyonel olduğu anlaşılacaktır. İkincisi, Allah’ın önemli

sıfatları bu delille temellendirilmeye çalışılacaktır. Üçüncüsü ahiret yaşamının

ve Allah’ın gönderdiği din(ler)in var olması gerektiği görüşü

desteklenecektir. Dördüncüsü, bu argümanla, insanların, içlerindeki

1 Bu makaleyi okuyup görüşlerini benimle paylaşan Oxbridge’li felsefeciler Richard

Swinburne, Keith Ward ve Rodney Holder’a, ayrıca katkılarından dolayı değerli dostum

fizikçi-felsefeci Enis Doko’ya teşekkür ederim.

arzularından dolayı Allah’ın varlığını, ahiret yaşamını ve dinleri uydurduklarını

iddia eden natüralist-ateist felsefecilerin ve psikologların

yaklaşımındaki hata göz önüne serilecek; arzuların daha rasyonel

ve tesadüfi olmayan bir açıklamasına ulaşılacaktır. Kısacası bu argüman,

birçok ateist filozof ve psikoloğun boğulduğu suyun aslında yaşam

suyu olduğunu göstermektedir.

Giriş

Yahudi-Hıristiyan geleneğinin ve İslam’ın varlık anlayışı Allah

merkezlidir. Buna göre Allah dışındaki tüm varlıklar var oluşlarını

bütün ayrıntılarıyla Allah’a borçludurlar. Galaksilerden dünyaya, bitkilerden

hayvanlara ve insana, insanın bilincinden tüm doğal arzularına

kadar her şey Allah’ın yaratışının ürünleridir. Diğer yandan,

natüralist-ateist varlık anlayışına inananlar, bütün bu saydıklarımızı

“tesadüf ve zorunluluk” ile açıklarlar. Buna göre evren ve evrenin

yasaları zorunlu olarak vardır, galaksilerden dünyamıza, bitkilerden

hayvanlara ve insana, insanın bilincinden doğal arzularına kadar her

şey zorunlu evren yasaları çerçevesinde gerçekleşen tesadüflerin

ürünleridir.2 Felsefede tasarım delili, kozmolojik delil ve bilinç delili

başlıklarıyla teizmin mi, natüralist-ateist yaklaşımın mı daha rasyonel

olduğu ayrıntılıca tartışılmıştır ve tartışılmaktadır.3 “Arzu delili

(argument from desire)” başlığıyla insanların arzularından hareketle

2 Teizm ve natüralist-ateist yaklaşım için yapılan bu genel tarifin dışında kalanlar olabilir.

Fakat bu tariflerin genel teist ve natüralist-ateist yaklaşımı kısaca özetlediği rahatlıkla

söylenebilir. Natüralist-ateist yaklaşımı savunanların varlığı “tesadüf-şans” ve “zorunluluk”

üzerinden tarifi için Monod’un şu kitabına bakabilirsiniz: Jacques Monod, Chance

and Necessity, Çev: Austryn Wainhouse, Vintage Books, New York, 1972.

3 Tasarım delilini ve kozmolojik delili savunduğum, bilinç deliline ise değindiğim şu

çalışmamı okuyabilirsiniz: Caner Taslaman, Evrim Teorisi, Felsefe ve Tanrı, İstanbul

Yayınevi, İstanbul, 2012, “Tasarım Delili” bölümü. Ayrıca internetten de bu çalışmamı

okuyabilirsiniz: evrim.gen.tr/?p=14

de böylesi tartışmalar yapılmış olsa da, bu konu önceki bahsedilen

argümanlar kadar ayrıntılıca işlenmemiştir. Bunun felsefe, psikoloji,

antropoloji ve teoloji açısından giderilmesi gerekli bir eksiklik

olduğu kanaatindeyim. Bu konuyu ele alarak, mevcut eksikliğin giderilmesine

katkıda bulunmaya çalıştım.

“Arzu delili” başlıklı argümanı daha önce savunan felsefeci ve teologlar,

insanların içinde Allah’a karşı doğrudan bir arzu olduğu görüşünü

temel almışlardır. Bu makalede önce bu yaklaşımı tanıtıp, bu

görüşün şahsi tecrübe içerdiğine ve natüralist-ateist yaklaşımlara karşı

savunulması zor bir pozisyon olduğuna dikkat çekeceğim ve bu yaklaşımı

kendi argümanıma dahil etmeyeceğim. Daha sonra natüralistateistlerin

birçoğunun da insanlarda var olduğunu kabul ettikleri altı

tane doğal ve temel arzuyu ele alıp, birbirlerinden farklı ve çok önemli

bu arzuların hepsinin Allah’ın varlığını gerektirdiğine dikkat çekeceğim.

Sonuçta bu argümandaki hareket noktam “arzu delili” başlığıyla

önceden savunulanlardan farklı olduğu için bu argüman aslında

Allah’ın varlığı için yeni bir argümandır.4

İlaveten bu delile getirilebilecek itirazlara cevap vereceğim, ayrıca

bu argümanın Allah’ın sıfatları, ahiret yaşamının varlığı ve din(ler)in

gerekliliği konularıyla ilişkisini göstereceğim.

Allah’a Karşı Doğrudan Duyulan Bir Arzu Olarak Arzu Delili

Bazı teist düşünürler, insanların içinde Allah’a karşı doğrudan bir

arzu olduğuna dikkat çekmişlerdir. Bunlardan çok azı bunu Allah’ın

4 Bu delilin, önceden ileri sürülmüş olan arzu argümanlarından farkı, bu makalenin

ilk hali olan İngilizce isminden “Argument from the Ontology Required by

Natural Desires: Finding The Water of Life Where Others Drown (Doğal Arzuların

Gerektirdiği Ontoloji Delili: Başkalarının Boğulduğu Yerde Yaşam Suyunu Bulmak)”

de anlaşılmaktadır. Bir arzunun kendisi yerine “farklı doğal arzuların gerektirdiği ontolojiyi”

delilin temeli yapmak, bu makaleyi orijinal kılan husustur. Fakat “arzu delili”

ifadesi daha kısa ve akılda kalıcı olduğu için burada onu tercih ediyor ve kullanıyorum.

varlığı için bir delil olarak değerlendirmiş, çoğunluğu bunu bir delilin

parçası olarak sunmamışlardır. Fakat yine de insanların içinde

böyle bir arzunun varlığına kimi teist düşünürlerce dikkat çekilmiştir

ve kutsal metinlere atıflarla da bu görüş desteklenmeye çalışılmıştır.

Augustinus’un ünlü “İtiraflar (Confessions)” kitabında, Allah’a karşı

arzunun tüm insanlarda var olduğuyla ilgili iddiaya tanık olmaktayız:

Bu arzu sadece benle veya benle beraber birkaç kişiyle sınırlı değildir; hepimiz

mutlak olarak mutlu olmayı isteriz... Onlar, Sana bir ödül beklemeksizin

ibadet etmektedirler, çünkü Sen onların sevincisin. Mutlu yaşam sadece

budur; Sen’den keyif almak, Seninle ilgili olarak ve Senden ötürü.

Yaşamın mutluluğu budur ve bu Senden başka hiçbir yerde bulunamaz.

Mutlu yaşam gerçekten dolayı sevinçli olmaktır; bu ise Sende, yani gerçek

olanda sevinçli olmak demektir... Herkes bu mutlu yaşamı ister, bu yaşam

ki mutlu olarak nitelenmeyi bir tek o hak eder... 5

Benzer bir yaklaşıma Pascal’da tanık olmaktayız. Pascal, prensler

gibi dünyevi hemen her isteğini elde edebilecek konumda olanların

bile arzularını tatmin edemediklerini; sonuçta sahip olduğumuz birçok

arzunun bu dünyaya yönelik olmadığını, ancak bu arzuların kendisi

için olan Allah’ın, arzuları tatmin edebileceğini söyler:

Bütün insanlar mutluluğu arar. Bunun hiçbir istisnası yoktur... Bütün insanlar

şikayet etmektedir; prensler, hizmetçiler, asiller, halk, yaşlı, genç, güçlü,

zayıf, eğitimli, cahil, sağlıklı, hasta, her ülkede, her zamanda, her dönemde,

her şartta... Boş yere etrafındaki her şeyle boşluğu kapamaya çalışır, o şeylerden

hiçbiri ona yardımcı olamaz, çünkü bu sonsuz boşluk ancak sonsuz

ve değişmez bir objeyle yani Allah ile kapatılabilir.6

5 Saint Augustine, The Confessions, Çev: Maria Boulding, Vintage Books, New York, s. 218-219.

6 Blaise Pascal, Pensees, Çev: A.J. Krailsheimer, Penguin Classics, London, 1966, s. 74-75.

Yahudi-Hıristiyan geleneğinde olanlar, insanların içinde Allah’a karşı

bir arzu olduğu fikrine, Kutsal Kitab’ın en çok okunan bölümlerinden

biri olan Mezmurlar’daki (Zebur’dan) şu bölümleri örnek verebilirler:

1- Geyik akarsuları özlediği gibi, canım da seni öyle özler ey Allah.

2- Canım Allah’a, hay Allah’a susamıştır. Ne vakit geleceğim ve hay

Allah’ın önünde görüneceğim?7

İslam inancına bağlı olanlar ise Allah’a yönelmeye karşı doğuştan

verilmiş bir eğilime sahip olduğumuz görüşü için Kuran’daki şu

ayeti kullanabilirler:

Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ı anmakla tatmin olan kimselerdir.

Haberiniz olsun; gönüller yalnızca Allah’ı anarak tatmin olur.8

Gerek Eski ve Yeni Ahitler’deki ifadelerin, gerek Kuran’daki ayetlerin;

Allah’a karşı doğal bir arzuya sahip olduğumuz anlamına gelip

gelmedikleri tartışılabilir. Fakat şurası açıktır ki, insanların doğuştan

böyle bir arzusu varsa bile; Allah’a yönelen inançlılar “Allah’a yöneldim,

içimdeki arzular tatmin oldu, meğer içimdeki tatmin olmayan arzuların

objesi Allah’mış” diyebilirler, fakat inananların bu şahsi tecrübelerini

inançsızlara karşı sunulacak objektif bir argümana dönüştürmek

mümkün gözükmemektedir. Nitekim birçok ateist ve agnostik, kendisinde

böyle bir arzunun olduğunu inkar etmektedir. Örneğin John

Beversluis da bahsedilen yaklaşımı eleştirirken, böylesi bir arzunun

var olduğunun iddia edilemeyeceğini ifade etmiştir.9

7 Kitabı Mukaddes, Eski Ahit, Mezmurlar: 42, 1-2, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul,

1993, s. 563.

8 Kuran, 13-Rad Suresi 28.

9 John Beversluis, C. S. Lewis and the Search for Rational Religion, Prometheus

Books, New York, 2007, s. 56-57.

İnsanın Doğal Özellikleri ve Argümanım

Arzulardan hareketle Allah’ın varlığı için objektif ve ikna gücü

olan bir argüman oluşturmak için öncelikle herkesin üzerinde rahatlıkla

uzlaşabileceği; “doğal” ve “temel” olan arzuların hareket noktası

yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bu amaçla burada ateist ve agnostiklerin

birçoğunun da insanda var olduğunu rahatlıkla kabul edeceklerini

düşündüğüm altı tane arzuyu hareket noktası yapacağım. Bunlar:

1- Yaşam arzusu

2- Korkuların giderilmesi arzusu

3- Mutluluk arzusu

4- Gaye arzusu

5- Şüpheden uzak bilgi edinme arzusu

6- Başkaları tarafından iyi davranılma arzusu

Bazı felsefeci, antropolog, biyolog ve psikologlar insanların hepsinde

evrensel olan özelliklerle ilgili uzun listelere sahiptir. Örneğin

antropolog Donald Brown, kültürel izafiyetle ilgili yaklaşımlara karşı

çıkarken; etnograflar tarafından tespit edilmiş müzik, dans, dedikodu,

saç stilleri, şakalar, hediye vermek gibi unsurların da içinde olduğu iki

yüze yakın kültürler arası ortak unsur saymaktadır.10 Melez bir disiplin

olan sosyobiyolojinin babası kabul edilen Edward Wilson, sosyal

davranışların temelinde biyolojik yapımızın olduğunu ifade etmiştir.

Bunun en uç şekilde savunulmasında, bütün kültürel öğelerden habersiz

bir erkekle bir dişi tüm diğer insanlardan izole bir yere bırakılsalar;

sıfırdan, kumardan mülkiyet ile ilgili kanunlara, dans etmekten

ensest ilişki hakkında yasaklara kadar, birçok kültürel unsuru tekrar

10 Donald Brown, Human Universals, McGraw-Hill, New York, 1991.


icat edecekleri söylenir.11 İnsanların evrensel olarak sahip olduklarıyla

ilgili listesini geniş tutanlara ve kültürel öğelerin önemli kısmını doğuştan

sahip olunan genlerin kaçınılmaz sonucu olarak görenlere karşı

bilimsel çevrelerden ciddi eleştiriler de getirilmiştir. Örneğin Stephen

Jay Gould, sosyobiyolojiyle ilgili yaklaşımları “destekten yoksun, spekülatif

masal anlatıcılığı (unsupported speculative storytelling)” olarak

nitelemiş, “metodolojisinin zayıflığını” eleştirmiştir. Diğer yandan

Gould da, doğuştan gelen genetik bir potansiyel olduğunu ve kültürel

birçok unsurun bununla ilişkisini kabul eder; fakat insanlardaki mevcut

tüm kültürel bilgiler yok edilerek bir insan topluluğu oluşturulsa,

bugünkü gibi müziğin, dansın, kumarın, mülkiyet yasalarının olduğu

bir insan topluluğunun belli bir zaman sonucunda oluşacağının hiçbir

şekilde iddia edilemeyeceğini düşünür. 12

İnsanların evrensel özellikleriyle ilgili geniş listeleri kabul etmeyen,

bu listelerde sunulanları izafi ve kültüre bağımlı olarak gören bilim

insanları bile; acıkma, susama, cinsel arzu gibi bütün insanların

ortak olarak paylaştığı bir öz olduğunu ve bunların kültürlerin oluşmasında

sınır vazifesi yaptıklarını kabul edeceklerdir. Bunları vurgulamamın

sebebi, burada hareket noktası yaptığım arzuların, insanların

evrensel özellikleriyle ilgili geniş listeleri reddedenlerin bile reddedemeyecekleri

cinsten olduğunu vurgulamaktır. Dans, müzik, kumar

gibi olguların insanların doğal özellikleri olduğunu ve biyolojimizin

kaçınılmaz sonucu olduğunu birçok bilim insanı inkar edecektir; ama

bunları inkar eden bu bilim insanları bile yaşam arzusunun, korkuların

11 Bu konuda Wilson’un şu kitaplarına bakabilirsiniz: Edward O. Wilson, On Human

Nature, Harvard University Press, Massachusetts, 1978; Edward O. Wilson,

Sociobiology: The New Synthesis, Harvard University Press, Massachusetts, 2000.

12 Stephen Jay Gould, “Sociobiology and the Theory of Natural Selection”, Sociobiology:

Beyond Nature/ Nurture?, Ed: G.W. Barlow and J. Silverberg, Westview Press,

Colorado, 1980, s. 257-269.

giderilmesi arzusunun veya bilme arzusunun insanların doğal-evrensel

özellikleri olduğunu rahatça kabul edeceklerdir.

Acıkma veya susama hissi olmayan, cinsel arzu duymayan insanlar

gibi istisnalar, nasıl insanlarda yemeye, içmeye veya cinselliğe karşı

arzu duyulduğu gibi genellemeleri yanlışlamayacak anomali durumlarıysa;

aynı şekilde burada ifade edilecek altı tane arzudan kimisini

hissetmeyenler de olabilir, ama bu sadece evvelkiler gibi bir anomali

durumunu gösterir; bu arzuların “doğal” ve “temel” olduğu gerçeğini

değiştirmez. Bence, burada sunulan argümanı güçlü yapan unsurlardan

birisi budur; insanlarda doğal ve temel olduğu kesin olan arzuları

hareket noktası yapması. Nitekim ilerleyen satırlarda görüleceği

gibi, ünlü ateistlerin birçoğu da bu arzuların kimisinin varlığından hareketle

ateist görüşlerini temellendirmeye çalışmışlardır. Sonuçta, insanlardaki

doğal ve temel arzulardan yola çıkarak argümanımı şu şekilde

kuruyorum:

1- İnsanların doğal ve temel arzularının birçoğunun objesi olduğunu

gözlemliyoruz.

2- Şu altı tane arzu da doğal ve temeldir

1.1- Yaşam

1.2- Korkuların giderilmesi

1.3- Mutluluk

1.4- Gaye

1.5- Şüpheden uzak bilgi edinme

1.6- Başkaları tarafından iyi davranılma

3- Birbirleriyle ilişkili de olsa birbirine indirgenemeyecek olan bu

doğal ve temel arzuların her birinin karşılanması ancak Allah’ın

varlığıyla mümkündür.

4- Bu durumu açıklayacak iki tane alternatif açıklamaya sahibiz:

4.1- Bu arzular natüralist-ateistlerin öngördüğü şekilde tesadüf ve

zorunluluk ile oluşmuştur.

4.2- Bu arzuları insanda Allah oluşturmuştur.

5- Bahsedilen farklı doğal ve temel arzuların hepsinin (2. madde)

aynı ontolojiyi gerektirmesi (3. madde) ile doğal ve temel arzularımızın

birçoğunun objesinin bulunduğunu gözlemlememiz

(1. madde); Allah’ın varlığının ve bu arzuları oluşturmasının

(4.2’nin), bu inancın tek alternatifi konumundaki natüralizmden

(4.1’den) daha rasyonel olduğunu gösterir.

6- Demek ki Allah’a inanç (teizm), Allah’ı inkardan (natüralizmateizm)

daha rasyoneldir.

Önümüzdeki satırlarda, sırayla, her maddede ifade etmeye çalıştıklarımı

açarak ve muhtemel itirazlara cevap vererek sunduğum delili

savunacağım.

Doğal ve Temel Arzular

Aslında burada sunduğum argümanın birinci madde olmaksızın

da sunulması mümkündür. Fakat bu dünyada yemek, su, cinsellik

gibi doğal ve temel arzularımızın objelerinin -karşılığının- olduğunun

görülmesi; argümanın sonucunu güçlendirdiği için, bu maddeye

de yer verdim.

Öncelikle arzu deliline karşı getirilmiş bir eleştiriyi cevaplamakta

fayda görüyorum. Bu eleştiriyi yapanlar, kendilerinin bir Ferrari’lerinin

olmasını arzu ettiklerini ama bunun olmadığını, masallardaki Oz dünyasına

gitmeyi arzu ettiklerini ama gidemediklerini söylerler.13 Bunu

13 John Beversluis, C. S. Lewis and the Search for Rational Religion, s. 47.

söyleyerek, insanların arzularının varlığından bu arzuların objesinin

var olduğuna geçiş yapılamayacağını ifade etmektedirler. Peter Kreeft

bu eleştiriye arzuları “doğal” ve “suni” olarak ikiye ayırıp cevap verir.

Doğal arzuların “içten” geldiğini, buna karşılık suni arzuların ise “dıştan,

toplumdan, reklamlardan veya kurgudan” geldiğini söyler ve Oz

dünyasına gidememeyle hiç uyumama arasındaki farka dikkat çeker.

Doğal arzuların hepimizde ortak olması, suni arzuların ise kişiden kişiye

değişmesi temel farktır.14 Argümanımın birinci maddesinde, söz

konusu arzuları “doğal” ve “temel” sıfatlarıyla vurgulamamın sebeplerinden

bir tanesi, böylesi itirazlara baştan kapıyı kapatmak içindir.

Diğer yandan birçok doğal arzumuzun karşılanmadığını, örneğin

açlıktan ölenlerin olduğunu söyleyerek arzu deliline karşı çıkanlar

da hatalıdır. Böylesi karşı çıkışlara karşı C. S. Lewis şöyle cevap

vermektedir:

Bir insanın fiziki açlığı, ona ekmek verileceğini ispat etmez; Atlantik’in

üzerinde bir salda açlıktan ölmesi mümkündür. Fakat elbette insanın açlığı,

yemek yeme suretiyle bedenini yenileyen bir canlı türü olduğunu ve yenilebilecek

şeylerin olduğu bir dünyada yaşadığını ispat eder.15

Argümanımın birinci maddesinde “arzular tatmin edilmektedir”

şeklinde bir ifade kullanmak yerine “arzuların birçoğunun objesinin

olduğunu gözlemliyoruz” ifadesini kullanmamın sebebi ise baştan böylesi

itirazlara geçit vermemektir.

Şimdi argümanımın ikinci maddesiyle üçüncü maddesini; altı doğal

ve temel arzunun her birini teker teker ele alarak değerlendireceğim.

14 Peter J. Kreeft and Ronald K. Tacelli, Pocket Handbook of Christian Apolegetics,

InterVarsity Press, Downers Grove, 2003, s. 26-27.

15 C. S. Lewis, The Weight of Glory and Other Addresses, Macmillan Publishing

Company, New York, 1980, s. 8-9.

Bu arzuların bir kısmının karşılanmasının ancak Allah merkezli bir

varlık anlayışıyla -ontoloji- mümkün olduğunu görmek daha kolayken,

diğer bir kısmı için daha fazla zihinsel çaba gerekmektedir. Örneğin

korkuların giderilmesi ile ilgili arzu birincisine, şüpheden uzak

bilgi edinme ile ilgili arzu ise ikinci duruma örnektir.

Birinci Arzu: Yaşam

“Yaşam arzusu” normal, sağlıklı her insanın içinde olan en temel

doğal arzulardan birisidir. O kadar temeldir ki, onun için diğer birçok

doğal arzunuzdan çok rahat vazgeçebilirsiniz. Örneğin bir kumsalda

susayıp su içmeye, acıkıp yemek yemeye, cinsel arzu duyup eşine yönelenleri

düşünelim. Bu kişiler, bir tsunaminin, yakın bir zamanda

bulundukları bölgeyi basacağı haberini alsalar veya tsunaminin sularının

geldiğini görseler, herhalde hemen hepsi bu doğal arzularının

giderilmesini bir kenara bırakıp kaçarlar. En zeki insandan ortalamanın

altında zekaya sahip birçok insana kadar insanların çoğu “yaşam

arzusu” ile harekete geçer ve tsunamiden kaçar. Bu temel arzunun gücünü

kısa bir içebakışla (introspection) kavrayabiliriz.

“Yaşam arzusu”na özel vurgu yapan filozoflardan biri

Schopenheuer’dir. Ona göre bu arzu-irade her şeyden daha temeldir.

Schopenheuer, intiharın bile “yaşam arzusunun-iradesinin”

bir reddi olmadığını, reddedilenin sadece acı çekmek ve yaşamın

şartları olduğunu söyler.16

Albert Sweitzer de “yaşam arzusu”nu teolojik, felsefi ve etik yaklaşımlarının

temeline koymuştur:

16 Arthur Schopenhauer, The World as Will and Representation, Vol: 2, Çev: E. F. J.

Payne, Harper and Row, New York, 1966, s. 8.


Yalnızca bu; yaşam iradesi, her şeyde, bende olduğu gibi mevcuttur.

Bunu bana bildirmesi için bilime de ihtiyacım yok, zaten bilim

bundan daha temel bir şeyi haber veremez.17

İnsan zihni, diğer canlı türlerinin hepsinden farklı bir şekilde,

çok uzun bir geçmiş ve çok uzun bir gelecekle, düşünerek ilişki kurabilir.

Gelecekle içindeki “yaşam arzusu” ile ilişki kuran zihnin,

bir ahiret yaşamına karşı arzu duyması kaçınılmazdır. İçindeki “yaşam

arzusu”nun sesini dinleyen hiç kimseyi bu dünya hayatının tatmin

edebileceğini sanmıyorum. Modern bilimsel veriler, tüm evrenin

“Büyük Çöküş (Big Crunch)” veya “Büyük Donma (Big Chill)” alternatiflerinden

biriyle -başka bir son senaryosu gerçekleşmezse- son

bulmasının kaçınılmazlığını göstermektedir.18 O zaman, bu temel arzumuzun

objesi olan ahiretin varlığının gerçekleşmesi; bu evrene aşkın

olanı, ama aynı zamanda insanların arzularından haberdar olacak

kadar içkin olanı, üstelik bunu gerçekleştirecek kadar Bilgili ve Kudretli

olanı, yani Allah’ın varlığını gerektirmektedir. Modern bilimsel

verileri bir kenara bıraksak da, dağılmış bedenimizden varlığımızın

yeniden iadesinin, ancak kudreti ve bilgisi yüksek, arzularımızdan

haberdar Allah’ın varlığıyla mümkün olduğunu görmek zor değildir.

Kısacası insanlar, doğuştan -apriori- gelecekle ilişki kurma özelliğine

ve doğuştan “yaşam arzusu”na sahiptir ve bu dünyadaki insanlık

hali ölümlü olmaktır. Sonuçta insanlığımıza içkin bu durumlar, apriori

olarak, arzularımızın karşılanması için Allah’ın varlığına ihtiyaç duyduğumuzu

gösterir. Bunun farkında olup olmamamız da bu durumu

değiştirmez. Bu, (a+b)²’nin hiçbir deney ve gözlemle desteklenmeye ihtiyaç

duymaksızın (a²+2ab+b²)’ye eşit olmasından habersiz olmamızın,

17 Albert Schweitzer, “The Ethics of Reverence for Life”, Christendom, Vol: 1, 1936, s.

225-239.

18 Paul Davies, The Last Three Minutes, Basic Books, New York, 1994, s. 67-81.

bu eşitliği değiştirmemesine benzer. Allah’a karşı doğrudan bir arzunun

varlığına -Augustinus gibi- inanan kişiye, böyle bir arzuyu duymadıklarını

söyleyerek karşı çıkanlar olabilir. Fakat burada hareket

noktası, böylesi itirazların getirilemeyeceği “yaşam arzusu”dur. Bu arzunun

ancak Allah varsa karşılanabileceğini görmek ise zor değildir.

İkinci Arzu: Korkuların Giderilmesi

Hepimizin kendimizde tanık olduğumuz duygularımızdan birisi korkudur.

Korkunun ne kadar güçlü bir duygu olduğuna ve insan eylemlerine

yön vermede ne kadar etkili ve temel olduğuna herhalde tanıklık

etmeyenimiz yoktur. “Korkuların giderilmesi arzusu”nun tatmin edilmesinin

Allah’ın varlığını gerektirmesi, aşağı yukarı yaşam arzusunun

Allah’ın varlığını gerektirmesiyle benzer şekildedir. Fakat “yaşam arzusu”

ve “korkuların giderilmesi arzusu” birbirlerine indirgenemeyecek

iki ayrı arzu oldukları için bunları farklı başlıklarda inceliyorum. Gelecekle

ilişki kuran insan zihninin en temel korku konusu olan ölüm korkusundan

kurtulma arzusunu tatmin edecek tek obje ahiret hayatının

varlığıdır; ahiret hayatının varlığı ise ancak Allah varsa mümkündür.

“Korkuların giderilmesi arzusu”nun Allah’ın varlığını gerektirmesi,

en temel olarak ölüm korkusu üzerinden görülebilecek olsa da

bununla sınırlı değildir. İnsan, evrenin büyüklüğü ile azameti karşısında

acizliğini kavrar ve bu da korkuya sebep olur. Bu tip korkular

da ancak tüm evrene hükmeden bir Allah’a sığınılmakla giderilebilir.

Nitekim ünlü birçok ateist de, Allah’ın varlığının, korkuların giderilmesi

ve diğer arzuların tatmin edilmesi için insanlar tarafından

uydurulduğunu söylemiştir. David Hume da korku duygusuyla dinlerin

varlığı arasında ilişki kurmuştur.19 Bu konuda en ön plana çıkan

19 David Hume, Dialogues and Natural History of Religion, Ed: J.A.C. Gaskin, Oxford

University Press, Oxford, 1993, s. 176.


isimlerden biri olan Freud, “dileklerin-tatmini (wish-fulfillment)” olarak

gördüğü dinler için şöyle demektedir:

...Dini görüşler, medeniyetlerin diğer ürünleriyle aynı ihtiyaç temelinde

ortaya çıkmıştır; doğanın ezici gücüne karşı kendini savunma zaruretinden.20

...Sonraki dönemlerin insanı da günümüzün insanı da aynı davranış

kalıplarına sahiptir. Çocuksudur ve korunmaya ihtiyaç duyar, hatta geliştiğinde

bile; tanrısının yardımı olmadan bir şey yapamayacağını düşünür.21

Freud’un “kendini savunma zarureti” ve “korunmaya ihtiyaç” ifadeleriyle

dikkat çektiği hususu; dinin “korkuların giderilmesi arzusu”nu

tatmin etmesi olarak da okuyabilirsiniz. Ünlü sosyal psikolog Erich

Fromm da, insanların “güvenlik ihtiyacı” ile dine yöneldiklerini vurgulayarak,

dinlerin “korkuların giderilmesi arzusu”nu karşılamasına

dikkat çekmiştir.22 Sonuçta en temel korkulardan kurtulmanın Allah’ın

varlığını gerektirmesi, teistlerin ve ateistlerin üzerinde rahatlıkla uzlaşabileceği

bir olgudur; asıl mesele bu olgunun teizmi mi ateizmi mi

desteklediğini belirlemektir ve bu makalede bunu gerçekleştirmeye

çalışmaktayım.

Her insanın doğuştan sahip olduğu korkma duygusu ve “korkuların

giderilmesi arzusu”, doğuştan sahip olduğumuz, gelecek hakkında,

evren hakkında ve kendi acizliğimiz hakkında düşünme yeteneğimizle

birleşince; doğuştan, bizi Allah’a muhtaç eden arzulara sahip olduğumuz

olgusu karşımıza çıkar.

20 Sigmund Freud, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of

Sigmund Freud, Vol: XXI (1927-1931): The Future of an Illusion, Civilization and

its Discontents, and Other Works, The Hogarth Press and the Institute of Psychoanalysis,

Londra, 1961, s. 21.

21 Sigmund Freud, The Origins of Religion, Penguin, Londra, 1991, s. 376.

22 Erich Fromm, Psychoanalysis and Religion, Yale University Press, New Haven, 1950,

s. 4.


Üçüncü Arzu: Mutluluk


Bütün normal insanlar mutluluğu arzular ve mutluluklarının sürekli

olmasını ister. Daha önce dikkat çektiğim Augustinus ve Lewis,

mutluluk arzusunun tüm insanlarda ortak olduğunu ve bunun ancak

Allah ile karşılanabilecek bir arzu olduğunu ifade ederek, bir anlamda

“mutluluk arzusu” ile “Allah’a karşı arzu”yu eşitlemişlerdir. Birçok kişi,

kendisinde Allah’a karşı doğrudan bir arzu duymadığını söyleyerek,

bu arzunun varlığından objesinin varlığına geçiş yapılacak bir argümana

itiraz edebilir. Fakat böylesi bir eşitlemeden kaçınarak “mutluluk

arzusu”nu hareket noktası yaparsak; içimizdeki bu arzuyu tatmin

etmeye bu dünyadaki sunulanların niteliğinin de, bu dünyadaki zaman

süresinin de yetmediğini anlayabiliriz. Bu ise içimizdeki bu arzunun

tatmininin ahiret yaşamının varlığını gerektirmesi demektir; ahiretin

varlığı ise daha önce belirttiğim gibi Allah’ın varlığını gerektirir. Bu

dünyanın, “mutluluk arzusu”nu tatmin edemediğini gören herkes, bu

arzunun Allah olmadan tatmin olamayacağını görür. Nitekim Lewis,

Allah’a karşı doğrudan bir arzunun yanında ahirete karşı bir arzuya

da dikkat çekmiştir:

Eğer kalplerine gerçek anlamda bakmayı öğrenirlerse, insanların çoğunluğu,

şiddetli bir şekilde istedikleri şeyin bu dünyada olmadığını anlayacaklardır...

öyle bir hasrettir ki hiçbir evlilik, hiçbir seyahat, hiçbir eğitim

gerçek anlamda onu tatmin edemez. Bunu söylerken başarısız evlilikleri,

tatilleri, eğitimleri kastetmiyorum. Olması mümkün en başarılılarını kastediyorum...

Eğer kendimde, bu dünyadaki hiçbir deneyimin tatmin edemediği

bir arzu tespit edersem, bunun en muhtemel açıklaması başka bir

dünya için yaratılmış olduğumdur. Eğer dünyevi hazların hiçbiri onu tatmin

edemezse; bu, dünyanın bir hile olduğunu göstermez. Muhtemelen dünyadaki

hazlar onu tatmin için değildir, fakat onu açığa çıkarmak içindir ki

gerçek şeyin önerisiyle karşılaşalım. Eğer böyleyse, bir yandan bu dünyevi

nimetleri hiçbir zaman küçük görmemeli ve şükürsüzlük etmemeliyim, diğer

yandan bunları; bir kopyası, yankısı, serabı oldukları şeyle karıştırma

yanılgısına düşmemeliyim. Kendimde gerçek vatanım için arzuyu muhafaza

etmeliyim, o vatan ki ölmeden ona kavuşamam...23

“Teoloji antropolojidir” diyen Feuerbach gibi birçok ateist, insanların

arzularının ahireti, ahiretin ise Allah’ın varlığını gerektirdiğini

tespit etmişler, fakat bu tespitlerini insanların, Allah’ın ve ahiretin varlığını

uydurmalarının sebebi olarak görmüşlerdir. Feuerbach, Tanrı’yı

baştan yok saydığı için insanlardaki arzuları “hayali arzular” olarak

değerlendirir. Feuerbach bu arzuların arasında “mutluluğu” da sayar:

Dedim ki, Allah mutluluk, mükemmellik ve ölümsüzlük arzularımızın

karşılayıcısıdır. Bundan, insanları Allahsız bırakmanın, kalbi

göğüsten çıkarmak gibi olduğu sonucu çıkarılabilir. Fakat ben, dinin

ve teolojinin Allah’ın ve ölümsüzlüğün -ki ikisi aynı şeydir- var olduğunu

ileri sürmeleriyle ilgili tezlerine itiraz ediyorum.24

Dördüncü Arzu: Gaye

Yakın dönemde yapılan psikoloji araştırmalarıyla, okul öncesi çocukların,

doğadaki olguları gayesel anlama ve tarif etme yönünde

eğilimleri olduğu gösterilerek, doğuştan -apriori- böylesi bir yeteneğe

sahip olduğumuz anlaşıldı.25 Nitekim çocuklardaki gayesel -teleolojikaçıklama

getirmeyle ilgili bu eğilimi Richard Dawkins, birçok kim-

23 C.S. Lewis, Mere Christianity, Harper Collins Publishers, London, 2002, s. 135-137.

24 Ludwig Feuerbach, Lectures on the Essence of Religion, 1851, (http://www.marxists.

org/reference/archive/feuerbach/works/lectures/lec30.htm

25 Deborah Kelemen, “Are Children Intuitive Theists? Reasoning about Purpose and

Design in Nature”, Phsychological Science, No: 15/5, 2004; Deborah Kelemen, “The

Scope of Teleological Thinking in Preschool Children”, Cognition, No: 70, 1999, s.

241-272.


senin Allah inancına sahip olmasının sebebi olarak göstererek, ateist

görüşleri yönünde kullanmaya çalışmıştır:

Her şeye bir gaye atfedilmesine teleoloji denir. Çocuklar doğal teleolojistlerdir

ve birçok insan bu çocukluk durumundan hiçbir zaman çıkamaz...

Açıkça görülmektedir ki, çocuksu teleoloji dinlerin oluşumuna sebep olmaktadır.

Eğer her şeyin bir gayesi varsa, bu kimin gayesidir? Allah’ın elbette.26

Diğer yandan Oxford’lu psikolog Justin Barrett gibi bazı bilim insanlarıysa,

bu özelliğin Allah tarafından insanlara yerleştirildiğinin de

düşünülebileceğini söylerler.27 12-13. yüzyıllarda yaşamış olan ünlü

Müslüman din bilgini İbn Teymiyye, insanların yaratılışlarında var

olan özellikler (fıtrat) sebebiyle, Allah’ın varlığını doğrudan bilebileceklerini

söylerken; insanların, doğuştan, gayesel çıkarımlar yapabilecek

özelliklerle donanımlı şekilde var olduğunu söyleyen psikolojik

görüşlere yaklaşmıştır.28

Etrafındaki varlığı gayesel olarak yorumlayan insan, bütün olarak

evrene ve daha da önemlisi kendi varlığına yöneldiğinde; evrenin ve

kendisinin gayesini de öğrenmeyi arzu eder. Fakat yaşamın ve evrenin

gayesini-anlamını bulmaya yönelik bu arzu, ancak evrene aşkın

olarak evreni ve insanı yaratan bir Allah varsa tatmin olabilir. Natüralist-

ateist yaklaşıma göre evren kendiliğinden vardır ve insan zorunluluk

ve şansın bileşimiyle tesadüfen oluşmuştur. Allah’ın olmadığı bu

tabloda, evrenin ve insanın bir gayesi olamaz; insanın içindeki “gaye

arzusu”nun karşılanması mümkün değildir ve bunun mantıki sonucu

26 Richard Dawkins, The God Delusion, Black Swan, Londra, 2007, s. 210.

27 Justin L. Barrett, “Is The Spell Really Broken? Bio-psychological Explanations of

Religion and Theistic Belief ”, Theology and Science, No: 5/1, s. 57-72

28 Wael B. Hallaq, “İbn Teymiyye’ye Göre Allah’ın Varlığı,” Çev: Bilal Kuşpınar, Sosyal

Bilimler Dergisi, No: 3, April 1993, s. 144.


“kaçınılamaz ümitsizlik”tir. Bunu Bertrand Russell’ın şu ifadelerinden

de anlayabiliriz:

Bilimin bize sunduğu dünya daha da gayesiz, daha da anlamsızdır... Buna

göre insan, ne oluşturacağından habersiz nedenlerin bir ürünüdür; insanın

kökeni, gelişimi, ümitleri ve korkuları, aşkları ve inançları, atomların bir

araya gelmesinden başka bir şey değildir... Ancak bu gerçeklerin üzerinde,

ancak bu kaçınılamaz ümitsizliğin temelleri üzerinde, bundan böyle ruh

güvenle ikamet edebilir.29

Beşinci Arzu: Şüpheden Uzak Bilgi Edinme

Bundan önceki bütün arzular gibi “şüpheden uzak bilgi edinme

arzusu”nun bütün insanlardaki doğal ve temel arzulardan biri olduğuna

herhalde çok az itiraz eden olacaktır. Ele aldığım önceki arzuların

gerçek anlamda tatmininin Allah’ın varlığını gerektirdiğini birçok

agnostik ve ateist düşünür de kabul etmiş; hatta bunu, insanların

Allah’a inanmasının sebebi olarak değerlendirmişlerdir. Diğer yandan

“şüpheden uzak bilgi edinme arzusu”nun Allah’ın varlığını gerektirdiği,

aynı şekilde agnostikler ve ateistlerce kabul edilmemektedir. Bu

arzunun Allah’ın varlığını gerektirdiğini anlamak için öncekilerden

daha fazla zihinsel çabaya -ayrıca felsefi alt yapıya- ihtiyaç olduğunu

ve bu iddianın daha fazla tartışmaya sebep olacağını söyleyebilirim.

Üç felsefecinin; Rene Descartes’ın, Victor Reppert’in ve Alvin

Plantinga’nın çalışmalarına kısaca değinerek, bu arzunun Allah’ın varlığını

gerektirdiğini göstermeye çalışacağım. Bu felsefeciler, insanın

bilebilme imkanının sınırlarını kabul etmekle beraber, en temel bilgilerimizin

doğruluğundan ancak Allah’ın varlığına inanırsak emin

29 Bertrand Russell, Mysticism and Logic and Other Essays: A Free Man’s Worship,

Longmans, Londra, 1918, s. 40.


olabileceğimizi söylemişlerdir (ama bu yaklaşımlarını, burada olduğu

gibi “arzu delili” açısından ele almamışlardır). Şüpheden uzak bilgi

edinme, temel ve evrensel bir insani arzu olduğu için, farklı doğal ve

temel arzuların aynı sonuca götürmesinin birleşimine dayanarak oluşturduğum

argümanımda, bu arzumuza da yer vermekteyim.

Dış dünyanın varlığı en temel birçok bilgimizin varlığı için ön şarttır.

Sevdiğimiz insanların varlığından kendi bedenimizin varlığına kadar

birçok temel bilgimiz dış dünyanın gerçek olarak var olması koşuluna

bağlıdır. Aristoteles’in de işaret ettiği gibi mutluluk için önemli

şartlardan biri haz veren olguların içeriğinin gerçek olmasıdır. Descartes

dış dünyanın varlığına dair bildiği bilgilerin hepsinin şüpheli

olduğunu kabul ederek bilgisini sıfırlamış, daha sonra şüpheden uzak

bir şekilde felsefi sistemini kurmaya çalışmıştır. Bunu yaparken ancak

Allah’ın varlığı kabul edilirse, dış dünya gibi “çok açık ve çok belirgin

şekilde” gerçek olarak algıladıklarımızdan şüphe etmeyebileceğimizi

söylemiştir. Descartes’ın bu yaklaşımı, yaygın olarak “modası

geçmiş” bir yaklaşım olarak kabul edilmektedir, fakat bugüne kadar

bu yaklaşıma karşıt tatmin edici bir cevabın verilebildiğini düşünmüyorum.

Descartes şöyle demektedir:

En zeki insanlar da istedikleri kadar bu sorun üzerinde düşünebilirler;

Allah’ın varlığını kabul etmedikleri takdirde bu şüpheyi giderecek hiçbir

neden gösterebileceklerini sanmıyorum. Öncelikle, yukarıda sunduğum, kabul

ettiğim ilke olan; çok açık ve çok belirgin şekilde anladığımız şeylerin

doğruluğu, ancak Allah varsa güvenilirdir, Allah’ın Mükemmel Varlık olması

sayesinde güvenilirdir, bizde olan her şey O’ndan olduğu için güvenilirdir...

Fakat bizde olan her şeyin, mükemmel ve sonsuz Varlık’tan geldiğini

bilmeseydik; görüşlerimiz ne kadar açık ve ne kadar belirgin olurlarsa

olsunlar, doğru olma mükemmelliğine sahip olduklarını düşünmemizi garantileyecek

bir sebep olmazdı.30

Descartes bu yaklaşımını Allah’ın varlığı için bir argüman olarak

değil de dış dünyanın varlığı için bir argüman olarak görür. Diğer

yandan bazı düşünürler, bilgi edinmemiz için gerekli akıl yürütme

kabiliyetimizden çıkarsadıkları “akıl delili (the argument from reason)”

ile Allah’ın varlığını temellendirmeye çalışmışlardır. Şüpheden

uzak bilgi edinmemiz bir arzu olduğuna göre ve bu arzu, akıl yürütebilme

sürecinin varlığını gerektirdiğine göre; aklın varlığından hareketle

Allah’ın varlığını temellendiren veya natüralizmin yanlış bir felsefe

olduğunu gösteren “akıl delili”nin verileri, bahis konusu arzunun

Allah’ın varlığını gerektirdiği görüşümüzü desteklemektedir. Reppert,

C. S. Lewis’in “akıl delili”ni, şu formatta özetlemektedir:

1. Akletmeyle hiç ilgisi olmayan (nonrational) sebeplerle açıklanması durumunda,

hiçbir görüş akılla çıkarsanamaz.

2. Eğer natüralizm doğruysa, tüm görüşler tamamen akletmeyle ilgisi olmayan

sebepler tarafından açıklanabilir.

3. O zaman natüralizm doğruysa, hiçbir görüş akletme süreçleriyle çıkarsanamaz.

4. Eğer hiçbir görüşün akletmeyle çıkarsanamayacağını söyleyen bir tez

varsa, o zaman bu tezin reddedilmesi ve bu tezi inkar eden tezin kabul

edilmesi gerekir.

5. O zaman natüralizmin reddedilmesi ve onu inkar eden tezin kabul

edilmesi gerekir.31

30 Rene Descartes, Discourse on Method and The Meditations, Çev: F.E. Sutcliffe,

Penguin Classics, Londra, 1968, s. 58-59.

31 Victor Reppert, C.S. Lewis’s Dangerous Idea, IVP Academic, Downers Grove, 2003, s.

57-58; Victor Reppert, “The Argument from Reason”, Natural Theology, Ed: William

Lane Craig ve J.P. Moreland, Wiley-Blackwell, West Sussex, 2009, s. 353-354.

Natüralist-ateist anlayışın savunduğunun tersine “kasıt ve gaye

barındırmayan (nonintentional and nonteleological)”32 maddi parçacıkların

üzerine aklın inşa edilemeyeceği; Allah merkezli bir varlık

anlayışının -ontolojinin- alternatifi olarak sunulan natüralist-ateist ontolojide,

aklımıza güvenin temelleri sarsılacağı için “şüpheden uzak

bilgi edinme arzumuz”un karşılanmasının hiçbir imkanı kalmayacağı

kanaatindeyim.

Plantinga’nın dile getirdiği “natüralizme karşı evrimci delil (evolutionary

argument against naturalism)” yaklaşımı da aynı sonuca götüren

bir argümandır.33 Plantinga, Dawkins gibi ünlü ateistlerin sandıklarının

tersine, evrim görüşüyle natüralizmin uzlaşamayacağını

göstermeye çalışmıştır. Plantinga, natüralist-ateist evrim anlayışına

göre “güvenilir zihinsel yeteneklere” sahip olmamızın beklenmemesi

gerektiğini söyler. Çünkü bu anlayışa göre evrimin mekanizmalarının;

uyum sağlayanı, yaşayabileni ve üreyebileni seçmesi beklenir, fakat

doğru bilgiyi elde eden güvenilir zihinsel yetenekleri seçmesi için bir

neden yoktur. Diğer yandan bir teist, Allah’ın insanları, Kendisi’ni bilebilecek

ve sanatını takdir edebilecek şekilde yarattığını -evrim aracılığıyla

veya evrimsiz- düşündüğü için, akıl yürütme süreçlerimizle

doğru bilgilere ulaşmamızı rahatlıkla mümkün görebilecek bir paradigmaya

sahiptir. Naturalist-ateist bir evrim anlayışını savunanlar ise

akıl yürütme süreçlerimize güvenilebileceğini söyleyemeyecekleri için

evrimin doğruluğu dahil herhangi bir doğruluk iddiasında da bulunamazlar.

Plantinga bu yaklaşımıyla, natüralist bir yaklaşımla beraber

evrim teorisinin savunulmasının -birçok kişinin hiç beklemediği şekilde-

“kendini reddeden (self defeating)” bir yaklaşım olduğunu göstermeye

çalışmıştır.34 Plantinga bunu yaparken, vardığı sonucu burada

32 Victor Reppert, “The Argument from Reason”, s. 388.

33 Bu kitapta okuyabileceğiniz Plantinga’nın makalesi bu konu hakkındadır.

34 Bu kitaptaki Plantinga’nın makalesi dışında bakınız: Alvin Plantinga, “An Evolutionary


sunduğum “arzu delili” açısından değerlendirmemiştir; fakat onun bu

yaklaşımı, “şüpheden uzak bilgi edinme arzusu”nun natüralist paradigma

içerisinde tatmin edilemeyeceğini gösterdiğinden, bu makalede

sunulan argümana katkıda bulunmaktadır.

Altıncı Arzu: Başkaları Tarafından İyi Davranılma

İnsanın zihinsel kabiliyetleri ve arzuları, diğer insanlarla iletişim kuracağı

bir yapıya göredir, örneğin insanın doğuştan konuşma yeteneği

vardır.35 Bu ise insanın doğuştan -apriori- sosyolojik bir varlık olması

demektir.36 Başka insanlarla karşılaşacak kişi, diğer insanlar tarafından

fiziksel ve psikolojik incitilmelere maruz kalmamak ister, kısacası insanda,

sosyal bir varlık olarak yaratılmasından kaynaklanan doğasının

gereği olarak “başkaları tarafından iyi davranılma arzusu” da vardır. Başkaları

tarafından iyi davranılmanın koşullarını ise en iyi ahlakın varlığı

sağlar.37 Ahlaki değerlerin rasyonel temellendirmesi ise ancak Allah’ın

varlığıyla mümkündür (burada “rasyonel temellendirmesi” vurgusuna

dikkat edilmelidir). Elbette Allah’a inanmayan ama insanlara zarar vermeyen,

ahlaki açıdan iyi insanlar olduğu gibi; Allah’a inanıp da insanlara

zarar veren, ahlaki açıdan kötü insanlar da vardır. Fakat burada savunulan

insanların söz konusu arzularının ahlaki bir sistemi, bunun ise

rasyonel temellendirmesinin Allah’ın varlığını gerektirdiğidir. Evrenin

Argument Against Naturalism,” Logos 12, 1991; Alvin Plantinga, Warranted

Christian Belief, Oxford University Press, Oxford, 2000.

35 Noam Chomsky, Syntactic Structures, Mouton de Gruyter, Berlin, 2002.

36 Muhammed Abduh, Tevhid Risalesi, Çev: Sabri Hizmetli, Fecr Yayınları, Ankara,

1986, s. 143.

37 Başka bir çalışmamda, modern psikolojideki çalışmalardan hareketle oluşturduğum

“ahlak delili”ni müstakil bir argüman olarak savundum ve Allah’ın varlığının rasyonel

bir şekilde temellendirilmesinde kullanılabileceğini gösterdim. Burada kısaca

değindiğim bu konuyu, o çalışmamda daha detaylı bulabilirsiniz: www.canertaslaman.

com


“sadece ve sadece atomlardan (nothing but atoms)” oluştuğunu söyleyen

natüralist ontolojide, insanların zihinlerinden bağımsız objektif ahlaki

değerler için bir temel bulunamaz. Nitekim ünlü ateist filozof Sartre da

buna dikkat çekmiştir:

Tersine, varoluşçu Allah’ın var olmamasını olağanüstü seviyede can sıkıcı

bulur, O’nunla beraber değerlerin rasyonel temelini bulacağımız bir temel

de tamamen kaybolur. Sonsuz ve mükemmel bir Bilinç onu düşünmediği

için artık apriori olarak bir iyi kalmaz. Artık hiçbir yerde “iyi”nin varlığı

veya birisinin dürüst olması ile yalan söylememesi yazılı değildir, çünkü

artık sadece insanın var olduğu bir düzlemdeyizdir. Dostoyevski’nin bir zamanlar

dediği “Allah yoksa her şey mübahtır” ifadesi varoluşçu için başlangıç

noktasıdır. Gerçekten de Allah yoksa her şey mübahtır ve insan sonuç

olarak sahipsizdir.38

Allah’ın inkar edilmesinin ahlakın rasyonel temellendirmesini imkansız

kılacağını diğer ünlü bir ateist filozof Nietzsche de görmüş ve

bunu birçok yerde ifade etmiştir:

Biz Allah’ı inkar ediyoruz, biz Allah’tan kaynaklanan sorumluluğu inkar

ediyoruz... Benim felsefeciden talebim açıkça bellidir; pozisyonunu iyinin

ve kötünün ötesinde belirlemesi ve ahlaki yargının üstüne çıkması. Bu talep,

açık ve seçik olarak ilk benim ortaya koyduğum, hiçbir ahlaki gerçeklik

olmadığı anlayışının gereğidir.39

Gerek Yahudi-Hıristiyan geleneğinin içinde gerek İslami geleneğin

içinde, ahlaki yasaların Allah’ın Doğası -Zatı- ile ilişkili ezeli gerçekler

38 Jean-Paul Sartre, Basic Writings, Ed: Stephen Priest, Routledge, Londra, 2001, s. 32.

39 Friedrich Wilhelm Nietzsche, Twilight of the Idols with the Antichrist and Ecce

Hommo, Çev: Antony M. Ludovici, Wordsworth Editions Limited, Hertfordshire, s.

37.


mi olduğu, yoksa ahlaki yasaların kaynağının sadece Allah’ın emirleri

mi olduğu tartışılmıştır. Örneğin İslami gelenek içindeki Mutezile

Okulu’na göre bir şey iyi veya kötü olduğu için -bunu Allah’ın

Doğası’nın özelliklerinin belirlediğini düşünmüşlerdir- onu Allah emretmiş

veya yasaklamıştır; Eşari Okulu’na göre ise bir şeyi iyi veya

kötü yapan sadece Allah’ın emirleridir.40 Felsefede bu konu “Euthyphro

ikilemi” başlığıyla irdelenmiştir. Tektanrıcı dinlerin içindeki bu

farklı iki yaklaşım “ahlak delili” ile ilgili kimi yaklaşımlarda bir fark

oluşturabilir ama buradaki yaklaşım açısından bir fark oluşmamaktadır.

Burada temel bir arzunun ahlaki bir yapıyı, bu yapının rasyonel

temelinin ise Allah’ın varlığını gerektirdiğini savunuyorum. Ahlaki

yasaların, ister Allah’ın Doğası ile ilişkili ezeli gerçeklikler olduğunu

düşünelim, ister sadece Allah’ın emirlerinden kaynaklandıklarını düşünelim;

her iki görüş de ahlaki yasalara rasyonel temel sağlayacaktır.

Ayrıca ahlaka Kantçı bir yaklaşım sergileyenler de buradaki yaklaşımın

dışında değildirler. Kant, ahlakın otonom olduğunu ve saf

aklın Allah’ın varlığını veya yokluğunu temellendiremeyeceğini söylemiştir.

Diğer yandan “en yüksek iyinin (summum bonum)” gerçekleşmesi

için hem ahlaki erdemin hem de eksiksiz bir mutluluğun birleşmesi

gerektiğini; bu olmadan ahlaki yasanın objektiflik talebinin

karşılanamayacağını söylemiştir. Sonuçta Kant, ahlaki sistemin bağımsız

olduğunu söylemişse -ki bence, Kant’ın sisteminde bu hususta çelişki

vardır- Allah’ın varlığını ve ölümsüzlüğü “pratik koşulların gereği”

sonucunda “postulat” olarak kabul etmiştir.41 Buradaki argüman

açısından bahsedilen arzunun ahlaka, ahlaki bir sistemin ise Allah’ın

varlığına ihtiyaç duyduğunun gösterilmesi yeterlidir. “Ahlak delili” açı-

40 Macid Fahri, İslam Ahlak Teorileri, Çev: Muammer İskenderoğlu ve Atilla Arkan,

Litera Yayıncılık, İstanbul, 2004, s. 56-58, 76-79.

41 Immanuel Kant, The Critique of Practical Reason, Çev: Thomas Kingmill Abbott,

William Benton, Chicago, 1971, s. 344-355.


sından Kant’ın pratik akıl adına postula yaklaşımıyla, ahlaktan Allah’ın

varlığı için objektif argüman oluşturanlar arasında (böylesi objektif bir

argümanı “ahlak delili” ile ilgili çalışmamda savundum) önemli farklar

vardır. Fakat burada sunulan argüman açısından, Allah’ın varlığını

gerektirme şeklinde önemli farklar olsa da, tüm bu yaklaşımlar buradaki

argümana adapte edilebilir.

Sonuçta doğası gereği sosyal bir varlık olan insanın, bu doğasının

sonucu olarak “başkaları tarafından iyi davranılma arzusu”na sahip

olduğunu; bunun ise ahlaki yasaları gerektirdiğini görmekteyiz. Başkalarına

karşı ahlaki yasalara uygun davranmaya yönelik doğuştan

özelliklere sahip olduğumuzu inkar edenler olabilir42 ama başkaları tarafından

iyi davranılma arzusunun doğal ve temel bir arzu olduğuna

itiraz edilemeyeceği kanaatindeyim. Objektif ahlaki yasaların rasyonelliğinin

ancak Allah’ın varlığı ile mümkün olduğuysa; Nietzsche ve

Sartre gibi ateistlerden, tektanrılı dinlerin geleneği içinde ahlaki yasaları

Allah’ın Doğası ile ilişkilendirenlerden Allah’ın emirlerine indirgeyenlere

kadar geniş bir kesimin rahatlıkla kabul ettiği bir iddiadır.

Natüralizm mi, teizm mi?

Buraya kadar argümanımın ilk üç maddesini değerlendirdim. İleri

sürdüğüm argümanın dördüncü maddesi ise herhalde en az itiraz edilecek

maddedir; birçok ateist de teist de bu maddeyi rahatlıkla kabul

edecektir. Gerek felsefe tarihine gerek günümüz felsefesine bakıldığında

natüralist-ateist-materyalist yaklaşımla teist yaklaşımın (farklı

teist yaklaşımlar arası önemli farklar olsa da) birbirlerine karşı konumlandıklarını,

bu görüşlerden birinin yanlışlanmasının diğerinin

42 Son dönemlerde modern psikoloji, insanlarda doğuştan ahlaki özellikler olduğuna

dair birçok veriye ulaşmıştır. “Ahlak delili” üzerine çalışmamda ele aldığım bu konuya

burada girmeyeceğim.

doğrulanması olarak kabul edildiği rahatlıkla söylenebilir. Agnostik

yaklaşımlar; bu şıkların dışında üçüncü bir şık olmak yerine, daha

çok bu şıklardan hangisinin doğru olduğunu bilemeyeceğimizin ileri

sürülmesidir.

Ateist ve agnostiklerin ileri sürdüğüm argümanda en çok itiraz

edecekleri madde ise kabul edilmesi halinde sonucun otomatikman

kabul edileceği beşinci maddedir. Daha önce görüldüğü gibi incelediğim

altı arzunun kimilerinin insanda olduğunu tespit eden ateistler,

bu arzuların Allah’ın varlığını gerektirdiğini görmüşler, Allah’a ve

dine inanmayı “arzuların tatmini” olarak değerlendirmişlerdir. Oysa

bu yaklaşım ancak natüralizmi baştan -apriori- doğru bir felsefe olarak

kabul edersek geçerli olabilir. Bu baştan kabul bir kenara bırakıldığında,

“arzuların tatmini” yaklaşımında bulunan ateistlerin, en çok

işlenen mantıksal hatalardan biri olan “kökensel hatayı (genetic fallacy)”

işledikleri anlaşılacaktır. “Kökensel hata” işleyen kişi, bir şeyin

kökenini göstermekle, o şeyin doğru veya yanlış olduğunu ispat

ettiğini sanır. “Kökensel hata” işleyen kişinin çıkardığı sonuç doğru

veya yanlış olabilir ama akıl yürütme şekli yine de mantıksal olarak

hatalıdır. Örneğin “Ben ailemden dünyanın düz olduğunu öğrendim,

demek ki dünya düzdür” diyen veya “Hans, Nazi Almanyasında fizik

okudu, demek ki fizik bilgisinin içinde faşist fikirler var” diyen kişilerin

dedikleri, ister doğru ister yanlış kabul edilsin, yine de bu kişiler

“kökensel hata” işlemektedirler, yapılan çıkarımlarda gösterilen köken

sonucu ispatlamaz. Aynı şekilde “arzuların tatmini” iddiasında bulunanların

söylediği gibi insanların bazısının veya birçoğunun Allah’a ve

dine inanmasının kökeninde arzuları olabilir. Fakat Allah’a veya dine

inanmanın kökenini göstermek suretiyle, Allah’ın ve dinlerin insani

uydurmalar olduğu iddia edildiğinde “kökensel hata” yapılmış olur.

Oysa insanların içine bu arzuların konması yoluyla, Allah’ın, insanları

Kendisine inanmaya yönelttiği, Augustine’in kelimeleriyle söylemek

gerekirse “Bizi, Kendisi için yarattığı” söylenebilir.43

Bu argümanda kullandığım yöntem argümanın beşinci maddesinde

anlaşılmaktadır. Burada sunduğum argümanda “en iyi açıklama”yı

gösterme yöntemini kullanıyorum; arzularla ilgili teizmin sunduğu

açıklamanın natüralizmden daha rasyonel ve tutarlı olduğunu iddia

etmekteyim. Tümevarım sorunu gibi felsefi sorunlar karşısında geliştirilmiş

en iyi yaklaşımlardan biri, günlük hayatımızda ve bilimde

kullandığımız bir yöntem olan, mevcut alternatifler arasında en iyisini

tespit etmeye çalışmaktır; “en iyi açıklama olarak çıkarım (inference

to the best explanation)” böylesi bir yaklaşımın bilim felsefesinde kullanılan

adıdır.44 Birçok kişiye göre çok uç bir şüpheciliğin ifadesi olan

“tümevarım sorunu”na göre yüksek bir yerden aşağıya atladığımızda,

düştüğümüzü yüzlerce kez deneyimlesek de, çekim yasası bunu gösterse

de; bir kez daha aynı yerden atladığımızda düşeceğimizi ve çekim

yasasının doğru olduğunu söylememize imkan yoktur. Bertrand

Russell’ın dediği gibi:

Eğer bu yönteme (tümevarım) güvenilmezse; yarın güneşin doğmasını beklememiz

için bir nedenimiz yok demektir, ekmeğin taştan daha besleyici

olduğunu da çatıdan kendimizi attığımızda düşeceğimizi de bekleyemeyiz.

Kendimize doğru en yakın arkadaşımızın yaklaştığını gördüğümüzde, bu

bedenin, en kötü düşmanımız veya tamamen yabancı biri tarafından ele geçirilmediğini

düşünebilmemiz için de bir dayanağımız kalmaz. Tüm davranışlarımız

geçmişte işe yaramış, bu yüzden gelecekte de işe yarayacakmış

gibi gözüken ilişkilere dayanmaktadır; bu işe yarayacakmış gibi gözükmenin

geçerliliği ise tümevarım prensibine dayanmaktadır. Bilimin, evrende

43 Steven Jon James Lovell, Philosophical Themes from C. S. Lewis, Department of

Philosophy University of Sheffield, PhD Thesis, August 2003, p. 95, 154.

44 “En iyi açıklama olarak çıkarım” yöntemi için bakabilirsiniz: Peter Lipton, Inference

to the Best Explanation, Londra, Routledge, 2004.

doğa yasalarının varlığı gibi temel prensipleri de, günlük yaşamdaki inançlarımız

gibi, tamamen tümevarım prensibine dayanmaktadır.45

Sonuçta tümevarım yöntemini bir kenara bırakınca ne e=mc2 doğrudur

diyebiliriz, ne de ısıtmayla suyun kaynaması arasında kesin bir

nedensel ilişki olduğunu iddia edebiliriz. Aslında felsefeyle ilgilenen

ufak bir kesim dışında hemen hiç kimse tümevarım sorununu göz

önünde bulundurmamaktadır. Fizikçilerden e=mc2 formülüne veya biyologlardan

hücrelerde DNA’nın protein sentezinde önemli rol oynadığına,

tümevarım sorunu yüzünden şüpheyle bakanı kolay kolay bulamazsınız.

Felsefenin içindeki böylesi “şüpheci yaklaşımları” bilim

insanları göz önünde bulundurmadan -ciddiye almadan da denebilirçalışmalarını

sürdürmektedirler. Fakat buna rağmen, bir felsefeci olarak,

buradaki argümanı tümevarım sorununu göz önünde bulundurarak

mütevazı bir şekilde oluşturdum ve arzular üzerine objektif bir

incelemenin; teizmin natüralizmden daha rasyonel bir dünya görüşü

olduğunu gösterdiğini savunmakla yetindim. Yani daha temkinli bir

yaklaşım olan “en iyi açıklama”yı gösterme yöntemini benimsedim.

Evrim? Doğal Seleksiyon?

Bahsedilen arzuların, Allah’ın bilinçli bir planı neticesinde değil de

natüralist-ateist yaklaşımın öngördüğü şekilde oluştuğunu söyleyenler;

bu arzuların, doğal seleksiyonun neticesinde oluştuğunu veya evrimin

yan ürünleri olduğunu iddia edeceklerdir. Öncelikle şunu tespit

etmemiz gerekir ki; burada ele aldığım arzular en temel arzularımızdır;

bu listeye alternatif, burada çıkarsanan sonucun tersini gerektirecek

bir doğal ve temel arzular listesi gösterilemez. Bu bahsedilen

45 Bertrand Russell, Problems of Philosophy, Indo-Europian Publishing, Los Angeles,

2010, s. 48-49.

arzuların yanında yemek, içmek, cinsellik ve uyku gibi doğal arzularımız

da vardır; dünyadaki varlığımızı devam ettirmemize yarayan

bu arzular, burada çıkarsanan sonucun tersine bir durum oluşturmadıkları

gibi, bu doğal arzularımızın objelerinin mevcut olması (yemek

arzusuna karşı yemeğin veya su arzusuna karşı suyun) argümanın sonucunu

desteklemektedir (argümanımın beşinci maddesinde buna dikkat

çektim). Burada Evrim Teorisi ile ilgili tartışmalara değinmeyeceğim;

fakat bu teoriyi doğru kabul ettiğimizde de buradaki sonucun

değişmeyeceğini belirtmek istiyorum.46 Eğer evrim sürecinde bu arzuların

oluştuğu kabul edilirse; evrimi, Allah’ın yaratma yolu ve doğal

seleksiyonu “Allah’ın yaratma araçlarından biri” kabul eden anlayışlar

desteklenmiş olmaz mı? Bizde doğuştan var olan bu doğal ve

temel arzular, eğer bu evrene aşkın bir Allah’ın varlığını gerektiriyorsa,

bu evrim ve doğal seleksiyonun Allah’a gözlerimizi çevirttiği

anlamına gelmez mi? Bu durumda da Pierre Teilhard de Chardin’den,

Dobzhansky’den, Francis Collins’e kadar -aralarında önemli farklar

olsa da- evrimi Allah’ın yaratma yöntemi olarak görenlerin yaklaşımları

destek bulmuş olmaz mı? Birbirlerinden bağımsız tüm bu arzuların

aynı ontolojiyi gerektirmesi, sırf bu dünyada yaşamaya ve üremeye

göre seçimler yapan tesadüfi doğal seleksiyon mekanizmasıyla

açıklanamaz. Arzularımızı incelediğimizde, bu dünyada yaşamak ve

üremekten çok daha fazlasıyla ilgili olduklarını görmekteyiz. Bunu,

ele alınan her arzu için kısaca göstermeye çalışacağım:

Birinci Arzu; Yaşam: Bu dünyada yaşamamızı ve ürememizi

en çok destekleyen arzunun bu olduğu adından bellidir. Fakat insan

zihninin, diğer türlerden farklı olarak çok uzun bir geçmiş ve

46 Evrim Teorisi’ni ayrıntılı bir şekilde “Evrim Teorisi, Felsefe ve Tanrı” kitabımda irdeledim.

çok uzun bir gelecekle ilişki kurması ve biyolojik organizmamızın

imkan vereceğinden daha uzun bir süreçte de yaşamayı sürdürmeyi

arzu etmesinin; bu dünyadaki yaşamamız ve ürememizle

bir alakası yoktur.

İkinci Arzu; Korkuların Giderilmesi: Yırtıcı hayvanlardan veya

yüksek bir yerden düşmekten korkma, elbette bu dünyada yaşamamıza

ve ürememize bir katkıda bulunur. Fakat insan zihninin evrenin

genişliğini ve kendi aczini kavraması sonucunda, bu durumdan

korku duyunca; tüm evrendeki oluşumlara gücüyle etki edebilen bir

Varlığa, korkuların giderilmesi arzusunun kendisini yöneltmesinin, bu

dünyada yaşama ve üremeyle bir ilgisi yoktur. Nitekim birçok tür de

kendilerini öldürebilecek canlılardan korkuya benzer bir his duyuyor

gibidirler; fakat evrenin genişliğine karşı kendi acizlikleri üzerine düşünmeleri

üzerine çıkan korkulardan kurtulma arzularının, kendilerini

bu evrene aşkın olana yönelttiğini gözlemlemiyoruz.

Üçüncü Arzu; Gaye: İnsanların gayesel -teleolojik- düşünmesi,

diğer canlıları anlamaları gibi avantajlar sağlayarak, bu dünyada yaşamaya

ve üremeye katkıda bulunabilir. Fakat insanların gaye-anlam

arzusunun, kendilerinin ve evrenin bir gayesini aramaya yöneltecek

şekilde insanda mevcut olmasının, bu dünyada yaşamak ve üremekle

bir ilgisi bulunmamaktadır.

Dördüncü Arzu; Mutluluk: Mutluluğun hazza indirgenmesiyle;

canlıların yeme, içme, cinsel ilişki gibi faaliyetlerinden aldıkları hazzın

yaşamaya ve üremeye katkıda bulunduğu söylenebilir. Fakat uzun bir

geçmiş ve gelecekle ilişkide bulunan insan zihni, mutluluğunu ahiret

yaşamında da devam ettirmek ister. İnsanın doğuştan mutluluk isteyen

doğası, sahip olduğu bahsedilen zihinsel yetenekleriyle birleşince

bu durum olur ve böylesi bir mutluluk isteğinin ise bu dünyada yaşamı

sürdürmek ve üremekle bir alakası yoktur.

Beşinci Arzu; Şüpheden Uzak Bilgi Edinme: İnsanların, evrenin

kökeninden uzak galaksilerden atomun yapısına kadar birçok şeyi

bilme arzuları; bu evrende yaşamak ve üremek için gerekenden çok

daha fazladır. Yaşaması için gerekenden çok daha fazla bilmek isteyen

insan, bilme süreci üzerine derinlemesine düşününce ise en temel

bildiklerinin ne kadar şüpheli olabileceğini kavrar ve şüpheden uzak

bilgi edinme arzusu duyar. Daha çok felsefi düşünce sürecinde ortaya

çıkan bu şüpheleri üretebilecek bir zihinsel kabiliyette olmak da bu

dünyada yaşamak ve üremek için gerekmemektedir. Ayrıca en temel

bilgilerimizin ancak Allah’ın varlığını kabul edersek rasyonel temel

bulacağı iddiasını ancak felsefeyle ilgilenen bir kesim anlayacaktır; onların

önemli bir bölümü de bu iddiayı reddedecektir. Sonuçta şüpheden

uzak bilgi edinme isteğinin de, bu isteğin rasyonel temel bulmasının

Allah’ın varlığını gerektirmesi de bu dünyada yaşama ve üreme

için bir avantaj sağlamaz.

Altıncı Arzu; Başkaları Tarafından İyi Davranılma: Başkaları

tarafından iyi davranılma, insanın psikolojik ve fiziksel bir ihtiyacı

olarak yaşama ve üreme için önemlidir. İnsani üretimler olan birçok

kültür de bu amaca hizmet ederek, bu arzunun talebini ahlaki kurallarla

karşılar. Fakat daha önceki incelememizde gördüğümüz gibi ahlaki

bir yapının rasyonel bir şekilde temellenmesi Allah’ın varlığını

gerektirir. Oysa Allah’ın varlığına atıf yapmadan birçok kültür bu arzuyu

rasyonel temellendirmesi olmadan da karşılayabildiğine göre, bu

arzunun rasyonel temellendirmesinin Allah’ı gerektirmesinin, bu dünyadaki

yaşama ve ürememizle hiçbir ilgisi yoktur.


Arzuların Karşılanması, Ontolojik Delil ve Allah’ın Sıfatları

Burada oluşturulan argümanın, beşinci arzunun incelenmesinde

“akıl delili” ile altıncı arzunun incelenmesinde “ahlak delili” ile ilgisi

görüldü; burada ise arzuların -Descartes’ın tarzındaki- “ontolojik delil”

ile ilişkisine değineceğim: Doğal ve temel arzularımızın Allah’ın

varlığını gerektirdiğini gördük. Allah ne kadar kudretliyse, ne kadar

bilgiliyse, O’nun için arzularımıza cevap vermesi ne kadar kolaysa,

Allah ezeliyse, Allah’ı yapmak istediği eylemlerden alıkoyabilecek hiçbir

güç yoksa; arzularımızın karşılanmasının olasılığı o kadar yüksektir.

Kısacası arzularımız, Allah’ın “Mükemmel” olmasını da arzu

ettirmektedir. Bu ise, arzulardan hareketle Allah merkezli bir ontoloji

kurulabiliyorsa; yine arzulardan hareketle Allah’ın “Mükemmel” olduğu

şeklinde, sıfatlarıyla ilgili bir sonuca da ulaşabileceğimizi gösterir.

Sonuçta arzularımız bizi içi boş bir “Allah” kavramına değil, belli

sıfatları olan bir Allah kavramına yöneltecek şekildedir.

Arzular konusundaki yaklaşımımızı Descartes’ınki gibi bir ontolojik

delil ile de birleştirebiliriz: Doğuştan sahip olduğumuz arzular

üzerine düşündüğümüzde, bu farklı doğal ve temel arzuların Allah’ın

varlığını gerektirdiğini görürüz. Descartes “Düşünüyorum, öyleyse varım

(Cogito ergo sum)” diyerek şüpheden uzak ilk bilgiyi elde ettikten

sonra bilmenin bilmemekten daha “mükemmel” olduğunu kavrayarak

zihninde “mükemmel” kavramının varlığına ulaşır. Bu kavramın

ise zihnine ancak “Mükemmel bir Varlık” tarafından, yani Allah tarafından

konmuş olabileceğini, zihnin bu kavramı uydurmuş olamayacağını

söyler.47 Kant’ın ontolojik delile karşı söylediği şekilde; “bir

objeyle ilgili kavramımızın içeriğinden, bu objenin varlığını çıkarsayamayacağımız”

itirazını kabul etsek bile;48 zihnimizde bir varlığın sı-

47 Rene Descartes, Discourse on Method and the Meditations, s. 55.

48 Immanuel Kant, The Critique of Pure Reason, Trans: J.M.D. Meiklejohn, William

Benton, Chicago, 1971, s. 182.

fatı olmasa da bir “mükemmel” kavramı yine de kalır. Burada sunduğum

argümanda ise bir kavramın içeriğinden Allah’ın varlığına geçiş

yapmadığıma dikkat edilmelidir. Bu makalede, bizdeki farklı doğal ve

temel arzuların Allah’ın varlığını gerektirmesinden hareketle; bunların

Allah tarafından oluşturulmuş olduğu görüşünün, alternatifi olan

bunların rastgele süreçlerle oluştuğunu savunan natüralizm görüşünden,

daha rasyonel bir açıklama olduğu savunulmaktadır. Arzularımız

gerçek bir varlık olarak Allah’a ihtiyaç duyar; sadece bir “Allah”

kavramına ihtiyaç duymaz. Doğuştan var olan arzularımızla Allah’ın

varlığını temellendiren ve bu arzuların doğuştan zihnimizde oluşturulduğunu

söyleyen yaklaşımımız için; zihnimizde doğuştan var olan

“mükemmel” kavramını doğuştan arzularımızın yönelttiği Allah’a sıfat

yapmak, böylece “mükemmel” sıfatını gerçek bir “Varlığın” sıfatı

olarak görmek, Kant’ın itirazının etrafından dolaşmak demektir.

Aslında Kant, kendi sunduğu “ahlak delili”nde, ahlaki bir sistemin

“En Üst Seviyede Mükemmel” bir Allah’ı gerektirdiğini söylemiştir.

Gerektirmeden Allah tarafından düzenlenmeye ve arzulardan

Allah’ın “Mükemmel” sıfatıyla varlığına geçiş yaptığım buradaki argüman

için bu gerekliliğin gösterilmesi önemlidir. Bu gösterildikten

sonra buradaki argümanla ulaşılan sonuç, Kant gibi Allah’ı sadece

postula olarak kabulden daha fazlası olmaktadır. Bence, incelediğim

beşinci arzu ile ilgili olarak Kant’ın söyledikleri burada incelenen diğer

arzular için de geçerlidir. Kant şöyle demektedir:

Ahlaki ilke, ancak en üst seviyede mükemmel olan bu dünyanın bir Sahibi

kavramını mümkün kabul eder. O, her şeyi bilen olmalıdır ki benim

yaptıklarımla ilgili zihinsel durumlarımı en derin kökenlerine kadar, tüm

olası durumlar ve tüm gelecekteki durumlar için bilebilsin; her şeye gücü

yeten olmalıdır ki her şeyi yerli yerince ayarlasın; aynı şekilde her yerde

mevcut, ezeli, vb. de olmalıdır...49

Sonuçta doğuştan -apriori- sahip olduğumuz arzularımız, sadece

Allah’ın varlığını gerektirmekle kalmaz; Allah’ın her şeyi bilen,

her şeyi gören, kudreti yüksek, ezeli olması gibi sıfatlarını da

kısaca Mükemmel Varlık olmasını da gerektirir. Nitekim zihnimizde,

doğuştan var olan arzularla beraber “mükemmel” kavramının

olması da dikkate değerdir. Kısacası, burada sunulan argüman,

sadece Allah’ın varlığı için değil, Allah’ın sıfatlarının temellenmesi

için de bir delildir.

“Arzu Delili”nin Ahiretin ve Dinlerin Varlığıyla İlgisi

Arzular hareket noktası yapılarak Allah’ın varlığının yanında ahirette

yaşamın varlığı için de argüman oluşturulabilir. Bu delili tektanrılı

dinler için önemli kılacak hususlardan birisi şudur; tektanrılı dinlerin

ontolojisinin merkezindeki Allah’ın varlığı hakkında olduğu gibi,

bu dinler açısından önemli ahiretteki yaşamın varlığı hakkında da bir

argüman olması. Burada ele alınan arzuların birçoğunun ahirette yaşamın

varlığını gerektirdiğini, ahiretin yaratılmasının ise Allah’ın varlığını

gerektirdiğini gördük. Buradaki argümanın Allah’ın varlığıyla ilgili

kısmının doğru kabul edilmesi, otomatikman ahiretin varlığı için

de geçerli bir argüman olması demektir.

Fakat burada savunulduğu gibi bu argümanı, Allah’ın varlığı için

geçerli bir delil olarak görmeyenler de ahiretin varlığı için geçerli bir

delil olarak kabul edebilirler. Böylesi bir argüman kuranların, bunu

kurmadan önce Allah’ın varlığına inanıyor olmaları gerekir. Bu inancın

fideist bir yaklaşımla -delilsiz imanla- olması mümkün olduğu gibi, tasarım

delili veya kozmolojik delil neticesinde veya herhangi başka bir


49 Immanuel Kant, The Critique of Practical Reason, s. 352.


şekilde olması da mümkündür. Allah’ın varlığına inananlar, var olan

her şeyi yaratan Allah’ın, insanın içine, ahiret yaşamına karşı arzuyu

da yerleştirdiğine inanırlar. Bunun neticesinde, ünlü Müslüman tefsirci-

kelamcı Said Nursi’nin “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi”

sözüyle ifade ettiği gibi;50 insanın içindeki bu arzuyu Allah’ın yaratması,

bunun objesini yaratacağının ikna edici bir delili olarak kullanılabilir.

Benzer bir yaklaşıma Hıristiyan teolog Norman Geisler’in şu

argümantasyonunda da rastlamaktayız:

1. Her doğal arzunun, kendisini tatmin edecek objesi mevcuttur.

2. Ahiret yaşamı; insanların doğal, doğuştan var olan bir arzusudur.

3. Öyleyse ölümden sonra ahiret yaşamı vardır.51

Böylesi bir argümanı duysalardı; Freud, Feuerbach ve Sartre gibi,

insanların ahiret yaşamına karşı arzularının Allah’ın varlığına inanmalarının

temel sebepleri arasında olduğu düşüncesinde olan ünlü ateistlerin,

-felsefe ve psikoloji teorilerine baktığımızda- şöyle diyeceğini

tahmin etmek zor değildir: “Allah olsaydı argümanınız oldukça tutarlı

olurdu. Fakat Allah yoktur.” Diğer yandan, tarihin bu ünlü ateistlerine

karşı Allah’ın varlığına inandığını söyleyip ahiret yaşamının varlığını

inkar eden önemli bir kitle vardır. Arzulardan ahiret yaşamının varlığını

çıkarsayan bu delillendirme, bu kitleye karşı kullanılabilir.

İlaveten, arzulardan hareketle Allah’ın yolladığı dinlerin var olması

gerektiği için de argüman oluşturulabilir. Örneğin burada ele alınan

dördüncü arzu olan “gaye arzusu”nu ele alalım. Bu arzunun karşılanması

Allah’ın varlığını gerektirdiği gibi, aynı zamanda Allah’ın

50 Said Nursi, Mektubat, Sözler Yayınevi, İstanbul, 1977, s. 280.

51 Norman Geisler, Baker Encyclopeida of Christian Apologetics, Baker Book House,

Grand Rapids, 1999, s. 282.

gayemizin ne olduğunu bildireceği mesajlarının da mevcudiyetini gerektirir;

böylesi bir bildirimi de “gaye arzusu” talep eder. İnsan, gayesiyle

ilgili sorması kaçınılmaz sorusu olan “Niye buradayım, varlığımın

gayesi nedir” karşılığını ancak Allah’ın cevap vermesiyle bulabilir.

Ayrıca, önceden dikkat çekildiği üzere, ahiret yaşamını arzuların talep

etmesi gibi, ahiret yaşamını yaratma gücü elinde bulunan Allah’ın,

onun yaratılacağını haber vermesini de arzularımız talep eder. İnsanın

korkuların giderilmesiyle ilgili arzusu da, Allah’ın, insanlarla ilgili

olduğunu bildireceği mesajların varlığını gerektirir. İnsanların bilgi

edinme ile ilgili arzuları kaçınılmaz olarak “Nereden geliyorum” ve

“Nereye gidiyorum” sorularını sordurur ki; bunlar da ancak Allah’ın

insanlara bunların cevaplarını bildirmesiyle karşılanabilir. Başkaları

tarafından incitilmeme arzusu olarak ifade ettiğimiz ahlakla ilgili arzunun

rasyonel bir temel bularak karşılanması ise ancak Allah’ın ahlak

ile ilgili buyruklarının olmasıyla mümkündür.

Ahiret yaşamının varlığı konusunda olduğu gibi, burada sunulan

argümanı, Allah’ın varlığını temellendirmede kullanmayanlar da, arzulardan

hareketle Allah’ın yolladığı mesajların -dinlerin- olması gerektiğini

temellendirebilirler. Elbette bunun için de önceden Allah’ın

varlığına inanıyor olmaları gerekir. Sonra ise Allah’ın insanların yaratılışına

yerleştirdiğine inandıkları arzuların, Allah’ın yolladığı mesajların

-dinlerin- varlığını gerektirmesini, “Allah’ın dinler yollayacağı

için insanları dinlere muhtaç etmesi” olarak değerlendireceklerdir. Dini

“dileklerin-tatmini” olarak gören birçok ateistin, felsefeleri ve psikolojileri

gereği bu yaklaşıma ise şöyle yanıt vereceklerini tahmin etmek

zor değildir: “İnsanların arzuları gerçekten de Allah ile beraber ahiret

yaşamının da dinlerin de varlığını gerektirir. Allah var olsaydı bunlara

inanç elbette rasyonel olacaktı. Fakat Allah yoktur.” Diğer yandan

Allah’a inanan ama bir dine inanmayan bir kitle de vardır. Böylesi bir

argüman o kitleye karşı kullanılabilir.

İçimizdeki doğal arzular, bu arzuların objesi olduğunu gösterse de,

bu objelere mutlaka ulaşacağımızı garanti etmez: Suya karşı arzumuz

suyun varlığını gösterir ama susuzluktan ölmeme garantisi vermez.

Aynı şekilde Allah’ın yolladığı dinlerin olacak olması, bu dinlere herkesin

inanacağının garantisini vermez. Ayrıca doğal arzularımızdan

olan susamayı tatmin eden suların, ağır metallerle insanlar tarafından

kirletilme olasılığı olduğu gibi; özgür irade sahibi insanların, Allah’ın

yolladığı dinleri kirletme ve tahrif etme olasılığı da mevcuttur. Hangi

dinin veya hangi mezhebin, insani kirletmelere maruz kaldığını belirlemek

bu makalenin konusu değildir. Fakat arzularımız temelinde burada

anlatılanlardan hareketle, Allah’ın yolladığı bir dinde olması gerekli

önemli özellikleri şöyle saptayabiliriz:

1- Bu dinin varlık anlayışının merkezinde Allah olmalıdır.

2- Bu din Allah’ın her şeyi bilen, her şeyi gören, kudreti yüksek,

ezeli olması gibi sıfatlarını, kısaca Mükemmel Varlık olduğunu

belirtmelidir. Ancak böyle bir Allah arzularımızı karşılayabilir;

arzularımız böyle bir Allah’ı talep eder.

3- Bu din ahiret yaşamının varlığını haber vermelidir.

4- Bu din insanların korkularının giderilmesi arzusunu karşılamalı,

Allah’ın insanların dualarından ve durumlarından haberdar

olduğunu bildirmelidir.

5- Bu din hayatın amacı ile ilgili gaye arzusunu tatmin etmelidir.

6- Bu din “Nereden geliyorum” ve “Nereye gidiyorum” gibi çok

temel hususlarla ilgili bilgi arzusunu karşılamalıdır.

7- Bu din insanların başkalarından zarar görmeme arzusunun karşılanması

için Allah’ın ahlaki buyruklarını içermelidir.


Sonuç ve “Fıtrat Delilleri”

Zihnimizde doğuştan -apriori- var olan arzularımızın tatmini,

Allah’ın varlığını gerektirmektedir. Bu arzuları, kendimiz iç dünyamızda

deneyimleriz ve bu yüzden bizim için dış dünyanın varlığından

bile daha kesindirler. Husserl gibi dış dünyanın varlığını paranteze

alsaydık bile, yine de bu arzuların varlığı reddedemeyeceğimiz kadar

kesin olurdu.52 “A”nın “B”den büyük olması (A>B) ve “B”nin “C”den

büyük olması (B>C) verili olduğunda; nasıl “A”nın “C”den büyük olması

(A>C) bir düşünme sürecinin sonunda anlaşılacak açık mantıksal

bir sonuçsa; aynı şekilde apriori var olan arzularımızın Allah’ın varlığını

gerektirmesinin analitik incelemesi, insanın apriori olarak Allah’ın

varlığına ihtiyaç duyan bir varlık olması sonucuna bizi ulaştırır.

Yaşam ve korkuların giderilmesi gibi ele aldığımız arzularımızın

tatmin edilmesinin Allah’ın varlığını gerektirdiğini görmek daha

kolayken; şüpheden uzak bilgi edinme gibi arzularımızın tatmininin

Allah’ın varlığını gerektirdiğini görmek, diğerlerinden daha fazla zihinsel

çaba gerektirmektedir. Önceki sayfalarda gösterildiği gibi tarihin

en ünlü ateistleri, insanların arzularının tatmininin Allah’ın varlığını

gerektirmesini, insanların Allah’ın varlığını uydurma sebebi olarak

göstermeye çalışmışlardır. Oysa burada, ateist filozofların boğulduğu

yerde yaşam suyunun olduğunu göstermeye çalıştım. Birbirlerine indirgenmeyecek,

farklı ve çok temel arzularımızın hepsinin aynı şekilde

Allah’ın varlığını gerektirmesinin en iyi açıklaması; Allah tarafından

bunların insanlara yerleştirilmiş olduğudur. Sırf bu dünyada

yaşama ve üreme temelinde seçim yapan, natüralist-ateistlerin öngördüğü

şekilde işleyen bir doğal seleksiyon mekanizmasıyla, bu dünyayı

aşkın bir Allah’ın varlığını gerektirecek şekilde birçok arzunun oluşması

açıklanamaz. Bahsedilen farklı arzuların hepsinin aynı varlık

52 Edmund Husserl, Cartesian Meditations, Çev: Dorion Cairns, Kluwer, Boston, 1977.


anlayışını -ontolojiyi- gerektirmesini şansla açıklayan natüralist görüşten,

bunların Allah tarafından böyle oluşturulduğunu söyleyen teist

açıklama daha başarılıdır. Bu açıklama “Neden farklı arzularımız

bizi Allah’ın varlığına inanmaya yöneltecek şekildedir” tarzındaki olağanüstü

önemdeki sorunun yegane rasyonel cevabıdır.

Bilimde, felsefede ve güncel birçok mantık yürütmede farklı verilerden

sonuca ulaşmayı ifade eden “birleşmeli tümevarımın (consilience

of induction)” iyi bir yöntem olduğuna inanıyorum. Burada da

farklı arzuların aynı sonucu göstermede “birleşmesine” atıf yaptım, fakat

tümevarım sorununu göz önünde bulundurarak; mütevazı bir yaklaşımla,

argümanımı tümevarım yöntemiyle değil, “en iyi açıklama”yı

gösterme yöntemiyle sundum. Teizmin felsefi ciddi tek rakibi olan natüralizmden

daha rasyonel olduğunun gösterilmesi, burada savunduğum

pozisyondur.

Bu argümanı önemli kılan unsurlardan birisi, Allah’ın sıfatlarının

temellendirilmesine de katkı sunmasıdır. Arzularımızın karşılanması

her şeyi bilen, her şeyi gören, kudreti yüksek, ezeli gibi sıfatları olan

bir Allah’ı gerektirmektedir. Buradaki argümanla arzularımızdan hareketle

ahiret yaşamının varlığının ve Allah’ın yolladığı dinlerin olmasının

rasyonel bir beklenti olduğunun gösterilmesi, argümanı diğer

önemli kılan hususlardır. Arzularımızdan hareketle mevcut dinler

ve mezhepler arasında seçim yapabileceğimizi iddia etmiyorum. Fakat

burada sunulan argümandan çıkan sonuçlar; inanılması gereken

dinlerin sahip olması gerekli temel şartlardan önemli bir kısmını anlamamıza

da katkıda bulunmaktadır ki bu şartlarla mevcut birçok din

veya mezhep elenebilir (örneğin Allah’ın varlığına ontolojisinde yer

vermeyen Budizm elenebilir).

Arzularımız bizi biz yapan, yaşamamızın şu anda deneyimlediğimiz

gibi olmasında önemli rolü olan unsurlardır. Bilişsel bilimlerde

arzulara ve duygulara gerekli önemin verilmesi gerektiği hususunda,

bu konuda ciddi bir eksiklik olduğunu ifade edenlerle aynı şekilde

düşünüyorum.53 Psikolojideki, Allah hakkında düşünmeye hazır doğuştan

yeteneklerle doğduğumuzu ifade eden Justin Barrett’in “hazır

olma hipotezi (preparedeness hypothesis)” ve benzeri yaklaşımların

geliştirilmesinin ve arzularla ilgili buradaki yaklaşımla birleştirilmesinin

önemli açılımlar getirebileceğini sanıyorum.54 Ayrıca içebakışı

teşvik eden bu argümanın, teist varoluşçu -egzistansiyalist- yaklaşımlara

katkıda bulunacağı kanaatindeyim. Arzularımız üzerine yoğunlaşmanın,

birçok kişinin beklentisinden daha fazla açılıma sebep olacağı

kanaatindeyim. Teolog ve filozoflar için “arzuların teolojisi”ni ve “arzuların

felsefesi”ni yapmanın, önemli ufuklar açacağına inanıyorum.

Burada sunulan delilin; tasarım delili, kozmolojik delil ve bilinç

delili gibi Allah’ın varlığını rasyonel bir şekilde temellendirmek için

savunulan diğer argümanlarla birleştirilmesi neticesinde teizm lehine

oluşan toplu durumun yüksek derecede bir ikna gücü olduğu iddiasındayım.

Sanmayın ki felsefenin en çetin konuları, sadece, uzayın derinlikleri

gibi “ötemizdeki” olgular hakkındadır. Aslında felsefi açıdan

tartışılması en zor konular, çoğu zaman, her insana içkin olduğu için

olağanüstülüğü gözden kaçan fenomenlerle ilgilidir. 20. ve 21. yüzyıl

felsefesinin merkezi konuları “bilinç” ve “dil” bunlara örnektir. Balığın

suyu fark etmemesi gibi çoğu zaman bu olağanüstü fenomenlerin

gereğince farkına varmayız; bunların olmalarını adeta zaruri kabul

53 Joseph LeDoux, The Emotional Brain, Simon and Schuster, New York, 1996.

54 Justin L. Barrett ve Rebekah A. Richert, “Anthropomorphism or Preparedness?

Exploring Children’s God Concepts”. Review of Religious Research, Vol: 44 No:3,

March, s. 300-312.

55 Bahsedilen diğer argümanlarla ilgili çalışmalarımı, internet sitem www.canertaslaman.

com adresinde bulabilirsiniz.

eder “Başka türlü nasıl olabilirdi ki” der, bunları görmezden geliriz.

Burada ele alınan arzularımızın da; varlıkları olağanüstü olmasına

rağmen gözden kaçan fenomenlere dahil edilmeleri gerektiği kanaatindeyim.

En cahil insandan en bilgiliye kadar herkeste aynı şekilde

yaşam, mutluluk, korkulardan kurtulma gibi arzulara tanıklık edilmesi;

bu şekilde arzuların olmasının ne kadar enteresan olduğunun

değerlendirilmesini çoğu zaman engellemektedir. Oysa her insanda

bu muhteşem fenomenlere tanıklık edilmesi, bunların değerini azaltmaz,

tersine arttırır. Olağanüstülüğü yakalayabilmemiz için güçlü bir

içebakışla beraber, evren üzerine ciddi bir felsefi değerlendirmeyi birleştirmemiz

gerekmektedir. Ağaçta, toprakta, suda olmayan böylesi

arzular; bu unsurları meydana getiren aynı atomların birleşimiyle bizleri

meydana getirdiğinde, ne oluyordur da bizde oluşmaktadır? Daha

da önemlisi nasıl oluyor da bu arzuların varlığı Allah’ın varlığını gerektirmektedir?

Bu tablodan hangi sonuçları çıkarmalıyız? Bu makaleyle,

bu hususlara dikkatinizi çekmeye ve bu olağanüstü fenomenleri

irdelemeye çalıştım.

Kuran’daki “benliklerimizde deliller olduğu”nu söyleyen ayetlere

rağmen, İslam düşünürlerinin, doğuştan sahip olduğumuz özelliklerden

hareketle sofistike argümanlar geliştirmediklerini ve bu özelliklere

hak ettiği ölçüde dikkat çekilmediğini belirtmeliyim (bu ve bu konuyla

ilgili diğer çalışmalarımdaki temel hedeflerimden birisi bu açığı kapamaktır).

Örneğin 51-Zariyat Suresi 21. ve 41-Fussilet Suresi 53. ayetlerde

“benliklerimizde deliller” olduğuna dikkat çekilmiştir. Ayrıca

30-Rum Suresi 30. ayette; Allah’ın insanlara verdiği yaratılış özelliklerine,

yani “fıtrat”a uygun olarak dine yönelmemiz söylenir. İlaveten

aynı ayette “Allah’ın yaratışında bir değişiklik olmadığı”, “Dosdoğru

dinin bu olduğu” ve “İnsanların çoğunluğunun bundan habersiz olduğu”

da vurgulanmaktadır. İnsandan insana değişmeyen özellikler

temelinde sunulan, ayrıca tüm insanlardaki ortak özelliklerden hareketle

oluşturulsa da insanların çoğunluğunun bu doğuştan özellikleri

üzerinde gerekli şekilde düşünmedikleri sonucuna götürecek buradaki

argümanın; bu ayetteki ifadelerle önemli paralellikleri olduğu

kanaatindeyim. Bu yüzden, bahsedilen ayetten ilham alarak; insanların

hepsinde doğuştan ortak olan özelliklerden hareketle Allah’ın varlığını

temellendirdiğim argümanları “fıtrat delilleri” olarak adlandırıyorum.

Burada sunduğum “arzu delili”ni ise “fıtrat delilleri” içerisinde

yer alan bir alt delil olarak değerlendiriyorum.56

56 “Fıtrat delilleri”nin içine, burada kısaca değindiğim “ahlak delili” ve “akıl delili” gibi

argümanları da dahil ediyorum. Bütün bu argümanları müstakil bir kitapta toplayıp,

“fıtrat delilleri”ni, bu bağımsız argümanlar ve hepsinin aynı sonuca götürmesi yoluyla

savunmayı planlıyorum.